@tuvbaveotesi
|
Tehlikeli Fısıltı Bölüm 4 - Tesadüf Mü? Koştura koştura okula yetişmeye çalışırken gözüm sürekli saatimdeydi. Ders başlayalı on beş dakika olmuştu ve ben alarmımı dört kez ertelediğim için uyuyakalmıştım. Nihayetinde okula vardığımda alelacele merdivenleri tırmandım ve sınıf kapısının önüne gelerek kapıyı tıklattım. Herhangi bir ses gelmeyince sınıfa daldım. Hoca yoktu. Elimi göğsüme koyarak rahatlama hissi yaşarken, cam kenarı en arkada oturan Mert’in yanına geçtim ve “Günaydın,” dedim soluk soluğa. Mert alaycı gözlerle bana baktı. “Sen gelene kadar akşam oldu.” Gözlerimi devirirken montumu çıkardım ve askılığa astım. Geri yerime geçtikten sonra, “Abartma, Mert,” dedim sert bir tonla. “Alt tarafı yirmi dakika geciktim.” “O senin sorunun. Ben nasıl zamanında geliyorsam sen de geleceksin.” Elimle Mert’in kafasına bir tane yapıştırırken, “Boş konuşma,” dedim kızmış gibi yaparak. Bunun üzerine iğrenircesine bana baktı ve bir anda ayağa kalktı. “Sen vahşi bir insansın ve benim arkadaşlığımı asla hak etmiyorsun. Ben senden çok uzaklara gidiyorum, Buse. Sakın beni özleme… yarana merhem olamayacağım çünkü geri gelmeyeceğim için.” Mert’ti işte. Mübalağa yapmayı çok seviyordu. Dediklerine pek takılmadan, “Nereye?” diye sordum sadece. Bana cevap vermeden kapı tarafına doğru yürümeye başladı. Anlamsızca kaşlarım çatılırken nereye gidiyor diye iyice baktım. Ve evet. Çöp atmaya. Mert! Bıkkınlıkla solurken olumsuz anlamda başımı salladım ve çantamdan dersin kitabını çıkardım. Kalemliği de çıkaracağım sırada Mert’in kapıda birisiyle konuştuğunu gördüm. Tam kim olduğunu anlamaya çalışırken gördüğüm kişi karşısında gözlerimi bir kez açıp kapadım. Halüsinasyon gördüğümü umdum. Ancak bu umudum Mert’in, yanındaki şahısla beraber bizim sıraya doğru gelmesiyle altüst oldu. Artık ciddiye almalı mıydım? Mert yanıma geçerken, “Sınıfa nakil gelmiş,” diye açıklama yaptı. Beni gördüğüne hiç şaşırmamış bir tavırla bana baktı. Zaten nasıl bir tavırla bakmasını bekliyordum ki? Çocuk beni yıllardır tanıdığını söylüyordu. “Sonucun bu olacağını bilseydim eğer... bu kararımı daha evvel gerçekleştirirdim,” dedi memnuniyetle. Sahte bir imajla suratımı astım. “Neden öyle dedin ki şimdi... Ben seni bir daha görmemek için kiliseye gidip rahiplerle birlikte dua ettim.” Ardından akmayan göz yaşımı siler gibi yaptım. “Duam kabul olmadı...” Mert aramızdaki saçma diyalogu anlamaya çalışırken o alaycı bir gülüş sergiledi ve “Keşke o gün nefesini boynuna doğru daha fazla üfleseydim...” dedi. “Belki o zaman beni görmek için dua falan ederdin.” Ardından ekledi. “Daha tesirli olurdu, rüyalarına da girerdim.” Dediğinin üzerine gözlerim büyürken Mert hızlıca koluma vurdu. “Buse,” dedi şaşırmış ses tonuyla. “Kirli işlere bulaşacağın hiç aklıma gelmezdi.” “Mert! Bildiğin gibi bir şey değil.” Bakışlarımı adını bile bilmediğim şahsa çevirdim. “Bir olayı anlatırken kelimelerini doğru kullanırsan iyi olur.” “Doğru kullandım,” dedi çok bilmiş bir edayla. “Yanlış kullandığımı kim söyledi?” Tam sorusuna cevap verecektim ki hoca sınıfa girdi ve konuşmamız kesildi. Önümüzdeki sıra boş olduğu için önümüze otururken elimi yumruk yapıp kafasına geçirmemek için kendimi zor tuttum. Hoca toplantıda olduğu için geç kaldığını belirtirken Mert’e döndüm. “Ders bitsin, anlatacağım.” Pis bir şekilde sırıttı. “Özelinizi dinlemek istediğimden emin değilim.” “Mert!” “Tamam be, sustum.” Bu çocuk gerçekten sabrımı sınıyordu. Defter ve kalemliğimi de çıkarıp masanın üzerine koyduktan sonra hoca yoklama kağıdını eline aldı ve teker teker isimleri okumaya başladı. O an fark etmiştim ki Mehmet bugün gelmemişti. Yoklama bittikten sonra yine o şahıs, “Hocam,” diyerek hocanın lafını böldü ve ardından, “Benim adımı söylemediniz,” dedi. Hoca çocuğun varlığını yeni fark ederken, “Yeni misin?” “Evet, hocam.” “Adın ne?” “Erim Koral.” Erim Koral. Hoca anlayışla başını salladı. “Liste yarına yenilenir, bugünlük böyle olsun.” “Tamam, hocam.” Hoca çok geçmeden dersini anlatmaya başlarken, tüm sınıfın gözleri tahtada değil de Erim’in üzerindeydi. Erkekler ‘bu lavuk nereden çıktı?’ bakışı atarken, kızlar ‘of çok yakışıklı!’ bakışı atıyorlardı. Gözlemlerim bu şekildeydi. Ama tabii ki de bana neydi? *** Birisinin kolumu dürttüğünü hissettiğimde hafifçe gözlerimi araladım ve uykulu gözlerle, bana bakan Mert’e baktım. “Ders bitti,” dediğinde yerimden hafifçe doğruldum ve etrafa bakındım. Sahiden de herkes sınıftan çıkıyordu. Ne zaman uyumuştum onu bile bilmiyordum. Mert, “Otura otura götün eğrildi, kalk artık,” derken üzerime montumu fırlattı. Mırın kırın ederek montumu üzerime geçirdikten sonra kapının orada duran Mert’in yanına gittim ve beraber sınıftan çıkarak kantine gittik. Sıcak çayımdan bir yudum alırken ellerini kalorifere yapıştıran Mert’e bakarak sırıttım. “Üşüdüysen gençliğimi yakayım, Mert.” Dediğimin üzerine Mert yaklaşık yirmi saniye boyunca suratıma boş boş baktı ve en sonunda, “Kanka zaten gençsin, yakarsan ölmez misin?” diye sordu. Anlamsız bakışlarım Mert’le buluşurken sorduğu soruya cevapsız kalmakla yetindim. “Şaka mı yaptın sen şimdi?” Büyük bir egoyla homurdandı. “Sen ne anlarsın kızım kaliteli espriden?” “Kalite anlayışın gözlerimi yaşarttı.” “Anlatsana,” dedi konuyu birden değiştirerek. Çayımdan bir yudum daha aldım ve Mert’e yaşananları anlattım. “Bu ne saçma bir tanışma!” dedi, haklı olarak. Kafa salladım. “Seninle hemfikir olacağımızı hiç düşünmezdim ama… evet.” Bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Ama...” dedi. “İlk aşklar gizemle başlar.” Kinayeli bir gülüş sergiledim. “Kim diyor bunu?” “Mertcan Tozlu.” Gözlerimi devirirken, “Şaşırmadım,” dedim. “Sen ve senin saçma düşüncelerin. Unut onu. Her türlü hatayı yapacak potansiyele sahibim ama buna hataya düşecek kadar aptal değilim.” “Ne hatasıymış bu?” Sesin geldiği yöne bakışlarımı çevirirken görüş açıma Mehmet girdi. Omuz silktim. “Boş ver, nasılsın?” “İyiyim,” derken masadaki boş sandalyeyi kendisine doğru çekti ve oraya yerleşti. “Siz nasılsınız?” “İyiyiz.” “Yoo, ben iyi değilim, mükemmelim!” Mehmet’in hareleri Mert’e döndüğünde Mert sırıttı ve Mehmet’in yanağını sıktıktan sonra, “Benim işim var, öptüm!” diyerek kantinin çıkışına doğru ilerledi. “Buse. Okul çıkışında herhangi bir işin var mı?” Sorgular bakışlarım Mehmet’i bulurken başımı iki yana salladım. “Hayır, yok. Neden?” “Süper,” dedi sevinçle. “Seni bir yere götürmek istiyorum, tabii ki gelmek istersen.” “Nereye?” “Sürpriz.” Bana yapılacak şeyin sürpriz olduğunun söylenmesini hiç mi hiç sevmezdim. Çünkü ben fazla meraklı birisiydim ve o şeyin ne olduğunu öğrenmeden gözüme uyku girmezdi. Şansımı denemek istiyordum ama Mehmet’in söylemeyeceğini de gayet iyi biliyordum. “Tamam,” dedim en sonunda merakıma yenik düşerken. “Gidelim. Ama gittiğimize değmezs-” “Değecek,” dedi lafımı bölerek. “Peki,” dedim ve ardından, “Derse neden girmiyorsun?” diye sordum. “Birkaç işim vardı. Okula hiç gelmeyecektim ama sana da bunu söylemem gerekiyordu. Telefonum evde kaldığı için yanına geldim. Okul çıkışı bekliyorum o halde?” Ağır ağır başımı salladım. Sonrasında zil çaldı ve ayaklanarak, “Ders başlayacak,” dedim. Mehmet’le vedalaştıktan sonra çayımı bitirerek bardağımı çöpe attım ve sınıfa gittim. Sırama doğru ilerlerken Erim ve Mert’i sohbet ederken görmüştüm. Erim benim yerimde oturuyordu. “Yerimden kalkar mısın?” diye sorduğumda omuz silkti. “Mert’imle sohbet ediyoruz. Bölmezsen sevinirim.” Mert’inle? Bakışlarım Mert’e döndüğünde Erim’i onayladığı çok belliydi. Sorun çıkarmayacaktım. “İki dakika kalkar mısın? Eşyalarımı alacağım.” Gözlerini kısarak gözlerime baktı. “Hayır, üşendim.” İçimden sabır dileyerek sırama doğru yanaştım ve Erim’i es geçip uzanarak çantamı aldım. Ardından masanın üzerindeki eşyalarımı da alarak yerime geçtim. Okula sıfır eşyayla geldiği için alıp kafasına fırlatacağım herhangi bir şeyinin olmaması beni çok üzmüştü. O sırada sınıf başkanı tahtanın önüne geçerek, “Arkadaşlar, Umay Hoca bu ders gelmeyecekmiş,” dedi. Bunun üzerine sınıfta homurdanmalar yükseldi. Kimisi test kitaplarını çıkardı kimisi ise konuşmaya devam etti. Genel olarak çok gürültülü bir sınıf değildik. YKS mağduru olduğumuz için de boş zamanlarda genelde test çözerdik. Sınıfın kan emici kızları Yağmur ve Hülya, Erim’e gözlerini ayırmadan bakarken çocuğu yiyeceklerini düşünmüştüm. Bu iğrenç senaryoya daha fazla maruz kalmamak için önüme döndüm ve çantamdan karalama yaptığım defteri çıkardım. Hiç test çözecek havamda değildim. Kulaklığımı takıp müzik açtıktan sonra kendimce bir şeyler çizmeye başladım. Resim yeteneğimin olduğunu pek söyleyemezdim ama vakit geçiyordu işte. Yaklaşık on dakika sonra konsantremi sol kulaklığımın çıkarılması bozmuştu. Kulaklığımı alıp kendi kulağına takan Erim’e anlamsızca bakarken, “Müzik zevkin güzelmiş,” dedi. Ardından çizdiğim şeylere bakarak limon yemiş gibi suratını ekşitti. “Sen bunlara çizim mi diyorsun?” Bıkkınlıkla soludum. “Neye benziyor?” Bir süre düşünür gibi yaptı. “Çöp adam diyeceğim ama onun bile kendince bir namı var. Seninkilere bir anlam yükleyemedim.” Histerik bir gülüş sergiledim. “Anlam yükleyecek kapasiteye sahip olduğun zaman bunu tekrardan tartışırız.” Söylediğim cümleyi noktaladığımda kendimden utanmıştım. Neyim ben 1-A sınıfından laf sokan Buse mi? Utanmamı bir kenara bırakıp tekrardan konuştum. “Benim resimlerimi beğenmediğine göre sen güzel çiziyorsun?” Muzipçe sırıttı. “Okul çıkışı bir yere kaybolma da sana asıl çizimin nasıl olduğunu göstereyim.” Tek kaşım havalandı. “Demek o kadar iddialısın…Ya iddian boşa çıkarsa?” Kulaklığımı kulağından çıkarırken hafifçe kulağıma eğildi ve “Sonunun boş çıkacağı şeyler için hiçbir zaman iddialı konuşmam,” diye fısıldadı. Ardından kulaklığımı geri kulağıma taktı ve yanımdan kalkarak sınıftan çıktı. Arkasından öylece bakarken, “Of,” dedim mırıltıyla. “Sek erkek…” *** Okulda geçen saatlerin ardından gerçekten de kendimi fazlasıyla yorgun hissediyordum. Zaten bugün Melis de yoktu ve sıkıcı bir gündü. Bir an önce eve gidip sıcacık yatağıma yatma hayâliyle otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Ancak bu, montumun şapkasının birisi tarafından tutulmasıyla sona erdi. “Sana bir yere kaybolma,” demiştim diyen Erim’e bakarken yanlışlıkla alt dudağımı dişledim. Ben bunu tamamen unutmuştum çünkü Erim’e ‘tamam’ gibi bir kelime kullanmamıştım. Onaylamamıştım. Montumun şapkasını Erim’in elinden kurtarırken ona doğru döndüm ve “Sana geleceğimi söylediğimi hiç hatırlamıyorum,” dedim tavrımı belli ederek. Güldü. “Öyle mi?” “Hı-hım,” dedim onaylarcasına. “O yüzden izninle evime gitmek istiyorum.” Dediklerime ifadesiz bir bakış attıktan sonra otobüs durağının ters yönüne doğru yöneldi ve cevabımı sanki algılamamış gibi, “Bu taraftan,” diyerek yürümeye başladı. Arkasından öylece boş bir şekilde bakarken, “Gelmezsen zorla getiririm,” ikazını duydum. Beni tehdit mi ediyordu bir de? Sırtımı Erim’e dönüp otobüs durağına geri yürümeye devam ettim ancak adı gibi sözünün de eri olacaktı ki bir anda kendimi Erim’in poposuyla bakışırken görmüştüm. Çığlığı basmamak, insanlara rezil olmamak için, “İndir beni hemen!” dedim onun duyabileceği sinirli bir sesle. “Duyamadım? Gelmiyorum mu dedin?” “Tamam, geleceğim. İndir beni Allah’ın cezası!” Gülerken beni yere indirdi ve yüzüme baktı. Bense etrafta bana bakan insanlara bakıyordum. Erim’in koluna sert bir darbe indirdiğimde, “İlerleyelim,” dedi umursamaz bir tavırla. “Bak yolun ortasındayız. Korna çalıyorlar senin yüzünden.” Arkamdaki arabaya baktığımda ısrarla korna çalışına baktım. Ardından daha fazla rezil olmamak için yürümeye başladım. Erim önümdeydi ve boyu benden oldukça uzun olduğu için benim iki adımım Erim’in bir adımı falandı. O hızlandıkça ben koşuşturmaya başlıyordum. “Yavaşlasana!” “Hızlansana, kaplumbağa gibisin.” Gözlerimi devirdim. “Daha ne kadar yürüyeceğiz?” “Geldik. Tam karşında.” Bakışlarımı karşı tarafa doğru çevirdim, “Resim atölyesi?” dedim sorarcasına. Başını salladı. “Haftanın en az iki günü buradayım.” Ardından yürümeye devam ettik ve atölyeye girdik. Atölye iki katlıydı. Üst kata çıktığımızda atölyenin sade ama şık olması hoşuma gitmişti. Duvarlar griydi ve birkaç yerinde raflar vardı. Rafların üzerinde ise küçük biblolar duruyordu. Aydınlatmalar spot lambalardı. Yirmi tane yan yana dizilmiş siyah renkli sandalyeler, yanlarında resim eşyalarını koymak için küçük masalar ve hepsinin karşısında tuvaller vardı. Sandalyelerin arkasında ise dizayn adına koyulmuş büst heykeller ve çiçekler göze çarpıyordu. Gerçekten de çok güzel bir yerdi lâkin şu an bomboştu. “Neden kimse yok?” dedim Erim’e dönerek. “Ben istedim.” “Nasıl yani?” “Atölye sahibi ile aram iyi. Abi atölye boş lazım dedim, kırmadı beni.” “İnsanların uğraşılarına engel olma bari.” “Denerim.” “Ee, nerede iddialı resimlerin?” “Bekle,” dedi ve alt kata indi. Yaklaşık iki dakika sonra ise elinde birkaç resim kâğıdıyla geri döndü. Yanıma geldi ve kâğıtları bana uzattı. “Bunlar atölyede bıraktıklarımdan birkaç tanesi. Çoğu çalışmam evde.” Elimdeki kâğıtları incelemeye başladım. İlk resim yağlı boyaydı. Renkleri oldukça ince detaylarıyla işlemiş ve ortaya harika bir at resmi çıkarmıştı. İkinci resim ise karakalem çalışmasıydı. Büyük bir göz vardı ve göze yansıyan bir ihanet tablosu... Bir adet göz yaşı ve bunun beraberinde kaşlarla anlam katan kin. Hayranlıkla üçüncü resme geçtim. Bu da karakalem çalışmasıydı. Sadece baş ve boyundan ibaret bir erkek çizimiydi. Gözlerinde maske vardı. Hafif uzun saçları sağ gözünü kapatmış, sol kısmı ise açıkta bırakmıştı. Gözlerinde anlam veremediğim bir duygu vardı. Kulağında üç adet küpe ve yüzünde çatlamış toprağa benzeyen bir görüntü yansıtılmıştı. Burnu kalkık, dudakları dolgundu. Boynunda ise eli vardı. Bu resim aklıma sebepsizce karşılaşıp durduğum maskeliyi getirirken tek kaşım havalandı. Maskeli, Erim olabilir miydi? “Buraya kendini mi çizdin?” diye sorduğumda yarım ağız gülümsedi. “Yakışıklılığımdan mı anladın?” “Ya, evet,” dedim alaycı bir şekilde. “Hatta bu çizim senden daha da çok hoşuma gitti.” “Hoşuna mı gidiyorum yani?” Sorduğu soru üzerine koluna yumruk attım. “Her şeyi anlamak istediğin gibi anlamayı kes!” “Tamam, cırlama hemen.” “Bu çizimin olayı ne?” diye sordum tekrar elimdeki kâğıda bakarken. Omuz silkti. “Her şeyi bilmene gerek yok. Ardından çizimlerini geri aldı ve masanın üzerine koydu. “Şimdi ikna oldun mu yetenekli olduğuma?” “Oldum,” dedim bozulmuş bir sesle. İşin doğrusu bu kadar yetenekli olduğunu tahmin etmemiştim. Üzerindeki montu çıkardı ve en baştaki tuvalin yanına doğru ilerledi. “Buraya gel, sana çizim yapmayı öğreteceğim.” “Rica edersen belki gelirim.” “Gelir misiniz Buse Hanım?” Bunun üzerine ben de montumu çıkararak kenardaki askılığa astım ve Erim’in yanına giderek sandalyeye oturdum. Erim ne zaman getirdiğini bile anlamadığım birkaç kalemi masaya bıraktı ve bir tanesini eline alarak arkama geçti. “Sana bazı tekniklerden bahsedeceğim.” “Tamam,” dedim burnuma Erim’in parfüm kokusu dolarken. Biraz daha yaklaştı ve kalemi tuvaldeki resim kâğıdına dokundurdu. Dikkatimi geri toparladım ve Erim’in yaptıklarını izlemeye koyuldum. “Öncelikle kalemi normal bir şekilde tutuyorsun ve ardından yatay bir şekilde kâğıda orantılıyorsun. Bastırma veya karalama yapmadan çizikler atarak başlıyorsun. Hafif vuruşlar dokunduruyorsun.” Söylediği şeyleri bir yandan da uyguluyordu. Nefeslendi ve konuşmasına devam etti. “Hafifçe daireler çizerek, attığın çizikler üzerinden geçiyorsun ve biraz daha bastırarak resmi ortaya çıkarıyorsun.” “Güvercin,” dedim çizdiği resim ortaya çıkarken. Bakışları bana değdi. “Zeki kız.” Tam Erim’e cevap verecekken telefonu çalınca sessiz kalmıştım. Erim aramayı yanıtlamak yerine sessize aldı ve telefonunu geri cebine attı. Erim’in telefonu çalınca geldiğimden beri telefona asla bakmadığım aklıma gelmişti. “Sen çizmeye devam et, hemen geliyorum,” dedim ve oturduğum yerden kalkarak askılığa doğru ilerledim. Erim kalktığım sandalyeye oturup çizimine devam ederken montumun cebinden telefonumu çıkardım. Beni neden kimse aramıyor diye kendi kendime söylenmiştim ancak bu söylenti telefonumun sessizde olduğunu fark etmemle yerle bir olmuştu. Ve o an ekrana düşen cevapsız çağrıyı gördüm. Mehmet’ten gelen on iki cevapsız çağrıyı. “Şaka,” dedim mırıltıyla. Ben Mehmet’i unutmuştum. Sıkıntıyla nefeslenerek telefonun kilidini açtım ve Mehmet’i aramak üzere son aramalara girdim. Arama tuşuna bastığım esnada Erim yanıma gelerek telefonumu eline aldı ve aramayı kapatarak telefonumu cebine attı. Ve hiçbir şey olmamış gibi geri yerine geçerek çizimine devam etmeye başladı. Hızla yanına giderken, “Ne yapıyorsun?” sen diye bağırdım. Omuz silkti. “Konsantremi bozuyordun.” “Erim,” dedim dişlerimin arasından. “Telefonumu ver.” Olumsuz anlamda başını salladı. “Hayır.” Gerçekten sinirlenmeye başlıyordum. Cebine doğru elimi uzatarak telefonumu almaya çalışmıştım ancak buna engel olmuştu. Ne yapsam diye düşünürken masadaki kalemlere baktım. Kalemin birisini elime aldım ve Erim’in yaptığı resmi acımasızca karalamaya başladım. Erim’in kalem tutan eli havada kalırken, “Ne yaptın sen?” diye sordu fırtına öncesi sessizliğiyle. “Gerekeni,” dedim düz bir şekilde. Bakışları gittikçe korkutucu olmaya başlıyordu. “Öyle mi?” dedi ayağa kalkarken. “Gerekeni yaptın yani?” Evet anlamında başımı salladım. O an beklemediğim bir hareketle ellerimi tuttu ve sırtımı hızlı bir şekilde duvara tosladı. Yaşadığım acıyla yüzümü buruştururken bu acı, Erim’in sinirinin yanında etkisiz gibiydi. Bu, ikinci kez bu kadar yakın oluşumuzdu. İlkinde inceleyememiştim fakat güzel bir yüzü vardı. Çene kasları keskin, burnu normal, dudakları ise dolgundu. Tıpkı resimdeki gibi. Alnının üzerine düşen saçları, kaşlarını hafif bir şekilde kapatıyordu. İki kulağında da çifter pırlanta küpesi vardı. Ah, evet! Kısacası yakışıklıydı. Kitaplardaki yakışıklı ama zorba başroller gibi bir aurası vardı. Düşüncelerimden sıyrılıp, “Bırak beni,” dedim yüksek bir sesle. Parfüm kokusu bu sefer daha da yoğundu. Çünkü dibimdeydi. Ve sorun o ki güzel kokuyordu. “Bir şartla,” dedi gözlerimin içine bakarak. “Bozduğun resmin aynısını çizeceksin.” Anında kaşlarım çatıldı ve kendimden emin bir ifadeyle, “Yoo,” dedim. “Çizmeyeceğim.” Dudakları kıvrıldı. “O zaman ne seni bırakırım ne de atölyeden çıkmana izin veririm. Seçim senin.” Erim’i umursamayıp ellerinden kurtulmaya çalışırken ellerime daha da fazla baskı uyguladı ve başını daha da fazla yakınlaştırdı. Fazla yakınlıktan dolayı içim bir tuhaf olurken, kaçmayı bırak ellerimi gevşetmeyi bile başaramıyordum. Benden katbekat daha güçlüydü. “Buse,” dedi ağır ağır. “Beni umursamadığının farkındayım. Fakat inan bana seninle dalga geçmiyorum. Verdiğim sözleri tutarım. Yanındayım, olmaya da devam edeceğim.” Son dediklerinin etkisinde kalmamaya çalışarak, “Tamam,” diye cevap verdim. “Çizeceğim.” Yarım ağız gülümsedi ve anında ellerimi serbest bırakarak benden uzaklaştı. Sinirli gözlerle Erim’e bakıyordum ancak bu bakışlarım onun zerre umurunda değildi. Sıkıntıyla ofladım ve tuvalin karşısına oturarak karaladığım resme baktım. Gerçekten vahşiceydi. Karalanmış kâğıdı alarak yan tarafa koydum ve elimdeki kalemle temiz kâğıda Erim’in anlattığı teknikleri birebir uygulamaya başladım. O ise yanımda oturmuş bir vaziyette güvenlik kamerası gibi beni izliyordu. Geçen yarım saatin ardından belim kopmak üzereyken, çizdiğim resmin son haline baktım. Erim’in yarım kalmış resmi bile benimkinden daha güzel görünüyordu ama umurumda da değildi. Emek vermiştim. Kâğıdı tuvalden alıp Erim’e doğru uzattığımda Erim’in boynu bükük küheylan gibi uyuduğunu fark ettim. “Uyumanın sırası mıydı?” “Uyumuyorum,” dedi ve gözlerini aralayarak bana baktı. Ardından da uzattığım çizime. Yüzünde herhangi bir mimik yoktu. “Nasıl olmuş?” diye sordum ancak cevap vermedi. “Artık gidebiliriz.” Sinirle kaşlarım çatıldı. Tam konuşmak üzereydim ki parmaklarıyla dudağıma baskı uyguladı. “Konuşursan buradan çıkamayız.” Ve parmaklarını geri çekti. Erim’in kalın kafasına bir tane yapıştırırken, “Gıcıklığın doğuştan herhalde,” diyerek mırıldandım ve sandalyeden kalkarak montumu giymeye gittim. Montumu giyip, çantamı koluma taktıktan sonra Erim yanıma geldi ve telefonumu geri verdi. Bir hışımla telefonumu alırken merdivenlere yöneldim. Erim de arkamdan geliyordu. Merdivenleri inerken gelen bildirimlere baktım. Yine bilinmeyen numaradan mesaj geldiğini görünce yüreğim ağzımda atmaya başlamıştı. Mesaja tıkladım ve ne yazdığını okudum. “Bu kadar yakınındayken beni uzağında aramana dayanamıyorum...” Korkuyla etrafıma bakındım sanki Erim’den başkası varmış gibi. “Bir şey mi oldu?” diyen Erim’e harelerimi çevirirken, “Yok,” dedim geçiştirerek. “Gidelim.” Ardından telefonumu geri cebime attım ve hızlıca atölyeden çıktım. Biraz temiz hava iyi gelmişti. Lâkin temiz havanın iyi gelmesi oldukça kısa sürmüştü. Tam birkaç adım atmıştım ki gördüğüm kişi karşısında zorlukla yutkundum. Bölüm Sonu. Fikirlerinizzz Erim neden o okula geldi dersiniz? Buse ve Erim ikilisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Mert'i nasıl buldunuz? Sizce o mesajları atan kişi kim olabilir? Buse son sahnede kimi gördü sizce? Az çok demeyelim oy vermeden geçmeyelim 🥺🖤 Diğer bölümlerde görüşmek üzere muah 💅🏻 |
0% |