Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1; Barın Aren Yücel

@ugur.q0

Instagram; ugur_q0

 

İyi okumalar:)

 

İsmim Amara, anlamı; sert acımasız ve ölümsüz. Ailemin neden böyle bir isim koyduğunu hayatım boyunca anlam veremediğm bir isim. Ailemin bana verdiği tek şey ise ismim, onlardan bana kalan tek parça.

 

Hayatımın bir bölümü yaşamaya çalışmam ile geçti, nefes alıyorsam hayat benim için bitmiştir. Hayatımın büyük bir kısmı sokaklarda geçtiği için biraz tuhaf biri olduğumu söylerler, bana göre ise; ben değil insanlar tuhaftı. Sokaklarda büyüdüğüm için tuhafım onlara göre. Şu an bulunduğum okulda herkes bana sokak çocuğu derdi, bu benim zoruma gidiyor mu diye sorarsanız, bazen çok acıtıyor. On beş yaşıma kadar sokaklarda nefes almam benim suçum değildi, aynı zamanda ailemin suçu da değildi. Yeni doğduğum sıralarda babamın bir iş düşmanı tarafından kaçırılıp bir çöp kovasına atmalarını ailem istememişti, ben o sırada daha konuşmadığım için benim de istemiş olmam mümkün değildi. Annem beni bulduğunda ne kadar sevindiğimi hatırlıyorum, şuan olsa öyle bir sevinci gösterir miyidim; kesinlikle hayır.

 

Benim aradığım sıcak bir yuva olmuştu her zaman, ailemin ise iyi bir evlat. Ben iyi bir evlat olmuş muydum bilmiyorum ama ailem iyi bir aile olmamıştı. Herkes anne baba olabilir, herkes anne baba olamaz. Bu evde yaşamaya başladığım ilk gün ailemi bulduğum için pişman olmuştum, oysa beni bulan onlar değil miydi? Son üç yıldır onların beni iyi bir evlat olarak yetiştirmelerine sessiz kaldım, onları kırmak istemediğim için değil sokaklara geri dönmek istemediğim için.

 

Evet oradan hala deli gibi korkuyorum, bu da benim suçum değil insanların yüreğime ektiği korkunun suçu.

 

Ailemin istediği gibi bir evlat olmam oldukça zordu; hep en pahalı giysileri, davet edildiğim her davete gitmem, sadece parası olan insanlarla arkadaşlık kurmam gerekiyordu. Benim için oldukça zor onlar için ise basit bir şeydi, onların hayatı böyleydi. Bunu onlarla konuşmak istediğimde bana şöyle bir cevap gelmişti, "Sokak çocuğu değilsin artık, o çöplük hayatını unutursan senin için iyi olur aksi takdirde oraya geri dönersin." Gülümsedim, yüreğimi parçalara ayıran bu cevaba rağmen gülümsedim. Kendime layık gördüğüm bu hayata alışmak zordu, aynı zamanda çok da basitti işte; ailem ne isterlerse onu yapıp, sessiz bir kız çocuğu gibi davranacağım. Böyle yaparsam belki beni severler, severler değil mi? Onların bana lakayıtsız davranışları, beni eskisi kadar acıtıyor değildi.

 

Yatağımın üzerinde uzanmış bir şekilde, gözlerimi tavana dikmiştim. En az benim kadar sönük duran lambayı izlemeye dalmıştım, her zaman olduğu gibi. Her zaman dalardım uzaklara, gerçek hayattan uzaklaşmak benim için mucize gibi bir şeydi. İmkansızlıklar içinde imkan yaratmaya çalışmak, sadece umutsuz insnalara özgü bir durumdu. Bazı insanlar ise umut etmek için çok geç kalmıştı, yaşamak için önce nefes alman gerekirdi, buna doğduğum an yenilmiş olmam yine benim suçum değildi.

 

Belkide bu yüzden beni terk etti, beni istemedi hayatında. Değişeceğimi bildiği için beni görmek istemedi bir daha, onunla konuşmamın yasak olduğunu bildiği için. Murat; sokaklarda benimle yaşam mücadelesi veren tek insan. Aslında başka çocuklar da vardı, fakat biz ikimiz çift hayatlarımız olmasına rağmen birdik. Beni bu hayatta anlayan tek kişiydi, benim duygularıma önem veren tek insan. Bir ev sıcaklığını onun gözlerinde bulduğum, onun kalbinin büyüklüğüne her sefer sığındım, hayatımda bana değer veren tek insan. O da beni terk etmişti ama ben onu hala arıyorum. İnsan hiç onu terk eden evinin sokağında durur mu, enkazını izler mi saatlerce? Kalbimde bir enkaz bırakıp gitmişti, evimi başıma yıkmış beni enkazın altında bırakmıştı. Neden üzülüyordum ki aynısını bende ona yapmadım mı?

 

İnsanlar nankör, yaptıkları onlara yapılınca insanların yüreğine ettikleri acıların büyüklüğünü anlarlar. Bunu fark etmek için illa birini sözlerinle öldürmemiz mi gerekiyordu, kendiliğinden anlamaz mı insan yaptığı hataları?

 

Kapının çalma sesiyle uzandığım yataktan hafifçe doğruldum, "Efendim kahvaltıya bekliyorlar." diyen Vasie'ye baktım bir süre hiçbir şey söylemeden, burada çalışan bir rus hizmetçilerden biriydi kendisi. Ona hiçbir şey söylemeden ayağa kalktım, daha erken saatlerde kalkıp duş aldığım için oldukça temiz hissediyordum, bu yüzden elimi yıkama ihtiyacı hissetmedim. Direkt olarak yemek odasına girdim, annem ve babam orada yemek yemek için beni bekliyordu. Bende masaya oturduğumda hep beraber yemek yemeye başladık, gözlerim annemin üzerinde durdu bir süre ne kadar güzel bir kadın olduğu yine kendi içimde tekrar etmiştim. Kahverengi kısa saçları vardı, mavi gözlerini sarmalayan uzun kirpikleri bir insanda olamayacak kadar eşsiz ve güzeldi. Kahverengi gözlerini sarmalayan yeşil hareleri ise kusursuzdu. Küçük burnu ve dolgun dudaklarında yine ruj vardı. Yanaklarında ise pembe bir allık, aslında allık olmadığı zamanlarda da yanakları pembe pembe çok güzeldi. Gerek yoktu yani makyaja, her türlü çok güzel bir insandı. Babam da kumral bir adamdı, gözleri renkli değildi ama çirkin bir adam diyemeyeceğim ona oldukça yakışıklı bir yüzü vardı. Ben ise annemin ikizi gibiydim, bizi iki metre uzakta görenler bile anne-kız olduğumuzu hemen anlardı. Annem bu durumdan çok memnundu, ona benzediğim için hep çok şanslı biri olduğumu söylerdi.

 

Benim ise ona benzemek gibi bir derdim hiç olmadı, istesem de onun gibi biri olamazdım. Gözleri beni bulduğunda gülümsedi, beni hoşnut etmeyecek bir şey söyleyeceğini hemen anladım. "Bu akşam bir davet var, okuldan çıkar çıkmaz eve gel. Erkenden hazırlanalım, bir aksaklık yaşanmasın." Yerimden huzursuzca kıpırdandım, gözlerimi onunkilerinden kaçırarak hiçbir şey söylemeden sadece bekledim.

 

Bu sırada söze babam atladı, "Seni biriyle tanıştırmak istiyorum" dediğinde bakışları benim üzerime olmasına rağmen ona hiç bakmadan yemeğimi yemeye devam ediyordum. "Amara!"

 

Bakışlarım onun kahve gözlerine değdiğinde kaşlarını çatarak bana baktığını gördüm, bundan korkmam mı gerekiyordu? İnsan babasından neden korksun? "Kiminle?" diye sordum boğuk bir sesle.

 

Memnun bir ifadeyle iki kolunu da birbirine bağladı, "Barın Aren Yücel" dediğinde söylediği ismin altında ezildiğimi hissediyordum, onunla mı tanıştıracaklar beni?

 

"Onunla nerden tanışıyorum?" diye sordum sorgulayıcı bir ifade ile direkt olarak odağım babamın gözleri olmuştu.

 

"Bilirsin tilkiler avını kaybetmemek için her zaman kümesin önünde durur, fakat diğer avcı her zaman ondan önce kopar." Yaptığı edebiyatı gram anlamadan boş bir şekilde gözlerine bakmaya devam ediyordum, ne demişti şimdi? "Onunla bir gelecek kurmanı istiyorum." Sesinde ciddi bir ifade vardı, ben onun ciddi olmasını istemeyecek kadar huzursuz olmuştum.

 

Derin bir nefes alıp babama baktım, alayla gülümsediğim sırada o bana çok ciddi bakıyordu. "Kaç tane çocuk yapacağımız üzerine de düşündün mü baba?" dediğimde bunu gerçekten düşünmeye başladı, bir kaç saniye sustuktan sonra tekrar konuşmaya başladı.

 

"Bunu evlendiğinizde konuşuruz." dediğinde pes artık dermiş gibi ona bakıyordum, ne evlenmesi? Barın Aren Yücel demek ha, ego makinesi o ve ben asla bir olamazdık. Aynı mahallede, aynı sokakta, hatta aynı okulda okuyorduk. Her gün yanından geçer ve gözlerinin içine bakardım, oysa soğuk bakışlarını sürekli benim tenime batırırdı. Asla konuşmazdı benimle, adımı bile bilmezdi. Bir kez arkadaşlarına benden "Sokak çocuğu" olarak bahsettiğini duymuştum. Ondan sonra herkes bana böyle seslendi, onun sayesinde bütün okul tarafından zorbalığa uğramıştım. Sorun yoktu, hallederim dedim hep kendime fakat ortada büyük bir sorun vardı. Beni zorbalığa uğratan çocuklar her geçen gün daha fazla abartıyordu, haber sitelerine kadar sızmışlardı.

 

Bu durum ailemin kulağına gittiğinde bana kızmışlar, bir süre bu durumu yüzüme vurmuşlardı. Kimseye güvenmemem gerektiği konusunda beni uyarmışlar, birine bir şey anlatmamam konusunda beni iyice tembihlemişlerdi. Ortada duran tek sorun benim kimseye hiçbir şey anlatmamam, kimse bilmiyordu bunu ama o nereden öğrenmişti? Hiçbir fikrim yoktu, öğrenmek de istemiyordum.

 

Sonra bir gün, benimle beraber yürümüştü Barın Aren Yücel. Hiç konuşmadan, sadece onunla ben konuşmuştum. "Ne istiyorsun?" demiştim, cevap yok. "Neden burdasın?" demiştim, cevap yok. Sorduğum hiçbir şeye cevap gelmemişti, fakat ondan sonra herkes benimle uğraşmayı bırakmıştı. Yüzüme bile bakmayan biriyle bir samimiyet kurmak istemiyordum, hayır gerçekten istemiyorum. Her gün onun soğuk ve düz bakışları altında ezilmek benim için tam bir işkence haline gelmişti, bunu anlatmak ise zordu çünkü bazen benim hoşuma gidiyordu.

 

Masadan kalktığımda, "Ben okula gidiyorum." dedim hafifçe tebessüm ederek, böyle yapmam gerekiyordu. Babamı öptüm ilk önce, daha sonra annemi, sahte hayatımın sahte anları... Dışarıda beni bekleyen şoföre ters bir bakış fırlattım, her zaman orada beni beklemek zorunda mıydı? Ona ters olan yöne yöneldiğim sırada beni kolumdan tutmuştu, "Küçük hanım, arabaya." demişti tehdit dolu bakışlarla. Siyahlar içine bürünmüş, kalın kaşlarını hafifçe çatmıştı.

 

"Bugün yürümek istiyorum." diye fısıldadım, beni duymasına rağmen yerinden hareket etmedi. Büyük bir nefes verdiğimde gözlerimi de aynı zamanda devirmeyi başarmıştım, ondan önce ayaklarımı yere vura vura arbaya kadar yürüyüp ondan önce bindim. Onun haberi yoktu ama ona trip atıyordum, bunu her gün yaptığım için sanırım bana alışmıştı. Beni takıyor gibi bir hali yoktu, hep de böyle davranıyordu. Onu umursamadım.

 

Arsuh okullarında okuyordum, Türkiye'nin en iyi okulları olduğu söyleniyordu. Bir sürü ülkede okulları vardı, her sene iyi çıkan beş öğrenciyi kendileri yetiştirmek için İtalya'da olan okula gönderirlerdi. Ben ise son sınıfta okuyordum ve şuan okulun birincisiydim, sene sonunda bende gidecektim büyük ihtimalle. Orada okumak gibi bir niyetim hiçbir zaman olmadı, ailem için iyi bir evlat olmak zorundaydım her konuda en iyisi olmam gerekiyordu. Üstelik derslerde hiç alakam olmamasına rağmen, bundan nefret ediyorum fakat itiraz etmeye hakkım bile yoktu. Aslında benim hayatımda yaşamaya bile hakkım olmayacak anlar vardı, ben ise buna rağmen nefes alıyordum.

 

Okula sonunda geldiğimde saçlarımı arkaya doğru savurdum, şoförün bir şey söylemesine fırsat vermeden direkt arabadan indim. Okulun bahçesinde duran insanların bakışları bende değildi, bende olmazdı hiçbir zaman. Beni merak ederler miydi bilmiyorum ama ben onları hiçbir zaman merak etmemiştim. Hepsinin zorbalıkları beni onlardan nefret etmeye itmişti, her seferinde onlardan nefret edecek bir şeyler yapıyorlardı. Okulun girişinde duran iki kişi dikkatimi çekmişti, Barın Aren Yücel ve onun en yakın arkadaşı Suhan Kadem. Benim ise bakışlarım yine Barın'ın üzerinde durmuştu, kahverengi gözleri benim üzerime değdiği anda içime bir elektrik yayıldı. Üzerinde her zaman olan okul forması vardı, dalgalı saçları özensiz bir şekilde dağınıktı. Kavisli burnu ona yakışıyor, her zaman ıslak görünen dudakları ise yine mükemmeldi.

 

Ona baktığımı fark ettiğinde, dudaklarını birbirine sertçe bastırdı. Soğuk bakışları benim üzerimden çekilecek gibi değildi, garip olmasına rağmen bu benim hoşuma gidiyordu. Yanından hemen geçip gittiğimde, çikolata kokan parfümün kokusu burnuma hafifçe değip ardından hemen kaybolmuştu. Güzel ve hoş bir koku, aynı zamanda çikolata almak istememe sebep olan...

 

Her zaman oturduğum yere geçtiğimde, Alya çok geçmeden gelmişti. Ona tatlı bir gülümseme göndererek, yanıma geçmesi için yer açtım. Sarı saçlarını bugün at kuyruğu şeklinde toplamıştı, yeşil gözleri ise her zaman olduğu gibi yine heyecan dolu bakıyordu. Neşeli bir kızdı Alya, hayata dair mutlu bir umut besleyenlerden. Dudaklarına pembe bir glos sürmüş olacak ki, parlıyordu. Yüzünde ise yine makyaj vardı, her zaman ki gibi. Makyaj yapmayı ve alışveriş merkezlerinde hayatını bitirmeyi çok severdi, beni de her zaman peşinden sürüklerdi.

 

"Herkes seni ve Barın'ı konuşuyor." dedi heyecanla, çantasını sıraya attı ve kocaman gözlerini açarak bana baktı. "Aranızda ne var?"

 

Bomboş Alya'ya baktım, ben ve Aren? Koca bir saçmalık. "Ne alaka?"

 

"İki saat bakıştığınızı söylüyorlar" dedi hızlı hızlı konuşarak, "aranızda çok güçlü bir çekim varmış."

 

Gülmeye başladım hemde kahkahalarla, koca bir saçmalığın arasına bizi tıkıştırmaya hiç gerek yoktu. "Neden gülüyorsun?" diye sordu anlamaz gözlerle bana bakarak, beni bazen anlamakta zorluk çekiyordu.

 

"Komik çünkü." dedim ona ters bir bakış atarak, ben ve Barın ha? Adımız bir kağıdın üzerinde yan yana bile gelmesi imkansız iki insan, Amara ve Barın imkansızlıklar için bir liste olsaydı, en başında olacak o iki insan. Babam da aramızda bir şeyler olmasını istiyordu, bu asla olmazdı. Benim adımı bile henüz bilmiyordu, sokak çocuğu diye arkamdan konuşan bir pislikti.

 

Bazı sözler vardır hayatın boyunca üzerine silinmez bir etki bırakır, ne kadar zaman geçerse geçsin asla unutmaz hep kalbinde bir yara olarak kalır. İşte böyle bir durumdu, asla unutamayacağım bir yara olarak kendini kalbime kazımış bir daha oradan silinmeyecekti. Görünmeyen yara izleri silinmez.

 

"Çok güzel olursunuz" dedi Alya, şuan kafasında ikimizi beraber hayal ettiğini görebiliyordum. Ama hayır olmazdı, asla ama asla. Kendimi bir imkansıza bağlamayacak, onun canımı yanmasına izin vermeyecektim.

 

"Sil aklından geçenleri." dedim sert bir sesle, bana bakıp yüzünü buruşturup omuz silkti.

 

"Akşam davete geliyor musun?" diye sorduğunda yüzümü asmıştım.

 

"Sence?"

 

"Geliyorsun" diyerek üzerime atladı, bu bakışları tanıyordum birazdan benden bir şeyler isteyecekti. Benden ayrıldığında gözlerime bakarak gülümsedi, "Ondan sonra bir parti var, gider miyiz?"

 

Hiç düşünmeden, "Hayır." dedim sakin bir ses tonuyla.

 

Suratını astığı anda bakışlarımı ondan ayırarak dışarıya çevirdim, bir ağacın altında oturan erkeğe gözlerim değdi. Eli cebinde, sert bakışları her zaman olduğu gibi suratında, Suhan'ı dinliyordu. Onun konuştuğunu çok az görmüştüm, her zaman yanında ki arkadaşları konuşur o dinlerdi. Dinlemeyi seviyor gibiydi, çünkü benim yanıma geldiğinde de hiç konuşmadan sadece beni dinlemişti. Bunun sebebi ne olabilirdi bilmiyorum, dilsiz değildi bildiğim kadarıyla çünkü az da olsa sesini duymuştum. Konuşmayı sevmiyordu. Sessiz biriydi, fakat her gün bir kızla takılırdı. Her akşam partiden partiye gider belkide oradan biriyle beraber olurdu, tuvalette yada orada bulunan bir odada. Onlar için hayat bu kadar basitti işte, önemsiz.

 

Bakışları bir anda benim olduğum pencereye takıldığında hızla Alya'ya baktım, beni görmesini istemiyordum. Sanki ona baktığımı hissetmiş gibi bakmıştı, aklına bile gelmeyecek biriyim oysa.

 

Sınıfa hoca girdiğinde tamamen kendimi susmaya mahkum etmiştim, ders notlarımı hızlıca çıkararak öğretmeni büyük bir dikkatle dinlemeye başladım. Söylediklerini teker teker not alıyor, bir şey kaçırmamaya dikkat ediyordum. Kırk dakikanın sonunda ders bitmiş kısa bir ara vermek üzere dışarıya çıkmıştık Alya dışarıya çıkarken bende kahve almak için kantine inmiştim. Kahvem hazırlanırken bende etrafıma bakmaya başladım, bir sırada okulun bütün popüler kızları ve erkekleri toplanmış gibiydi. Duru vardı, esmer bir kız herkesin peşinde koştuğu, yüzüne her gün erkekleri etkilemek için farklı farklı makyajlar yapan o kız. Barın ile bir şeyler konuşuyordu, lise hayatı boyunca hep Barın'a sulandığı için kimse bunu garip karşılamıyor, normal geliyordu.

 

Dudaklarımı fark etmeden ısırmıştım, gözlerim onların üzerinden gitmiyordu. Acaba Barın da ona karşı bir şeyler hissediyor muydu? Duru güzel bir kızdı, onu gören her erkek isterdi onu. Barın neden istemesin? Onu diğer erkeklerden ayıran hiçbir şey yoktu. Kahvemi alır almaz orayı terk ettim, daha fazla onları izlemek istemiyordum. Hoşuma gitmeyen şeyler vardı onlarda, bana rahatsızlık veren neydi anlamış değilim.

 

Alya'nın yanına gittiğimde bir bankta bir erkekle oturuyordu, bende hemen erkeğin yanına oturdum. Sarışın çocuğun mavi gözleri benim üzerimde durmuştu, "Selam" dediğinde onu duymazdan gelerek etrafıma bakındım. Herkes hava almak için dışarıya çıkmıştı, Suhan dışarıda bir kızla konuşuyordu, derin bir konuşma olmalıydı ki etrafında ki hiç kimseye bakmıyordu. Yanımızda oturan sarışın çocuk kalktığında Alya yanıma yanaştı, onun da dikkati Suhan'ın üzerine geçmişti.

 

"Şuna bak okulun prensi" dedi sertçe, "sikeyim."

 

Gülümsedim, Suhan'a karşı garip bir nefreti vardı asla çözemediğim. Umrumda bile değildi, anlatmak isteseydi anlatırdı zaten. "Burada ki herkes öyle davranıyor, sadece o değil." dedim kısa bir şekilde, bu sırada hala gözlerim Suhan'ın üzerineydi.

 

"Herkes öyle davranmıyor Amara, ben öyle davramıyor muyum?" dediğinde gülümsedim, kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Sende öyle davranmıyorsun, öyle davranmayan daha çok kişi var." Kendini bir şeylere ikna etmek ister gibi bir hali vardı. "Ayrıca" dedi "huh" diye bir ses çıkararak. "Ben o kızdan daha güzelim" dudaklarım kıvrıldı. "Sence kim daha güzel?"

 

"Tabiki sen." dedim hemen yanıt olarak, Alya hayatımda gördüğüm en güzel kızlardan biriydi. Hatta okulda bir sıralamaya girecekse kesinlikle birinci çıkardı, onun güzelliği karşısında kimse hiçbir söz söyleyemezdi. Çünkü gerçek şuydu; güzeldi.

 

"Gerçek fikrini söyle."

 

Huzursuzca yerimden kıpırdandım, "Benim yalan söylediğimi ne zaman gördün?" dedim hızlı bir nefes alarak. "Daha güzelsin Alya, hatta çok daha güzelsin."

 

"Neden bana öyle gelmiyor o zaman?" Bir kedi yavrusu kadar masum bakıyordu bana, yeşil gözleri çok güzeldi.

 

"Salaklar her zaman yanlış olan şeyi doğru sayar." dedim gülümseyerek gözlerine baktım.

 

"Bana salak dedin!" dediğinde sesi sert çıkmıştı, fakat alınmadığını biliyordum.

 

"Dedim." dedim onu onaylayarak.

 

"Sende salaksın."

 

"Bunu sebebi ne?" diye sordum, kaşlarım istemsizce havaya kalktı.

 

"Önünde ki manzarayı görmüyorsun da ondan?" dediğinde kimi kast ettiğini anladım, fakat bir tepki vermedim. Ne zamandan beri insanların tepkilerini bu kadar çekmeyi başardık anlamış değildim. "Seninki geldi." dedi koluma vurarak.

 

Hemen bakışlarımı önüme çevirdiğimde dışarı çıkan Barın'la gözlerimiz kesişti, sert ve soğuk bakışları hala yerli yerinde duruyordu. İnsanlara karşı neden böyleydi? Samimiyetten uzak biriydi, onda samimiyet görmek imkansızdı. Eli her zaman olduğu gibi yine cebinde, Suhan'ın yanına yürüyordu. Benden gözlerini ayırmadan. Belkide sadece ben üzerime alınıyordum, bana hiç bakmıyor da olabilirdi. Oysa içimde bir ses deli gibi haykırıyordu, fakat ne dediğini çözmüş değildim oda benim gibi ikilemde kalmıştı.

 

"Benimki değil." dedim kaşlarımı çatarak, o herkes ve herşey olabilir ama asla benim olamazdı. Ayrı dünyalar, farklı hayatlar...

 

"Seninki." dediğinde ona cevap verme zahmetine katlanmadım, konuşup konuşup sonunda susardı illa. hem benim hemde Alya'nın telefonu titrediğinde ikimize de okul gurubundan bir bildirim geldiğini hemen anlamıştık, telefonunu çıkarıp baktığında hızlıca gülümsedi. "Bir ders daha yapacağız sonra ki dersler yok." Buna bu kadar mutlu olduğuna inanamıyorum, okul dışında evde ne yapabilirim ki? Akşama kadar annemin çenesini dinlemektense okulda matematik problemi çözmeyi tercih ederim, üstelik ikisinden de nefret etmeme rağmen. "Eve gidecek misin?"

 

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım, "Kütüphane de kalırım büyük ihtimalle."

 

"İnek misin kızım sen? Dersler iptal edilmiş sen kütüphane diyorsun, pes artık." diye sızlanmaya başlamıştı bile, fakat başka yapacak bir şey yoktu. Üstelik şoförü de aramak istemiyordum, beni almasından nefret ediyordum. Bir kaç saat okulda takılıp, daha sonra eve müzik dinleyip yürüyerek gidebilirim. Zil çaldığında ayağa kalkarak kendimle beraber Alya'yı peşime taktım, beraber sınıfa doğru gidiyorduk. "Yani sende ki bu ders çalışma hevesini anlamıyorum, okul birincisi sensin zaten. Ne olur bir ara versen?" Alya hala konuşuyordu, fakat onu dinlemektense başımı aşağıya doğru indirmiş yeri inceliyordum, her an birine çarpma ihtimalim vardı.

"Alya, biraz susmayı dener misin?" diye sordum yeri hala incelerken.

 

"Bana çok konuştuğumu mu söylüyorsun? Bu arada bence çok konuşmuyorum, herkes öyle söylüyor ama hayır. Mesela..." Başlamıştı gene onu dinlemeyi reddettim, yerdeki çizgilerle konuşmaya başlamaştım. "Seninki geliyor." diyen Alya'yı duyduğumda bir kaç saniye bir tepki vermeden bekledim, daha sonra başımı hızla kaldırdığımda birine çarpmış olmalıydım ki dengemi kaybedip düşmek üzereydim. Burnuma gelen çikolata kokusu, beni derinlere iterken yeri boylamak üzereydim. Fakat buna izin vermeden beni belimden yakaladı, hızla yukarı çektiğinde gözlerim ilk defa ona bu kadar yakındı.

 

Barın Aren Yücel.

 

İlk defa bu kadar yakındık, kalbim öyle hızlı atıyordu ki bir an bunu duymasından korkup nefesimi sıkıca tuttum. Dudakları yana doğru kıvrıldı, beni nazik bir şekilde bıraktı. Benim gözlerim hala onun üzerinden ayrılmamış, şaşkınlıkla ona bakıyordum.

 

"Dikkat et" dedi, benimle ilk defa konuşarak. Sesi, sesi çok hoştu. Yanımdan geçip gittiğinde herkesin bana baktığını o an fark etmiştim, herkes şaşkınlıkla bana ve yanımdan geçen Barın'a bakıyordu. Alya, yanıma gelerek sertçe koluma vurdu.

 

"Çok güzeldiniz." dedi gözlerini kocaman açarak, ona göz devirdim. Onun yüzünden olmuştu ne olduysa, buna rağmen nasıl hala hiçbir şey olmamış gibi gelebilirdi? Hızla yanından geçip gittim, oda heyecanla peşimden geldiğinde hala konuşuyordu. "Siz olun ya ne olur." Derin bir nefes aldım.

 

Dişlerimin arasından, "Alya kes sesini." diye tısladım, beni gördüğünde gülerek susmayı denedi, arada güler gibi oluyordu ama kendini tutuyordu. Nihayet hoca sınıfa girdiğinde, kafamı sıraya koyarak uyumayı denedim, insanların garip bakışlarına maruz kalmaktansa uyumayı tercih ederdim.

 

Bir...

 

Hayır, hiçbir şey düşünmüyorum.

 

İki...

 

Benimle ilk kez konuşmuştu? İlk kez...

 

Üç...

 

Acaba ne hissetti? O da benim kadar heyecanlanmış olabilir miydi? Kalp sesimi duymuş olamazdı değil mi? Ama çok hızlı attı, ya duymuşsa?

 

Dört...

 

Ben neden bu adamı düşünüyorum? Kendine gel Amara, nefes al ve dersleri düşün. Bir program kur kafanda... Ya benim hakkımda kötü düşünüyorsa? Yapamıyorum işte onu düşünmeden edemiyorum, olmuyordu. Beynimi ele geçirmiş gibiydi, kalbimi de ele geçirmiş olabilirdi çünkü hala heyecanla atıyordu. Bana dokunmuştu, hiç kimseyle konuşmayan kişi ilk kez benimle konuştu. Hayır Amara, düşünme.

 

Sonunda zil çalmıştı, herkes çıktığında bende elime bir kitap alarak kapalı spor salonuna doğru yürümeye başladım. Şimdi orada kimse yoktur, kütüphanede ki garip bakışları üzerime alacağıma orada kitap okurum daha iyiydi. Elimde ki kitabı sıkıca tutarak, salonun kapısını yavaşça açtım. Bir koltuğun üzerine atlayarak, kitabımı açıp okumaya başladım. Düşüncelerimi bir kenara bırakmış kitabı okumaya dalmıştım, kaç dakika geçtiğinin farkında bile değildim. Bir ses beni kendime getirmişti.

 

"Amara Soner." Bakışlarım hızla adımı söyleyen kişiye döndü, Barın Aren Yücel. "Ne yapıyorsun burada?"Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, garip garip ona bakıyordum. Barın benimle mi konuşuyordu? Ben ölecek miyim ya? Dudakları yana doğru kıvrıldı usulca, "Beni her gördüğünde dilin tutulacaksa işimiz var seninle." Daha fazla garip bakmaya başladım, dilim mi tutuldu.

 

Kendime geldiğimde dudaklarımı birbirine bastırdım, elimde sıkıca tuttuğum kitabı kaldırdım ona göstererek "Kitap okuyorum." dediğimde sesim oldukça kısık çıkmıştı, fakat beni duyduğunu biliyordum.

 

Kaşları havalandı, "Burada mı?" diye sordu sorgulayıcı bir ifade ile.

 

"Burada." diye cevapladım onu.

 

"Güzel" dediğinde dili hafifçe dudaklarının üzerinde gezindi. "Şimdi git." Sanırım beni kovuyor.

 

Kaşlarımı çatarak ona baktım, "Gitmiyorum" dedim sertçe "ayrıca burası kamuya açık bir yer beni kovamazsın."

 

Dudakları usulca yana doğru kırıldı, "Benim okulum, benim salonum, benim koltuğum." dedi teker teker üzerine basarak, sert bakışları hala yerli yerinde duruyordu. Onun okulu olabilirdi ama bende burada okuyan bir öğrenci olduğuma göre burada kalabilirim.

 

"Senin değil babanın." dedim onu düzelterek, "Üstelik ben bu okulun bir öğrencisiyim, istediğim gibi burada kalabilirim."

 

"Öyle kalabilirsin." dedi sonunda ikna olmuş bir sesle, yanımdan hızla ayrılıp geçtiğinde yerden bir basketbol topu alıp sahaya doğru yürümeye başladı. Basketbol mu oynayacaktı? Elimde ki kitabı koltuğa atarak, dikkatle onu izlemeye başladım. Basket oynamaya başladığında, gözlerimle sürekli hareketlerini takip ediyordum. Bana hiç bakmadan oynuyor, her attığı top potaya giriyordu. Bana mı şov yapıyordu yoksa oynamayı mı seviyordu. Garip bir şekilde onu izlemek hoşuma gitmişti, kahve rengi gözleri benim üzerime değiyordu arada fakat değdiği gibi anında çekiliyordu.

 

Aklıma takılan başka bir soru vardı, benim adımı biliyordu. İsmimi bildiğini bilmiyordum, nedense çok mutlu olmuştum. Bir süre daha onu izlemeye daldığımda on dakika geçmişti, sonunda oynamayı bırakıp tekrar yanıma gelmişti. "İşin yok mu senin ben dışında?" derin bir soğukluk içinde söylediği şeyi algılamam biraz zaman alsa da kendime gelebilmiştim.

 

Derin bir nefes aldım, "Sen kendini neden bu kadar göklerde görüyorsun ya?" diye sordum sinirle. "Benim işim neden sen olsun?"

 

"Gülümseyerek beni izliyorsun, okula girer girmez gözlerin üzerimde, her yerde beni arıyorsun, insanlara beni soruyorsun, bana çarpıyorsun." dediğinde utançtan pespembe olmuştum, ne diyordu bu? Kendini bazı yalanlara inandırıyordu, böyle düşünüyor olamazdı. Hayır, hayır, hayır.

 

Parmağımı ona doğru tuttum, sert bir sesle. "Seni gülümseyerek izlemedim, okula girer girmez sana bakmıyorum, sen kimsin de her yerde seni arayayım? Ayrıca seni kimseye sormadım ve sana yalnışlıkla çarptım." dedim büyük bir sinirle, gözleri parmağımda durduğunda yüzünde eğleniyormuş gibi bir ifade vardı. Havada duran ellerimi tutugunda, beni kendisine doğru sertçe çekmişti. Bir eli belimi bulduğunda, başım göğsüne çarpmıştı. "Ne yapıyorsun?" diye sordum şaşkınlıka. Kalbim tekrar hızla atmaya başlarken, kendimi ondan çekmeye çalıştım fakat buna izin vermedi. Gözlerimin içine baktı. Kahverengi gözleri, gözlerimle buluştuğunda, içimde bir yangın yandı derin bir heyecan verdi kalbime.

 

Bir parmağı saçlarımda gezindi, "Ne yapmaya çalışıyorsun anlamıyorum ama çözeceğim." dedi parmakları durdu,eli belimden çekildi. Beni bıraktıktan sonra arkasına dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Arkasından şaşkınlıkla bakıyordum, ne yapmıştı şimdi? Hiçbir şey anlamış değilim, biraz daha böyle davranmaya devam ederse delirmiş bir benle tanışacak. Sesli bir nefes verdim, rahatlamış bir şekilde. Telefonumu çıkarıp şoförü aradım, beni almasını isteyip dışarıya çıkarak onu beklemeye başladım.

 

Aklımda binlerce soru vardı, bu soruların cevabını verecek tek kişi ise Barın'dı. O kadar anlamaz bir dilde konuşmuştu ki, şaşkınlık içindeydim. Az önce ne olmuştu? Bana dokunmuş, benimle konuşmuştu, ilk defa. Gözleri gözlerime bu kadar yakınken, nasıl olurda düşünmeyi bırakabilmiştim anlamış değilim.

 

Bir kaç dakika sonra araba geldiğinde direkt olarak arka koltuğuna attım kendimi, eve gidene kadar aklımda bir sürü düşünceye esir oldum. Gözlerim dışarıda dolanıyordu, hep böyleydi insanları izlemek hoşuma gidiyordu.

 

Biraz sonra eve geldiğimde annem beni bekliyordu, kuaförü eve çağırmış kendi saçını yaptırıyordu. Benimde saçımı yapmaya başladıklarında sadece maşa istemiştim, annem de beni onaylamıştı. Maşa bittikten sonra odama gelmiş üzerime annemin davet için aldığı elbiseyi giyinmiştim, yırtmacı olan siyah elbise gayet şık ve güzel görünüyordu. Derin bir nefes aldım, makyaj malzemelerini alarak annemin yanına indim tekrardan. Bana makyajımı o yapacaktı, her zaman o yapardı.

 

"Amara" dedi, gülümseyerek. Yanına gittiğimde, oturdum ve makyajı hemen bitirmesi için içimden binlerce dua ettim. "Bugün senin için önemli bir gün, Barın Aren Yücel'in gönlünü kazanman gerekiyor." Bugün biraz daha bu ismi duyarsam kendimi şu pencereden atardım, yeter artık!

 

"Ya beni istemezse?" diye bir soru yönelttim, bunu düşünmek bile istemiyor gibiydi.

 

"Öyle bir şey olamaz, seni isteyecek." dedi net bir sesle ama ya istemezse? Ailemde mantık yoktu, istemezse ayakkabısı ile evleniriz artık, onun beni reddetme gibi bir şansı yok. kendi kendime bir kahkaha attım. Annem garip bir bakış attı bana, "Neye güldün?*" diye sorduğunda tek kaşı havaya kalkmıştı.

 

"Hiç..."

 

Makyajım sonunda bittiğinde ayağa kalkarak binlerce dua ettim Allah'a, biraz daha dua etsem acaba kendiliğinden hayat bana güler miydi?

 

"Birazdan çıkacağız" dedikten sonra annem yanımdan ayrıldı, bende telefonumu alarak Alya'ya mesaj attım.

 

Ben: Alya, davete gelir gelmez beni bul.

 

Alya: Tamam.

 

Telefonumu tekrardan çantama soktum, aynaya baktığımda makyajımı biraz daha hafifletmek için ufak dokunuşlar yaptım. Sonunda olduğunda gülümseyerek aynaya baktım, işte şimdi daha güzeldim. Mavi gözlerim her zamankinden daha fazla parlıyordu, bunda makyajın bir etkisi olmalıydı. Telefonumu alarak Instagram hesabıma girip, istek atanlara baktım.

 

Suhankadem seni takip etmek istiyor.

 

Kaşlarım havalandı, Suhan bana neden istek atıyordu? Nedense içimde bir sesin bu işin Barın'a dayanacağını söylüyordu, sırf bu yüzden isteği ne sildim nede kabul ettim. Öylece durdu. Hesaptan tekrar çıkıp telefonu kapattım, derin bir nefes alıp annemi bulmak için odadan çıktım. Aşağıya indiğimde neredeyse akşam oluyordu, bu trafikte şimdi çıkarsak eğer çok geç olmadan yetiştirdik davete. Babam benim de indiğimi görünce direkt arabaya geçmemi söyledi, onun dediğini yaparak şoförün sürdüğü başka bir arabaya bindim. Annem de hemen yanımıza bindiğinde, babam karşımıza geçmeyi tercih etmişti. Babam annem ile sohbet etmeye başladığında, bende camdan dışarıyı izlemeye daldım.

 

Bir saat sonra davet alanına gelmiştik, salon bir sürü davetli ile doluydu. Babam ise beni yanından bile ayırmadan, Barın için an kolluyordu. Onu aslında çok önceden bir masada görmüştüm, fakat bunu tabiki babama söylememiştim. Kot bir pantolon ve üzerine beyaz bir tişört giymişti, deri ceketini de üzerine aldığında her zaman ki gibi yine kusursuz görünüyordu.

 

Kusursuz ve mükemmel.

 

Babam heyecanla koluma girdiğinde Barın'ı gördüğünü tahmin edebilimiştim çünkü onun olduğu yere doğru yürüyorduk. Babam yerine utanmaya başlamıştım bile, hayır onun yanına gitmeyi istemiyorum. Bunu ona söylemedim, kafamı Barın dışında her yere çeviriyor onu görmemek için ekstra bir çaba sarf ediyordum. Onunla göz göze gelmek istemiyordum, aslında tamamen onu istemiyorum. Masaya gelmiştik. Babam Barın'ın babasıyla el sıkıştıktan sonra beni onlara takdim etti, babası gülümseyerek benimle tanıştığında bende ona gülümsedim. Gözlerim Barın'a döndüğünde ise kalbim korku dolu bir hal almıştı, bunu hissediyorum.

 

"Amara." dedi ismimi söyleyerek, elini uzattı. "Tanışalım o zaman Barın Aren Yücel." İlk defa kendi ismini onun sesinden duyuyordum. Bir eline birde yüzüne garip garip baktım, aklıma babamın da burada olduğu gelince mecburen elini sıktım.

 

Bugün ismimi iki defa söylemişti.

 

Babalarımız yanımızdan ayrıldığında ikimiz masada tek başımıza kalmıştık, bunu babam bilerek yapmıştı. Barın'ın babasına seni tanıştırmak istediğim biri var diyerek onu buradan uzaklaştırmış böylece ikimizi yalnız bırakmayı hedeflemişti. Başarılı olmuştu da.

 

"Yine sen" dedi Barın gözlerimin içine sert bir şekilde bakarak, soğuk bakışlarının beni korkuttuğunu mu düşünüyordu?

 

"Ve sen." dedim hafif alayla. "Beni takip ettiğini düşüneceğim artık"

 

Kaşları alayla havalandı, "Ben birini takip etme zahmetine girmem" dedi bana kendini tanıtarak.

 

"Bu beni ilgilendirmez" dedim onun gibi sertçe, aslında ilgilendiriyor olabilirdi.

 

"Ne yapmamı bekliyorsun?" dedi ters ters, "Alkışlamamı istiyorsan bunun için oldukça büyüdün." Bu adam neden her defasında bana laf sokuyordu!

 

"Anlaşılan sen hala çocuksun." dedim alaylı tavrımdan ödün vermeden, gözlerine baktım. Sert ve soğuk bakışları, kahverengi gözleri... Güzeldi, her anlamda.

 

"Yine mi yuttun dilini?" diye sordu, bir kaç dakika susmuştum fakat bu onu ilgilendirmezdi.

 

"Benim dilimden sanane?"

 

"Benim karşımda her defasında tutulduğuna göre bana aşıksın." Bir anda öksürmeye başladığımda boğazıma kaçan şeyden nefret ettim, fakat daha çok nefret ettiğim şey Barın'dı.

 

"Hayal dünyasında mı yaşıyorsun?" dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.

 

"Senin hayal dünyanda yaşıyorum" dediğinde kendine gayet güven veren bir sesi vardı, her defasında beni lafın ortasında bırakıp işin içinden sıyrılmayı nasıl beceriyor peki? "Tahmin ediyorum oradaki en yakışıklı kişi de benim."

 

Gülümsedim, "Hayal dünyamda maymunları hayal ediyorum, kendini bir maymun olarak hayal etsene." Yüzünü buruşturup omuz silkti.

 

"Yakışıklı olduğumu kabul et baş belası" baş belası.

 

"Değilsin." dedim gülümseyerek, bir yudum şarap aldım.

 

"Ama sen çok güzelsin." Kahretsin şarabım yine boğazımda kaldı, Barın ise bana gülerek bakıyordu. Yanımdan geçip gittiğinde arkasından boş bir bakış attım.

 

Bu sırada sarı mini elbisesiyle yanıma Alya geliyordu, sırıtarak. Muhtemelen beni ve Barın'ı görmüştü.

 

"Uzaktan daha güzelsiniz." dediğinde nefesimi sıkıca tuttum, artık bir şey duymak istemiyorum. Hatta kendimi öldürmek istiyorum, hemde şuan. Barın'ın yanında oldukça rezil olmuştum.

 

"Alya sus." diyebildim sadece.

 

Omuz silkti, "Nasıl istersen." Etrafına baktığında, "Bizim okulda ki hiçbir ucube buraya gelmemiş" gülmeye başladım. "Muhtemelen partiye gittiler."

 

"Ne partisi?" diye sordum meraklı bir ifadeyle.

 

"İşte Suhan'ın evinde" dedi kendi kendine konuşur gibi, "o ucubeyi de hiç sevmiyorum." Bir ucube olamayacak kadar yakışıklı biriydi fakat bunu Alya'ya söylemedim.

 

"Orada olmak ister miydin?" dedim ani bir soruyla, belkide beraber gidebilirdik. Hem bize de eğlence çıkardı, öyle değil mi?

 

"İsterdim ama seninle beraber." diyen Alya'ya çok güzel bir haberim vardı.

 

"Gidelim o zaman."

 

"Ne!" diye ani bir sevinç gösteren Alya'ya salondan ki herkes baktı, herkese sorun yok der gibi gülümsedikten sonra Alya'yı cimcikledim. Her zaman dikkat çekmeyi başarıyordu.

 

"Hadi gidelim." dedim kolundan tutup sürüklercesine, bu sırada babama bir mesaj attım.

 

Acil bir işim çıktı, yarın konuşuruz. Özür dilerim.

 

Telefonumu çantama atarak Alya'nın son model Mercedesine atladım, son gazda çalıştırması ise ayrı bir heyecan vermişti. Hayatta eğlenmek için her zaman bir şeyler bulmalı insan, yoksa acılar sizi bulur ve kemirirdi. Bunu öğreneli baya zaman olmuştu, bu yüzden her olaya sakin ve soğukkanlı bir şekilde yaklaşıyordum.

 

Her zaman değil.

 

Bölüm sonu

Loading...
0%