Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm 5 - Sitâre

@tuvbaveotesi

Tehlikeli Fısıltı

Bölüm 5 - Sitare

Mehmet,” dedim yutkunarak. Mehmet'in duygu yüklü bakışları önce Erim’i, daha sonra ise beni buldu. Yanına doğru adım atacağım sırada geriye çekildi, ‘gelme’ dercesine baktı.

“Mehmet özür dilerim…” dememe izin vermeden lafımı yarıda kesti.

“Başka planın varken bana söz verme. Lütfen.”

Ve hızlıca uzaklaştı. Arkasından öylece bakakaldım.

Arkadaşımı, bir hiç uğruna incitmiş miydim?

Aklımdan çıkmak bilmeyen bu senaryo bana kafayı yedirmek üzereydi. Üzere de değildi, yedirmişti. Mehmet’i arayışlarımın haddi hesabı olmamasına rağmen ısrarla telefonlarımı açmamıştı. Nasıl ulaşacaktım, nasıl gönlünü alacaktım bilmiyordum.

Ona söz vermişken... Nasıl unutabilmiştim?

“Buse?” diyen sesi idrak ettiğimde hafifçe irkildim ve Aysel Teyzeye baktım.

Kaşları sorgu biçiminde havalanmıştı. “Kızım sen iyi misin?”

“İyiyim, Aysoşum. Ne oldu ki?”

Önümdeki tabağa baktı. “En sevdiğin börekten yaptım ama dokunmamışsın bile.”

Bakışlarımı tabağıma çevirdim. Gerçekten de hiçbir şey yememiştim. Çayım da buz gibi olmuştu. Annem zoraki beni yanına alarak Aysel Teyzeye getirmişti ancak kafam başka yerlerdeydi.

Ne diyeceğimi bilemezken, “Bir ödev var da onu nasıl yapacağımı düşünüyordum,” diye saçma bir yalan uydurdum. “Dalmışım o yüzden.”

Aysel Teyze anlayışla başını salladı ancak annem bana şüpheyle bakıyordu. Annemin bakışlarından kaçmak için tabağıma uzandım ve böreği alarak yemeye başladım. Mideme yemek girmesi bir nebze de olsa mutluluk verirken buz gibi olan çayımı su gibi içtim ve yenisini doldurmak adına mutfağa geçtim.

Kısık ateşte, kaynar vaziyette olan çayı bardağıma doldurduktan sonra çaydanlığı tekrardan ocağa koydum. Tam çıkmak üzereyken dolabın üzerindeki bebek resmi dikkatimi çekmişti. Bugüne kadar bu resmi gördüğümü hiç ama hiç hatırlamıyordum.

Kimdi bu bebek?

Sorgular bir şekilde içeri geçtim ve çay bardağını sehpanın üzerine bıraktıktan sonra, “Aysoş,” dedim. “Buzdolabının üzerindeki bebek kim?”

“Torunum.”

Duyduğum ve beklemediğim cevap karşısında şaşırmıştım. Çünkü kimi kimsesi yok diye biliyordum. Daha doğrusu kimseden bahsetmediği için ve bunca yıldır kimse yanına gelmediği için öyle zannediyordum.

“Kızım,” dedi usulca. “Sizinle tanıştığımızdan beri hiç görüşmüyorduk. Ben de anlatmadım.”

“Neden görüşmüyordunuz?”

“Uzun hikâye, yavrum. Başka şehirdeydiler. İzmir’e taşındılar geçen ay.”

Anlayışla başımı salladım. Garipsesem de büyük bir olay değildi. Kimse özelini anlatmak zorunda da değildi. Bu sefer çayımı soğutmadan içerken annemler dedikoduya başlamıştı bile.

“Geçen gün Elif komşu çöp konteynırına düşmüş.”

Aysel Teyzenin cümlesi üzerine ağzımdaki çayı püskürtürken kahkaha attım. “Ne?” dedim gülmeye devam ederken. “Nasıl başarmış?”

“Buse!” dedi annem ikaz edercesine. “Gülme, kızım.”

Omuz silktim. “Ona az bile olmuş.”

Elif Abla oturduğumuz bölgenin belalı tipiydi. Çevreyi kirletir, herkesle kavga eder, her hafta polis çağırırdı. Polis bile illallah etmişti kadından. Kimse sevmiyordu ve kimse yanaşmıyordu. Üç tane çocuğu vardı ve o kadar kötü eğitmişti ki... Eşi ise aldatıyordu. Gerçekten kötü bir yaşamları vardı.

“Çöpte bir şey arıyormuş,” dedi Aysel Teyze. “Sonra da dengesini kaybedip içine düşmüş. Muammer anlattı.”

Muammer Abi de mahallenin gazetecisi gibiydi. Her olan bitenden haberi olurdu.

“Herkes layık olduğu yere kavuşmuş,” dediğimde annem gözleriyle beni yercesine uyardı. Bunun üzerine susma kararı aldım ve tabağımdaki diğer böreği yemeye koyuldum. O sırada telefonum çalınca yerimden kalktım ve odadan çıkarak gelen aramaya baktım.

Bilmediğim bir numaraydı.

Vodafone olduğunu düşünerek aramayı reddettim ve içeri girmek üzere adımladım ancak telefonum bir kez daha çaldı.

Aynı numaraydı.

Saçma sapan tarife yükseltme araması olduğunu biliyordum ama ısrarla aramasının dikkat çekeceğini bildiğim için aramayı cevapladım. Ben daha konuşmadan, “Buse,” dedi karşımdaki ses. Çok tanıdık bir sesti ancak idrak edemiyordum.

Vodafone olmadığı kesindi.

Yüzümü buruştururken, “Efendim?” dedim.

“Sakın bana, beni tanımadığını söyleme...”

O an beynimde şimşekler çakmıştı. “Dila?” dedim şaşkın bir şekilde. “Numaranı mı değiştirdin?”

“Biraz öyle oldu,” diye cevap verdi. Sesi oldukça neşeli geliyordu. Gerçi, o hep neşeli olurdu. Dila benim eski oturduğumuz mahalleden arkadaşımdı. Aramız da oldukça iyiydi ancak biz taşındıktan sonra iletişimimiz kesilmişti ve ister istemez araya soğukluk girmişti.

“N’aber,” dedim düşüncelerimden sıyrılarak.

“Gayet iyiyim. Buse, iki gün önce İzmir’e geldim ve yarın doğum günüm. Evde parti vereceğim, itiraz asla kabul etmiyorum sen de geliyorsun. Görüşmeyeli çok uzun zaman oldu… özledim açıkçası.”

“Tabii ki de geliyorum!” dedim yalandan heyecanlı bir tavırla. “Bensiz kutlama mı olur? Ayrıca ben de seni çok özledim.”

“Süper! Yarın saat sekiz de bizde ol.”

“Tamam,” dedim usulca.

“Şimdi kapatmam lazım güzellik, almam gereken şeyler var. Görüşürüz.”

“Görüşürüz,” dedim ve konuşmayı sonlandırdık.

Hediye almam gerekiyordu fakat Dila sürpriz yumurtadan çıkar gibi saniyeler içerisinde dahil olmuştu hayatıma. Ki bu kararsızlıkla ne alırım onu da bilmiyordum.

Benim bunu en az bir hafta öncesinden düşünmem gerekiyordu...

***

Yorgunluktan bacaklarım beni taşıyamaz hale gelirken kendimi zoraki sahil kenarındaki banka attım ve gözlerimi kapatarak denizin sesini dinlemeye başladım. Yaklaşık dört saat boyunca her yeri gezerek hediye aramıştım ve o kadar gezmeme değmiş gibi kar küresi almaya karar vermiştim. Bu yorgunlukla eve nasıl gidecektim onu da bilmiyordum.

“Bitkin görünüyorsun,” diyen sese kulak verdiğimde hızlıca gözlerimi açtım ve yanıma ne zaman geldiğini bilmediğim Mehmet’e baktım.

“Mehmet,” dedim gözlerine şaşkınlıkla bakarken. “Neden telefonlarıma cevap vermedin?”

Omuz silkti. “Tüm gün dışarıdaydım. Telefon da evde kalmış.”

“Mehmet…” dedim sakin bir ses tonuyla. “Gerçekten özür dilerim. O gün çok yorgundum ve bu konu aklımdan tamamen çıkmış. Direkt eve gidecektim hatta ama Erim sonradan dahil oldu.”

“Sorun değil, Buse,” dedi iç çekercesine. “Ben biraz fazla tepki gösterdim. Unutmuş olabilirsin.”

Bana kırgın olduğunu anlaması zor değildi. “O zaman…” dedim bir süre düşündükten sonra. “Yarın birlikte partiye gidiyoruz?”

Kaşları çatıldı. “Ne partisi?”

“Dila’nın doğum günü partisi.”

Mehmet’in Dila ile fazla samimiyeti yoktu ancak tanışıyorlardı. Birlikte vakit geçirmenin ona iyi geleceğini düşünmüştüm. “Ve itiraz etme hakkın yok!”

“Peki,” dedi soğuk bir şekilde.

“Hadi ama!” dedim kalan bütün enerjimle. “Bana hep soğuk mu davranacaksın?”

“Seni evine bırakayım.”

Sorumu es geçmesine aldırış etmeden, “Olur,” demekle yetindim. Otobüs durağına yürüyemeyecek kadar bitkindim. Mehmet’in arabasına bindikten sonra yola koyulduk ve yaklaşık yirmi dakika sonra eve yetiştik. Yol boyunca ne o konuşmuştu ne de ben.

Poşetimi ve çantamı aldıktan sonra arabadan indim ve kapısını kapatacağım sırada eğilerek Mehmet’e baktım. “Teşekkür ederim.”

“Lafı olmaz,” dedi biraz daha yumuşak bir şekilde.

Hafifçe gülümsedim. “Seni bekleyeceğim.”

Ertesi Gün

Yüzüme düşen saçlarımı çamurlu ellerimle geriye doğru ittirirken derince bir nefes aldım ve büst heykelimin göz bebeklerini zarif dokunuşlarımla daha da iyi belirttim. Son kez saçlarına da birkaç işlem uyguladım ve tamamen bittikten sonra ayağa kalkarak büste baktım.

Dikkatlice her detayını inceledim.

Ben sanat, yaptığım büst ise sanat eseriydi.

Diğer yaptığım tüm çalışmalarımdan daha güzel olan bu büst beni oldukça etkilemişti. Hafifçe sırıtırken büstü kurumaya bıraktım ve elimde kuruyan toprağı hafifçe silkeleyerek banyoya geçtim. Kirli kıyafetlerimi bir çırpıda çıkarırken ılık suyun altına girdim ve çamur olan bedenimi güzelce temizleyerek banyodan çıktım.

İki saat sonra gideceğim Dila’nın doğum günü partisi için dolabımı açarken dünden kafamda belirlediğim siyah, uzun kollu, belden büzmeli mini boy elbisemi yatağımın üzerine koydum. Başımdaki havluyu açarken kurutma makinası yardımıyla omzumun biraz altında olan düz, kahverengi saçlarımı kuruttum.

Üzerimi giyindikten sonra dağınık olan saçlarımı taradım ve saçlarıma fön çektim. Her zamanki yaptığım makyajı yüzüme uyguladıktan sonra boy aynasının karşısına geçerek nasıl gözüktüğüme baktım. Boyum bir altmış beşti. Bu yüzden miydi bilmiyorum ama giydiğim kıyafetleri kendime daima yakıştırıyordum.

Hafifçe gülümsedim ve aynanın karşısından ayrılarak çantama gerekli eşyalarımı koyduktan sonra evden çıktım.

Mehmet kapıda beni bekliyordu.

Üzerindeki siyah kot pantolon ve siyah kazağa baktım. Oldukça şık giyinmişti. Gülümseyerek yanına gittim. “Çok şıksınız beyefendi,” dedim samimiyetle.

Gülümsedi ve hayran gözlerle beni inceleyerek, “Yanına yakışmasaydım sana ayıp olurdu,” dedi.

Ardından arabaya bindik ve yola koyulduk.

Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından nihayet Dila’nın evine varmıştık. Hediye paketimi elime alarak arabadan indim ve Mehmet de arabayı kilitleyerek yanıma geldi.

Beraber eve doğru adımladık ve kapıyı çaldıktan sonra açılmasını bekledik. Yaklaşık yirmi saniye sonra kapı açıldı. Kimin açtığını da bilmiyordum. Oldukça kalabalıktı.

Gözlerim Dila’yı ararken arkamdan bir el omzuma dokundu ve görüş açıma Dila girdi. “Yavrum!” dedi anında sarılarak. Sarılmasına sıkıca karşılık verdim. “Çok özledim seni.”

Kollarından ayrılırken kahve harelerine baktım. “Ben de çok özledim.”

Ardından Mehmet’e baktı. “Oha! Görmeyeli çok değişmişsin.”

“Hangi anlamda?”

“Yakışıklı olmuşsun anlamında.”

“Teşekkür ederim,” dediğinde yüzünde bir tebessüm belirmişti.

“Ee,” dedi Dila. “Nasılsınız bakalım?”

“Her zaman ki gibi,” dedim düz bir şekilde. “Ya sen?”

“İyiyim,” dedi neşeyle.

Ardından etrafa bakındım. “Süslemeler muazzam.”

“Gerçekten mi?” diye sorduğunda sırıttım. “Benim arkadaşım olduğunu bu kadar belli etme, Dila. Duygulanıyorum...” derken işaret parmağımla akmayan gözyaşlarımı sildim.

Dila Oscar ödüllü oyunculuğuma yorum yapma teşrifinde bile bulunmazken hafifçe kafama vurdu ve “Fazla uğraştım,” dedi. “Ama uğraştığıma da değdi.”

Dudaklarım keyifle kıvrılırken Mehmet, “Ne zaman başlıyor kutlama?” diye sordu.

Dila’nın bakışları Mehmet’e dönerken, “Birisini bekliyorum,” diye yanıt verdi. “O gelince başlayacak.”

Kim olduğunu merak etmemiştim. Dila’nın çevresi oldukça genişti. Büyük ihtimalle de tanımadığım birisiydi. “Ne zaman gelecek?”

Omuz silkti. “Yarım saate gelir sanırım.” Ardından alıcı gözüyle beni inceledi. “Buse, hayvan gibi güzel olmuşsun!”

Gülümsedim. “Teşekkür ederim ama sen daha güzelsin.”

Gözleri devrildi. “Konu tartışmaya kapalı.”

“İyi madem.”

“Siz takılın,” dedi biraz ima yapar bir tonla. “Ben az da diğerlerine laf vereyim.”

Anlayışla başımı sallarken Dila yanımdan uzaklaştı ve ben de Mehmet’e döndüm. “Keyfin nasıl?”

“İyi,” dedi bu sefer gerçekten iyi olduğu belli olan bir şekilde. “Yanındayken iyi hissediyorum genelde.”

Elimdeki hediye paketini Mehmet’e uzatırken, “Ben bir lavaboya gideyim,” dedim ve Mehmet paketi elimden aldıktan sonra lavabonun olduğu yere doğru adımladım.

Lavaboya gireceğim sırada bir anda gözlerim kapandı. “Gözlerim enfeksiyon kapmak için fazla güzel,” diye homurdanırken kulaklarıma tanıdık bir kıkırdama sesi doldu ve ardından gözlerimdeki eller çekilerek karşıma sırıtan suratıyla Boran çıktı.

Boran’ın bakışları tüm bedenime hükmederken, “Dokunuşlarımı unutmamışsındır diye düşünüyordum oysaki,” diyerek boşta olan elinin ince parmaklarını hareket ettirdi.

Çatılan kaşlarıma karşın sırıtması genişlerken içtiği sıvıdan bir yudum aldı ve “Ne kadar olmamış gibi davransan da bir geçmişimiz var güzellik,” diyerek devam etti. “Bir yıl.”

“Evet,” dedim alayla. “Bir yıldır takıntılı bir şekilde peşimden koşuyorsun.”

Dediğime bozulsa bile aldırış etmeden usulca yanıma yaklaştı ve işaret parmağını dudağıma bastırarak, “Çok güzelsin, Buse,” dedi.

Elimle parmağını hızla dudağımdan çekerken bir iki adım geriye gittim ve sorgularcasına Boran’a baktım. “Şu an bir şeyi gerçekten çok merak ediyorum... Sen neden buradasın?”

Hafifçe sırıttı. “Gideyim mi?”

“Git.”

“Olmaz. Bırak da buna ben karar vereyim.”

Boran’ın beyninde hasar olduğundan tamamen emin olmaya başlarken hiçbir şey demeden arkamı döndüm ama tam adım atacakken dediği şeyle beni durdurdu. “Buraya geleceğini biliyordum. Bu yüzden geldim.”

Yüzümü tekrardan Boran’a dönerken, “Seni reddetmekten gerçekten yoruldum,” dedim.

“Buse,” dedi nefeslenerek. “Neden bana bir şans vermekten bu kadar uzaksın? Kaç zamandır peşinde köpek olduğumu kendin de söylüyorsun. Neden bu kadar katısın?”

Sesimi yükseltmemeye dikkat ederken, “Ne şansından bahsediyorsun sen?” diye sordum. “Bana attığın iftirayı sen hatırlamıyor olabilirsin ama ben çok iyi hatırlıyorum ve ben senin yüzünden…” Dilimi damağıma bastırarak susmayı tercih ederken sakin kalmaya çalıştım. “Her neyse. İnan bana seninle konuşmak, istediğim son şey bile değil. Uzatma daha fazla ve git. Alakan olmayan yerlerde işin de olmamalı.”

Kaşları çatılırken, “Benim yüzümden ne?” diye sordu. “Buse benim yüzümden başına bir iş mi geldi? Ne oldu?”

Gülümseyerek Boran’a yaklaştım ve hafifçe ayağımın ucuna basarak kulağına doğru fısıldadım. “Boran, siktir git!”

Ve yüzüne bile bakmadan arkamı dönerek lavaboya girdim. Neden ondan asla kurtulamıyordum?

Makyajımı bozmayacak şekilde yüzüme su çarptım ve peçeteyle kuruladıktan sonra rujumu tazeledim. Günümü mahvetmek istemiyordum. İşim bittikten sonra lavabodan çıktım ve gözlerimle Mehmet’i bulduktan sonra yanına doğru ilerledim.

O an kapı çaldı ve Dila koşar adımlarla kapıya giderek kapıyı açtı. Gelen kişi kimse anında boynuna atıldı. Yüzünde güller açıyordu.

Ve ardından gelen kişi içeri girdi.

Gördüğüm manzara karşısında, “Şaka mı?” dedim. Yüksek sesle söylemiş olacaktım ki yanımdan bir ses, “Çirkinliğin mi?” diye sordu.

Anlamsızca yanımdaki kıza baktım. “Sen de kimsin?”

Omuz silkti ve hiçbir şey demeden yanımdan uzaklaştı. Herkes tuhaftı. Odak noktama geri döndüğümde orada olmadıklarını fark ettim. Bakışlarım Mehmet’e kaydı. Yüzü asık duruyordu. Tam konuşacakken Dila kolumdan tutarak beni yanında sürükledi ve doğum günü şarkısı çalmaya başladı.

Ve evet...

Görmeyi ummadığım şahıs elindeki büyükçe pastayla yanımıza doğru yaklaştı.

Erim.

Maytapları yanan pastayı masaya koyduktan sonra Dila’ya bakarak, “Dilek tut,” dedi. Dila gözlerini kapatarak dileğini diledi ve ardından mumları söndürdü. Konfetiler patladı ve alkışlar havada uçuştu. Ardından Dila’ya sarıldım.

“Doğum günün kutlu olsun, bebeğim.”

Sarılışıma karşılık verdi. “Teşekkür ederim, Buse. İyi ki geldin.”

Benden sonra ise Erim’e sarıldı. Ve daha sonra da diğer arkadaşlarına. Erim’in kahve hareleri kısa bir süreliğine beni buldu ancak çabucak bakışlarını çevirdi. Anlam veremedim. Vermek de istemedim.

Müzik sistemi ile ilgilenen kişi romantik bir müzik açarken Erim, Dila’nın elinden tutarak onu geniş salonun tam ortasına getirdi. Ve dans etmeye başladılar. Çiftimizle beraber diğer çift olan kişiler de dans etmeye başlarken Mehmet elini bana doğru uzattı.

Gülümseyerek elini tuttum ve dans edenlerin arasına katıldık.

Aklım yine farklı yerlerdeydi. Erim... Neden buradaydı? Dila ile olan yakınlığı neye dayanıyordu? Gerçekten merak ediyordum. Acaba sevgililerdi de haberim mi yoktu? Ama hayır. Dila’nın sevgilisi olsaydı bunu tek ben değil tüm Türkiye bilirdi.

Aklımdakilerden kaçıp odağımı Mehmet’e verdiğimde gözlerinin içi parlıyordu. “Buse,” dedi fısıldar bir tonla. “Neden bu kadar güzelsin?”

“Sorgulamadım. Ego kastığımdan değil, kendimi abartılacak kadar güzel bulmadığımdan.”

“Sorgulama zaten,” dedi ve ardından elini belime yerleştirdi. Ben de sağ elimi omzuna koydum.

“Barıştık sanırım,” dedim son olanlara ithafen.

“Barıştık. Ki zaten küsmemiştim.”

“Biraz partner değişikliği,” diyen sesin kaynağına bakarken, Erim’in dibimde olduğunu yeni fark etmiştim. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kendimi Erim’le dans ederken bulurken kaşlarım çatıldı.

“Partner değişikliği de nereden çıktı?”

“Canım istedi,” dedi düz bir şekilde. “Sınıf arkadaşımla dans etmek suç mu?”

“Evet.”

“Ben cezamı öderim,” dediğinde diyecek bir cevap bulamamıştım.

Odunsu kokusu burnuma dolarken Erim’i inceledim. Üzerinde siyah keten gömlek, altında ise siyah kumaş pantolon vardı. Gömleği pantolonun içine koymuştu ve kemerle sabitlemişti. Kulağında bugün siyah küpe vardı ve sağ kaşı çizikti. Bunu ne zaman yaptırmıştı? Saçları ise dağınıktı. Yine hafifçe kaşlarını kapatıyordu.

“Şimdi nazar duası oku,” dediğinde anlamsızca ne dediğini sorguladım. Bunu anlamış olacak ki ben sormadan, “Çok süzdün beni,” dedi. “Biliyorum fazla mükemmelim, bu yüzden nazar duası oku. Çabuk.”

Egosu karşısında gözlerimi devirdim. “Yorum yapmak istemiyorum.”

Hafifçe sırıttı. Ardından, “Buse,” dedi. “Bu yırtık donu neden getirdin?”

Dediğine kaşlarım çatılırken, “Arkadaşım hakkında düzgün konuş,” dedim. Ardından bakışlarım Mehmet’e kaydı. Tek başına oturuyordu. Beni fark ettiğinde gülümsedi. Ben de ona gülümsedim.

O an belimdeki baskı arttı ve Erim beni kendine doğru çekti. İçimde tuhaf hisler yaşanırken Erim’in gözlerine baktım. Ne yaptığını anlamama fırsat bırakmadan, “Dila’yı nereden tanıyorsun?” diye sordu.

“Eskiden aynı yerde oturuyorduk. Sen nereden tanıyorsun?”

“Çocukluk arkadaşım. Annem de tanır.”

İçimdeki sorular anlam bulduğu için inanılmaz rahatlamış hissediyordum kendimi. “Buse,” diyen Erim’e bakarken beni incelediğini gördüm. Ardından gözlerime baktı. “Fazla güzelsin ve bu hiç hoşuma gitmiyor.”

“Neden?” diye sordum ses tonum ciddi bir hâl alırken.

Bakışları etrafta gezindi. “Herkes sana bakıyor.”

Erim’le iletişim kurduğum zaman kelimelerim sanki boğazımda düğüm oluyordu ve bu da benim hiç hoşuma gitmiyordu. Şarkının bittiğini fark ettiğimde kendimi Erim’den uzaklaştırdım.

“Şarkı bitti.”

Homurdanırcasına bir şey fısıldadı ancak ne dediğini anlamamıştım. “Ne?” dedim sorgularcasına.

Yutkundu, âdem elması hareketlendi. “Benden başkasıyla dans etme.”

Erim’e korkulu gözlerle bakarken yanından hızlıca uzaklaştım ve Mehmet’in yanına gittim. “Sıkılmadın değil mi?” diye sorduğumda başını hayır anlamında salladı.

“Keyfim yerinde.”

Bu dediğine inanmamıştım. Çünkü morali bozuk gibi bir hali vardı fakat üstelemek istemedim.

Davranışları... bilmiyorum, tuhaftı.

***

Oldukça güzel geçen -Boran’ın olduğu anlar hariç- doğum gününün ardından Dila’yla vedalaştım ve dışarı çıktım. Mehmet acil işi çıktığı için defalarca özür dileyerek erken gitmişti. Bu yüzden taksi çağırmıştım.

Taksiyi beklemeye koyulurken soğuk kaldırıma oturdum. Üzerimdeki mont kollarımı ısıtıyordu ama bacaklarım için aynı şeyi söyleyemezdim. Soğuk havayı içime çekercesine nefes alırken başımı gökyüzüne çevirdim ve gökyüzündeki tek tük yıldızlara baktım. Kışları yıldızlar çok daha az görünürde oluyordu.

Ancak bir tanesi gerçekten fazla parlaktı.

Gökyüzündeki diğer yıldızları ve dolunayı sönük bırakan parlak yıldıza bakmaya devam ederken kendi nefes sesime bir nefes sesi daha karıştı. Başımı hafifçe yana doğru çevirirken harelerime yansıyan Erim’e baktım.

Benim baktığım yıldıza baktığını fark ettiğimde bana bakmadan dudaklarını hareket ettirdi. “Sitâre…”

Dediğini anlamazken hafifçe kaşlarım havalandı.

“Gökyüzündeki en parlak yıldız, Sitâre,” diyerek devam ettiğinde tekrardan yıldıza baktım. “Efsane ama, gerçekliği tartışılır.”

Bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Sitâre şiirini biliyor musun?” diye sorarak sessizliği bozdu. Bu soruyu sorarken bakışlarını üzerime hissedebiliyordum.

Başımı hayır anlamında iki yana salladım. “Duymadım daha önce.”

Nefesini dışarıya verdikten sonra, “Son derece asil, soylu ve şerefli bir aşk hikâyesini anlatır,” dedi. “Sıradan bir insanın bu şekilde sevilemeyeceği, bu dünyadan olmayan bir sevgidir Sitâre.”

“Nereden çıktın karşıma böyle Sitâre? Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde... Kirpiklerin yüreğime batıyor…”

Oldukça tok olan ses tonuyla mükemmel bir şekilde vurgulayarak okuduğu şiir karşısında bakışlarımı yavaşça Erim’e çevirdim. Gözleri bende değildi ama sanki bana bakıyor gibi hissediyordum. Sesimi çıkarmadan dudaklarının hareketlenmesine baktım.

“Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum. Gözlerin mi daha sıcak gülüyor yoksa dudakların mı anlayamıyorum…”

Yüzüne hafifçe bir gülümseme peyda olurken harelerini bana çevirerek şiire devam etti.

“Seninle konuşurken Sitâre, aklıma yıldızlar dökülüyor…”

“Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım,” dediğinde bakışlarımı kaçırdım. Ancak o hâlâ bana bakıyordu, bundan emindim.

“Gözlerine baktığım zaman Sitâre, bütün çöllere ay doğuyor…”

Biraz sustu ve yeniden devam etti.

“Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz ve ikimiz de ıslanıyoruz. Ben ne yağmurlar gördüm Sitâre... Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım…”

Yine ve yine sessiz kalırken, “Çok...” diye mırıldandım. “Çok hoşmuş.” Gözlerim tekrardan Erim’i bulduğunda, “Senin de Sitâre dediğin birisi var mı?” diye sordum.

Hiç tereddüt etmeden, “Evet,” dediğinde kaşlarım havalandı. Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra gözlerimin içine baktı. “Tam karşımda.”

Aldığım cevaba karşın tepkisiz kalırken hızla oturduğum yerden kalktım ve Erim’den uzaklaştım.

Çok geçmeden peşimden geldi ve kolumu tutarak yürümeme engel oldu. “Beni ürkütüyorsun, Erim,” dedim vücudum kasıldığında. Kolumu elinin arasından sıyırırken taksi gelmişti. Taksiye doğru adımladım ve kapısını açtım.

Taksiye bineceğim sırada, “Buse,” dedi. Başımı ona doğru çevirdim. “Adım dudaklarına çok yakışıyor, daha fazla duymak isterim.”

Bölüm Sonu.

Düşünceleriniz?

Yine bol bol Erim ve Buse'li bir bölüm oldu 😚😚

Dila hakkında ne düşünüyorsunuz?

Diğer bölümlerde görüşmek üzereee 🐮

Loading...
0%