Yeni Üyelik
33.
Bölüm

Bölüm 33 - Rüya

@tuvbaveotesi

Tehlikeli Fısıltı

Bölüm 33 - Rüya

Melis Taşkın’dan;

Neredeyse gülmekten çenem çıkmak üzereyken dudaklarımın üzerine kapanan güçlü bir el gülmemi anında kesmişti. “Melis, güzelim, sence de biraz abartmadın mı? Yarım saattir aynı olaya gülüp duruyorsun.”

Boğuk sesimle konuşmaya çalışırken Emir bunu fark etti ve elini geriye çekti. “Ama Buse… adamın çocuğunun fotoğrafını kendisi sandı.”

“Bu o kadar komik bir şey değil, sevgilim.”

“Erkekti.”

Emir onaylamaz bakışlarıyla bana bakmaya devam ettiğinde susmam gerektiğini anladım ve sinirle başımı önüme çevirdim. Ancak bu çok sürmedi ve yeniden Emir’e baktım. “Hâlâ nereye gideceğimizi söylememe konusunda kararlı mısın?”

Başını onaylarcasına hareket ettirdi. “Ya sen?”

“Ne ben?”

“Nereye gittiğimizi sormakta ısrarcı mısın?”

Anında devrilen gözlerimle beraber arabanın dış dikiz aynasından saçlarımı düzelttim ve rujumu tazeledim. Yaklaşık iki saattir yoldaydık ve nereye gittiğimizi bilmemek benim canımı sıkıyordu.

“Emir.”

“Güzelim.”

“Sana espri yapmamı ister misin?”

Emir’in hareleri kısa bir süreliğine beni buldu. Akabinde kavşaktan dönerken dudakları aralandı. “Yap bakayım.”

“Dün İzmir bombası aldım ama hâlâ patlamadı.”

Ufacık da olsa bir tebessüm aramıştım Emir’in mimiklerinde ancak sert bir kaya gibi duruyordu şu an. Hatta yaptığım espriden tiksinircesine bir hâl takınmıştı bile diyebilirdim. Emir yüzünden suratım asılırken kapının dibine kadar girdim ve Emir’den uzaklaştım. “Sen ne anlarsın ki zaten, has odun.”

“Bir şey mi dedin?”

“Yoo,” dedim az önce içime içime konuşmamın aksine daha yüksek bir sesle. “Ben hiçbir şey demem.”

Bir süre sessizlik oldu aramızda. Ardından Emir arabayı yavaşça kenara çekti, uzanarak radyoyu kapattı. Emniyet kemerimi çıkarır çıkarmaz hiçbir şey demeden kendimi dışarı attım ve ayaklarım zemine bastığı için mutluluk çığlıkları attım içimden. Akabinde gözlerimle etrafı süzdüm.

Yemyeşil bir ormanın tam ortasındaydık şu an. Güneşin yumuşak ışıkları yaprakların arasından süzülerek toprağı ısıtıyordu.

Arabadan inen Emir’e döndüm, “Sevgilim,” dedim meraklı bir tonla. “Ne yapacağız burada?”

“Atış.”

Dudaklarım belli belirsiz kıvrılırken Emir bagaja doğru gitti ve birkaç tane cam şişe çıkardı. Çıkardığı şişeleri bulunduğumuz konuma uzakta kalan ağacın dalına düşürmeden yerleştirdi ve tekrardan bagaja doğru giderek bir tane silah çıkardı.

Emir’in bu vahşi yanlarını görmeyi hiç düşünmüyordum açıkçası.

Emir elindeki silahla birlikte yanıma sokuldu ve gözlerimin içine baktı. Emir’in aksine ben biraz gerilmiştim. Daha öncesinde poligon atış yapmıştım ancak bu konuda iyi olunduğum söylenemezdi.

“Ben sana öğreteceğim,” dedi Emir düşüncelerimden sıyrılmama sebep olurken. Akabinde bedenimi şişelerin olduğu ağaca doğru çevirdi, çenesini boyun girintime yerleştirdi. Kollarımı düz bir açıya alırken, “Güzelim,” dedi gülümseyerek. “İlk önce nefes al ve odaklan. Gözlerini hedefe kilitlerken, silahı sabit tut ve tetiği yavaşça çek.”

Emir bu kadar dibimdeyken, kalp atışlarım sanki ilk defa bana temas ediyormuş gibi hızlanırken odaklanabilir miydim gerçekten bilmiyordum. Yine de Emir’in dediklerini uygulamak adına nefeslendim ve odağımı ağaca verdim.

Lakin olmuyordu. “Ben bu işi pek beceremeyeceğim galiba,” dedim bıkkınlıkla.

Emir beni teşvik etmek için gözlerime baktı, “Endişelenme,” dedi yumuşak bir sesle. “Herkes bir yerden başlar.”

“Tamam.”

Emir, silahın nasıl tutulacağını ve nişan almanın inceliklerini bana anlatırken, ben silahtan çok Emir’in etkisinde kalmış gibiydim. Kalbim yeniden hızla atmaya başlamıştı. “İşte böyle,” dedi sakin bir ses tonuyla. Benden uzaklaşırken, “Şimdi nefes al ve odaklan,” diyerek devam etti.

İçimde bir karışıklık vardı sanki. Hem heyecanlı hem de utangaç hissediyordum.

Emir’e olan aşkımla cebelleşeyim derken tam nişan alacağım sırada dengemi kaybettim ve geriye doğru sendeledim ancak düşmedim. “Kraliçeler tökezleyebilirler ama düşmezler,” dedim Emir’e bakarken.

Emir sırıtmakla yetindi.

Emir’in anlattığı şeyleri tekrardan uyguladım ve tek gözümü kapatarak ortadaki şişeyi hedef aldım. Ardından tetiğe bastım ancak ıskalamıştım.

Boynumda bir ürperti hissettiğimde Emir dibime sokulmuştu. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve “Onu şişe olarak düşünme,” diye fısıldadı. “Sevmediğin birisi olarak düşün… nefret ettiğin… gördüğün an boğmak istediğin birisi olarak.”

O an aklıma gelen tek kişi Dila olmuştu.

Sinsi Dila… Yılan Dila…

Dila’ya içimden daha da kinlenirken bir kez daha tetiğe bastım ve bu sefer şişeyi vurmayı başarmıştım. “Başardım!” dedim bağırarak. Kollarımı Emir’in boynuna dolarken Emir saçlarımdan öptü.

“Kimi düşündün acaba?”

“Dila’yı,” dedim hiç uzatmadan. “Şu anlık başka öldürmek istediğim birisi yok.”

Emir dediğime gülerken silahı elimden aldı ve saniyeler içerisinde diğer şişeyi tekte vurdu. “Sanki bana mafya babası,” dedim mırıldanarak.

Emir tekrar atış yapacaktı ki başını bana doğru çevirdi. “Sırrımı ne zaman öğrendin?”

Tam o sırada bir çıtırtı duyuldu. Ormanda böylesine sessiz bir anda bu ses derin bir endişe yaratmayı başarmıştı doğrusu. Emir, bana koruyucu bir bakış atarken etrafıma bakındım.

“Domuz inmiş olmasın?”

“Domuz mu?”

“Ayı da olabilir.”

Birdenbire bir siluet belirdiğinde sessizce siluete baktık. Anlık cesaretle Emir’in elinden silahı aldım ve sıkıca kavradım. Ardından tetiği siluete karşı çektim ve attım. Şok içinde karşımıza çıkan kişiye baktık. Yerde yatıyor, kanlar içinde kıvranıyordu.

Dehşet içinde geriye çekilirken silah elimden kaydı ve yere düştü. “Emir… Emir ben ne yaptım? Vallahi ayı sandım. Kim bu? Neden burada?”

“Melis sen ne yaptın?” dedi Emir şaşkın bir şekilde.

“Ay galiba katil oldum! Emir... Emir! Ben hapishane gülü mü olacağım şimdi? Bana temiz çamaşır getirir misin Emir? Ben de sana tespih yaparım. Ben hapishanedeyken sakın benden başkasıyla sevgili olma. Yemin ederim hapishaneden kaçıp ikinizi de öldürür tekrar girerim hapse. Zaten çıkarmayacaklar.”

“Melis! Yavrum iki dakika da senaryo kurmayı nasıl başarıyorsun? Allah aşkına bir dur. Sadece bir kaza. Şimdi birlikte yardım edeceğiz.”

Kalbim hızla atarken bakışlarımı yerde yatan kişiye çevirdim. Yerde kıvranan adamın yüzü acı içinde buruşmuştu. Emir telaşla ona doğru koştu ve adamın yanına eğildi.

“İyi misiniz diye sormam biraz absürt olacak ama iyi misiniz?”

“İyiyim, sadece biraz yardıma ihtiyacım var,” diye mırıldandı adam nefes almakta zorlanarak.

“Kim bu?”

Emir, adama yardım ederken bana döndü. “Sence tanıyor gibi mi görünüyorum güzelim? Bildiğim tek şey onu böylece burada bırakamayacağımız gerçeği.”

Hızlıca etrafıma bakındım. Bizim dışımızda etrafta kimseler yoktu, orman sessizce bizi çevreliyordu. Yalnızca rüzgârın hafif esintisi ve ormanda yaşayan börtü böceğin sesleri tesir ediyordu kulaklarımıza.

Derken uzaktan bir çıtırtı sesi daha duyuldu.

Emir, adamı kollarının arasına aldı ve hızla arabaya doğru adımlamaya başladı. “Melis, çabuk gidelim buradan.” Emir’in peşinden adımlayacağım sırada kaba bir erkek sesi duydum.

“Kendi isteğinizle olduğunuz yerde duruyor musunuz yoksa topuğunuza sıkayım mı?”

Korkulu bir şekilde arkamı dönerken dört kişilik bir grup etrafımızı sarmalamaya başladı. Her biri farklı bir tehlike sinyali veriyordu sanki.

İçlerinden birisi, diğer dördüne oranla en iri olanıydı. Uzun boyluydu ve kaslı bir yapıya sahipti. Keskin bir bakışlardı vardı, yüzündeki birkaç eski yara izi onun tehlikeli birisi olduğunu hissettiriyordu.

Bir diğeri ise neredeyse grubun en zayıfıydı. Sivri yüz hatları ve sürekli hareket halinde olan gözleri onu daha tedirgin edici bir hale getiriyordu. Ellerini cebinde tutuyor, bir şey saklıyor gibi görünüyordu.

Diğeri ise en ürkütücü olanıydı. Kısa boylu ama yapılı bir fiziği vardı. Gözlerinde karanlık bir ifade ve yüzünde ise duygusuzluk vardı. Hiçbir şey söylememişti ama sanki konuşmadan da tehlikeyi hissettirebiliyordu.

Geriye kalan son kişi ise kadındı. Kadın olmasına rağmen gruptaki erkeklerden daha az korkutucu değildi. Uzun siyah saçları sımsıkı bir atkuyruğu yapılmıştı. Siyah bir deri ceket ve yırtık kot pantolon giyiyordu. Elinde hafifçe oynadığı bir kelebek bıçak vardı. Gözleri sürekli hareket halindeydi, çevredeki her şeyi değerlendiriyormuş gibi.

Bu insanlar sanki birlikte uzun zamandır çalışıyormuş gibi bir uyum içindeydi ve Emir’in karşısında durmaları planlı bir intikamın ya da beklenmedik bir yüzleşmenin habercisi gibiydi.

Gibi değildi, öyleydi.

İçlerinden en iri olan adam bir adım öne geçti ve hareleri beni aşıp Emir’e çevrildi. “Biz buraya seninle konuşmak için geldik,” dedi sakin bir ses tonuyla. “Seni uzun zamandır arıyorduk, Emir.”

Emir’in yüzünde şaşkınlık belirirken kaşları çatıldı, “Beni mi?” diye sordu sesindeki şüpheyi yansıtırken.

Liderleri olduğunu düşündüğüm adam gizemli bir gülümsemeyle başını salladı. “Evet, seni,” dedi. “Ve Melis'i de.”

Adımın anılmasıyla anlık bir sarsılma yaşadım. Bunlar kimdi ve bizi nereden tanıyorlardı?

Lider, bir adım daha attı. “Siz bizim için oldukça önemlisiniz.”

“Kimsiniz?” dedi Emir ciddi bir ses tonuyla.

Lider, sakin bir şekilde gülümsedi ve ellerini açarak adım attı. “Merakınızı anlıyorum,” dedi nazikçe. “Ancak şu an için sadece güvenmenizi ve bizi dinlemenizi istiyorum. Size zarar vermek niyetinde değiliz.”

Gözlerim hâlâ liderin üzerindeydi. Hiç güven vermiyordu.

“Bizimle neden bu şekilde iletişime geçtiniz?” diye sordum soğuk bir tavırla. Gözlerim diğer grup üyelerinin üzerinde gezindi. “Dört kişi gelmeniz sizce de sizi herhangi tehlikeli bir grup olarak göstermiyor mu?”

Liderleri yüzüme bakarak derin bir nefes aldı ve ciddiyetle konuştu. “Çünkü sizinle ilgili çok önemli bir görevimiz var. Tek başıma gelsem beni dikkate almayacaktınız. Size tehlikede olduğunuzu ve sadece bizimle güvende olabileceğinizi söylemek için buradayız.”

Emir’le birbirimize şaşkınlıkla baktık. Yaşadıklarımız rüya falan olabilir miydi?

“Ne tehlikesi?” diye sordu Emir. “Ve başımızda bir tehlike varsa bundan neden bizim haberimiz yok da daha ilk kez gördüğümüz sizin var? Kimsiniz?”

Lider, Emir’e kısa bir bakış attı. “Kim olduğumuz sizin için şu an ikinci planda kalmalı. Önemli olan sizi nelerin beklediği. Eğer bizimle gelmezseniz bunu anlamanız mümkün olmayacak.”

Grubun diğer üyeleri sessizce liderlerinin arkasında duruyordu ancak gözleri tetikteydi. Sanki herhangi bir yanlış hareketimizde atağa geçmek için bekliyorlardı.

Emir’in öne doğru bir adım attığını fark ettim. Dudaklarını sıkmıştı ve yüzündeki sert ifadeyle sanki bir şeyler demek üzereydi. “Hayır,” dedim aceleyle kolundan tutarak.

Lider, bakışlarını bana çevirdi. İlk kez dikkatlice beni süzdüğünü hissettim. Yüzüne baktığımda ne düşündüğünü anlamam mümkün değildi. Bir an sessizlik içinde kaldı, sonra tekrardan konuşmak üzere dudaklarını araladı.

“Siz bu işin merkezindesiniz,” dedi, parmağını işaret ederek önce Emir’e, sonra bana doğru çevirdi. “Size neler olup bittiğini açıklama fırsatım şu an için yok. Burada dikildikçe zamanımız daralıyor. Size seçim de sunmuyorum çünkü bu bir seçim değil, bu bir zorunluluk.”

Grubun kadın üyesi o anda adım atıp liderin yanına geldi. Elindeki bıçağı yavaşça çevirdi ve biraz alaycı, biraz da tehditkâr bir sesle konuştu.

“Bu işin şakası yok. Ya bizimle gelirsiniz ya da bu gece burada başka türden bir çözüm üretmek zorunda kalırız.”

Kelimeleri buz gibi havada asılı kaldı. Emir’e dönüp ne yapacağımızı sormak ister gibi baktım ama o hâlâ liderin yüzüne kararlı bir şekilde bakıyordu.

Bu adamlara güvenmiyordum. Tüm grup tehlike kavramının sözlük anlamı gibi duruyordu. Yetmiyor gibi bir adam daha vardı ve ben adamı vurmuştum. Eğer biraz daha böyle beklersek adam kan kaybından ölecekti.

Emir’in yanına gitmek üzere hareketlenmiştim ki dibimde biten adam buna engel oldu. Gitgide korkmaya başlıyordum. “Gidelim mi artık? Fazla vaktimiz yok. Hem…” dedi ve bakışlarını yaralı adama çevirdi. “Katil olmak istemezsin değil mi Melis?”

Emir sinirle solurken, “Tamam,” dedi. “Geliyoruz.”

Endişeyle Emir’e baktım. Beni rahatlatmak istercesine gözlerini kırpıştırdı. Emir'in gözlerine bakarak başımı salladım. Lider, “Harika,” dedi gülümseyerek. “Sizi korumak için elimizden geleni yapacağız.”

Emir’le birlikte liderin önderliğinde yürüyorduk. Yaralı adamı ise gruptaki adamlar taşıyordu. Yola devam ederken ormanın içindeki sessizlik, huzursuzluk verici bir hâl almıştı. Kalbim hızla çarpıyordu ve bulunduğumuz durum içgüdüsel olarak beni rahatsız ediyordu. Emir ise dikkatini çevresine vermişti, her an bir tehlike belirtisi arıyordu.

Lider önümüzde ilerlerken, aniden durdu ve eliyle işaret verdi. “Durun,” dedi sessizce. “Burası tehlikeli olabilir.”

Liderin uyarısını dikkate alarak hemen durduk. Etrafta bir tehlike belirtisi göremesek de liderin ciddiyeti ve dikkati bizi daha da tetikte tutuyordu. Lider, çevresine dikkatlice bakındıktan sonra bir şey fark etti. “Sessiz olun,” diye fısıldadı. “Bizi izleyen birileri var.”

Ormanın sessizliği yine dehşet vericiydi. Birdenbire bir şeyler hareket etti, gölgenin içinden beklenmedik bir saldırı geldi. Bağırmadan önce ani bir şiddetle yere düştüm. Emir hemen tepki vererek silahı ateşledi ancak saldıran figür hızla kaybolduğu için isabet ettirememişti.

Yerde acı içinde kıvranırken Emir yanıma koştu. “Melis!” diye bağırdı endişe dolu bir ses tonuyla. “Güzelim, iyi misin?”

“Evet,” dedim zorlukla. “Ama... kimdi o? Neden bize saldırdı?”

Emir etrafa bakındı ancak saldırganı göremedi. “Bilmiyorum,” dedi ciddi bir ifadeyle. “Ama buradan hızla uzaklaşmalıyız.”

Emir yardım ederek beni kollarının arasına aldı ve hızla ilerlemeye başladık. Çete hemen arkamızdaydı. Kalbim hâlâ hızlı çarparken tek güvence kaynağım Emir’di şu an.

Emir’in elini, elimin arasında hissetmemdi.

Lider bir anda önümüze geçti ve bizi durdurdu. “Burada güvende olacağız,” dedi tok bir ses tonuyla. “Ancak tehlike hâlâ yakında. Dikkatli olmak zorundayız.”

Endişeli bir şekilde etrafa bakındım, içimde tutamadığım öfkemi dışa yansıtarak konuştum. “Kim bunlar ve bize neden saldırıyorlar?”

Ciddi bir ifadeyle gözlerime baktı. “Bunu henüz bilmiyoruz,” dedi. “Ancak sizi korumak için buradayız. Şimdi dinlenin ve güç toplayın. Tehlike geçene kadar burada kalacağız.”

Emir’le birlikte liderin söylediğini kabul ettik ve bir ağacın gövdesine yaslanarak yere oturduk. “Emir,” dedim fısıltıyla. “Kim bunlar?”

Emir gözlerini sıkıca kapatıp derin bir nefes aldı, ardından bana doğru hafifçe eğildi ve fısıldayarak konuştu. “Hiçbir fikrim yok.” Sesi kısık olmasına rağmen içinde bastırdığı öfkeyi hissedebiliyordum. “Ama buradan kaçmamız gerekiyor.”

“Ya çıkamazsak?” dedim çaresiz bir şekilde. “Bir de bir anda gelen saldırı hakkında ne düşünüyorsun? O da onlardan mıydı? Yoksa…” Sözlerim havada asılı kaldı. Aklıma gelen düşünceyi bile söylemek istemiyordum.

Emir başını yavaşça iki yana salladı. “Şu anda hiçbir şey kesin değil. Bize doğru düzgün bir açıklama yapmadan peşimize düşüp bizi köşeye sıkıştırdılar. Bunu dostça bir niyetle yaptıklarına inanmam mümkün değil.”

“Peki ya söyledikleri doğruysa?” dedim tereddütle. Gözlerimi liderin olduğu yere çevirdim. Adam, grubuyla birlikte bir şeyler konuşuyor ama sesleri bize ulaşmıyordu. “Ya gerçekten bir tehlikenin içerisindeysek? Ya… başka seçenek yoksa?”

“Eğer söyledikleri doğruysa bu oyunda asıl güç onlar değil, biziz. Ellerindeki kozu silmek istiyorsak, onlardan daha fazla şey öğrenmemiz gerek.”

“Adamı vurduğumu biliyorlar ve bunu koz olarak kullanıp biz sizi koruyacağız diyorlar. Emir! Az önce dediğim tüm ihtimalleri unut. Kesinlikle bir iş dönüyor. Ve benim aklıma bir fikir geldi şu an.”

Emir kaşlarını çattı, yüzünde hem merak hem de endişe vardı. “Ne fikri.”

“Dila. Geçen gün adamlarının dediği şeyi hatırla. Yok yaptığınız yanınıza kalmayacak yok Dila’nın selamı var falan. Başka bir seçenek gelmedi şu an aklıma. Onun oynadığı bir oyun olabilir mi? Emir biz mafya değiliz bir şey değiliz, durduk yere başımız neden belaya girsin?”

Emir’in bakışlarındaki değişikliği sezmiştim, fikrimi katıldığını belli ediyordu. Gülümserken alnıma ufak bir öpücük kondurdu ve “Akıllı sevgilim benim,” diye mırıldandı. “Aksi düşünülemezdi zaten. Ama merak ettiğim bir şey var, Dila’nın asıl amacı ne? Beni sevmediğine eminim, başka bir şeyler karıştırıyor.”

Emir’in öpücüğünün verdiği anlık huzura rağmen sözleri beni tekrar gerçekliğe çekti. Bakışlarım tam karşımda oturan liderin yüzüne değdiğinde Emir’i hafifçe dürttüm. Bize bakıyordu ve aramızda mesafe olmasına rağmen konuştuklarımızı duymasından korkuyordum.

Hava iyice kararmaya başlarken lider bir anda ayağa kalktı ve yanımıza geldi. “Artık uyumanız lazım. Yarın yorucu bir gün olacak.”

“Yarın derken?” dedim ciddi bir ses tonuyla. “Sizinle kalacağımızı düşünmeniz ne garip. Bugün ne olacaksa olup bitecek, biz de eve döneceğiz. Gece yarısı bir sıkıntı çıkmaz, sessizce uzaklaşırız buradan.”

Lider arkasına bakıp adamlarından birisine kaş göz işareti yaptı ve ben o an neler yaşadığımızı anlayamadan bilincimi saniyeler içerisinde kaybettim.

***

Buğulu gözlerimi tamamen açmayı başardığımda bir anlığına kör olduğumu düşünmüştüm. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Burası neresiydi ve biz buraya nasıl gelmiştik? Ayağa kalkmak adına niyetlendiğimde gürültülü bir şıngırtı sesi buna engel oldu. Ne ellerimi ne de ayaklarımı kullanamıyordum.

Zincirlenmiştim.

Korkulu gözlerle zincirlere bakarken hemen yan tarafımda olan sevgilime kaydı bakışlarım. O da benimle aynı durumdaydı. “Emir!” dedim endişeli bir şekilde.

Bunun üzerine Emir başını bana doğru çevirdi. “Sevgilim, uyanmışsın.”

“Emir neredeyiz biz? Ne oldu bize?”

En son lider yanımıza gelmişti. Onu hatırlıyordum ancak gerisini hatırlayamıyordum.

“Kurtulacağız bir tanem. Korkma sakın. Ben yanındayım.”

“Emir… kim bunlar?”

Zincirler sıkıca kilitlenmişti ancak pes edemezdik. Gözlerimi odanın her köşesinde dikkatlice gezdirdim. “Emir, bir an önce zincirlerden kurtulmamız lazım.”

Elimin bağlı olduğu zincirleri gevşetmeye çalışmak için büyük bir çaba sarf ettim ancak başarılı olamamıştım. O an bir ayak sesi işittiğimde aklıma bir plan geldi ve güçlü bir çığlık attım. Emir sorgular gözlerle bana bakarken gözlerimle güven veren bir bakış attım.

Birkaç saniye sonra mahzen olduğunu düşündüğüm yerin kapısı açıldı ve içeriye bir ışık huzmesi girdi. Ardından liderin adamlarından birisi gözlere göründü. Ciddi bir surat ifadesiyle bana baktı. “Ne oluyor burada?”

“Altıma işeyeceğim,” dedim rolüme girerek. “Vallahi altıma işeyeceğim. Altıma yaparsam olmaz değil mi? Ayıp. Kaç yaşında kız altına yapıyor derler! Dalga geçerler benimle!”

Karşımdaki adam onaylamaz bakışlarıyla bir süre bana baktı. Fakat çok sürmeden yanıma gelerek zincirlerimi açtı. Ağrıyan bileklerimi ovuştururken ayağa kalktım ve adam görmeden Emir’e göz kırptım.

Ben önde adam arkamda kapıya doğru ilerlerken bir anda adama tekme savurdum ve yere düşmesini sağladım. Babamın çocukken bana zorla öğrettiği dövüş eğitimleri işime yaramıştı yıllar sonra. Adamın kafası tümseğe geldiği için bilincini anında kaybetmişti.

Endişeli gözlerle Emir’e baktım. “Ben seri katil oldum galiba.”

Emir tepkime sırıtırken adamın elindeki anahtarı alarak Emir’in zincirinin kilidini açtım. Emir ayaklanır ayaklanmaz beni kolumdan çekti ve dudaklarıma uzun bir öpücük kondurdu. “Şans meleğim nerelerdeydin tam zamanında geldin süper süper!”

Emir’in mırıldandığı şarkıya gülerken, “Hadi,” dedim. “Hızlı olmamız lazım.”

Açık olan kapıdan hızlıca çıktık ve etrafa bakındık. Kimse yoktu. Zaten kutu gibi bir yerdi. Karanlık mahzenden alelacele çıkmayı başardığımızda derin bir nefes almıştım ancak bu sadece bir saniye sürmüştü. Liderin diğer adamlarını karşımızda beklemiyorduk. Resmen kaçmayı bile başaramıyorduk.

Emir, adamların üzerlerine doğru ilerlerken birkaç adım geri çekildi. “Hazır ol,” dedi kararlı bir ses tonuyla.

Emir adamlardan birisine tekme tokat dalarken ben de önüme kim geldiyse sırtına atladım ve güçlü bir şekilde kafasını ısırdım. Adam acıyla sızlanırken arkamdan gelen kişiyi hissettim ve arkamı dönüp gelişigüzel bir tekme savurdum. Yüzüne isabet ettiği için yalpalamıştı.

Her bir hamlemizle özgürlüklerimize bir adım daha yaklaşıyorduk ancak liderin adamları da pes etmiyordu. Çatışma gittikçe daha da kızışıyordu ve tehlikeli bir hâl alıyordu. Az önce kafasını ısırdığım adam tekrardan bana yönelirken tekrardan üzerine atladım ve etkisiz hale getirdim.

“Kaç Melis,” dedi Emir. “Hemen git!”

“Emir, seni bırakamam!”

“Çıkış yolu bulmamız lazım. Hadi güzelim.”

İstikrarlı bir şekilde Emir’e bakmaya devam ederken Emir tekrardan, “Melis!” ikazında bulundu. Ama haklı olabilirdi. Bizi kurtarmanın bir yolunu bulmalıydım. Emir’imi kurtarmak zorundaydım.

Aklımı ve kalbimi Emir’de bırakarak koşmaya başladım.

Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken umut dolu bir nefes aldım ancak Emir için endişeleniyordum. Hızla bir plan oluşturmalıydım.

Emir için yapabileceğim tek şey geri dönmekti.

Ormanın içinde saklanarak ve dikkatle etrafımı gözlemleyerek, liderin adamlarını atlatmayı başardım. Emir'in yerini tespit etmek için hızla ilerledim ve sonunda onu bir ağacın arkasında, liderin adamlarından birinin elinde tutulurken buldum.

Sessizce yaklaşarak adama arkadan bir darbe indirdim ve Emir’i kurtarmak için çaba harcadım. Emir serbest kaldığında bana şaşkın gözlerle baktı. “Melis, neden geri döndün?”

“Susacak mısın?”

Emir hiçbir şey demezken elinden tuttum ve hızlı adımlarla ormanın içine doğru ilerledik. Liderin kötü niyetli planını bozmak için daha fazla yardıma ihtiyacımız vardı. Bir şekilde Erimlere ulaşmamız gerekiyordu.

Yeterince uzaklaştığımızı hissettiğimde yorgunluktan yere çömeldim. “Liderin adamlarını atlattık ama bu sadece başlangıç. Asıl tehlike lider ve liderin arkasındaki kişi.”

“Şuradan bir kurtulalım sikeceğim o herifi, çok sürmeyecek. Burada beklemeyelim.”

Başımla Emir’i onaylarken bana doğru uzattığı elini tuttum ve derin ormanın içinde yeniden ilerlemeye başladık. Lakin bir anda ayağımız yerden kesildi ve gizlenmiş bir çukurun içine düştük. İkinci kez acıyla kıvranırken ayağım sıkışmıştı.

Emir endişe dolu bir ifadeyle bana yardım etmeye çalışırken, liderin adamları çukurun etrafında belirdi. Artık hem çukurdan çıkmak hem de liderin adamlarından kaçmak zorundaydık.

Ama sanki kapana kısılmış gibiydik.

Çıkış yolu bulsak bile sürekli bir engelle karşılaşıyorduk. Çukurdan çıkmak için bir yöntem bulmamız gerekiyordu fakat hem adamlar etrafımızdaydı hem de yetmiyor gibi sakatlanmıştım!

“Nasıl kurtulacağız?” dedim hüsran dolu sesimle.

Emir derin bir nefes aldıktan sonra, “Dikkatlerini dağıtacağız,” dedi. Akabinde etrafına bakındı ve demir bir çubuk buldu. Topraklara tutunup hafifçe yukarıya çıktı ve çubuğu olabildiğince uzağa atıp yere atladı. Adamların koşma sesi gelirken bana baktı. “Yürüyebilecek misin?”

“Yürürüm,” deyip ayağa kalktım ve bir adım attım ancak ayağımın acısı yüzümün buruşmasına sebep olmuştu. Emir önümde eğilirken, “Sırtıma bin,” dedi.

“Ama Emir…”

“Melis, hadi güzelim.”

Fazla uzatmadan Emir’in sırtına çıktım ve koala gibi Emir’e sarıldım. Zoraki de olsa çukurdan çıktıktan sonra etrafımıza dikkatlice bakındım. O an Emir’in arabasını görünce, “Emir,” dedim fısıltıyla. “Araban.”

Emir beni yavaşça yere bıraktıktan sonra baktığım yöne doğru baktı. Dudaklarına geniş bir gülümseme peyda olurken beni kucağına alıp arabaya doğru koştuk. Arabaya bindikten sonra Emir hızla arabayı sürdü ve bu lanet ormandan çıkmayı başardık.

***

Bugün gerçekten çok mübarek bir gündü. Son yaşadıklarımızdan sonra gerçekten öyle bir gündü!

Bileğimin acısıyla sızlanarak altıma gri şortumu giydikten sonra beli açık beyaz sırt dekolteli bir tişört alıp üzerime geçirdim. Telefonumu cebime attıktan sonra odadan çıktım ve yavaş adımlarla merdivenlerden aşağı inerek koltukta yayılan Emir’in karşısındaki koltuğa oturdum.

Yanına oturacaktım ama maalesef bana yer bırakmamıştı.

Emir umursamaz bakışlarını bana çevirdikten sonra yayıldığı koltuktan doğruldu ve bakışlarını aniden yine bana çevirip üzerimi iyice süzdü. Neden öyle baktığını anlamaya çalışıyordum sadece.

“Giyineceğini zannediyordum.”

“Ne?” dedim üzerimdekilere bakarken. Evet pek giyinmemiştim sanırım. Ama evdeydik ve ev olabildiğince sıcaktı. Ne giymemi bekliyordu şu durumda? Ayrıca Emir’e gelmeden önce elime ne gelirse onu çantaya attığım için başka seçeneğim yoktu.

“İki parmağımı sana doğru uzattığımda kıyafetlerin yok oluyor Melis.”

“Ev kombini bu Emir. Dışarı mı çıkıyoruz? Haberim mi yok?”

“Ya kızım, ha ev ha dışarı. Ne farkı var?”

“Evde sende başkası mı var Emir?”

“Sen böyle giyindin ama… ben bir kötü oluyorum bak. Haberin olsun. Sonra pişman olma.” Dudaklarına haylaz bir gülümseme yerleşmişti. Haylaz gülümsemesi ondan bana geçerken kolumun altındaki yastığı Emir’e fırlattım.

“Sus, ahlaksız adam!”

“Değiştir üzerini.”

“Tamam,” dediğimde üzerimi değiştirmeye karar vermiş olduğumu sanmış olacak ki gözleri ışıldadı. Yerimden kalktım ve Emir’in yanına giderek kolundan tutup çekiştirmeye başladım. “Kalk.”

“Ben neden kalkıyorum?”

“Senin üzerini değiştirip aynı konuma geleceğiz.”

Akıllara zarar olan fikrimden hiç hoşlanmamış gibi duruyordu. Güldüğümde ters ters bakmaya başladı. O ters baktıkça ben daha çok gülüyordum ancak Emir ani bir hareketle beni kendisine doğru çekti ve kucağında buldum kendimi. İkimizin de dudaklarında arsız bir gülümseme vardı.

Kaşlarını kaldırdığında ‘ne?’ dercesine başımı salladım.

Gülmeye devam etti ve yüzünü olabildiğince yüzüme doğru yaklaştırdı. Ben öpeceğini sanırken Emir beni kucağından indirdi, yan tarafına bırakıp piç bir şekilde güldü. Bozuk bir surat ifadesiyle Emir’e bakarken koluna yumruğumu geçirdim.

Acıyla yüzü kasılırken herhangi bir şey demeden cebimden telefonumu çıkardım ve internete girerek araba modelleri bakmaya başladım.

Buseler gelene kadar yapacak pek bir şey yok gibiydi.

Biraz gezdikten sonra gördüğüm araba karşısında gözlerim kalpler çıkardı ve telefonu Emir’e doğru çevirdim. “Emir, bak Audi R8.”

Emir kısılan gözleriyle ilk telefona sonrasında bana baktı. “Yani?”

“Ne zaman alıyorsun bana?”

“Bende var ya güzelim.”

“Bana dedim zaten farkındaysan. Senin araban senin sonuçta, benim değil.”

“Çok mu istiyorsun?”

Masum bir şekilde gülümseyerek başımı salladım. “Evet. Âşığım resmen arabaya ya!”

“Bana bile böyle gülümsemedin ya, o arabayı üreten kişiyi öldürmek haktır şu saatten sonra.”

Gözlerimi Emir’e çevirdim. “Sen kendini arabayla mı kıyaslıyorsun?”

“O duruma soktun beni,” diye tısladı.

Emir’i umursamayarak bakışlarımı tekrardan telefona çevirdim. Arabanın her rengine yükseliyormuşum gibi tepkiler verirken Emir’in bozuk surat ifadesini üzerimde hissediyordum ancak tepki vermedim. Çok geçmeden Emir telefonumu bir çalımla elimden aldı.

“Yavaş!” dedim kaşlarım çatılırken. “O telefona kaç para verdim biliyor musun sen?”

“İlgilenmiyorum fiyatıyla.”

“Ne oluyor sana böyle? Sorun mu var aslan?”

“Aslan mı? İnsan sevgilisine güzel şeyler söyler bizimkisi elinde olsa öldürecek bizi.”

“Bazen çok istiyorum biliyor musun…”

“Ben de bazen bir şeyi çok istiyorum biliyor musun…”

Bakışlarından ve ses tonundan Emir’in edepsiz konuştuğunu anlamak hiç zor bir şey değildi. Zaten yine piç gülümsemesi atıyordu.

“Çok beklersin,” diyerek oturduğum yerden kalktım ve mutfağa gittim. Neden mutfağa geldiğimi bilmiyordum. Sadece canım sıkılmıştı. Dolabı açıp raftaki köpük kremayı aldım ve biraz çalkaladıktan sonra ağzıma kremayı sıktım.

Ardından aklıma gelen parlak bir fikirle tekrardan Emir’in yanına gittim.

Emir geldiğimi hiç umursamamış gibi telefonuyla uğraşmaya devam ederken yanına sinsice yaklaştım ve telefonunu elinden alıp bana bakmasını sağladım. Önce elimdeki kremaya daha sonra ise bana baktı. “Acıktın mı?”

“Hayır.”

Anladığını belli eden mırıltılar çıkarırken, “Yemek ister misin?” diye sordum. Muzip bakışları kremaya dönerken kutusunu elimden aldı ve ayağa kalktı. Aramızdaki boy farkını arşa çıkarırken kremayı yüzüme yaklaştırdı. Başımı geriye doğru atarken, “Ne yapıyorsun?” diye sordum.

“Krema yiyeceğim.”

“Emir… farklı fantezilerin olduğunu bilmiyordum.”

Yarım ağız sırıtırken kremayı dudaklarıma doğru yaklaştırdı. Tam sıkacak gibi olacağı esnada kolunu yukarıya kaldırdı ve kremayı saçıma boca etti.

Benim yapacağım planı ben uygulamadan bana yapmıştı!

Allah’ım neden Emir’in bir insan değil de deccal olduğu hakkında bana bir işaret göndermedin?

Karşımda kahkahalar atarken sessizliğimi korumaya devam ediyordum ama beni tanıyanlar elbet bilirdi ki bu tamamen fırtına öncesi sessizlikti.

“Seni ve düşüncelerini senden çok daha iyi biliyorum Melis… Benimle yarışamazsın.”

Hiçbir şey olmamış gibi gülümsedim ve “Sağlık olsun hayatım,” dedim. “Seni çok seviyorum.”

“Melis? İyi misin?” Elleriyle ateşim varmış gibi bakarken yüzünde endişe vardı. “Cırlamadın. Ölecek miyim?”

Emir’e herhangi bir şey demeden odadan bileğim ağrımasına rağmen hızlı adımlarla çıktım ve banyoya giderek kafamı musluğun altına tuttum. Saçımdaki kremayı tamamen temizledikten sonra saçlarımı elime gelen havluyla kuruladım ve banyodan çıktım. Emir kapıya yaslanmış bir şekilde çıkmamı bekliyordu.

Bir sonraki hamleni kimseye belli etme.

“Çok sıcakladım,” dedim Emir’e bakarken. “Bunaldım.”

“Düşüreyim evin sıcaklığını.”

“Olur,” dedim uysal bir şekilde. Emir odaya doğru ilerlerken peşinden gidiyor gibi yaptım ancak yolun yarısında geri dönüp hızlıca ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Güneş anında bedenime etki ederken temiz havayı soludum.

Ben bahçenin çıkış kapısına doğru ilerlerken yüzüme zafer gülümsemesi yayılmaya başlamıştı bile.

Bir.

İki.

Üç!

“Melis!”

Kendi kendime kahkaha atarken yüz ifademi çabucak bozdum ve arkamı dönerek sinirli gözlerle bana bakan Emir’e baktım. “Efendim?”

“Neden dışarı çıktın? Bileğin incindi biliyorsun değil mi? İnat ettin hastaneye de gitmedik. Yatıp dinlenmen gerekiyor. Saçların da ıslak.”

“Sıkıldım Emir. Telefonumu da aldın. Ne yapayım başka?”

“Tamam veririm telefonunu, içeri gel hadi.”

Cazip teklifine boyun eğmek gibi bir niyetim yoktu. Giydiklerimden dolayı kıskanıyorum demiyordu da bahane üstüne bahane sunuyordu. Devir olmuş 2024 benim dağ ayısı hâlâ kıyafet lafı yapıyordu. Emir’le olan ilişkimi tekrardan gözden geçirmeliydim.

Küçük bir çocuk gibi omuz silktim. “Bahçe güzel. Sen de gel.”

“Ya kızım adım başı bir şerefsiz mi yumruklayayım istiyorsun sen? Ayrıca buradan bakılınca bahçeden çok dışarıda gibisin Melis, hadi eve gir güzelim.”

Uzun bir süre gözlerimin içine baktı. Söylediğinin saçma olduğunu biliyordu ancak taviz de verecek gibi durmuyordu. Emir’e herhangi bir şey demeden güldüm ve koşarak bahçeden çıktım. Sakat ayağımla ne kadar koşabilirsem o kadar koşmuştum işte.

Emir’in peşimden gelmesi çok uzun sürmemişti tabii.

Ben sokağın çıkışına doğru koşmaya devam ederken Emir beni yakaladı ve bir elini bacaklarıma kaydırırken diğer eliyle de belimden kavrayıp bir anda kucağına aldı.

“Seninle baş etmek zor,” diye fısıldadı eve doğru yürürken.

Başımı göğsüne yaslayıp susmakla yetindim. Tamam biraz abartmış olabilirdim. Bunları giydiklerimden dolayı değil, bileğimi incittiğim için yaptığını biliyordum.

Başımı yasladığım göğsünde alnıma yeni yeni çıkmaya başlamış sakalları batıyordu. Elimi yanağında gezdirirken, “Ne zaman tıraş olacaksın?” dedim.

“Yardım edersen şimdi bile olabilirim.”

“Yüzünün tanınmayacak hale gelmesini mi istiyorsun?”

Emir kıkırdarken beni kucağından indirdi ve eve girmeden elimi tuttu. “Dolaşalım biraz.”

“İnsan olmaya başlayacağın aklımın ucundan geçmezdi.”

“Melis!”

“Sustum.”

Dengesiz davranıyordu yine. Trip atmıyordu, ondan emindim ama fırtına öncesi sessizlik gibi bir şeydi. Kafasında bir şeyler dönüyordu ve bu onun için çok eğlenceli olacaktı ki ses çıkarmıyordu. Hayır anlamadığım, her şeyi ben Emir’e yapmak isterken neden oklar yine bana saplanmıştı?

“Melis.”

Hemen ona dönüp, “Ne oldu? Buseler mi geldi? Geri mi dönüyoruz eve?” diye hızla söylediğimde kaşlarını kaldırıp indirdi. Alayla, “Nereye gidelim diyecektim,” dedi, belli belirsiz gülümsedi.

“Emir, madem yürüyecektik neden benim gittiğim tarafa değil de bu tarafa doğru geri geldik?”

“Orası sıkıcı bir sokağa çıkıyor. Burası daha eğlenceli.”

Ne dediğini anlamaya çalışırken Emir’in telefonu çaldı ve yürümesini kesti. “İki dakika konuşup geliyorum.”

Başımla onay verirken Emir’i ardımda bırakıp yürümeye devam ettim. Emir’in evinin önüne geldiğimde yürümekten vazgeçtiğimi anladım ve bahçedeki salıncağa doğru ilerleyip kendimi salıncağa attım.

Çok geçmeden Emir de geldi ve yanıma oturarak kolunu omzuma attı. Ben de fırsattan istifade başımı göğsüne yasladım. Kahve hareleri yüzümde gezinirken hafifçe burnunu çekti. “Melis.”

“He?”

“He mi? İnsan sevgilisine he diye mi cevap verir?”

Emir’e kısa bir bakış atarken gözlerimi devirdim. “Emir, her dediğime bir kulp bulmaya devam edersen götüne kaktüs batırırım Emir. Yaparım!”

Acısını hissetmiş gibi homurdandı. “Çin işkencelerini geçtin.”

Alayla sırıttım. “Sen beni ne sanıyorsun ha aslan parçası?”

“Kusursuz?” deyince hafifçe dudaklarım aralandı. Bunu yapmaması gerekiyordu işte. Ansızın iltifat ettiği zaman içimdeki öküz buna tepki veremiyordu.

“Bana bilmediğim bir şey söyle,” dediğimde muzipçe sırıttım.

“Kaslarım var.”

Ne alakaydı şimdi Emir?

“Ee yani?” dedim umursamaz bir tavırla.

Piçimsi bir gülüş sergiledi ve başını kulağıma yaklaştırarak, “Görmek veya dokunmak ister misin?” diye fısıldadı.

Emir’in suratına ciddi ciddi bakarken gülümsemeyi kesti ve “İyi,” diyerek karşılık verdi. Kaslarımın ilgi alanına girmediğini bilmiyordum.”

“Öğrendin artık, canım.”

“Sen ölmeyi bayılmak mı sandın? Ne demek ilgi alanına girmiyor?”

Emir’in şakadan değil de gerçekten bozulduğunu anladığımda dudaklarımdan güçlü bir kahkaha firar etti. “Saçma şeyler için alınmaya devam edersen seni gebertirim,” diye tısladığımda omuz silkti.

“Ben diğer dünyaya sen olmadan gidemem. Yanından bir dakikalığına ayrılmak bile ne kadar zor geliyor bana biliyor musun? O yüzden seni de alırım yanıma.”

Küçük Emrah gibi bir bakış attım. “Daha çok gencim be…”

“Birlikte yaşlanırız işte kötü mü?” dediğinde sırıtıyordu. Ben de gülümseyerek başımı hafifçe doğrulttum ve yanağına sulu bir öpücük bıraktım. Emir halinden memnun duruyordu.

“Bu ne böyle ya vıcık vıcıksınız.”

Erim’in sesini duyduğumda başımı bahçe kapısına doğru çevirdim. “Sizin ilişkinize şahit olmasam bize laf etmene izin verebilirdim Erim.”

Erim dediğime sırıtırken yanımıza doğru geldiler ve sarıldık. Evin içine geri geçtikten sonra koltuklara yerleştik ve bir süre sessizlik hâkim oldu odaya. Ta ki Erim konuşana kadar.

“Emir, senin ben kafanı sikeyim kardeşim! Bir mesaj atmak bile aklına gelmedi mi yani?”

“Tüm gözler üzerimizdeydi nasıl atacaktım piç?!”

“Ama var ya… Çok ekşınlıydı Buse! Keşke sen de olsaydın. Oradan oraya koşturduk, zincirlere vurulduk. Yemin ederim böylesi heyecanı ilk kez deneyimledim.”

Buse bana korkutucu bir şekilde baktı. “Kızım, başınız tehlikedeyken ekşın yaşadık diyorsun. Bileğini incitmişsin üstelik. Kaostan zevk aldığını biliyorum ama bu kadarı çok fazla.”

Dediklerine karşın gülmemi tutamazken, “Aman,” dedim geçiştirircesine. “O gün de böyle korkmuştun zaten.”

“Hangi gün?” diye sordu Erim, bakışlarını bana çevirerek.

Gülüşlerimin arasında devam ettim, “Boş bir inşaata gitmiştik işte, canımız sıkılmıştı. Sonra namlunun ucunda bulmuştuk kendimizi.”

Emir, anlattıklarıma kahkahalarla karışık bir şekilde gülerken Erim hâlâ ciddiyetini koruyordu. Başını Buse’ye çevirdi ve ciddi bir ifadeyle sordu. “Benim neden haberim yok bundan?”

Buse umursamaz bir tavırla omuz silkti ve “O zamanlar gözümde hiçbir şey olduğun için gelip bu olayı sana mı anlatacaktım yani?” diye karşılık verdi.

“Sonrasında anlatabilirdin.”

“Gereksizdi.”

“Namlunun ucunda olman mı gereksizdi?”

Aniden tüm havanın değiştiğini hissederken ciddi bir tonla, “Siz bugün regl misiniz?” diye sordum.

Emir ve Erim aniden ciddi bir tavır takındılar sanki dünya tarihinin en önemli sorusunu sormuşum gibi. Gözlerimiz birbirine takıldı ve aramızdaki gergin sessizlik havayı kesiyordu.

“Çok sıkıcısınız,” dedi Buse itiraf edercesine. Ardından ekledi. “Ama şu an bunu tartışmanın ne yeri ne de zamanı. Konuya odaklanmalıyız. Kim olabilir, var mı aklınızda birileri?”

“Var,” dedim çok da düşünmeden. “Dila’nın adamları olabilir. Öyle düşünüyoruz. Geçen gün bizi tehdit ettiğini söylemiştik zaten, başka ihtimal gelmedi aklımıza.”

“Dila mı?”

“Melis,” dediğinde harelerimi Erim’e çevirdim. “Gruptaki adamların herhangi birisinin boynunda büyükçe bir et beni var mıydı?”

“Et beni mi?” diye mırıldanırken harelerimi Emir’e çevirdim. “Var mıydı Emir?”

“Anımsamaya çalışıyorum.”

“Vardı galiba… ama hiç emin değilim.”

Erim bunun üzerine telefonunu eline alırken beş dakika boyunca hiçbir şey demedi. Beş dakikanın sonunda telefonu bize çevirdi ve on kişinin birlikte çekildiği fotoğrafı gösterdi.

“Adamlardan herhangi birisi, bunlardan birileri olabilir mi?”

Erim’in telefonunu elinden alırken Emir de dibime sokuldu ve birlikte fotoğraftaki kişilere baktık. “Bu o!” dedim yüksek bir sesle. “Liderleri olan.”

Erim yanıma geldi ve parmağımla işaret ettiğim kişiye baktı. Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleşirken, “Doğru kişi üzerinden ilerliyoruz,” dedi.

“Kim bu lavuk?” diye sordu Emir.

“Dila’nın dayısı.”

“Ne!”

Buse’yle aynı anda şaşkınlığımızı dile getirmiştik. “Amacı ne bu orospunun?” diye sordum sinirle. “Vallahi elime bir geçsin öldüreceğim bu kızı!”

“Bilmiyorum ama öğreneceğiz,” dedi Erim kendisinden emin bir şekilde. “Bugün. Doğum günü partimde.”

***

Buse Uluer’den;

Doğum günü akşamı, güneşin batışıyla birlikte içimi büyük bir heyecan ve huzursuzluk kaplamıştı. Heyecanımın sebebi Erim’in yeni yaşına beraber girmemizdi ancak Dila olayları içimi huzursuzlukla kaplıyordu.

Doğum gününü ilk olarak Erim’in evinde kutlayacaktık. Daha sonra ise ben baş başa kalabileceğimiz bir şeyler planlamıştım.

Dağ evinin verandasında, hafif esen rüzgârın getirdiği çam kokusuyla çevrili bir ortamda her şeyin mükemmel olacağını düşünüyordum.

Düşüncelerimden sıyrılıp banyoya geçtim ve yüzümü soğuk suyla yıkadım, cildimi uyandırmak için hafifçe ovaladım. Ardından cildimi nemlendirdim, seçtiğim hafif ve doğal kokulu nemlendiriciyi yüzüme dikkatlice uyguladım. Aynanın karşısına geçip makyaj malzemelerimi düzenledim.

Bugün doğal ve hafif bir makyaj yapmak istiyordum çünkü doğayla iç içe olacağımız bu özel gecede makyajımın abartılı olmaması gerekiyordu. İlk olarak fondötenimi dikkatlice yüzüme sürdüm. Cildimin her noktasına eşit şekilde yayılmasına özen gösterdim. Normalde fondöten kullanan birisi değildim ancak bugün özel bir gündü.

Sevgilimin doğum günüydü.

Göz altlarıma hafif bir kapatıcı sürdükten sonra nazikçe dağıttım, böylece göz altlarımdaki yorgunluk izlerini gizledim.

Cildime doğal bir ışıltı katmak için elmacık kemiklerimin üzerine aydınlatıcı sürdüm. Işığın yüzümde dans edişini izlerken içime bir mutluluk dalgası yayıldı. İlk defa makyaj yaparken bu kadar mutlu hissediyordum kendimi. Göz makyajına geçtiğimde doğanın renklerine uyumlu bir palet seçtim. Göz kapaklarıma açık kahverengi bir far uyguladım, göz pınarlarıma ise hafifçe ışıltılı bir far dokundurdum. Bu, gözlerime canlılık ve derinlik katmıştı.

Gözlerimi belirginleştirmek için ince bir eyeliner çekip kirpiklerime birkaç kat maskara sürdüm. Kirpiklerimin her bir telinin dolgun ve kıvrık görünmesi, gözlerimin daha çekici olmasını sağlıyordu.

Dudaklarıma hafif bir pembe tonu tercih ettim. Rujumu sürmeden önce dudaklarımı nemlendirdim ve ardından dikkatlice ruju uyguladım. Dudaklarımın daha dolgun ve canlı görünmesi için üzerine biraz parlatıcı sürdüm. Dudaklarımın ışıltısı ve dolgunluğu, makyajımın en dikkat çekici noktası olmuş olabilirdi.

Makyajımı tamamladıktan sonra saçlarımı yapmaya geçtim. Saçlarımı doğal dalgalarından arındırıp düzleştirmek istiyordum. Bu yüzden düzleştiriciyi alıp saçımın her bir tutamını düzleştirdim, omuzlarıma dökülmesini sağladım.

Son olarak hafif bir saç spreyiyle sabitledim.

Giyeceğim kıyafeti daha öncesinde belirlemiştim. Dolaptan siyah, ince askılı asimetrik kesim kısa elbiseyi çıkararak yatağımın üzerine bıraktım. Üzerimdekilerden kurtulup yatağın üzerine bıraktığım elbiseyi hızlıca giydim ve bel kısmını düzelttim.

Boynuma kolyemi taktıktan sonra parmaklarıma da birkaç tane yüzük taktım. Küpelerim de takılarımla uyumluydu. Ayakkabı olarak ise yine siyah, topuklu bir ayakkabı giydim. Hazırlığımı tamamladıktan sonra son kez aynada kendime baktım.

Her şeyin mükemmel olduğundan emin olduğumda içimi büyük bir heyecan kaplamıştı.

Çantamı omzuma taktıktan sonra Erim’e aldığım hediye paketine göz ucuyla baktım. Boynuma parfümümden üç dört fıs sıktıktan sonra şişeyi çantama attım ve hediye paketini de elime alarak odadan çıktım.

Babam bırakacaktı bugün beni.

“Ben hazırım,” dedim salona geçerken. Odadaki tüm gözler bana dönerken annem büyüleyici bir bakış attı.

“Çok güzel olmuşsun, prensesim.”

Anneme gülümserken babam oturduğu koltuktan kalktı ve yanıma gelerek yanağıma kısa bir öpücük kondurdu. “Her zaman güzel benim kızım, hadi çıkalım. Geç kalacaksın yoksa.”

Başımla babamı onaylarken babam önden çıktı ve anneme el salladıktan sonra ben de peşinden çıktım. Üzerime askılıktan kalın bir ceket aldıktan sonra üzerime geçirdim ve evden ayrıldım.

Ceket kombinimi bozuyordu ama hava serindi.

Arabaya yerleşmek adına ön kapıyı açtıktan sonra elimdeki hediye paketini arka koltuğa koydum ve öne oturarak emniyet kemerimi takarak kapıyı kapattım. Babam da direksiyona geçtikten sonra yola koyulduk.

Babam, direksiyona dikkatle bakarak bir an sessizliğin tadını çıkardıktan sonra göz ucuyla bana baktı. “Erim ne kadar şanslı olduğunu biliyor mu?”

Ah, evet… Babam Erim’in erkek arkadaşım olduğunu biliyordu ama ismen. Henüz resmi olarak tanışmamışlardı.

Gülümseyerek başımı ona doğru çevirdim. “Buna emin olabilirsin, babacığım.”

Bunun üzerine babam yan bir bakış attı direksiyondaki parmakları sıkılaşırken. “Yine de bu kadar emin olmasan mı Buse?” diye sordu ciddi bir ifadeyle. Sanırım babam da biraz kıskançlık seziyordum şu an.

“Temkinli yaklaşırım, tamam,” dedim m’yi olabildiğince uzatarak.

“Ne olursa olsun ben her zaman senin yanındayım. Bir şey olursa hemen bana haber veriyorsun, tamam mı?”

Gözlerimi devirdim ama içimdeki sıcaklık kaybolmadı. “Tamam baba, merak etme.”

Yavaş yavaş Erim’in evine doğru yaklaşırken babam, “Erim’in ailesiyle tanıştın mı? Nasıl insanlar?” diye sordu.

Başımı salladım. “Evet, tanıştım. Zaten… sadece annesi ve kardeşi var baba. Annesi de çok tatlı bir kadın. Atlas henüz beş yaşında. Çok sevimli bir çocuk.”

Babamın tek kaşı havalandı. “Babası?”

“Vefat etmiş.”

Bir süre yeniden sessizlik oldu aramızda. Babamın bu kıskanç tavrı bazen beni zorlasa da onun beni ne kadar sevdiğini bilmek güzel bir histi. Yol boyunca, Erim’in doğum günü için hazırladığım sürprizleri ve detayları babama anlattım. Babam, her detayı dikkatle dinledi ve zaman zaman korumacı yorumlarda bulundu.

“İşte geldik,” dedi babam aracı durdururken.

Emniyet kemerimi çözdükten sonra arka koltuğa uzanarak hediye paketimi aldım ve arabadan inerken babama sarıldım. “Teşekkür ederim, baba.”

Babam gülümseyerek beni öptü. “Her zaman, prensesim. İyi eğlenceler. Erim’le de bir gün yüz yüze tanışmak istiyorum.”

“Bu konuyu konuşacağım,” dedim gülümseyerek. “Dikkatli sür.”

Babamın arabası yavaşça uzaklaşırken ben de Erim’in evine doğru yürüdüm. Kapıya yaklaştığımda içeriden hafif bir müzik sesi geliyordu ve konuşmalar duyuluyordu.

Derin bir nefes alarak kapıyı çaldım ve birkaç saniye sonra kapı açıldı. Karşımda Erim’in annesi, Elisa Abla gülümseyerek duruyordu.

“Buse, hoş geldin canım!” dedi sıcak bir şekilde. “Gel, içeri gir.”

Elisa Ablanın sıcakkanlılığına karşın gülümseyerek, “Hoş buldum,” dedim ve içeri adım attım. Ardımdan kapı kapanırken gözlerim büyülenmişçesine etrafı inceledi.

Evin her köşesi büyük bir özenle süslenmişti. Duvarlara asılan zarif ışıklar, tavandan sarkan fenerler ve her yere yerleştirilen çiçek aranjmanları ortama muhteşem bir hava katıyordu. İçi taze çiçeklerle dolu vazolar ve çeşitli dekoratif objelerle bezenmiş masalar evin zarafetini tamamlıyordu.

Geniş oturma alanında, davetliler sohbet ediyorlardı.

Elisa Ablanın yanına gittiğimde bana büyük bir hayranlıkla baktı. “Buse… çok güzel olmuşsun!”

Oldukça minnetle gülümserken, “Teşekkür ederim,” dedim.

Elisa Ablanın yanındaki iki kadının bakışları da beni bulmuştu. “Tanışmıyoruz?” dedi sarışın olan.

“Erim’in kız arkadaşıyım,” diye açıkladım kısaca. Kadın sevimli bir şekilde gülümsedi. İçeriye Atlas girdiğinde, “Vuse!” diye bağırdı.

Yönümü ona doğru çevirdiğimde koşarak boynuma atlayan Atlas’ı sıkıca tuttum. “Çok güzel olmuşsun!” dediğinde yanaklarını sıktım. “Sen de çok yakışıklı olmuşsun!”

Elisa Abla koluma dokunurken Atlas kucağımdan indi ve koşarak yanımdan gitti. Harelerimi Elisa Ablaya çevirirken, “Gel, Erim’den önce biz biraz sohbet edelim,” dedi. Başımla onay verirken birlikte mutfağa geçtik.

“Erim bu gece için çok heyecanlıydı. Aslına bakılırsa Erim’i ilk defa bir doğum gününde bu kadar mutlu ve heyecanlı gördüm. Normalde doğum gününü kutlamayı sevmez pek. Sırf ben üzülmeyeyim diye sevmiş gibi yapıyor. Fark etmediğimi sanıyor… sıpa. Ama Buse… Bugünden beri beklediği tek kişi sensin. Buna emin olabilirsin.”

İçim büyük bir mutlulukla kaplanmıştı ancak bu sözleri Erim’in annesi söylediği için utanmıştım ve şu an nasıl bir tepki vereceğimi düşünüyordum.

“Ben…” diyerek söze başladığımda Elisa Abla elini nazikçe omzuma koydu.

“Erim çok şanslı bir çocuk. Senin gibi birisiyle tanıştığı için gerçekten çok mutluyum. Ona verdiğin değeri görebiliyorum, Buse. Bu benim için gerçekten çok başka bir duygu.”

Sözleri beni duygulandırmıştı. “Ben de şanslıyım…” dedim mırıldanırcasına. “Oğlunuz gerçekten benim için çok özel biri. Onu mutlu görmek beni de mutlu ediyor.”

Başını sallayarak iç çekti. “Bazen anneler çocuklarının büyüdüğünü kabullenmekte zorlanır ama seni gördüğümde içim rahatlıyor. Erim’in seninle birlikte olduğu için gerçekten mutlu olduğunu görüyorum. Neyse, daha fazla tutmayayım ben seni. Erim’in yanına çık.”

Başımı olumlu anlamda salladıktan sonra mutfaktan çıktım.

Merdivenleri ağır adımlarla çıkarken kalbim sanki her adımda daha hızlı atıyordu. Erim’in odasının kapısına yaklaştığımda, kapının hafifçe aralık olduğunu fark ettim. Kapıyı usulca araladım ve içeride göz gezdirdim.

Erim, sırtı bana dönük bir şekilde telefonda konuşuyordu.

O an sanki geldiğimi hissetmiş gibi yüzünü bir anda bana dönerken bir anda duraksadı, telefondaki kişiye, “Tamam, görüşürüz,” dedi ve telefonu kapatarak bana dikkat kesildi.

Bakışları üzerimde dolanırken hayranlığını gizleyemediği açıkça belliydi. Kısık sesli bir küfür savururken, “Buse,” dedi mırıltıyla. “Sen akla hayale sığmayacak bir şeysin.”

Kalbim hızla çarparken yüzümde bir gülümseme belirdi. Gözlerim onun üzerinde gezindi. Siyah süit takım elbisesi, ona mükemmel bir şekilde oturmuştu ve gerçekten çok yakışıklı görünüyordu. “

Eh, sen de fena sayılmazsın,” dedim şakayla karışık. “Giderin var.”

Erim hafif bir gülümsemeyle, “Eğer güneş gibi aya ışığını veriyorsan vardır,” dediğinde, kuruyan dudaklarımı istemsizce ıslattım ve hafifçe yutkundum. Yanıma doğru yaklaşırken Atlas’ın sesi duyuldu.

“O ne demek abi?”

Erim, kardeşine dönerek yanaklarından öptü ve saçlarını karıştırdı. “Senin tatlılığın,” demek abiciğim. Atlas, abisinin bu açıklamasına kıkırdayarak karşılık verdi.

“Atlas, abim bir aşağıya baksana Emir Abin gelmiş mi?”

Atlas abisini onaylayarak koşar adımlarla odadan çıkarken, Erim kapıya doğru yaklaştı. Kapıyı yavaşça kapattıktan sonra kilitleyerek harelerini bana çevirdi. Odanın içinde aniden yoğun bir sessizlik oluştu ve içim ürperdi.

Erim dibime sokuldu, elini belime yerleştirdi ve beni kendisine doğru çekti. Nefes alışverişimiz hızlanmıştı ve kalbimin atışlarını kulaklarımda hissediyordum.

“Buse,” dedi fısıltıyla. “Yemin ederim yakıyorsun beni. Her şekilde. Güldüğünde, ağladığında, sarıldığında, küstüğünde… Her anımda, Buse. Nasıl başarabiliyorsun bunu? Nasıl senden ayrıldığım an nefes alamayacakmışım gibi hissettirebiliyorsun?”

“Erim,” dedim sesimin titremesine engel olarak. “Hiçbir şey yapmıyorum. Sadece seni çok seviyorum.”

“Yaktığın gibi söndür, Buse. Bana yanmayı öğrettin ama nasıl söneceğimi öğretmedin. Bana âşık olmayı öğrettin ama aşkınla nasıl başa çıkacağımı öğretmedin… Sen kötü bir öğretmensin.”

“Ben öğretmen değilim,” diye yanıtladım ellerimi boynunda birleştirirken. Topuklularımdan dolayı boy farkımızı en aza indirgemiştim ve şu an yüzlerimiz çok fazla yakındı. “Hiçbir zaman da öğretmen olmadım. Ben aşkın ne olduğunu seninle öğrenen bir öğrenciyim sadece… Öğreniyorum hâlâ, nasıl yanmadan sevilir, nasıl sevmeden durulur...”

Gözbebekleri, sözlerimin ağırlığını kavrarken titredi. Elleri belime daha sıkı sarıldı sanki söylediklerimin gerçek olduğunu hissetmek ister gibi.

“Öyleyse...” diye mırıltıyla konuşurken parmakları yüzümün her bir noktasına dokundu. “Birlikte öğrenelim. Yanmayı da… söndürmeyi de. Sevmenin ne olduğunu ve onu nasıl yaşatabileceğimizi de... Bu gece… Her şeyi bir kenara bırakıp, sadece anın tadını çıkaralım.”

Teklifi içime işlemeyi anında başarmıştı. “Tamam,” dedim usulca. Gözlerim onun gözlerinde kaybolmuş gibi hissediyordum. “Sadece sen ve… ben.”

“Bu sözler… doğum günüme özel mi? Yoksa ben ölecek falan mıyım? Çok mutlu ediyorsun da beni. Gerçi, hep ediyorsun.”

“Sen de beni hep mutlu ediyorsun, Erim,” dedim, hafifçe gülerek. “Ve evet, bazen kızdırıyorsun da.”

Göz kırptı. “Ama genelde eğlenceli oluyor.”

“Ne demezsin,” dedim bayık bir ifadeyle.”

“Dans?”

“Müzik?”

Erim benden kısa bir süreliğine ayrılarak telefonuna ulaştı ve müzik açtı. Telefonu yatağa fırlatırken elimi tutarak beni odanın ortasına doğru çekti.

Odanın loş ışığında, hafifçe dönen müzikle birlikte dans etmeye başladık. Erim’in elleri belimdeydi ve beni nazikçe yönlendiriyordu. Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti ve bu anın büyüsü içimizi sarıyordu.

Yüzüme hafifçe dokunarak, “Seni çok seviyorum,” dedi. “Bugün yaşanacak her şeyi siktir et. Hatırlayacağım tek şey birazdan yaşanacak olanlar.”

Kaşlarım çatıldığında, “Birazdan yaşanacak olanlar ne?” diye soracaktım lakin lafımı bile bitiremeden Erim’in dudaklarını dudaklarımda hissettim. Büyük bir iştahla beni öperken sanki ilk defa öpülüyormuşum hissiyatı belirmişti içimde.

Ona karşılık veriyordum ancak tüm sesler susmuştu.

Anın büyüsü vardı sadece.

Öyle güzel öpmüştü ki beni, kalbim kuş olup mutluluktan uçacak gibiydi.

Geriye çekildiğinde ikimiz de nefes nefese kalmıştık. Erim dikkatlice yüzüme bakarken, “Rujunu bozdum,” dedi sırıtarak.

Umursamazca omuz silktim. “Tazelerim.”

“Bence uğraşma. Gün sonunda yine sileceğim çünkü.”

“Erim!”

“Ben aşağıya kaçıyorum, sevgilim.”

Erim gözden kaybolurken hızlıca banyoya gittim ve kızarmış yanaklarıma baktım. Bu çocuk yüzünden bir gün gerçekten domatese dönüşmekten korkuyordum. Fazla vakit kaybetmeyip rujumu tazeledim ve aşağıya indim.

Karşımda Emir ve Melis’i görünce gülümsedim ve hızlı adımlarla yanlarına gittim. Emir’in üzerinde siyah bomber bir ceket, beyaz tişört ve altında ise siyah kot pantolon vardı. Melis ise zarif bir elbise içinde adeta parlıyordu. Saçlarını özenle yapmış, makyajı ise yüzündeki doğal güzelliği vurguluyordu.

“Buse, bana âşıksın biliyorum ama nazar değdireceksin. Fazla bakma, canım.”

“Ay, haspam,” derken kıkırdadım ve kollarımı Melis’in boynuna doladım.

“Sinsi geldi mi?”

“Görmedim henüz,” dedim etrafa bakınırken. Erim yanıma geldiğinde, “Hoş geldiniz çifte yavrular,” dedi gülerek.

Emir’in kaşları çatıldı. “Çifte kumrular değil miydi o denyo?”

“Öyle mi bebeğim?”

“Iy.”

Melis, Erim’in koluna iki kere yavaşça vurdu. “Kanka, dgko.”

“Zahmet etmeseydin, buralara kadar geldin. Yoruldun. Ses kaydı atsan yeterli olurdu benim için.”

“Vallahi enerjim çok yerinde bugün. İlk kez yılan avlayacağım! Çok heyecanlı.”

Melis’in lafı yeni bitmişti ki gözüme ilişen kişi karşısında vücudum gerildi. “İti an çomağı hazırla,” dediğimde Melis baktığım yöne doğru baktı. Tiksinircesine yüzünü buruşturdu anında.

Kalabalığın içinden sessizce süzülerek içeri girdi. Üzerinde zarif ama keskin hatları olan siyah bir elbise vardı. Gözlerindeki soğuk bakış hemen dikkatimi çekmişti.

Dila, ortamın enerjisinden tamamen farklı bir hava yayıyordu. Sanki partinin asıl sahibiymiş gibi kendinden emin adımlarla bize doğru yaklaştı. Gözlerindeki soğuk bakış hâlâ değişmemişti.

Bizi selamlamadan önce hafif bir gülümseme kondurdu yüzüne ama bu gülümsemede hiçbir sıcaklık yoktu.

Erim’in bir anda boynuna atlarken, “Doğum günün kutlu olsun!” diye şakıdı. Ne kadar sinirlensem de renk vermedim. Erim yalandan gülümserken teşekkür etmekle yetindi.

Geriye çekildikten sonra bana baktı. “Nasılsın Buse? Çok güzel olmuşsun.”

Zoraki gülümserken, “İyiyim, sen?” diye sordum.

“İyiyim.”

Ardından hareleri Emir’e döndü. Sanki Emir’e gerçekten âşıkmış da aradaki tek engel Melis’miş gibi bakıyordu Emir’e karşı. Ancak hiçbir şey demedi, dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini etrafta gezdirdi. Elisa Ablayı gördüğünde ise, “İzninizle,” dedi ve yanına gitti.

Biraz geçtikten sonra tüm konuklar tamamlanmıştı.

Envaiçeşit atıştırmalıkların olduğu büyük masaya geçmiştik artık. Atlas abisinden daha heyecanlı bir şekilde masanın tam ortasında dururken, Erim ve Elisa Abla da yanlarına geçti. Bense tam Erim’in karşısındaydım şu an.

Mumları yanan pasta geldiğinde herkes bir anda doğum günü melodisi mırıldanmaya başladı. Erim hafifçe mumları üflemek için masaya doğru eğilirken, bakışlarını bana çevirdi. Gözlerini gözlerime hapsetmiş bir vaziyette mumları üfledi ve büyük bir alkış tufanı koptu.

Kalbim pır pır etmişti.

Beni mi dilemişti? Bakışları bunu mu anlatıyordu?

Alkışlama biter bitmez, “Hadi hediye açalım!” diyen Atlas’a herkes gülüşürken annesi, “Önce pasta,” dedi ve pastanın küçük bir dilimini Atlas’a yedirdi. Ardından ise Erim’e.

“Doğum günün kutlu olsun, güzel oğlum!”

İkramlar servis edilip yenmeye başladıktan sonra müziğin sesi biraz daha arttırıldı ve herkes dans etmeye başladı. Atlas’ı yanıma alıp birlikte dans etmeye başladığımızda yüzündeki neşe beni daha da mutlu ediyordu. Onun küçük adımlarla dans etmesi, kahkahaları ve parlayan gözleri etrafa neşe saçıyordu.

Etrafımızda herkes dans ediyordu; arkadaşlar, aile üyeleri, çocuklar... Herkesin yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Melis ve Emir de yanımızda dans ederken bize katıldılar. Melis, Atlas’ı kucaklayıp döndürmeye başladı, Atlas’ın kahkahaları daha da arttı.

Erim, elinde bir içecekle yanımıza geldi. “Görünüşe göre benden daha çok eğleniyorsunuz,” dedi gülümseyerek.

“Atlas sağ olsun.”

Emir, “Gel, biraz da sen dinlen,” diyerek Atlas'ı kucağına aldı ve onunla dans etmeye başladı. Atlas, Emir’in kollarında dönerken kahkahalarını durduramıyordu.

Melis, yanımda durup derin bir nefes aldı. “Böyle anları çok seviyorum. Herkes mutlu ve birlikte. Ama günün iyi bitip bitmeyeceğini bilmiyoruz ve bu canımı sıkıyor.”

“Benimde,” dedim yüzümü düşürmemeye çalışarak. “Umarım Dila’nın amacını öğrenebiliriz. Gerçekten baygınlık geçiriyorum kızı gördüğüm zaman.”

Müziğin ritmi biraz yavaşladığında herkes yavaş yavaş yerlerine dönmeye başladı. Atlas yorulmuş ama hâlâ çok mutlu görünüyordu. Onu kucağıma alıp biraz dinlenmesi için masaya oturttum.

Emir, Melis ve Erim de yanımıza geldi. Hep birlikte oturup sohbet etmeye başladık. Atlas’ın gözleri yavaştan kapanmaya başlıyordu. “Sanırım bizim küçük dansçımız yoruldu,” dedim gülümseyerek.

Erim, Atlas’a bakarak sırıttı. “Benim aslanım yorulmaz, değil mi Atlas?”

Atlas mırıltıyla bir şeyler söylerken bedeni devrilmeye başlayacak gibi duruyordu. Erim, Atlas’ı kucağına aldı ve “Hemen gelirim,” diyerek yanımızdan ayrıldı. Fazla dans ettiğim için miydi yoksa uzun süredir topuklu ayakkabıyla gezdiğim için miydi bilmiyordum ama kendimi fazlasıyla yorgun hissediyordum.

Şu an kendimi halının ortasına atıp ölü balık gibi yatasım vardı.

Parti yavaş yavaş sona ererken müziğin sesi hafifledi ve ışıklar biraz daha loşlaştı. Misafirler yorgun ama mutlu bir şekilde birbirleriyle vedalaşmaya başlamıştı. Emir, Melis ve ben, Erim’in doğum gününü kutlamanın son anlarının tadını çıkarıyorduk.

Erim yaklaşık beş dakika sonra yanımıza geri geldikten sonra annesi de geldi. “Oğlum, hediyelerini açma vakit geldi sanırım.”

“Anne, Atlas değilim ben. Ne gerek var böyle şeylere?”

“Erim!”

Erim büyük bir hoşnutsuzlukla annesinin isteğini kabul ederken yalan bir enerjiyle, “Eveeeetttt, bakalım bu yıl neler varmış!” dedi heyecanlı heyecanlı.

Herkes toplandı ve Erim hediyelerin bulunduğu masaya doğru ilerledi. Melis hepimizden önce atılırken, “Kanka,” dedi ciddi bir ses tonuyla.

“Efendim kanka?”

Melis elindeki sevimli hediye paketini uzattı ve “Doğum günün kutlu olsun!” diye bağırdı. Bu kız gerçekten dengesizdi. Erim paketi sırıtarak açtı ve içinden nostaljik bir plak çıktı. Erim’in hediyeyi beğendiği ifade yüzüne yansırken Melis’e sarıldı ve teşekkür etti.

Melis geriye çekildikten sonra Emir girdi hemen devreye. “Beğeneceğine eminim.”

Yüzünde arsız bir gülümseme vardı.

Erim’in kaşları havalanırken paketi açtı ve içinden kaliteli bir şarap şişesi çıktı. Dudaklarına memnun bir sırıtış yerleşirken bakışlarını Emir’e çevirdi, akabinde sarılıyormuş gibi yanına yaklaştı ve kulağına bir şey fısıldadı.

Ne söylediğini soracaktım.

İkisi de piçimsi bir şekilde gülümserken diğer konuklar da hediyelerini verdi. Erim’le bakışlarımız birbirine değdiğinde tebessüm ettim. Hediyemi şu an vermeyecektim. Baş başa kaldığımızda verecektim.

Dila’nın yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Sessizdi bugün. Usul adımlarla yanımıza yaklaşırken, “Erim,” diye seslendi. Ardından sahte bir gülümsemeyle yaklaşıp hediyesini uzattı. “Umarım beğenirsin.”

Erim, Dila’nın hediyesini alırken kısa bir an duraksadı, sonra dikkatlice paketi açtı. Kutunun içinden çıkan şey herkesin dikkatini çekmişti. Kapağında, ‘E&D’ yazılı, şık deri bir günlüktü. Kaşlarım çatılırken ortam bir anda sessizleşmişti.

Herkes gerilmiş bir şekilde Dila’ya bakıyordu.

Erim sayfaları hızlıca karıştırırken Dila, “Çocukluğumuz birlikte geçti Erim,” dedi mutlu bir ifadeyle. “Bir sürü anı biriktirdik. Hep yan yana olduk. Ben de bunları özelleştirmek istedim.”

Erim’in yüzündeki gergin ifadeyi görebiliyordum.

“Teşekkür ederim,” dedi nazik ama soğuk bir sesle. Gözlerini Dila’dan kaçırdı ve hediyeyi çabucak kapatıp bir kenara koydu.

Dila, başını sallayarak geri çekildi ama yüzünde sinsi bir gülümseme vardı.

Parti bitip herkes dağıldıktan sonra biz de hazırlanıp dışarı çıkmıştık. Diğer davetlilerin aksine Dila gitmemişti çünkü Erim’in annesi Dila’yı bugün onlarda kalması adına zoraki ikna etmişti. Aslına bakılırsa işimize gelmişti.

Hep birlikte bahçeye çıktığımızda saat on ikiyi çoktan geçmişti.

“Emir,” dedi Erim. “Kanka ben planı devreye sokuyorum. Bir oda var alt katta. Üst kata gittiğimiz zaman aşağı odayı görebiliyoruz. Siz oraya geçin. Ben de Dila’yı alıp geliyorum. Sakın ses çıkarmayın. Şimdi misafir odasındadır o.”

Başımızı sallayarak onayladık. Erim içeri girdikten sonra biz de peşinden ilerleyerek Erim’in dediği odaya, üst kata geçtik ve beklemeye başladık. Oda sessizdi. Sadece nefes alışverişlerimiz duyuluyordu.

Birkaç dakika sonra sesler geldi, kapı sessizce açıldı ve Erim ile Dila içeri girdi. Biz onları görebiliyorduk ancak onlar bizi göremiyordu. Zaten oda zifiri karanlıktı şu an. Sadece alttaki odanın loş ışığı vuruyordu. Dila’nın yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Erim elindeki alkol şişesini yere koyarken şişenin yanına çömeldi. Ardından Dila’ya baktı.

“Gelsene yanıma.”

Dila şaşırsa da fazla tepki vermedi ve Erim’in yanına oturdu.

“Çok doluyum,” dedi Erim itiraf edercesine. “Çok yorgunum.” Akabinde alkol şişesinin kapağını açtı ve şişeyi kafasına dikti. Birkaç yudumundan sonra Dila’ya uzattı. Dila istemediğini belirtirken Erim biraz daha ısrar edince içmeye başladı.

“Anlatmak ister misin?”

“Hediyeni… çok beğendim bu arada. Gerçekten çok ince düşünmüşsün. Çok anlamlı benim için.”

Dila, şaşkınlıkla başını geriye attı. “Gerçekten mi?”

Erim başını yavaşça Dila’ya çevirdi ve gözlerinin içine baktı. “Gerçekten.” Bir süre sessiz kaldılar. Ardından Erim konuşmasına devam etti. “Çok doluyum dediğim gibi. Hayat bazen insanı öyle bir yoruyor ki... Her şey birdenbire üst üste geliyor gibi hissediyorum. İşler, ilişkiler, beklentiler... Ne yapacağımı şaşırdım biraz.”

Dila dikkatlice dinliyor, şişeden aldığı ufak yudumlarla Erim’in yanında olduğunu hissettirmeye çalışıyordu. “Senin için buradayım. Ne zaman konuşmak istersen, dinlemeye hazırım.”

Erim başını salladı teşekkür edercesine. “Anlatmak iyi geldi açıkçası. İyice içelim mi?”

Dila gözleriyle Erim’i onayladığında şişeden daha büyük yudumlar aldı ve Erim’e uzattı içmesi için. Erim ise içmek yerine konuşmaya devam etti. “Eskiden her şey daha netti. Ne yapmam gerektiğini bilirdim. Ama şimdi her şey… bulanık. İnsanlarla ilişkilerim, hatta kendi duygularım… Her şey kontrol dışında gibi.”

“Erim, herkes zaman zaman böyle hissedebilir. Hayat bazen karmaşık olabilir. Belki biraz kendine zaman tanıyıp dinlenmek, kendine odaklanmak iyi gelebilir. Bu süreçte yanında olacağım, istediğin zaman konuşabiliriz.”

“Seninle konuşmak… bana iyi hissettiriyor. Bu yüzden seni çağırdım yanıma.”

Dila’nın yüzündeki mutluluğa karşın histerik bir şekilde güldüm. “İzle senaryoyu şimdi.”

“Vallahi on sezon dizi çıkar buradan.”

Fısıldaşarak konuşmamıza rağmen Emir’den uyarı yiyince susmuştuk.

“Erim. Yanlış anlama ama bir şey soracağım… Tabii ki sen benim en yakın arkadaşımsın ama Buse’nin haberi var mı birlikte olduğumuzdan? Gitti mi o?”

“Bırak Buse’yi,” dedi Erim sinirle. Ardından bedenini tamamen Dila’ya çevirdi ve kollarından tuttu. “Nasıl bu kadar aptal olabilirsin Dila?”

“Anlamadım,” dedi Dila sesi titrerken. “Ne konuda?”

Erim hızlı bir şekilde nefes alıp verdi. “Buse’yi sevmediğimi anlamayacak kadar kör, seni sevdiğimi anlamayacak kadar aptalsın! Bunca zamandır tek istediğim şey beni fark etmendi! Beni ya, beni! Arkadaşım olduğun için hislerimi sakladım bunca sene, Buse’yle çıktım evet ama hepsi seni kışkırtmak içindi. Ama sen ne yaptın?” Sustu, nefeslendi ve devam etti konuşmasına bağırarak. “Benim yerime gittin Emir’e âşık oldun!”

Dila’nın duyduğu şeyler şok etkisi yaratmıştı. Eğer planın ne olduğunu bilmeseydim büyük ihtimalle bende de şok etkisi yaratırdı çünkü Erim rolünü gerçekten iyi yapıyordu.

Erim’in duygusal patlamasıyla birlikte ortam gerilmişti. Dila şaşkınlık içinde Erim’e bakarken, Erim’in sesi titriyordu.

“Konuşsana!” dedi Erim, gözleri Dila’ya sabitlenmiş bir şekilde. “Emir’i neden sevdin? Beni görmeyip... Beni görmeyip nasıl Emir’i gördün?!”

Dila’nın yüz ifadesi hüzünlü bir hâl alırken nefeslendi ve sakince konuşmaya başladı. “Erim, sen benim arkadaşımsın… Ben seni gerçekten seviyorum ama Emir... Emir farklı bir şeyler getirdi hayatıma. Hiç iletişimimiz olmadı belki ama zamanla gelişti her şey.”

Ardından şişeyi aldı ve kafasına dikti.

“Gerçekten seviyorsun…” dedi Erim acıya boğulmuş bir tavırla. “Ben… Ben Buse’ye ne yaptım senin yüzünden? Kızı kendime âşık ettim Dila! O üzülecek. Hem de çok üzülecek! Onu kandırdığım için beni asla affetmeyecek!”

“Erim…”

“Belki de…”

“Belki de ne?”

“Emir’i unut. O seni sevmiyor. Ben de seni unutacağım. Siktiğimin hayatında senin beni görmen için çabalamak yerine beni seven kızı sevmeye çalışacağım. Evet, en doğru olanı bu.”

Dila beyninden vurulmuşa dönerken, “Ne?” diyebildi sadece. “Gerçekten… benim için kullandığın kıza şans mı vereceksin?”

“Aynen öyle,” dedi Erim hiç düşünmeden. Ardından hızlıca ayağa kalktı. Dengesini kaybedecek gibi olduğunda duvardan destek aldı ve hâlâ yerde oturan Dila’ya baktı. “Ama emin ol canın çok yanacak, Dila.”

Erim odadan çıkmak üzere adımlamıştı ki Dila bağırdı.

“Yanıyor zaten!” Akabinde Erim usulca arkasını döndü ve Dila’ya baktı. Dila, gözlerindeki acıyı gizleyemeyerek konuşmasına devam etti. “Beni sevmediğin her gün, canım cayır cayır yandı benim! Senin için ne hissettiğimi bilmek, ama hislerimin karşılığını alamamak... Bunu nasıl anlatabilirim sana?”

Duyduklarımız karşısında gerçekten şok geçirmiştik. Bunca zaman yaşanan her şey… Mert’i kullanması, Emir’i kullanması… Hepsi Erim’e yakın olmak için miydi?

“Dila, seni incitmek istemedim,” dedi Erim, sesi hüzün doluydu. “Senin için her şeyi yapabilirdim. Ama duygularım her zaman kontrol edilebilir değil... Seni kaybetme korkum içimi yaktı.”

Dila, Erim’in yanına yaklaşıp onun elini tuttu. Ağlıyordu.

“Neden bu kötülüğü yaptın bana Erim? Neden? Neden daha önce söylemedin hislerini? Ben senin için o kadar çirkin şeyler yaptım ki… Mert’i kullandım yakın arkadaşsınız diye. Sonra Emir’le daha yakın oldun. Ona yöneldim… Daha dün dayıma kaçırttım onları ben! Sözde Emir’i kurtarıp gözüne girecektim. Ama başaramadım onu. Doğrusu, her şeyi başarırken beni görmeni başaramadım Erim! Ben her gece senin için ağlarken, Buse’ye sarıldığın günleri atlatamadım içimde.”

Sesi titriyordu.

“Özür dilerim,” dedi Erim mahcubiyetle. “Daha önce hislerimi söylemediğim için. Seni üzüp, kırdığım için özür dilerim. Ama emin ol her şeyi unutturacağım sana. Sadece biz ve mutluluğumuz olacak.”

Dila bir anda Erim’in boynuna atlarken Erim de kollarını Dila’nın beline sardı ve sarıldılar.

Kıskanma Buse.

Sinirlenme Buse.

Dila’yı gidip yolma Buse.

Birlikte tekrar yere oturduklarında Dila şişenin dibini görmüştü. Sarhoşluk tüm bedenini ele almaya hazır gibi duruyordu. Usulca Erim’in dibine sokuldu ve “Çok şaşkınım,” dedi hafifçe kıkırdayarak. “O kadar şey yaşadık... ama ikimiz de birbirimizi seviyormuşuz.”

Erim, Dila’nın sözlerini duyunca hüzünlü bir gülümsemeyle başını salladı. “Evet, aslında her şey böyle başladı. Belki de zamanla karmaşıklaştırdık ama temelde bu duygular hep varmış aramızda.”

Dila başını Erim'in omzuna yasladı ve iç çekti. “Bazen korkuyorum,” dedi sessizce. “Ama seninle olmak bu korkuları dindiriyor. Seni seviyorum, Erim.”

Erim, Dila’nın başını okşadı ve ona sıkıca sarıldı. “Ben de seni seviyorum, Dila. Artık aramıza hiçbir giremez. Birlikte olmak istediğimiz sürece her şeyin üstesinden gelebiliriz.”

Erim ayağa kalktığında elini Dila’ya uzattı ve “Gel benimle,” diyerek Dila’yı odadan çıkardı. Biz de sessiz adımlarla odadan çıktık ve mutfak balkonunun köşesine sindik. Planın ikinci kısmındaydık.

Dila ve Erim mutfak balkonunun olduğu tarafa gelirken ses çıkarmamaya özen gösteriyorduk. Ardından Erim, Dila’nın gözlerini kapattı. Biz de o sırada balkondan çıkarak tam karşılarına geçtik. Daha öncesinde hazırladığımız, yıldız şeklindeki led ışıkları yaktıktan sonra büyük bir ağacın arkasına geçtik.

“Erim, ne oluyor? Neden gözlerimi kapadın?”

Erim gülümseyerek cevap verdi, “Açıyorum bile.”

Dila’nın gözleri açıldığında karşısında muhteşem bir manzara belirdi. Mutfak balkonlarından karşıya uzanan geniş bir bahçenin ortasında, ağacın dallarına asılan yıldız ışıkları altında romantik bir masa hazırlanmıştı. Masanın ortasında mumlar yanıyor, etrafında çiçekler ve hoş bir atmosfer oluşturulmuştu.

Dila şaşkınlık ve mutluluk içinde Erim’e döndü. “Erim, bütün bunlar... bunları ne zaman hazırladın? Hepsi… çok güzeller!”

Erim yanına yaklaşıp onun elini tuttu. “Doğum günü saatlerimi geçirmiş olabilirim ancak en güzel hediyem sensin, Dila.”

Dila, Erim’in gözlerine bakarak teşekkür etti ve içtenlikle gülümsedi. “Her şey… rüya gibi.”

Ve işte o vakit, “Rüya zaten,” dedim saklandığım ağacın arkasından çıkarak. Beni gördüğünde yüzündeki gülümseme silindi anında. Dila’ya ters bir bakış atarken üzerine doğru yürüdüm.

“Rüyalar gerçek çıkmaz ya hani… uyandığın zaman yüreğin burkulur. Sende aynısını yaşayacaksın. Yalan dolu hayatının tek gerçeği Erim’in seni sevmediğini kabullenmek olacak.”

“Ne diyorsun sen? Ne saçmalıyorsun?”

Dila’nın yüzüne sert bir tokat attığımda aldığı darbe ile başı yana çevrildi. “Ne kadar iğrenç bir insan olduğunu anlatıyorum!” dedim bağırarak.

Melis de yanıma gelirken Dila’nın yüzüne tükürdü. “Sana çok şey söylemek isterdim ama… değmeyeceğini bildiğim için vazgeçtim. Yazık. Gerçekten yazık. Ne oldu? Planların işe yaradı mı? Yalanların seni Erim’e kavuşturdu mu? Bu kadar mı acizsin kızım sen?”

Dila hiçbir şekilde tepki veremiyordu. Yaptığı tek şey şu an ağlamaktı. Harelerini Erim’e çevirdiğinde gördüğü manzara karşısında titremeye başladı. “Erim…” dedi fısıltıyla. “Ben sana inanmıştım. Beni… beni kandırdın.”

Erim sakin kalmaya çalışırken yanına gittim ve elini tuttum. Bana baktığında gülümsedi. Ardından Dila’ya çevirdi bakışlarını. “Buradan derhal siktir olup gidiyor musun yoksa seni aşağılamaya devam mı edeyim?”

“Son bir şey… demek istiyorum.”

Dila yanımızdan sıyrılıp led ışıklara yaklaşırken bir süre ışıklara baktı. Ne yaptığına dair bir fikrim yoktu. “Sadece… sevmiştim,” dedi yaşadığı acının getirdiği ses tonuyla beraber. “Evet, hoş olmayan şeyler yaptım kabul ediyorum ama yemin ederim tek suçum sevmekti. Ben seçmedim seveceğim insanı.”

Bakışlarını ışıklardan alıp önce masaya, sonrasında ise bize çevirdi. “Buse, özür dilerim,” dedi mahcup bir tavır takınarak. Dalga mı geçiyordu bizimle? Yanıma doğru yaklaştığında, “Sen benim arkadaşımsın,” dedi. “Sana yanlış yapmak istemezdim. Beni affet.”

Gözlerim kısıldığında Erim birden “Buse!” diye bağırdı ve Dila’yı kolundan sıkıca tutarak kendisine çekti. O an Dila’nın elinde fark ettiğim bıçak Erim’in karnına saplandı.

Dila elindeki bıçağı yere düşürürken elleri ve bıçak kan içindeydi. Şok içinde titreyerek geri çekildi ve kısık ama korkunç bir sesle, “Hayır, hayır! Ne yaptım ben… hayır!” diye bağırdı.

Sesi kulaklarımda çınladı ama zihnimde yankılanmadı. Sanki her şey boşlukta asılı kalmıştı.

Zihnim donuk.

Zaman durmuş.

Gerçeklik algısı yok.

Yaralanmak.

Sevdiğin kişi yaralandığı için ölmeyi dilemek.

Ölememek.

Her yer karanlık.

Gördüğüm tek şey karanlığa yığılmış bir beden.

Loading...
0%