@tuvbaveotesi
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 34 - Masal Beyaz çarşaflar ve steril kokular arasında monitörlerin monoton sesi odada şiddetli bir şekilde yankılanıyor, ses yankılandıkça göğsümdeki sıkışma hissi artıyordu. Koridorlarda duyduğum ayak sesleri, soğuk beyaz duvarlar, antiseptik kokular… Hepsi bana sürekli Erim’in şu an ki durumunu hatırlatıyordu. Kalbim her attığında acı ve endişe iç içe geçiyor, her nefes alışımda içimdeki boşluk daha da derinleşiyordu. “Erim… lütfen,” diye fısıldadım gözlerimden yaşlar süzülürken. “Yalvarırım aç gözlerini artık. Nefes almakta güçlük çekiyorum, toparlanamıyorum, güçlü kalamıyorum… Sensizliğin ne demek olduğunu bilmiyorum, hayal edemiyorum…” Elini tutarken parmaklarının soğukluğu içimdeki korkuyu artırıyordu. İçimdeki ses sürekli olarak kötü ihtimalleri fısıldıyordu. Bu sesleri susturmak için çabalıyordum ancak her seferinde daha da boğulmuş hissediyordum. “Ameliyatı başarıyla tamamlandı,” dedi doktor, sesindeki rahatlama belli belirsizdi. “Hayati tehlikeyi atlattı ancak uyanması zaman alabilir. Çok kan kaybetmiş. Diyeceğim o ki bu süreçte sabırlı ve hastanızın yanında olun. Geçmiş olsun.” “Doktorlar bana umut vermeye çalışıyor.” Çığlık atıyordum, acımı haykırıyordum ama kimse duymuyordu. “Ama olmuyor, umutlarım tükenmeye başlıyor. Kaç gün geçti… Kaç gündür sensizim, sessizim. Gözyaşlarım oluk oluk akıyor ama kimse görmüyor. Kalbim kanıyor ama kimse durması için müdahalede bulunmuyor.” İçimdeki üzüntü derin bir uçurum gibiydi. Her gün bu uçurumun kenarında yürüyor, her an düşebileceğim korkusuyla yaşıyordum. Düşersem eğer Erim’i kaybederdim. Kaybetmek. Erim’i. Sevdiğim adamı kaybetmek. Onu bir daha görememek. Sarılamamak. Öpememek. Korkunçtu. Çok korkunçtu. Elini biraz daha sıkı tuttum. Zaman sanki durmuş, hayat yalnızca bu hastane odasına sığmış gibiydi. Her gün aynı rutini tekrarlamak, her sabah uyanıp aynı korku ve endişe ile yüzleşmek beni yıpratmıştı. Gözlerim kırmızı ve şişti, uykusuz gecelerin izleri yüzüme yansımıştı. Sanki hastanede geçirdiğim her dakika bir sınavdı. Doktorlar ve hemşireler sürekli gelip gidiyor, umut verici sözlerle moral vermeye çalışıyorlardı. Başucunda otururken zaman zaman uykuya dalıyor, rüyamda Erim’le birlikte geçirdiğim mutlu anıları yeniden yaşıyordum ama uyandığımda, gerçeklerin soğuk yüzüyle karşılaşıyordum. Pes etmek yoktu. Umutsuz olmak yoktu. Uyanacaktı, beni bırakmayacaktı. Annesini… Atlas’ı bırakamazdı. Kimseye veda edemezdi, çekip gidemezdi. Güçlüydü Erim… Çok güçlüydü hem de… Kapı tıklatıldığında harelerimi Erim’in soluk yüzünden alıp kapıya çevirdim. Melis’i görünce tebessüm etmek istedim ancak başaramadım. Kaç gündür eve gitmem için beni ikna etmeye çalışıyordu. Yanıma geldikten sonra yüzüme baktı. “Buse,” dedi yumuşak bir sesle. “Biraz dışarı çıkıp hava alalım.” Gözlerim dolu dolu Melis’e baktım ve başımı hafifçe sallayarak kabul ettim. Erim’in elini bırakarak yavaşça ayağa kalktım. Melis omzuma destek vererek beni sarmaladı ve odadan çıktık. Koridorda yürürken içimde biriken duygular yeniden patlak vermişti ve gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Hastanenin küçük bahçesine çıktıktan sonra boş bir banka oturduk. Melis gözyaşlarımı parmaklarıyla silerken başımı omzuna yaslamamı sağladı ve yavaş hareketlerle saçlarımı okşamaya başladı. “Buse’m, güzelim, biliyorum çok zor bir dönemden geçiyorsun ama güçlü olmalısın. Erim’in sana ihtiyacı var. Kendini bitap düşürme bu kadar.” Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım. “Melis, çok korkuyorum. Onu kaybetmekten çok korkuyorum. Doktorlar her gün uyanacak diyor ama üç gün oldu hâlâ hiçbir tepki yok.” “Erim’in bizim desteğimize, duyup duymadığını bilmesek bile güzel sözlerimize ihtiyacı var. Erim güçlü bir karakter. Kolay kolay pes edip gitmeyecek, emin ol.” Başımı Melis’in omzundan kaldırırken mavi harelerine baktım. O da en az benim kadar üzgündü ancak soğukkanlılıkla yaklaştığı için belli etmiyordu. “Emir nerede?” diye sordum konuyu değiştirerek. “Eve gitti. Gelir bir saate.” Anlayışla başımı ağır ağır salladım ve ardından ayağa kalktım. “Melis, benim ufak bir işim var. Gelirim çok geçmeden… Erim’in yanında durur musun?” “Dururum da nereye gideceksin?” Gözlerindeki şüpheci bakışlarını görmemeye çalışarak, “Elisa Ablaya uğrayacağım,” dedim. “İyiler mi kontrol edeyim bir.” Melis dediklerime pek inanmış gibi görünmese de başka bir şey demedi ve o hastaneye doğru adımlarken ben de hastane çıkışına doğru adımladım. İçimdeki duygular karmakarışık bir haldeydi. Sevgilim uyanmıyordu. Uyanmamakta ısrarcıydı. Annesi perişandı. Atlas ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ben bitiktim. Emir üzgündü, Melis üzgündü… Peki ya tüm bunlara sebep olan kişi nasıldı? İşte bunu öğrenecektim. *** Çaldığım kapı çok geçmeden açılırken kapıyı açan Elisa Ablaydı. Beni görünce hemen içeri buyur etti. “Buse, hoş geldin. Gel, içeri gir,” dedi samimiyetini yansıtmaya çalışan bir gülümsemeyle. İçeri girdiğimde ağlamamı zoraki de olsa tutarak Elisa Ablaya sarıldım. Kollarını belimde sıkıca hissettiğimde gözyaşlarım akmıştı ancak elimle sildim çabucak ve geriye çekildim. Salona geçtiğimizde ikimizde de suskunluk vardı. “Elisa Abla… Nasılsın?” “Gördüğün gibi. Elim kolum bağlı, bekliyorum. Atlas’a belli etmemek için çok çabalıyorum ama anlıyor Buse. Çok üzülüyor. Ben bir şekilde dayanabiliyorum ama Atlas… Baba sevgisini abisinden alarak büyüdü, çok bağlı Erim’e, ağlıyor sürekli.” İçim daha da burkulduğunda gözlerim yeniden doldu. “Uyanacak,” dedim yanaklarımdan süzülen tuzlu su dudaklarıma değdiğinde. “Uyanacak, eminim.” Elisa Abla kolunu sırtıma attı, sanki ben de bir çocuğuymuşum gibi sırtımı sıvazladı. “Bu zor zamanları birlikte aşacağız, Buse.” “Vuse!” Atlas görüş açıma girdiğimde hemen toparlanarak gözyaşlarımı sildim ve Atlas’a gülümsedim. Atlas anında kucağıma atlarken sıkıca sarmaladım ve saçlarından öptüm. “Nasılsın küçük bebek?” “Vuse… Abim uyandı mı?” “Uyanacak. Hem… seni çok özlemiş! Neden uyanmasın ki?” “Gerçekten mi!” “Gerçekten!” Atlas’ın yüzüne bir nebze de olsa mutluluk yayılırken kucağımdan indi ve zıplamaya başladı. “Anne! Anne! Abim gelecek ve biz yine oyunlar oynayacağız değil mi?” “Tabii ki oğlum, gelecek abin.” Atlas sevinçle alkış tutarken koşarak salondan çıktı ve beş dakika sonra elinde bir ayıcıkla geri geldi. Oyuncak ayıyı bana uzatırken, “Bunu abime verir misin Vuse? Yanına koyarsan belki daha çabuk iyileşir.” Duygusallıktan delirmek üzereydim. Atlas’ın jesti karşısında acılı bir şekilde gülümserken elinden ayıcığı aldım. “Koyarım bir tanem, koyarım elbette…” Atlas bana gülümsedikten sonra Elisa Abladan izin alarak yanından ayrıldım ve Erim’in odasına gitmek için üst kata çıktım. Kapıya geldiğimde bir an duraksadım, ardından kapıyı nazikçe açtım ve içeri girdi. Oda, Erim kokuyordu. Yatağına oturduğum an yüreğime bir kasvet çöktü. O sırada gözüm daha önceden de gördüğüm odanın içindeki diğer kapıya ilişti. Yataktan kalktım ve o odaya doğru ilerleyerek kapının kulpunu aşağıya indirdim. Odaya girer girmez gözüme çarpan ilk şey duvarda asılı olan, Erim’in beni resim atölyesine götürdüğü gün benim çizdiğim resim olmuştu. O gün güzel olup olmadığına dair yorum bile yapmadığı resmi… çerçeveletip duvarına mı asmıştı? Tam yanında ise görsel sanatlar dersinde çizdiğim çöp adamların olduğu resim vardı. Erim’le kendimi çizdiğim ve Erim’in elimden aldığı resim… Gözlerim dolmaya başlarken etrafa göz gezdirdim. Erim’in çizdiği resimlerle dolu bir odaydı. Bu odayı neden daha önce gezdirmemişti ki bana? Odanın içindeki sessizlik, yüreğimde büyük bir boşluk hissi uyandırmıştı. Her bir resimde Erim’in duyguları ve düşünceleri vardı. Bazıları renkli ve canlıyken, bazıları melankolik ve düşündürücüydü. Tüm resimlere baktıktan sonra en köşede, üzerinde beyaz bir örtü olan tuvale baktım. Hiç vakit kaybetmeden tuvale doğru ilerledim ve üzerindeki örtüyü bir çırpıda kenara attım. Tuvaldeki resmi görünce dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bu, beni evimizin aşağısına çağırıp kediyi gösterdiği güne ait bir resimdi. Benim kediyi sevdiğim bir kareyi resmetmişti. Gözyaşlarım iznimi almadan akmaya başlarken tuvalin kenarındaki küçük not kâğıdını elime aldım ve üzerinde yazan cümleleri okudum. “Buse, güzel sevgilim. Bu satırları sana sözlü söylemek isterdim ama karşımda üzülmeni görmek istemediğim için yazıya döküyorum. Kedimiz… Duman, öldü. Veterinerden çıktığımız o gün, eve geldikten yaklaşık iki saat sonra. Özür dilerim, ona iyi bakamadığım için. Belki bir gün bu notu sana kendim veririm ama bana Duman’ı sorana kadar vereceğimi düşünmüyorum… O güzel yüzün hep gülsün.” *** Duvardaki saatten bakışlarımı alıp yavaş adımlarla Erim’in yattığı hastane yatağına doğru ilerledim. Bugün de gece olmuştu ve ben yine buradaydım, diğer günler de burada olduğum gibi. Yine umut dolu bakışlarımla baktım Erim’in solgun yüzüne. Elimdeki ayıcığı buruk bir gülümsemeyle Erim’in başucuna koyarken, kenardaki sandalyeye uzanarak yatağın yakınına çektim ve sandalyeye oturduktan sonra başımı yatağın boşta kalan kısmına koydum. Yüzüm Erim’e dönük değildi ancak elini tutuyordum. Yüzüne baktıkça mahvoluyordum. Israrla uyanmadığını görünce nefesim daralıyordu. Göz kapaklarım yorgunluktan ağırlaşırken bir anda bedenim titredi. Kafamı hızlıca kaldırıp Erim’e baktım, başını bir o yana bir bu yana çevirip duruyor, kâbus görüyor gibi duruyordu. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, “Erim!” dedim ne yapacağımı bilemeden. Erim’in geçirdiği atak devam ederken doktor çağırmak için kapıya doğru ilerledim ancak o an Erim’in dediği şeyle beraber duraksadım. “Baba.” Arkamı tekrar döndüğümde Erim, “Baba!” demeye devam ediyordu. “Baba, benim yüzümden, hepsi benim yüzümden oldu.” Yanına gidip omzuna dokunduğumda gözleri hâlâ kapalıydı ancak acı çekiyordu. “Baba, yetişemedim. Bu yüzden beni bırakıp gittin. Hepsi benim yüzümden, yetişemedim sana, baba… baba!” “Erim, ne oldu?” diye sordum endişeli bir sesle. “Baba! Benim yüzümden öldün. Sana yetişemedim, geç kaldım baba!” Sayıklamaları devam ederken kolumu yakaladı ve gördüğü kâbusun etkisiyle olacak ki kolumu sıkmaya başladı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladığında, “Benim yüzümden oldu öyle değil mi?” diye sordu. “Benim yüzümden öldün değil mi baba? Özür dilerim… özür dilerim baba, sana yetişemedim, kurtaramadım seni.” Boşta olan elimi Erim’in başına koyarken biriken gözyaşlarımı akıttım ve “Hayır, Erim,” dedim onu sakinleştirmek adına. “Hayır, senin hiçbir suçun yok.” “Hayır! Hayır! Ben hatalı değilsem, neden beni bırakıp gittin baba?” Ağlaması şiddetlenirken kolumu daha fazla sıkıp sarsmaya başlamıştı. “Neden beni bir başıma bıraktın baba neden? Neden gittin? Söylesene!” Yüzünü nazikçe okşarken, “Erim…” dedim usulca. “Sakin ol… sakin ol, uyu hadi.” “Baba…” “Şşh… uyu hadi.” Erim’in gözleri yavaşça açıldığında, vücuduma mutluluk dalgaları yayılmaya başlıyordu. Tamamen araladığında göz göze geldik. “Erim…” dedim yaşadığım sevincimi tamamen dışa yansıtamasam da. “Uyandın.” Biraz daha kendine geldiğinde yüzü bir anda sinirli bir hâl aldı ve sıktığı kolumu hızla ittirdi. Neye uğradığımı şaşırırken geriye doğru sendeledim. “Kâbus gördün…” dedim açıklama bekliyormuş gibi. Aynı sinirle bakmaya devam ederken bir anda üzerindeki örtüyü üzerinden attı ve yataktan kalkmaya çalıştı. Korkuyla Erim’i tutarken, “Erim!” dedim endişeyle. “Ne yapıyorsun sen? Yatman lazım.” Erim beni zerre dinlemeyip yataktan kalkmaya çalışırken ben de geri yatırmak için uğraşıyordum. En son pes ettiğinde duraksadı ve gözlerimin içine baktı. Kolumu tutarken başını tekrardan yastığa yasladı ve gözleri yavaş yavaş geri kapandı. Tuttuğu kolumu ısrarla bırakmazken kolumu çekmek için uğraşmadım ve serum takılı olan kolunu yatağa koyduktan sonra açtığı üzerini örttüm. Ben yanına oturup başını okşarken Erim tekrardan uykuya dalmıştı. Başımı yatağın boş kısmına koyarken gözlerimi kapattım. Sabah; Saçlarımı karıncaların yediğini düşündüğüm bir hissiyatla ölmüşüm de tekrardan dirilmişim gibi bir kalkış yaşarken, geriye doğru attığım adımlarımdan ötürü sandalyeye çarpıp sert zeminle birleşmem çok ani olmuştu. Kulaklarıma dolan güçsüz gülme sesinin sahibine bakarken iyiyim dercesine el sallayıp başımı önüme eğdim. Akabinde el salladığım kişiyi idrak edince hızlıca yerden kalktım ve Erim’in yanına gittim. “Erim! Uyanmışsın.” “Günaydın, sevgilim…” Sesi olabildiğince cansızdı. Yüreğim burkulurken sürahiden bardağa su doldurup bir iki yudum da olsa Erim’e içirdim ve tekrardan yanına oturarak saçlarını okşamaya başladım. “Günaydın, bir tanem.” “Sadece saçlarını okşuyordum, neden kaçtın öyle?” “Saçlarımı karıncalar yiyor sandım…” Erim dediğime tekrardan gülerken, “Gülme!” dedim bozulmuş ses tonumla. Beni dinlemeyip gülmeye devam ederken avcumu dudaklarının üzerine kapadım. Bu hareketimle anında yüzü ciddi bir hâl aldı. Yüz ifadesinden korkarken elimi geriye çektim. “Neden… öyle bakıyorsun?" “Rüyamda hep seni gördüm Buse. Oğlumuz oluyordu bir tane, tıpkı sana benziyordu. Ama benden çok seni seviyordu, kıskandım doğrusu. Zaten ilk çocuğumu oğlan çocuğu istemiyordum. Nereden çıktı bu şimdi böyle?” “Oğlunu annesinden mi kıskandın Erim?” “Evet. Sürekli sırnaştı sana. İnmedi kucağından. Ama kız çocuğu öyle mi… ne kadar masum, tatlı, güzel bir şey. Düşüncesi bile güzel. Buse, yapsak mı bir çocuk artık?” “Erim! Daha yeni uyandın düşündüğün şeylere bak ya…” Dudaklarına geniş bir gülümseme yayılmıştı ancak kısa sürdü. “Gece… kâbus mu gördüm ben?” Dün geceyi hatırladığımda boşluğa bakıyordum. “Galiba,” diye cevap verdim. “Sürekli babanı sayıklayıp durdun.” Herhangi bir tepki vermedi. Yatağın boş kısmını eliyle işaret edip yatağa vurdu. “Gelsene.” “Olmaz, canın yanar.” Gözlerimin içine baktı. “Sen yokken daha çok yanıyor canım. Gel o yüzden.” Büyük bir gülümsemeyle Erim’in yanına sokulurken başımı göğsüne yasladım, koluyla beni sarmaladı ve saçlarımdan öptü üç kere. “Şükürler olsun ki uyandın.” “Daha evleneceğiz, bu fırsat kaçırır mıyım sence?” “Erim…” “Ben de seni çok seviyorum, güzelim.” Sessiz kalıp gözlerimi kapadım. Yaşadığım mutluluğu anlatamazdım kimseye, tek dileğim bu mutluluğun daimî sürmesiydi. Erim başını hareket ettirirken, belimdeki olan elini çekti ve “Buse,” diye seslendi. Bunun üzerine doğruldum ve Erim’in elindeki ayıcığa baktım. “Bu nereden çıktı?” “Dün size uğradım. Atlas, senin yanına koymamı istedi belki daha çabuk iyileşir diye…” “İşe yaradı,” dedi gülümserken. Odaya doktor ve hemşire girerken hızlıca yataktan kalktım. Doktor, elindeki dosyaya göz atarak bize doğru yaklaştı. Hemşire de Erim’in durumunu kontrol ediyordu. “Günaydın,” dedi doktor, dostane bir gülümsemeyle. “Öncelikle, iyi haberlerim var. Erim’in durumu stabil ve iyileşme süreci beklediğimizden daha iyi ilerliyor. Beklediğimiz gibi korkutmadı bizi, erken bile uyandığını söyleyebilirim. Güçlüymüş hastamız.” Yüreğimde büyük bir rahatlama hissederken, “Çok şükür,” diye fısıldadım. Doktor devam etti, “Ancak, birkaç gün daha gözetimimiz altında olması gerekiyor.” “Doktor Bey yapmayın. Daha fazla kalamam ben burada.” “Eğer daha da güçlü olursan neden olmasın Erim? En geç yarın bile taburcu edebiliriz seni, tamamen sana bağlı. Tabii ki sevdiklerinin desteğine de.” “Elimden geleni yapacağım.” Hemşire, Erim’in durumunu kontrol ettikten sonra, “Her şey yolunda görünüyor,” dedi. “Bir şey olursa hemen bize haber verin.” Doktor ve hemşire odadan ayrıldıktan kısa bir süre sonra kapı tekrar açıldı ve içeriye Melis ile Emir girdi. Melis, endişeli gözlerle bize doğru yaklaştı. “Erim! Canım kankam! Uyanmışsın, çok şükür,” dedi, gözleri dolmuştu. “Kardeşim, uyanmasaydın eğer en son seni öperek uyandırmayı deneyecektim. Nesin sen böyle, Pamuk Prenses mi?” “Sen öpseydin hayata küsüp uyanacağım varsa da uyanmazdım Emir.” “Kalbimi kırıyorsun, yakışıklı bey.” “Bu halimle bile yakışıklı olduğumu biliyorum ama bu iltifatları senden duymak istemiyorum, Emir.” “Yalan söylemiştim. Zombi gibi görünüyorsun.” “Emir hastayken bile kafa açıyorsun anasını satayım!” Erim’in elini tutarken, “Böyle de yakışıklısın,” dedim Emir’e ters bir bakış atarak. Melis ellerini çırparak, “Yeter!” diye isyan bayrağını çekti. “Ne kadar çok laf dalaşı yaptınız.” Melis’in lafı bir anda yarıda kesildiğinde kapı alacaklı gibi çalıyordu. Elinde büyük büyük bir çiçek buketiyle Mert içeri girdiğinde dudaklarımda hafif bir tebessüm belirdi. Dila’dan yediği darbeden sonra bizimle neredeyse bir iki kelime konuşuyor, okula gelmek için okula geliyordu. Toparlandığını sanmıştık ancak yanıldığımızı fark etmemiz uzun sürmemişti. “Erim! Erim’im! Benim süper kahramanım!” diye bağırdı oldukça abartılı bir tonlamayla. “Sana çiçek getirdim! Sen bu çiçeklerden çok daha güzelsin ama olsun, belki moralin yerine gelir diye düşündüm.” Ardından gözlerinde yaşlarla Erim’in yanına yaklaştı ve çiçekleri dikkatlice yatağın yanındaki masaya koydu. “Seni böyle görmek beni çok üzdü,” dedi, sesi titriyordu. “Bir an seni kaybedeceğimizi düşündüm.” Melis, Mert’in dramatik tavrına gülerek, “Mert, biraz abartıyorsun sanki,” dedi. “Çocuk ölümden döndü senin kadar ağlamadı.” “Ya siz de insanlık duygusu yok bir kere. Ben duygularımı en içten yaşıyorum.” Erim gülümseyerek, “Mert, çiçekler ve dramatik girişin için gerçekten teşekkür ederim,” dedi. “Ama ikiniz de bana biraz daha âşıkmış gibi davranmayı kesmezseniz ikinizi de sileceğim bu dünyadan.” Mert şaşkın bir şekilde gözlerini kısıp, “Sen… ciddi misin?” diye sordu. “Çok ciddiyim.” Emir, Mert’in yanına gelip kolunu omzuna attı. “Bizim değerimizi bilmiyor lavuk.” “Beni çok yordunuz. Gidin de biraz dinleneyim.” Mert bir an için ciddi bir tavır takındı, bakışlarını bana çevirdi. “Çok haklısın. Dinlenmen gerekiyor. Ben, Buse gibi kafa açmam sana. Şimdi sen uyandığında car car konuşmuştur kesin yine.” “Beni neden suçluyorsun?” “Ama çok konuşuyorsun.” “Sus, Mert.” “Asıl sen sus, Buse. Havamız değişsin istedim birazcık. Ama gerçekten burada olduğumuzu bil Erim.” “Eyvallah.” Sohbet bitip herkes odadan çıktıktan sonra, yorgun bir nefesle Erim’e baktım. “Uyu biraz.” Erim, gözlerini kısarak bana baktı. “Sen?” “Ne ben?” “Sensiz mi uyuyacağım?” diye cevap verdi gözlerinde hafif bir gülümseme belirirken. Gözlerim doldu ve gülümseyerek, “Tabii ki hayır,” dedim. “Yanındayım, her zaman.” Erim’in yanına yatmak için dikkatlice hareket ettim ve yanına sokuldum. Erim, kolunu bana sararak başını omzuma yasladı. İkimizin de gözleri kapanırken, kalbimdeki tüm korku ve endişe yerini huzura bırakmıştı bile. Bugün huzurla uyuyacaktım. *** Bahçedeki salıncakta oturur vaziyette, başım Erim’in göğsüne yaslı bir şekilde yavaşça sallanıyorduk. Erim ne kadar istemesek de büyük çabaları sonucu uyandığı gün kendini taburcu etmeyi başarmıştı ve şu an evindeydik. Dinlenmesi gerekirken beyefendi salıncakta sallanmak istemişti. Tabii ki bu eve geldikten yaklaşık iki saat sonra gerçeklemişti çünkü geçen iki saat boyunca annesi ve Atlas’la özlem gidermişti. Erim, sırtıma dökülen saçlarımı okşarken, “Çok huzurlu,” diye mırıldandım.” Gerçekten de öyleydi. Geride bıraktığımız günlerin acısını bu şekilde çıkarmak… Huzur kelimesinin anlamıydı belki de. O an aklıma gelen şeyle başımı kaldırdım ve kaşlarımı çatarak Erim’e baktım. “Erim.” “Güzelim.” “Neden bana resim çizdiğin odayı daha önce göstermedin?” Bu soruyu sormamı hiç beklemiyor olacaktı ki afalladı. “Buse… gösterecektim ama…” “Ama ne?” “Daha güzel bir şekilde gösterecektim. Sürpriz yapacaktım aslında, doğum günümün olduğu gün. Ama işte, gerisini biliyorsun.” Yüreğim burkulduğunda dudaklarımı büzdüm. Aklıma Dila’nın yaptığı olay geldi, zihnim beni tekrardan o ana götürdü. Tüylerim diken diken olurken saçlarımda yumuşak bir öpücük hissettim. “Düşünme geçmişi. Bitti gitti. Bak, yanımdasın, kollarımdasın… var mı daha güzel bir şey?” “Bir daha sakın benden bu kadar uzak kalma,” dedim çıkışırcasına. “Buse,” dedi gülümseyerek. Belimdeki bir eli yanağıma gitti ve okşayarak çeneme götürdü parmaklarını. “Elimde olsa birbirimizi kördüğüm yapar, o şekilde yaşarım ben. Seninle geçen her anım bana dünyada cenneti yaşatıyorken senden uzak kalabilir miyim sence? Birkaç gün uyudum evet ama rüyalarımda da sen vardın, uzak kalmadım ki ben senden.” “Hani hatırlıyor musun…” diye sordum başımı önüme çevirirken. “Sınıftayken, Hülya gelip seninle sohbet etmişti ve yakışıklı olmanla alakalı bir şeyler demişti. Sonra sen de bana sormuştun ve ben ters cevap verdiğimde, her zaman hayallerin gerçekleşmez demiştin.” “Ve anlamadığını söylemiştin.” Kıkırdadım. “Artık anladım. Benim hayallerim de gerçeğim de senmişsin.” “Hmm,” dedi salıncağa biraz daha yayılırken. “Ne zaman anladın peki?” “Beni ilk öptüğünde.” “Çok güzel bir anda anlamışsın. İstersen tekrardan o anı yaşatabilirim.” “Erim!” Erim munzur bir şekilde sırıttığında telefonu çalınca derin bir oh çektim. Tamam ettiği teklif kötü değildi ama annesi evdeyken de olmazdı yani! Arka cebinden telefonunu çıkardı ve ekranda yazan ‘pezevenk Emir’ adlı aramayı açtı. “Ne var lan?” Çok kibardı. “Oğlum, daha bugün birlikteydik ne demek size geliyoruz?” Erim’in sinirlenen yüz ifadesine karşın kıkırdadım. “Tabii ki de Buse yanımda ve zaten romantik anlarımızı bozduğun için gelmeni pek istemiyorum.” Saçlarını çektiğimde gülümsedi ve kolunu başının üzerine getirip sıkıca elimi tuttu. Ben elimi kurtarmaya çalıştıkça yüzündeki gülümseme genişliyordu. “Tamam, Emir. Gelin ama yeter ki şu siktiğimin çenesi biraz olsun kapansın. Lan öpüyor bir de! Emir sen gel sıçtım ağzına. Tamam… Kapat lan artık. Hadi görüşürüz.” “Sevgilim, ne kadar da kibarmışsın sen böyle.” “Çileden çıkartıyor piç.” “Ne zamana geleceklermiş?” “Eve yaklaşmışlar zaten. Son on dakika kala haber veriyor.” Güldüm ve ayaklanarak Erim’e elimi uzattım. “İçeriye geçelim artık.” Erim uzattığım eli tuttuktan sonra yavaşça ayağa kalktı ve kolunu omzuma attıktan sonra yine yavaş adımlarla eve doğru yürüdük. Hafif aralı olan kapıdan içeri geçtik ve Erim’i salona götürerek koltuğa oturmasına yardım ettim. “Aslında oturma. Yat sen direkt.” “Olmaz.” “Erim! Zaten zorla hastaneden çıktın. Bari evde söz dinle.” “Güzelim, iyiyim ben böyle.” Kapının çalma sesini duyduğumda Erim’le didişmeyi bırakıp kapıya koştum ve Emir’le, Melis’e baktım. “Hoş geldiniz.” “Hoş bulduk yengelerin en güzeli.” Emir’e korkar gözlerle bakarken Emir içeri geçti ve Melis’le sarıldıktan sonra biz de salona geçtik. “Keşke şaka falan yapsaydın da gelmeseydin.” “Beni bu kadar özlediğini bilseydim daha erken gelirdim.” Erim gözlerini devirirken yanına oturdum. Melis de Emir’in yanına geçti ve kolunu Melis’in omzuna atarak kendisine doğru çekti. “Çok kafa açıyorsun keşke ölsen.” Emir, “Kes sesini çocuk,” diye homurdanıp bakışlarını Melis’e çevirdi. “Güzelim, bu Erim de hasar var bence. Bizim gibi iki nadide eseri ısrarla istemiyor.” “Melis kafa açmıyor senin gibi. O kalabilir, sen git.” “Ne o? Yoksa yeni kanka mı yaptın kendine?” “Aslında iyi fikir lan.” “Neyse, didişmeyi bırakın artık. Erim, kankam… iyi misin?” “İyiyim kankam,” dedi Erim bakışlarını Melis’e çevirirken. “Sevgilin sayesinde şak diye iyileştim.” “Erim, biraz midem bulanıyor. Evden çıkmadan önce fazla yedim galiba. Yüzüne kussam kızar mısın?” “Kızmam. Sana götte…” Elimi Erim’in dudaklarına siper edip edeceği küfrü engellerken Emir imayla sırıtıyordu. Bunun üzerine Erim, kolunun altındaki yastığı eline aldı ve Emir’e fırlattı. Ancak ani bir hareketle fırlattığı için acıyla yüzü kasıldı. Panikle, “Erim!” derken iyiyim dercesine gözlerini kırpıştırdı. Ah bu ikisi delirtirdi adamı. Elisa Abla birden odaya girdiğinde endişeyle etrafa bakındı. “Neler oluyor burada?” diye sordu hafif bir telaşla. Emir, yastığı tutarak sırıttı ve “Erim hiç rahat durmuyor,” dedi suçu Erim’e atarak. “Bana kızıyor, yastık falan fırlatıyor.” Elisa Abla, Erim’e doğru adım attı. “Erim, neden böyle ani hareketler yapıyorsun? Kendine dikkat etmen lazım, oğlum.” “Anne, iyiyim. Sorun yok. Emir biraz abartıyor.” Delici bakışları Emir’in üzerindeydi. Elisa Abla hepimize bakarak, “Oğluma benden iyi baktığınız için teşekkür ederim,” dedi minnetle. “Olur mu öyle şey… Ne teşekkürü?” “Olsun, Melis. Hep yanında olmanız bile benim için büyük bir şey. “Annem haklı. Pek dile getirmiyorum falan ama iyi ki varsınız.” Ortama yine duygusal anlar hâkim olurken, kapı çalınca kaşlarım çatıldı. “Başka birisi gelecek miydi?” “Gelmeyecekti,” dedi Erim. Elisa Abla kapıyı açmaya gittikten yaklaşık on saniye sonra iki tane polisle beraber yanımıza geldi. Polis memurlarından birisi ciddiyetle bana baktı ve “Buse Uluer siz misiniz?” diye sordu. Şaşkınlıkla ayağa kalktım. “Evet, benim. Neler oluyor?” Memur, bir belge çıkararak, “Hakkınızda soruşturma var ve sizi gözaltına almamız gerekiyor. Lütfen bizimle gelin,” dediğinde kan beynime sıçramıştı. Odadaki herkes bana şok içinde bakıyordu. Erim şaşkınlık ve endişeyle, “Ne?” diye sordu yavaşça doğrulmaya çalışarak. Gözlerim dolmuştu çoktan. “Erim, ben…” dedim ancak cümlemi tamamlayamadım. Melis hızla araya girdi. “Bir yanlışlık olmadığına emin misiniz? Buse ne yapmış olabilir ki Buse’yi gözaltına alma kararı veriyorsunuz?” Emir, polis memurlarına yaklaşarak, “Ne hakkında bir soruşturma? Buse’nin neyle suçlandığını öğrenebilir miyiz?” diye sordu. Polis memurunun soğukkanlılıkla söylediği, “Cinayet davası. Dila Eren cinayeti,” sözleri odadaki herkesin kanını dondurmuştu. Beynimden vurulmuşa dönerken, yutkunma yetimi bile kaybetmiştim. Erim, bu haberle birlikte aniden ayağa kalktı. “Bu saçmalık! Buse, Dila’yı öldürmüş olamaz. Bir dakika bile yanımdan ayrılmadı, nasıl böyle bir şeyle suçlayabilirsiniz?” Elisa abla gözyaşları içinde, “Buse, buna inanmıyorum. Sen böyle bir şey yapmazsın,” dedi polis memurlarına dönerek. “Lütfen, bu konuda bir yanlışlık olmalı.” “Soruşturma devam ediyor. Detayları öğrenmek için karakola gelmeniz gerekecek. Şu an Buse Uluer’i gözaltına almak zorundayız.” “Avukatı arıyorum, hemen.” “Arama.” Erim, verdiğim cevap karşısında bana anlamsızca bakarken gözyaşları içinde başımı iki yana salladım ve “Arama,” dedim tekrardan. Polislere doğru yaklaşırken ellerimi uzattım, kelepçelemeleri için. “Buse sen ne saçmalıyorsun?” Cevap veremiyordum. Veremezdim. Buna hakkım yoktu. Polisler ellerimi kelepçeledikten sonra Erim’in yanına yaklaştım ve “Özür dilerim,” dedim fısıltıyla. “Seni çok seviyorum… beni affet.” Herkesi büyük bir hayal kırıklığıyla ardımda bırakırken polisler tarafından hızlıca evden çıkarıldım ve polis arabasına bindik. İçimde derin bir boşluk ve büyük bir suçluluk duygusu vardı. Polis merkezine getirildiğimde, direkt sorgu odasına alınmıştım. Sorgu odasının soğuk ve karanlık atmosferi, içimdeki karanlık düşünceleri daha da belirginleştiriyordu. Her şeyin kendi aleyhime olduğunu biliyordum. Deliller, Dila’nın cinayetinde beni suçlu gösteriyordu. Polis memuru ciddi bir ifadeyle, “Buse Uluer, Dila Eren cinayetiyle ilgili tüm deliller seni işaret ediyor. Cinayet mahallinde bulunan parmak izleri, en son ki telefon görüşmesi kayıtları, tanık ifadeleri ve diğer tüm kanıtlar seni suçlu gösteriyor,” dedi. “Evet,” dedim mırıltıyla. “Anlat. Neler yaşandı? Neden Dila Eren’in yanına gittin?” “Dila benim arkadaşımdı,” dedim titrek bir sesle. “Ama sonradan çok şey yaşadık… Aramız bozuldu ve düşman olduk. En son… sevgilimi yani Erim’i bıçakladı ve Erim daha bugün taburcu oldu. Ben de Dila’yla konuşmak için yanına gittim. Sonra tartıştık... en son… ben onu ittim. Yere düştü, ancak ölmemişti. Yaşıyordu ben oradan çekip giderken.” “Başına darbe almış ve çok kan kaybetmiş. Sence suçlu değil misin?” Komiserin yüzüne bakarken kaskatı kesilmiştim ve dediği cümle zihnimde beş altı kez yankılandı. Sence suçlu değil misin? “B-ben…” “Gerçekler ortaya çıkacak, Buse. Ama şu an katilden başka bir şey değilsin.” Sorgu odasından çıkıp hücrenin bir köşesine çöktüğümde, içimdeki yalnızlık ve çaresizlik duygusu gittikçe artıyordu. Kendimi suçlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Ben gerçekten de... katil mi olmuştum? Sırf onu ittiğim için... ölmüş müydü? Kafamdaki düşünceler giderek karmaşıklaşıyordu. Dila’nın yüzü gözlerimin önüne geldi. Onu itişim, yere düşüşü ve sonrasında yaşananlar bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. İçimdeki suçluluk duygusu bedenimi adeta yakıyordu. Nefes almakta zorlanmaya başlamıştım. Göğsüm sıkışıyor, nefesim daralıyordu. Gözyaşlarım durmadan akıyordu. “Hayır... hayır, ben bir katil değilim! Değilim!” diye bağırdım hücrenin duvarlarına vurarak. Ellerim titriyor, başım dönüyordu. Bir an için her şey bulanıklaştı. Sinirlerim daha fazla dayanamadı ve kendimi kontrol edemeyerek yere yığıldım. “Ben onu öldürmedim! Yapmadım!” diye haykırıyordum. Hücrede yankılanan sesim, çaresizliğimin ve umutsuzluğumun dışa vurumuydu. Gardiyanlar koşarak hücreme geldiler ve birisi kapıyı açıp hızla içeri girdi. “Hanımefendi, sakin olun! Lütfen sakin olun!” dedi, kollarımı tutarak beni sakinleştirmeye çalıştı. Ama ben daha fazla dayanamayarak gözyaşları içinde yere çöktüm. Ellerimle yüzümü kapattım ve titreyerek, “Ben onu öldürmedim… Dila’yı ben öldürmedim…” diye fısıldadım. Gardiyanlar beni sakinleştirmek için uğraşıyorlardı ama içimdeki fırtına dinmek bilmiyordu. Kendimi kaybetmiş halde, acıyla kıvranıyordum. Bir süre sonra bir hemşire geldi ve bana sakinleştirici bir iğne yaptı. Gözlerim ağırlaşmaya başladığında içimdeki acı ve çaresizlik bir nebze olsun hafiflemişti. Gözlerim kapanmadan önce son bir kez, “Erim, beni affet…” diye fısıldadım. Bilincim kaybolurken, içimdeki suçluluk ve acıyla karışık hisler beni bırakmamıştı. Dila’nın ölümünden dolayı kendimi suçlamak ve bununla başa çıkmaya çalışmak beni tüketiyordu. Hücrede yalnız başıma, karanlığın içinde kaybolmuş gibi hissediyordum. *** Dün Sabah; Kalbimdeki öfke, adımlarımı çok daha hızlandırıyordu. Melis’e yalan söylemiştim ancak söylesem beni göndermeyeceğini biliyordum. Oysaki çoktan ayarlamıştım her şeyi, Dila’yla buluşmak için mesajlaşmıştık ve şu an evine gelmiştim. Kapıyı çaldıktan sonra kapı açıldı, sevgilimin hastanede yatmasının tek sebebi olan kişi göründü. Yüzünde suçluluk dolu bir ifade vardı. Ben bahçeye doğru ilerlerken Dila da peşimden geldi. “Buse…” diye söze başladığında yüzümü Dila’ya döndüm ve sözünü kestim. “Erim’e ne yaptın?” diye sordum. Sesim titriyordu ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. “Neden ona bunu yaptın?!” Gözlerini yere indirdi ve derin bir nefes aldı. “Buse, ben… Ben gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum. Her şey kontrolden çıktı. Amacım Erim’i bıçaklamak değildi…” “Kontrolden çıktı mı?” diye bağırdım. “Erim’i bıçakladın, Dila! Onu ölüme terk ettin! Bu, kontrolünü kaybetmekten çok daha fazlası!” “Bunu asla istemedim. Her şey bir anda oldu. Erim’i incitmek istemedim. Ona zarar vermek istemedim.” Öfkemi kontrol etmeye çalışarak derin bir nefes aldım. “Peki, Dila, neden? Neden Erim’e böyle bir şey yaptın?” Gözyaşlarını silmeye çalışarak konuşmaya devam etti. “Erim’i seviyordum, Buse. Ama o beni hiç görmedi. Hep seninleydi. Bu acı beni deliye çevirdi. O an ne yaptığımı bilemedim. Ona zarar vermek istemedim. Zaten amacım Erim’i değil, seni bıçaklamaktı. Her şey rayından çıktı, Erim fark etti bıçağı ve seni korudu yine! Bu yüzden kendisi yaralandı. Sana olan düşmanlığım yüzümden sevdiğim adamı bıçakladım ben!” “Sen ne saçmalıyorsun?” diye bağırdığımda sesim kontrolden çıkmıştı. Adeta öfke patlaması yaşıyordum. “Ne demek benim yüzümden?” “Ben Erim’i çocukluğumdan beri seviyorum Buse! Sen geldin, her şeyi mahvettin. Sevdiğim adamı benim ellerimden aldın! Bana oyun oynadınız. Ben tam Erim’i kazandım derken bana oyun oynadınız! Bunu yedirebileceğimi mi sandın sen Buse? Senden nefret ettiğim kadar kimseden nefret etmedim ben. Senin yaralanman gerekiyordu, Erim’in değil!” Başını ellerinin arasına alarak ağlamaya başladı. “Çok pişmanım. Kendimi affedemiyorum. Erim’e yaptığım şey için kendimi asla affetmeyeceğim. Sevdiğim adamı kendi ellerimle ölüme sürükledim. Aptalım ben! Koca bir aptal! Erim’i senden koruyamayan büyük bir aptal!” “Senin bu hastalıklı takıntın yüzünden Erim şimdi hastanede yatıyor!” diye haykırdım. “Senin saçma sapan oynadığın oyunlardan dolayı ölümle savaşıyor Erim! Mutlu musun şimdi Dila? Mutlu musun?!” Hıçkırıklarının arasında yanıma yaklaştı ve içindeki nefretle beni iteklemeye başladı. “Çocukluk aşkımı benden nasıl aldığını izledim ben! Onu benden nasıl çaldığını gördüm. Sence ben neden İzmir’e döndüm Buse? Düşündün mü hiç?” “Sen delirmişsin,” dediğimde ben de onu itekledim. “Sırf seviyorum ayağına sevgilime zarar verdin!” “Erim seni seviyor olabilir ama bu, senin onu hak ettiğin anlamına gelmez!” Söylediği son sözlerle birlikte sabır üzerine aramızda kurduğum halat kopmuştu. “Yeter!” diye haykırarak beni ısrarla itmeye devam eden Dila’ya doğru atıldım ve onu sertçe ittim. Dengesini kaybederek yere düşerken acıyla bana baktı. “Umarım yaşattığını yaşamadan ölmezsin,” dedim ve hızlıca yanından uzaklaşarak dışarı çıktım. *** Soğuk hücrede otururken başımı ellerimin arasına almış, gözlerimi kapatmıştım. İçimde bir suçlunun pişman olduğu ancak elinden hiçbir şey gelmediği tüm duygular en dipte yaşanıyordu. Demir kapının açılma sesini duyduğumda başımı kaldırdım ve karşımda Mert’i gördüm. Mert’in gözlerinde öfke ve hayal kırıklığı vardı. Oturduğum yerden ayaklanıp demir parmaklıklar ardından Mert’in yanına yaklaştım. “Mert…” Mert, gözlerini bana dikerek ağır adımlarla yaklaştı. “Nasıl yapabildin bunu?” diye sordu, sesi titriyordu. “Nasıl öldürebildin onu?” “Mert, ben... Her şey kontrolden çıktı… Dila çok ileri gitti, ben sadece kendimi savunuyordum.” “Kendini savunmak mı? Tamam, ben Dila’nın yaptığı hiçbir şeyi savunmuyorum ama sen Buse? Sen ne hale geldin? Dila, senin yüzünden öldü. Ben de onun acısını çekiyorum. Onu sevmiştim ben Buse!” Gözlerindeki öfkeyi ve hayal kırıklığını görmekten kaçındım. “Mert, ben de üzgünüm. Her şey o kadar karmaşık ki... Ben nasıl olduğunu bile anlamadım.” “Artık sadece hayal kırıklığısın Buse.” Sözlerinin ağırlığı altında ezilmiş gibi hissediyordum. “Mert… özür dilerim.” Mert, derin bir nefes alarak başını salladı. “Buse, artık konuşmak istemiyorum,” dedi soğuk bir sesle. “Seninle olan arkadaşlığımız burada bitti. Erim’in her daim yanında olacağım ama sevdiğim kızın katili olan seninle değil.” Mert hızlıca uzaklaşırken dayanamayıp yere çöktüm. Yaşadığım şeyleri kaldıramıyordum artık. Mehmet’ten sonra zar zor psikolojimi toparlayabilmişken şu an katildim. Evet, evet! Ben bildiğin katildim. Buse Uluer, cinayet işleyen bir katildi. Tüm dünyam alt üst olmuştu. Gözlerimi kapatsam da kapatmasam da gördüğüm şeyler hep aynıydı, değişmiyordu. Mert’in öfkesi, Erim’in yaralanması, kendi savunmasızlığım... Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki kendimi bu karmaşanın içinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Gözyaşlarımın arasında sırtımı soğuk hücre duvarına yasladım. Belki de yaklaşık iki saat öncesi, son kez nefes aldığım vakitlerdi. Uzun zamandır uyumadım kollarına al beni, Bu duvarları duyuyorum yokluğun yıkar evi, Artık dönmeyeceksin haberi yok eşyaların, Asılı hırkanın yanında gülümser fotoğrafın… Ellerim boş uyandığım sabahlar üzer beni, Yankılanır yalnızlığım duvarlar dinler beni, Adımlarım uzaklaşır evimden sayıyorum, Asılı kaldı hırkam orada şimdi de üşüyorum. Dur, hani rüyaydı her şey? Çok ihtiyacım var buna. Uyanınca geçse keşke, Hangi masal mutlu bitti? Seni bir kaderden aldım, Başkasına teslim ettim. Uyan rüya dediğin benim gerçeğim, İstesem de söyleyemem varmıyor dilim, Mutsuz biten masalın en kuytu yerinde, Terk ettiğin yerdeyim yetişmiyor elin…
Çağan Şengül, Suzan Hacigarip - Bitti Masal |
0% |