@tuzvelimon
|
"Selam, gençler" diyerek vardığımız masada üç genç erkek vardı. Emre, boştaki sandalyelerden birinin sırtına ellerini koymuş bir şekilde onlarla iletişime geçtiğinde, ben elimde telefonla hemen arkasında bekliyordum. "Dilara'yla tanışın, Nihat abinin baldızı, bahsetmiştim" dediğinde sağ elini arkaya uzatarak belime dokundu ve beni önüne doğru ilerlemem konusunda teşvik etti. Emre'nin hemen önünde, sandalye ile Emre arasında neredeyse sıkışmış bir halde masadakilere el salladım. Damdan düşer gibi buraya sürüklenişimden ben memnun değildim, onlar da memnun olmaya bilirdi sonuçta. "Merhaba Dilara, Ali ben" dedi pencere yanında oturan ve masadaki tek kumral gençti. Ayağa kalmış bana elini uzatmıştı. Uzatılan eli sıkmak için ileri hamle yaptım. Uzanınca arkam Emre'ye çarptığında tekrar düzeldim. Emre de arkamdan uzaklaştığında sandalyeyi çekip Ali ile tokalaştım. Ali oturmadan yanındaki ayağa kalktı. "Murat ben de" dedi siyah saçları ve siyah gözleriyle derin bakışlı diğer oğlan. Onun elini sıkarken bu sefer de sonuncusu ayaklandı. En uzunları ve esmer teniyle gri gözleri dikkat çeken bir adamdı. "Ahmet. Memnun oldum" dedi. Masanın boy ortalamasını aşağı çeken birey olarak hepsi ayaktayken muhtemelen gözükmüyordum. "Ben de memnun oldum. Böyle emrivaki geldim ben biraz, kusura bakmayın" dedim. Hepsi bi ağızdan itiraz ederken hala ayaktaydık. "Biz davet ettik seni zaten, Emre söyledi spordan çıkıyoruz diye. Asıl sana emrivaki oldu" dedi Ali. Sanırım grup sözcüsü oydu. "Bir istediğiniz var mı?" diyen sesi bir an masada aramak zorunda kaldığımda, Ahmet'in arkasından gelen garson görüş alanıma girdi. Dev gibi adamların arasında kalmıştım bir anda, garson da benim gibi şaşkındı masanın boy ortalamasından. "Biz karışık ızgara alalım iki tane, ortaya da bi salata. İki duble de rakı alalım" dedi Emre. Masadaki mezeleri ve bardakları o an fark ettim. "Bi de su alabilir miyiz?" dedim siparişleri yazan garsona. Başını salladı kısaca ve cevap vermeden yazıp masadan ayrıldı. O gidince, herkes yerine geri oturdu. Şu an twins'in eski gözüken binasının içindeydik. Burası biraz meyhane havası verilmiş bir yerdi, büyük bir sahne vardı ama sahnede henüz kimse yoktu. Arka fonda hafifçe bir şeyler çalıyordu. "Aslında biraz daha tanışınca soracaktım ama biraz daha içimde tutarsam çatlarım" dedi Ali, ben masaya yeni yerleşmiş, telefonumu masanın üzerine bırakmıştım. "O şarkı nerden geldi aklına" dedi. Masadaki herkes geniş tebessümle bana bakarken arkadan tüküren Emre'ye döndüm. "Oğlum ağzın kopsun ya. Çenenin bağını sikeyim" dedi. Hangi şarkı diye sormama gerek kalmadan anlamam da buradan oldu. Gerçi Emre ile çok uzun vakit geçirmediğimizden hatırlamak da zor olmadı. "Benim böyle çok karışık bir çalma listem var, orada duruyordu o. Temizlik yaparken çaldı, dinledikçe baktım Emre'yi anlatıyor. Dedim Emre'ye dinletmem lazım, dinlettim sonra zaten" dedim. "Yalnız feci iyi bir seçim. Emre için yazılmış sanki, bu kadar iyi denk gelmiş yani" dedi Murat. Kıkırdadım ve başımı aşağı yukarı salladım. O sırada sahneye çıkan solistlerle muhabbet burada kalmış oldu çünkü ufak bir gürültü oluştu. Buranın her zamanki solistleri olduğu belliydi, ben dışında herkes tanıyor gibiydi. Bir kadın ve bir erkek solist dışında bateri, gitar ve org için de birileri geldikten sonra gelenleri selamlamaya başladılar. Garson'un bizim masaya gelişi aceleciydi. İlk şarkı başlarken ortalıkta koşturan ufak tefek adam masanın başında bizim önümüze tabakları uzatıyordu. Bardak bırakmış olsa da bardakları doldurmamış, Emre'ye bir şeyler söyleyip masayı terk etmişti. Canlı müzik, sesli bir şekilde devam ederken Emre bana dönüp kulağıma doğru eğildi ve rakıların birazdan geleceğini söyledi. Başımla onu onayladıktan sonra önüme bırakılan ızgara tabağına uzandım. Elimle yemeğimi yemeye başladım zira açlıktan ölmek üzereydim. Rakılar, ben üç kanat gömdükten sonra gelse de suyum hala ortalıkta görünmüyordu. Rakıdan ufak bir fırt çekerek yemeğime devam ettim. Biz yemeğimizi yerken, masadakiler sahnede söylenen şarkılara eşlik ediyordu. Ahmet'in buğulu sesiyle masayı seslendirişi de bu ana denk geldi. Ağzım açık, elimde bir parça tavuk bacağı ile öylece onu izlemeye başladım. Elinde rakı bardağı, önündeki bir boşluğa odaklamış bir şekilde şarkıya eşlik ediyordu. Ayrılık çıktı ama sevda falında. Ümit çiçeklerim soldu, soldu dalında. Artık başkası var senin kolunda. Kadere kahredip söyletme beni. Çaresiz bıraktın umutlarımı, sabahsız bıraktın yarınlarımı, gözyaşı doldurdun şarkılarımı. Kadere kahredip söyletme beni! Elimdeki butu bırakıp alkışlamaya başladım. Sahnedekileri değil, masadakini alkışlıyordum ama benden başka tepki veren yoktu. Emre'yi dürttüm dirseğimle. "Islık çal" dedim bana yaklaştığında, sorgulamak yerine elindekini bırakıp ıslık çaldı ve yemeğine ger döndü. Belli ki bu sese herkes alışmıştı. Ahmet, utanmış bir ifade ile gülümseyip bardağını bana doğru kaldırdı sadece. Bütün akşam Ahmet'i dinleyebilirdim ama arkada başka bir şarkı çalmaya başladı. Ahmet, sesli eşlik etmiyordu. Önümdeki tabağın dibini gördüğümde bardağım da bitmişti ancak hala suyum gelmemişti. Ellerimi yıkamak için Emre'ye soracağım sırada, o benden önce bana dönmüş ve lavaboya gideceğini söylemişti. Onla birlikte ben de kalktım. Ellerimi ve tuvaletimi yaptıktan sonra daha iyiydim. Masaya geri geldiğimizde, birer bardak daha rakı gelmiş, tabaklar toparlanıp gitmişti. Su hala ortalıkta yoktu. Emre'ye dönüp kulağına eğildim. "Su istemiştim ama getirmediler" dedim. O da benim kulağıma eğildi tekrardan. Nefesi biraz içki kokuyordu ve hafif ıslak saçları burnuma değmişti. "Başka istediğin bir şey var mı? Meze falan?" "Yok" derken vücudum ona doğru dönmüş, elim istemsizce kısa saçlarına gitmişti. Saçlarının arkası kuruydu ama önleri nemliydi. "Saçlarını kurutmadın mı?" "Kuruttum canım. Lavaboda su çarptım yüzüme, orada ıslandı herhalde" dedi. Bir açıklama yapacağını düşünmemiştim ama içinde çenemin bağı gevşerdi işte. "İyi iyi. Çarptırma kendini" dedim, başını aşağı yukarı sallayarak onayladı beni ve kulağıma geri uzandı. "Tamam anne" Gülimseyen sesine yüzüne karşılık ben de gülümsedim ve uzanıp yanağına hafif bir şaplak indirdim. Gülmesi değişmedi ama ben ondan yana olan oturuşumu düseltip masanın karşısından dikkatle bizi izleyen Ali ve diğerlerine dönmüş oldum. Ali herhangi bir şey diyemeyecek kadar uzaktı ama bakışları imalıydı. Herhangi bir şey söylemeden bardağımdan bir yudum daha aldım. "Selam gençler" diyerek masaya damlayan bu sefer afet gibi beyaz tenli gençten bir kızdı. Muhtemelen üniversite öğrencisi olan kız, dikkat çeken makyajıyla masadakileri tanır bir ifadeyle başımda dikiliyordu. Masadakilerden birinin kırığı olduğumu tahmin ediyordum, tepemde dikilmeyi tercih ettiğine göre Emre'nin eskisiydi ve beni rakip olarak görmüş olmalıydı. "Selam Nisa, nasılsın?" diyen Murat oldu. "İyiyim Murat, sen nasılsın?" dedi bağırarak çünkü bu seste başka türlü anlaşmak mümkün değildi. "İyiyim, arkadaşlarla takılıyoruz. Sonra yazayım mı ben sana?" dedi. "Hani masanıza kız almıyordunuz siz?" dedi Murat'ın başından savmaya çalışmasını dikkate almadan. Masada ufak bir gerginlik anı başlarken, hiç konuşması beklenmeyen birik konuşmaya başladı: ben! "Transım ben, kız değilim" |
0% |