@tuzvelimon
|
"Hazırsan beş dakikaya oradayım" diyen Emre'ydi. Telefon ile iletişim kuruyorduk ve spora yine birlikte gidecektik. "Hazırım, gel sen. İniyorum ben de" dedim ve anlaşmalı olarak telefonu kapattık. Spor öncesi kahve içmeyi tercih ediyordum. Emre'ye de bir bardak hazırladım, işe giderken kullandığım termosa koydum. Doldurduğum su şişesini de sırt çantamın yan gözüne soktuktan sonra tek kolunu taktım ve anahtarı da alarak evden çıktım. Emre ile yaklaşık bir haftadır spora gidiyorduk. Açıkçası kafa çocuktu. Spora, Emre'nin nöbetine göre, bu hafta gececi olduğu için iki günde bir, gidiyorduk. Gündüze dönünce de böyle devam ederdik muhtemelen. Emre, açıkçası tam olarak tahmin ettiğim gibi bir insan çıkmıştı. Eğlenceli, çoğu zaman komik, sıcak kanlı bir adamdı. Bunun yanı sıra vücudu güzel, boyu uzun, teni esmer ve gözleri de yeşildi. Bunların hepsi bir araya gelmiş bir adam, doğal olarak çapkın biri ortaya çıkmıştı. Bu bir haftada benim duyduğum üç farklı kız olmuştu. Bu da beni Emre'den koruyan önemli bir etkendi. Zira hayattaki önemli mottolarımdan biri de şuydu: Karıya kıza doymamış adamdan olmaz. Emre'nin arabası sokağın başında göründüğünde, kapının önüne henüz çıkmıştım. Arabayı önüme getirdiğinde hızla arka kapıyı açıp sırt çantamı bıraktım ve ardından da ön koltuğa oturdum. Emre, biraz yorgun görünüyordu ama neşesi yerindeydi. "Selam, nasılsın?" "İyiyim" dedi kısaca. İşi zordu, o yüzden uzun uzun sorup iyice darlamak istemedim. Elimdeki termosu ona uzattım, önce pembe termosa, ardından da bana baktı. "Kahve yaptım sana da. Ben evde içtim, sana da termosa koydum" dedim. Zift gibi kahveleri sevdiğini, ilk spor akşamında ona kahve ısmarlamak istediğimde öğrenmiştim. Koyu filtre kahveden dolayı, termosun kapağını açtığında arabayı yoğun bir kahve kokusu sardı. "Sağ ol kız, ilaç gibi gelecek şimdi" dedi arabayı henüz yola çıkarmamışken. Aşırı sıcak kahveden art arda birkaç yudum aldıktan sonra kapağı kapatıp bardaklığa koydu ve arabayı sürmeye başladı. "Eline sağlık" dedi. Ağzı demir kaplama herhalde, o kadar sıcak içilir mi? "Afiyet olsun" dedi. O sustuğunda, arabada bir sessizlik oldu. Radyonun açık olmadığını da öyle fark ettim. "Radyo neden kapalı?" "Kapalı kalmış herhalde. Açayım dur" dedi ve uzanıp radyoyu açtı. Emre'nin telefonuna otomatik olarak bağlandı. "İstediğin bir kanal var mı?" dedi. Herhangi bir isteğim olmadığında direkt polis radyosunu açıyordu. "Ben seçeyim bugün" dedim elimi uzatıp telefonunu isterken. Sonuçta bir haftadır tanışıyorduk, hızlı bir hamleydi ama Emre, ücretli yeşil bir şarkı programını açarak telefonu elime bıraktı. Emre'nin neyi seveceğini tahmin etmek çok zordu o yüzden onun seveceği bir şarkı bulmak yerine bana Emre'yi hatırlatan bir şarkı açmaya karar verdim. Onu gördüğümden beri, onu tanımladığını düşündüğüm şarkının adını arama motoruna yazdım ve ilk notalar arabanın içinde yankılanmaya başladı. Şarkıyı durdurdum. "Bu şarkı tam olarak seni tanımlıyor bence, sen dinle bakalım doğru mu düşünüyorum seni?" dedim, dudağını eğdi ve kahvesinden biraz daha içti. "Aç bakalım, gözünde nasıl ilahi bir gücüm" dedi ama dönüp bana bakmadım. O yüzden ona çıkardığım dili ve onu sessiz taklit edişimi görmedi. Şarkıyı başa alıp tekrar başlattım. Emre, ilk notalarda tanımamış gibi duruyordu. Onun vereceği tepkiyi beklerken dikkatle yüzüne bakıyor ve onu inceliyordum.Tanıdık notalar akarken bekledi ve ilk kelimede kocaman bir kahkaha kopardı. Bu, Emre'yi gerçek anlamda gülerken gördüğüm ilk andı ve eğer onu tanımasaydım tam oracıkta aşık olurdum. Şarkı akıp giderken, Emre hem gülüyor hem de dikkatle dinliyordu. Şarkının ilk bitişinde uzanıp, şarkının tekrar başlamasından hemen sonra, duraklatma düğmesine bastı. "Böyleyim tam olarak, iyi tanımışsın" dedi. Sesinde garip bir şey vardı ama benim iyi gözlem yeteneğime şaşırdığındandı herhalde. "İyi gözlemlerim" dedim, güldük. "Nasıl şarkı?" dedim, başını salladı ve şarkının tekrar başlamasını sağladı. "Ergenken çok dinlerdim. Çocukluğum geldi aklıma. İnşallah ağzıma dolanmaz" dedi. "Niye öyle diyosun oğlum, ne güzel şarkı ya. Bütün gün şey dersin işte: pompalamasyon, bu benim misyon. Afrodizyak istemez, doğuştan hazır fizyon. Vov vov vov beybi, yov!" "Kesip elime versinler yarın akşam. Ben, erkeklerle takılıyorum genelde, biliyorsun inşallah" dedi kıkırdayan sesiyle. "O zaman kapatalım şarkıyı dolanmasın diline" diyip durdurdum, direksiyondan geri açtı. "Dur bitireyim bari, sonra daha çok takılıyor aklıma" dedi. "Sevdiğin yeri neresiydi?" dedim merakla. Sonuçta hepimiz bu şarkıyla geçirmiştik ergenliğimizi. Güzel şarkıydı. "Ben makineyim, bu da benim işim. Canın acırsa senin için yavaşlayabilirim" dedi anında. Belli ki bu soruyu önceden düşünmüştü. "Senin?" "Çok güzelsin, çok şekersin ama fazla bağlanırsan kafayı çizersin" dedim. Evet, ben de bu daha önce düşünmüştüm. Emre, başıyla onayladı ve salonun önündeki otoparka arabayı park ettikten sonra kahvenin sonunu kafaya dikti. Şarkı hala arkada devam ediyordu. "Teşekkür ederim tekrardan" dedi bitmiş termosu gösterirken. "Yıkayıp sana getiririm" dedi. Asla geri getirmeme ihtimali daha gerçekçi geldiği için hayır, diyerek uzanıp termosu aldım. "Gerek yok, yıkarım ben" dedim ve çantaya attım. İşe giderken kullanıyordum sonuçta. Lazımdı yani. "Hadi gidelim" dedi ve kapıyı açıp indi, ben de arkasından indim. O bagajdan, ben arka koltuktan çantalarımızı aldıktan sonra arabayı kitledi. Şarkıyı mırıldanarak ilerlediğini fark ettiğimde, gülerek koluna vurdum. "Gülme hiç, taktım ağzıma. Bravo yani, alkış" dedi alkış yaparken eliyle. "Nereye kadar vur, kaç ve saklan?" "Gittiği yere kadar, ben uslanmam" dedi ve yanağımdan makas aldıktan sonra salonun kapısından içeri girdi. Yakın olmadığım insanların bana temas etmesinden neredeyse tiksinen biri olarak arkasından baktım kısaca ve ardından ben de salona girdim. Kadınlar bölümüne ilerlerken, kapıda yazan pilates yazısına baktım. İsmail hoca canımızı çıkaracaktı. Maşallah, o da doğuştan hazır fizyon bir kişilikti. "Sağ çıkarız inşallah" |
0% |