Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 2: Beni aşka inandır

@ugur.q0

Instagram; ugur_q0

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, yorumlarınız ve oylarınız yazmam için beni motive ediyor. Teşekkürler.

 

Bölüm 2 "Beni aşka inandır"

 

Şimdi bana öyle bir şeyler

Söyle ki durup dururken

Tam hayattan vazgeçerken

Beni aşka inandır.

 

İyi veya kötü bir şeyi sınıflandırmak zordu. Bana iyi gelen bir şey karşımda ki insana kötü gelebilirdi, bana kötü gelen bir şey de ona iyi gelebilirdi. Düşünceler geçici olduğu için bazen hiç düşünmemeyi tercih ediyordum, inandığım şeyler bazen can yakıcı olabiliyordu.

 

Düşünceler insanları öldürür.

 

Hayatım boyunca gerçekten inandığım bir cümle olmuştu, buna rağmen düşünmekten kendimi geri alamıyorum.

 

Düşünceler insanlara doğru yolu gösteren bir haritadır.

 

Bu da inandığım bir diğer şeydi.

 

Bazen inandığımız ve yaptığımız şeyler birbirinden çok farklıdır, sana bir şey doğru geliyor ama sen yanlış olanı yapıyorsun. O an böyle olmasını istedin ve oldu, bu kadar basitti işte. Şuan ise bir partide Alya ile beraber dans ediyordum, içkiyi biraz fazla kaçırmış olmalıydım. Aksi takdirde bunun başka bir açıklaması olamazdı, çünkü denize atlamak isteyecek kadar kafam güzeldi. Çalan şarkının ne olduğunu bilmez bir şekilde, Alya'nın elini tutmuş çılgınlar gibi dans ediyorduk.

 

İçimde bir şeylerin kaynadığını ve kendimi havalarda hissediyordum, sarhoş olmuştum. Masanın üzerine çıktığımda bütün gözlerin bende olduğunu biliyordum ama buna rağmen dans etmeye devam ettim. Çalan şarkıya göre ritim tutup dans ediyor, kalçalarımı ritme göre oynatıyordum. O an en sevdiğim şarkının melodisi geldi kulaklarıma; Kolpa- beni aşka inandır.

 

Bir zamanlar ne kadar fazla severdim, şimdi ise sözlerini bile hatırlamayacak kadar kafam güzeldi.

 

Şimdi bana öyle bir şeyler

Söyle ki durup dururken

Tam hayattan vazgeçerken

Beni aşka inandır

 

Bu sefer şarkıyı da söylüyordum, "Beni aşka inandır." diye bağırdığım sırada elimi birinin tuttuğunu hissettim, aşağıya baktığımda onu gördüm. Barın Aren Yücel. Onun burada olmasının sebebi neydi, davette olması gerekmiyor muydu?

 

Düz bakışları benim üzerimde sertçe gezinirken, dudaklarımı birbirine bastırdım. Elini bana doğru uzatıp, "Sarhoş olmuşsun, buraya gel baş belası." diyerek beni masadan aldı, masadan yere indirdiğinde elleri belimde duruyordu. Gözlerine bakıp sertçe yutkundum, kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp kendimi şarkının melodisine bıraktım.

 

Of yine of

Bir daha of

Az daha dayan

Son bir dilek alacağım var

Kayıp giden yıldızlardan

 

Dans etmeye devam ediyordum, ellerim istemsizce havaya kalkıyor, bedenim kendini sağa sola doğru kıvırıyordu. Barın, eliyle beni dengede tuttuğunda onun elini tutarak dans edip şarkıya eşlik ediyordum. "Çok güzel şarkı." diye mırıldandım. Kalın kaşları beni seyrediyor, gözlerinde telaşlı bir ifadeyle beni izliyordu, yüzünde aynı zamanda bir tebessüm de vardı.

 

Of yine of

Bir daha kim duyar sesini

Ya bu kader baştan yazılsın

Ya da hayatın ta kendisi

Nasıl silinir ben bilemedim

Yüzünden yaşam izleri

 

Şarkıyla beraber bağırdım, "Şimdi bana öyle bir şeyler söyle ki durup dururken, tam hayattan vazgeçerken, beni aşka inandır." Yüksek sesimle şarkının nakaratlarına eşlik ettim, bir kez daha. "Beni aşka inandır."

 

Barın, bir eliyle önüme doğru gelen saçlarımı kulağımın arasına sıkıştırdı,

diğer eli belimi buldu, dudakları kulağıma doğru geldi. Kalbim göğüs kafesimden çıkmak için debelenirken, ellerim heyecandan titriyordu. O an iki kelime fısıldadı, asla unutamayacağım iki kelime. "Sana aşığım."

 

Sarhoş olmama rağmen şaşkınla durmuş, kocaman açtığım gözlerimle yüzüne bakıyorum. Sana aşığım, sana aşığım, sana aşığım. Yanlış mı duydum? Yoksa kafam mı çok güzeldi?

 

"Bana aşıksın." dedim sorgularcasına yüzüne baktığımda, bana cevap vermedi. Dudaklarım yana doğru büyük bir hızla kıvrıldı, bana aşıkmış.

 

Yaz bunu beynim, bir daha asla unutmamak üzere kalbine yaz bunu.

 

💘

 

Sabah uyandığımda kafam davul gibiydi, içinde sanki horozlar halay çekiyordu, böyle bir ağrıyı hayatımda ilk kez çekiyordum. Öyle bir ağrıyordu ki, filimlerde gördüğüm kadınların kafasına sardıkları o ipi bende yapmaya çalışmış fakat başarılı olamamıştım. Başarılı olmadığım için kendime kızmış, mutfakta bulduğum ilk ağrı kesiciyi içmiştim. Bana ne olmuştu böyle? Üstelik hiçbir şey hatırlamıyorum, dün bana o partide her ne verdilerse kendimi unuttum. Oraya ait hiçbir anı yoktu aklımda, en son içki içtiğimi hatırlıyorum.

 

Bir ağrı kesici daha içip kahvaltıya indim, annem ve babam masada oturuyorlardı. Babam beni gördüğünde ne soracağını tahmin etmek zor değildi, dün nereye kaybolduğumu merak ediyordu. Kalın kaşları hızla çatılırken, sesli bir nefes verdim. "Dün neden kayboldun bir anda?" İşte beklediğim soru.

 

Ona vermek istediğim bir sürü cevap vardı; canım öyle istedi, boğuldum, sıkıldım, kendi yaşıtlarımla takılmak istedim gibi...

 

Gözlerine baktığımda hala çatık kaşlarla benden bir cevap beklediğini gördüm. "Barın, bir partiye davet etti beni." dediğim anda gözleri parladı, yüzündeki sert ifade birden kaybolmuştu. "Bende onunla beraber gittim, partide olan herkes bizim okulda okuyan kişilerdi."

 

Memnun bir ifadeyle başını aşağı yukarı salladı, "Buna sevindim." diyebildi sadece. Gerçek değildi, partide o yoktu bile ama bunu babamın bilmesine gerek de yoktu. Ondan kurtulmak için böyle bir yalan uydurmak istemezdim, fakat artık gerçekten boğulmaya başlıyor, kendimi kurtarmak için tek bir yol arayamıyorum.

 

Yemeğimi yemeye devam ederken, telefonuma bir mesaj geldi.

 

Alya: Bugün kesin buluşmamız gerekiyor.

 

Yazmıştı, ne olmuştu ki?

 

Ben: Ne oldu?

 

Alya: yüz yüze sana göstermem gereken bir şey var.

 

Ben: Nerede buluşalım?

 

Alya: Her zaman ki kafede.

 

Telefonunu şortumun cebine sıkıştırdım, masadan kalkarak anne ve babama baktım. "Benim gitmem gerekiyor, sonra görüşürüz." dedikten sonra hızlıca onların yanından ayrıldım.

 

Montumu giyerek, dışarıya çıkıp derin bir nefes aldım. Bugün şoför ile gitmem gerekmiyordu, sırf bu yüzden hafta sonlarını çok seviyor, gelmesi için an kolluyordum. Hem okul olmadığı için hem de istediğim yere gidebildiğim için. Bir taksiye atlayıp her zaman ki kafenin adresini verdim, taksi oraya sürerken bende pencereden dışarıyı izlemeye daldım.

 

Dün ne olmuştu bilmiyorum ama iyi şeyler olmadığını biliyordum, umarım okulda ki öğrenciler ile başımı belaya sokmak gibi bir hata yapmamışımdır. Bunu istemediğim gibi onlarla bir temas, tek bir diyalog bile kurmak istemiyordum. Öyle bir şey yaptıysam hayatı bana zehir ederlerdi, bunu biliyordum. Onlardan hiçbir zaman korkmadım, benimle uğraşırlarsa onlarla uğraşırım. Ama başımda ailem varken, bir de onlarla uğraşmak zor gelirdi.

 

Taksicinin, "Geldik." demesiyle bakışlarım onu buldu, ücretini ödeyerek taksiden inip kafeye girdim. Alya, bizim masamızda oturmuş beni bekliyordu. Gözleri benimle kesiştiğinde, elini salladı. Sarı saçlarını bu sefer açık bırakmıştı, yeşil gözleri ise yine capcanlı bakıyordu. Nasıl bu kadar enerjik biri olabiliyordu asla anlamış değildim ama ona hayran kalmamak elde değildi. Yanına gidip oturduğumda gülümseyerek bana baktı, dün kesinlikle bir şeyler olmuştu artık bundan emindim. Aksi bir durumda Alya bana böyle sinsi bakışlar atmazdı.

 

Direkt konuya dan diye girdim, "Dün gece ne oldu?" dedim sesimde ki hafif telaş ifadesini saklama gereği duymadan. "Hiçbir şey hatırlamıyorum."

 

Şaşkınlıka bana baktı, "Hatırlamıyor musun?" Neden şaşırmıştı?

 

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım, "Hayır, eve nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Sen mi bıraktın beni?" İlk defa böyle bir şey oluyordu, ilk defa bu kadar dağılmıştım ve bunu bilerek yapmıştım. Ben hiçbir zaman bu kadar sorumsuz biri değildim, neden dün böyle bir şey yaptım hala anlam verebilmiş değilim.

 

"Seni dün gece eve Barın bıraktı." Ne? Barın ne alaka? Beni eve neden bıraktı? O partide oda mı vardı? Aklımda binlerce soruyla Alya'nın suratına bön bön bakıyordum.

 

"Ne?" dedim yüksek bir sesle, "Baştan anlatsana."

 

Derin bir nefes aldı, "Sen dün gece çok fazla içtin, sonra ikimiz çılgınlar gibi dans etmeye başladık. Ben senin kadar kötü halde değildim, fakat sen baya sarhoş olmuştun. Masaya çıkıp dans ettin, daha sonra Barın geldi, seni masadan indirdi gece boyunca seninle ilgilendi." dediğinde şaşkınlıkla ona bakıyordum, ben neden hiçbir şey hatırlamıyorum? Allah beni kahretsin! Barın benimle mi ilgilendi? Kimsenin yüzüne bakmayan Barın gece boyunca benimle mi ilgilendi. Büyük komedi.

 

"Hiçbir şey hatırlamıyorum." diye mırıldandım kısık bir sesle.

 

Sinsi bir gülümseme belirledi suratında, "Ne oldu?" diye sordum korku ve merak karışık bir sesle, başka bir şey yapmış olmayayım lütfen.

 

"Barın ile bir ara çok güzel görünüyordunuz, bende sizi videoya çektim." İyi bok yedin! Yüzümü buruşturup ayıplar bir şekilde ona baktım, böyle şeyleri neden yapıyordu. Ayıp denilen şey ona çok uzaktı. Telefonu çıkardı, videoyu açtı ve bana izletti. Ben sarhoş gibi dans ediyordum video da, Barın ise beni tutuyordu. Dengemi sağlamak için bende ona tutunuyor, şarkı söylüyordum delirmiş gibi bir halim vardı. Bu ben miydim? Bana çok benziyordu. Bir ara Barın benim belimden tutup kendisine yaklaştırıyor, kulağıma bir şeyler fısıldıyor benim gözlerim fal taşı gibi açılıyordu. Beni şaşırtan ne olabilirdi? Bana ne söylemiş olabilirdi? Sonra video bitiyordu.

 

Alya'ya baktım, "Seninle bir anlaşma yapacağız şimdi." dedim Alya'ya bakarak, utanç içindeydim.

 

Alya, "Ne anlaşması?" diye sordu merakla.

 

"Bir binanın en üst katına çıkacağım sende beni aşağı iticeksin." Gülmeye başladı, hemde kahkahalar eşliğinde. Ben çok ciddiyim, neden gülüyordu. Herkese rezil olmuştum, pazartesi günü okula nasıl gidecektim şimdi ben? Okulun birinci kızı gecelerde... Şuan bile konuşanları duyabiliyordum, acaba yavaş yavaş şizofren mi oluyorum? İnsanların benim hakkımda ortaya bir fol atıp, onu kendi aralarında büyütüp sonra yüzüme vurmalarından nefret ediyordum.

 

"Onu boşver de" dedi Alya düşünceli bir sesle. "Barın senden ne istiyor?"

 

Bunu bende merak ediyorum, bir iki gündür kendisiyle çok yakın olmuştuk. Beni eve kadar bırakmıştı sağ olsun, üstelik okulda ki herkesin best çifti olmuşuz haberimiz olmadan. Kendimi gerçektende şu pencereden atmak istiyorum! Onunla yakınlaşmak istediğim son şey bile değildi, neden böyle yapıyordu. Benden uzak durması gerekiyordu, artık buna bir son vermek gerekiyordu.

 

"Bilmiyorum" dedim sert bir sesle. "Bildiğim tek şey ondan nefret ettiğim." Önüme gelen saçlarımı kulağımın arasına sıkıştırdım, "Benden nefret ediyormuş gibi bakıyor ama iki gündür çok farklı davranıyor." diye mırıldandım. Dengesiz tavırları beni bende alıyordu, böyle davranmasına gerek yoktu.

 

"Seni seviyor" dediğinde gözlerimi devirdim, alayla gözlerine baktım.

 

"Beni de o gün köpekler kaçırdı."

 

Alamaz gözlerle bana baktı, "Ne alaka?"

 

"Evet işte ne alaka?" dedim aynı onun gibi, beni seviyormuş köpeklerin beni kaçırması daha inandırıcı geliyordu kulağa.

 

Sesli bir nefes verdim , korkuyla Alya'nın suratına baktım. "Acaba" diye mırıldandım, korktuğum o soruyu sorarak. "Benim üzerimden bir idiaya falan mı girdi?" Bunu korkarak sormuştum, eğer böyle bir şey varsa büyük yara alırdım.

 

Alya, başını iki yana salladı. "Barın öyle biri değil, asla yapmaz böyle bir şey, sevmez de." dediğinde kendinden emindi, bende olmak istiyorum ama söz konusu bendim ve benim olduğum bir şeyde her şey imkanlı bir hale geliyordu.

 

"Umarım dediğin gibidir." diye mırıldandım kısık bir sesle.

 

Alya, elimi tuttu. "Böyle bir şey yok, güven bana." dediğinde ona bir tebessüm gönderdim.

 

"İyiki varsın."

 

Gülümsedi, "sende."

 

... 

 

Barın Aren Yücel

2 ay önce...

 

Salonda ki koltukta her zaman oturduğum yere serilmiş, pişkin pişkin yatıyordum. Hemen yan tarafımda Suhan ve onun karşısında Selim vardı. Onları her ne kadar kovsam da gitmeyi düşünmüş bile değillerdi, mutfağı temizleme şartıyla kalmalarına izin vermiştim.

 

"Suhan, ne yapıyorsun?" diyen Selim'e baktım, sıkılmış olmalıydı.

 

"Sanane." diye kısa bir cevap verdi Suhan, oldum olası asla anlaşamayan iki kişilerdi. Onların ettiği bu kavgalara artık alışmıştım, birbirlerini öldürdüler aralarına girip yapmayın demezdim.

 

"Duygularımla oyunuyorsun şuan, ne demek sanane?" diyen Selim üzülmüş numarası yapıyordu. Fakat Suhan ve ben bunu yemezdik, bunu şu ana kadar bilmesi gerekirdi. Ucuz numaraları her defasında başka insanlarda işe yarasa da onu tanıyan iki kişi bu numaralara kanmazdı.

 

"Acaba sana bir lQ testi mi yaptırsak?" diye bir öneride bulundu Suhan, fakat başına bir yastık yemekle cevabını almıştı.

 

"Sen ne yapıyorsun Barın?" dedi bu sefer bana sararak, ona sert bir bakış fırlattım.

 

"Siktir git Selim." Kısa ve net.

 

"Anlaşılan hala mavi gözlü kızı düşünüyorsun, ona aşık mı oldun yoksa?" Aşk? Ben? Anlaşılan Amara'dan bahsediliyordu, hayır ona aşık değildim. Ben aşk adamı değildim ve asla olmazdım.

 

"Hayır."

 

"O zaman yavşamak serbest?" İçime bir öfke dalgası yayılmıştı, bunun tek sebebi ise Selim'di. Bir Suhan'a bir de Selim'e baktım, ben bile ağzımdan çıkan sözlere şaşırmıştım.

 

"Kız benim, uzak durun."

 

... 

 

Amara Soner

 

Yaraların içinde merhem aramak umutsuz insanların tercih edeceği bir yoldu, küçük bir merhemin yarayı iyileştirecek güce sahip olduğunu düşünürler. Bu imkansız. Vücuda kazınan her yara, silinmeyecek bir iz demekti. İzler ise her daim acıtırdı. Acıtan izler insanı öldürmezdi.

 

Öğlen eve gelmiştim ama bir sorun vardı, bilekliğim yoktu. Murat'ın bana verdiği bileklik yoktu, evin her yerini didik didik aramıştım ve hiçbir yerde bulamamıştım. Kaybolmuş olamazdı değil mi? Benim için değeri büyüktü, eğer kaybolmuşsa asla kendime gelemezdim. Çünkü beni sıcak tutan tek kişiden bana kalan son şeydi, sahibini kaybettiğim gibi onu da kaybetmek istemiyorum. Bu sefer kendimi gerçekten affetmem, asla. Neredeyse akşam oluyordu, okula gitmek için evden çıktım. Büyük ihtimalle okulda düşürmüştüm, gidip aramam gerekiyordu.

 

Evin önünden geçen taksiyi durdurup kendimi içine attım, daha sonra okulun ismini söyleyip arkama yaslandım. O bilkelik umarım okulda düşmüştür, aksi takdirde her şey benim için kötü olurdu. Stres içinde hissediyorum kendimi, büyük bir stres. Okula geldiğimizde taksiciye parasını vererek, koşar adımlarla indim. Okula girdiğimde direkt olarak önce sınıfa girdim, sıramı ve tüm sınıfı iyice aradım. Yoktu.

 

Kütüphaneye gittim, neredeyse bir saat burayı da aramıştım. Yoktu.

 

Spor salonuna indim, oturduğum yere geldiğimde burada yoktu.

 

En son havuza inmem gerektiğini hatırladım, bir umut oraya da bakmam gerekiyordu. Hızlıca oraya doğru gittiğimde ışıkların açık olduğunu gördüm, burada biri mi vardı? Bu saatte? İçeriye bir adım attığım sırada havuzda yüzen bir erkek gördüm, buradan sadece geniş omzularını görünüyordu. Daha fazla yaklaştım. Barın, bu oydu. Bu saate burada ne yapıyordu?

 

Benim geldiğimi hissetmiş olacak ki, gözlerini direkt üzerime çevirdi. Beni görmüştü, havuzdan çıkarak yanıma doğru büyük ve sert adımlar attı. Üzerinde sadece bir şort vardı. Yutkundum.

 

Yanıma gelip tam karşımda durduğunda sert bir ifadeyle yüzüne baktım, "Ne?"

 

Yüzünü buruşturup gözlerime baktı, "Ne mi?" dediğinde, kaşları sorgulayıcı bir ifadeyle havaya kalktı. "Bu saatte burada ne aradığını sorabilir miyim?" Sesindeki sert ge soğuk ifade huzursuz olmama yetti, fakat ona istediği şeyi verecek değildim.

 

"Hayır." dedikten sonra havuzu da aramaya başladım, ben orada gezinirken Barın anlamaz bakışlarla beni izliyordu. Yoktu içte, hiçbir yerde yoktu. En son kontrol etmediğim havuz kalmıştı, ayakkabılarımı çıkararak havuza atladım. Buraya düşmüş olabilirdi miydi? En dibe inip orayı da aradım. Yoktu.

 

Artık bende yoktum.

 

Havuzdan çıkarak kendimi yere umutsuz bir şekilde bıraktım, gözlerim neredeyse dolmuştu. Hayır, onu kaybetmiş olamazdım. Boğazımda bir düğüm oluştu, hayır evimi kaybetmedim.

 

Evimi kayvettim, beni sıcak tutan tek şeyi kaybettim. Benden ona kalan tek şey artık yoktu.

 

"Amara" diyen Barın'ın sesi kulaklarımda çınlıyordu, "ne oldu?"

 

Gözlerim onu bulduğunda öfkeyle baktım ona, "Sanane." dedim sertçe ve yanından hızla ayrılıp geçtim. Burada durmamın sebebi yoktu, gitmişti işte kaybetmiştim evimi, her şeyimi. Tam kapıya yaklaşacak iken biri beni ıslak kazağımın yakasından tuttu, bu tek bir kişi olabilirdi; Barın.

 

Sinirle arkamı dönüp ona baktım, öfkeli gözlerle. "Ne?" diye tısladım.

 

"Islaksın, bu halde nereye gitmeyi düşünüyorsun?" diye sordu alayla.

 

"Cehennemin dibine geliyor musun?" dedim ters ters, gözlerimi elimin tersiyle silip ıslak saçlarımı arkaya attım.

 

"Senin olduğun her yere gelirim" dudakları yana doğru kıvrıldı, "ama seni böyle bir durumda hiçbir yere göndermem." Gözlerim onun gözlerine değdiğinde saniyelik bir bakışma geçti aramızda, başka tarafa baktım.

 

"Burada hiç kıyafetim yok" dedim umutsuz bir sesle, üzerime baktım. Her yerim ıslaktı. Böyle eve gidersem büyük ihtimalle soğuktan donarak ölürdüm.

 

"Hadi gel üzerini değiştirelim." dediğinde beni sürükler gibi soyunma kabinlerine doğru götürdü. Onunkinin önüne geldiğimizde dolabından bir sweatshirt çıkarıp bana uzattı. "Şimdilik bunu giy" dediğinde itiraz etmeden onu da havluyu da aldım ve kabine girdim. Üzerimde ki her şeyi çıkarmıştım, sadece iç çamaşırı vardı. Derin bir nefes aldım, öfkeden neredeyse burnumdan soluyordum. Sweatshirt'i üzerime girdiğimde bana oldukça bol olmuştu, kalçalarımın altında bitiyordu.

 

Tekrar dışarıya çıkıp Barın'a baktım, "Şimdi gidebiliriz." dediğinde kaşlarım istemsizce çatıldı.

 

"Nereye?"

 

"Seni evine bırakacağım." dediğinde durakladım. Hayır. Hayır. Hayır.

 

"İstemiyorum." dedim kısık bir sesle.

 

"Eve gitmeyi mi?" diye sordu, ne olduğunu merak ediyordu fakat sormaya çekinir gibi gibi bir hali vardı.

 

"Evet."

 

Derin bir nefes aldı, kalın kaşları çatıldı. "Bak umrumda bile değilsin, fakat gecenin bu saatinde seni buradan tek başıma gönderirsem büyük ihtimalle tecavüz veya tacize uğrarsın. İtiraz etme."

 

"Sende benim umrumda değilsin biliyorsun değil mi?" dedim öfkeyle, ondan nefret ediyordum.

 

"Ha ha ondan." Beni geçiştirmiş miydi?

 

Derin bir nefes aldım, ondan önce yanında hızla geçip gittiğimde peşimden geleceğini biliyordum. "Nereye?"

 

Durdum ve arkama döndüm, "Bu seni hiç ilgilendirmez." dedikten sonra hızlı adımlarla havuzun olduğu yerden çıkıp gittim, beni bu sefer sweatshirt'in ensesinden yakaladı. Yanına doğru çekerken sinir krizi geçiriyordum, sinirle bir nefes verdim. Arkama dönüp gözlerinin içine baktım, "Umrunda olmayan biri için fazla uğraşmıyor musun?"diye sordum öfkeyle.

 

"Adın neydi?" diye sorduğunda öfkeden deliye dönmüştüm, "Amara?" Unutmuş olamazdı. "Seni eve bırakıyorum, sonra oradan ne istersen yap" Onunla beraber otoparka doğru yürümeye başladık, hiç konuşmadan. Konuşmak istemiyorum, hemde onunla hiç. Son model arabasının ön koltuğuna geçip oturdum, oda hemen sürücü koltuğunu aldığında okuldan çıkmak için arabayı çıkardı. "Nerede oturuyorsun?" Ciddi miydi? Zaten biliyordu..

 

"Biliyorsun." dedim sertçe.

 

"Bizim sokakta değil mi?" Derin bir nefes alıp, başımı dizlerimin arasına gömdüm. Cevap vermeyeceğim. Cevap yok.

 

"3 yıldır aynı yerde oturuyoruz beni hiç mi görmedin?" diye sordum merak dolu bir ifadeyle.

 

Yola bakarken başını iki yana salladı, umursamaz bir şekilde. "Önemsiz şeyleri aklımda tutmam." Ben önemsiz miyim? Önemsiz. Başka bir şey olamazdım onun için zaten, önemsiz dışında. Sertçe yutkundum, bir daha tek kelime etmeden başımı cama çevirdim. Yolu izledim bir süre, bomboş gözlerle.

 

Önemsiz.

 

Önemsiz.

 

Önemsiz.

 

Hayatımda çok fazla yaralayıcı kelime duymuştum, ilk kez bana önemsiz diyordu biri. Önemsiz, sokak çocuğu.

 

Acı, hissettiğim tek şey buydu.

 

Bugün hem evimi kaybetmiş, hemde acımasız kelimelerin kurbanı olmuştum. Demek önemsiz ha? Bu kadar basit biriyim işte, önemsiz. Herkes tarafından umursamayan. İçimde öfke yoktu, gerçekten yoktu. Kırgınlık vardı ama büyük bir kırgınlık vardı.

 

Evimin önünde durduğumuzda bir şey söylemeden indim. Oda bir şey söylemeden defolup gitti. Bu kadardı işte, beni eve bırakmıştı, bitmişti. Başıma bir şey gelseydi büyük ihtimalle kendini asla affetmezdi, vicdan azabı çekmek istemediği için yapmıştı bunu. Kapının hemen yanında duran saksının içinden anahtarı bulup çıkardım, ardından kapıyı açarak sessiz adımlarla içeriye girdim. Kimse yoktu, herkes uyumuş olmalıydı. Odama doğru umutsuz adımlarla yürümeye başlamıştım. Odama girdiğim gibi kendimi yatağın üzerine attım.

 

Bileklik yoktu artık, evimi bütünüyle kaybettim. Bana kalan son şey, sokaklardan bana kalan son şeyi de aptallığım yüzünden kaybettim. Benim bir işi doğru düzgün yaptığım nerede görülmüştü ki zaten? Hiç, koca bir hiçtim artık.

 

Murat...

 

Bitmişiz biz çoktan, ben kabullenmiş değilim. Özür dilerim kardeşim, seni kaybettiğim için. Derin bir nefes aldım, huzurla değil acıyla.

 

Şuan bir yabancının evinde kalıyorum, kendimi içine asla sıcak hissetmediğim bir evde. Soğuktu, çok soğuk. İçinde kendimi evimde gibi hissettirecek bir şey arıyorum, ben evimi arıyorum...

 

... 

 

Bazen geçmiş önemsizdir, gelecek için hayal kurmak gerekir. Hayalin olmadığı bir dünya da mutlu olmak mümkün mü? Değil. Derin bir nefes alıp verdim, kendimi bugün çok huzursuz hissediyorum. İçimde sebebini bilmediğim bir acı vardı, hiçbir şey yapmak istemiyorum. Ayağa kalktığımda kalbimin sıkıştığını hissediyordum, ellerim titriyordu istemsizce.

 

Bugün günlerden pazar, okul bugün de yoktu. Görmek istemediğim insanları görmek zorunda kalmayacaktım, güzel bir gün... Bugün kahvaltı yememiş, annemleri hiç görmemiştim. Kimse de yanıma gelip bir şey sormamıştı, yatağımın içinde uyuyordum. İçimden başka bir şey yapmak gelmiyordu, yapacak bir şeyde yoktu. Hayatım bu kadardı işte, koca bir hiçten ibaretti. Bu hiçliğin arasında ise yaşam savaşı vermek, her geçen gün nefes almamı engelliyordu.

 

Boğazımda düğümlenmiş sözcükler

Kafamda kaybolmuş düşünceler

Hayatımda silinmiş insanlar

Bu karışıklığın arasında aranan bir ev...

 

Telefonuma gelen mesajla aniden durdum, ellerim istemsizce telefonuma doğru gitti. Mesaj okul gurubundan gelmişti, bugün bir deneme olacağı yazılıydı. İyi değildim, fakat bunun akademik başarımı etkilemesine izin veremezdim. Okula gidecektim, iyi olmam gerekiyordu. Düşmek için iyi bir vakit değildi, asla olmamıştı .

 

Ayağa kalktım, sadece denemeye gireceğimiz için okul kıyafeti giymemize gerek yoktu. Üzerime siyah boğazlı bir kazak, altına ise mavi bir Jean giydim. Ceket olarak, siyah kot ceketimi giyip, saçlarımı düzleştirici yardımıyla düzleştirmiştim. Normalde hoş dalgaları vardı ve düzleştirmek istemezdim, fakat bugün içimden bunu yapmak gelmişti. Yüzüme hafif bir makyaj yaparak evden çıkmıştım, evin önünde şoförü aradım fakat yoktu. Garajda babamın bana hediye ettiği araba vardı, evet hediye etmişti ama kullanmam yasaktı. Şimdi kullansam ne olurdu? Sonuçta mecburum ve kullanmayı biliyorum.

 

Eve tekrar girip anahtarları aldım ve bagaja doğru yürümeye başladım, kimsenin artık beni eve bırakma gibi bir zorunluluğu olmayacaktı. Özellikle beni önemsiz gören insanlar. Arabaya atlayarak düşük hızda okula doğru sürmeye başladım, yolda yine trafik vardı. Istanbul trafiği...

 

Bir saat sonra okula gelmiştim, bu bir saat düşük hızda geldiğim için olmalıydı. Öğrencilik hayatım boyunca ilk defa bu kadar geç geliyordum, heralde yürümeyi seçseydim daha erken gelirdim. Deneme neredeyse başlamak üzereydi, ben sınıfa girdiğimde öğretmen optik kağıtlarını dağıtıyordu. Her zaman ki yerime geçip oturdum, bu sırada Alya bana hiç bakmamış, benimle hiç konuşmamıştı. Ona bir bakış attığımda dalgın bir şekilde sırayı izlediğini fark etmiştim, iyi görünmüyordu. İnsanların iyi olmadığını anlamak zor değildi, basit bir şeyi gözünde büyüten insanlardı.

 

Koluna yavaşça vurduğumda bana baktı, 'ne oldu?' der gibi. Eskiden olsa ufak bir çığlık atıp, eli çok acımış gibi yapardı. O gerçekten iyi değildi.

 

"İyi misin?" diye sordum, cevabını bildiğin soruları sorma.

 

Gözlerime baktı uzun süre, ardından sesli bir nefes verdi. "İyiyim sadece dün gece uyuyamadım, başım ağrıyor. Anlarsın ya." Tabiki anlarım, en kötüsünü yaşadım bilmez miyim o duyguyu.

 

Söylediğine inanmış değildim fakat daha fazla kurcalamaya niyetim de yoktu, belli ki anlatmak istemediği şeyler vardı. Susmak istiyorsa susardık, onunla sessizliği paylaşabilirdim.

 

Çünkü bazen ne kadar gülersen gül, sessizlik seni esiri altına aldığında ondan kaçamazsın. Beyninde çığlıklar atarsın, seni kimse duymaz. Gözlerinle yardım istersin insanlardan, seni görmezden gelirler. İyi değilsindir ve bunu sadece sen bilirsin, diğer herkes seni görmemek için gözlerini kapatmıştır.

 

Denemeler dağıtıldığında bütün odağımı vermiştim, çözmeye çalışıyordum. Her zaman son çıkan ben olurdum, çünkü defalarca kez soruları kontrol eder son saniyeye kadar beklerdim. Benim dışımda herkes çıkmış olurdu, herkes kaçardı. Kimse sevmezdi denemeye girmeyi, bende sevmezdim. Onlara göre en azından bunu çok seviyormuş gibi görünüyordum, doğru olan olan şey bütün derslerden nefret etmemdi. Kimsenin bunu bilmesine gerek yoktu.

 

Herkes çıkmıştı yine tek başıma kalmıştım, başımda bir öğretmen ile. Birinci ben olacaktım, adım listenin en başında olacaktı. Her zaman olduğu gibi, zirvelerde yarışıyorum kendimle. Bu benim işim geliyor muydu? Hayır, ailem için yaptığım saçma sapan bir şeydi. Ben akşama kadar gidip uyumak istiyorum. Okulda ki öğrenciler bana gelip sorular sorduğunda, hepsini teker teker anlatırdım. Onlar benim gibi olmak isterdi, ben onlar gibi.

 

Sonunda bende çıktığımda okulda tek tük insanlar kalmıştı, hava kararmaya başlamış, herkes evine gidiyordu. Arabam Otoparkta olmalıydı. Otoparka doğru indiğimde, merdivenlerden bir ses geliyordu.

 

"Hala çıkmadı mı?" diye soran Barın'ın sesi.

 

Onu cevaplayan kişi ise Suhan'dı, "Hayır oğlum, yüzüncü soruşun."

 

Onları duymazdan gelerek arabamın yanına doğru yürüdüm, arabama binerek hızlıca çıkmıştım. Beni görmüş müydü bilmiyorum, umrumda da değildi. Arabayı evime doğru sürerken arkadan beni takip eden Barın'ın arabasını gördüm, muhtemelen eve gidiyordu. Başka bir yerde yaşama ihtimalim olsaydı keşke, bütün zenginlerin doluştuğu yerde yaşamak tam bir işkence.

 

Sahte yüzleriyle bize gülüyorlardı. Bazıları vardı asla mutlu değildi, biri sorduğunda ise çok mutluymuş gibi bir cevap verirdi. Mutsuz, mutlu olmaya çalışan bir mutsuz. Onlardan küçük sandığı insanları aşağılar, onları hor görürlerdi. Ben hiçbir zaman böyle bir şey yapmazdım.

 

Sahte yüzler, gizli kimlikler... Bunların hepsi bende de vardı, bundan da nefret ediyorum. Mutluymuş gibi davranmaktan nefret ediyorum, okuldan nefret ediyorum, yapmak zorunda olduğum her şeyden nefret ediyorum.

 

Oturduğum sokağa girdiğimde bir anda bir araba önümü kesti, Barın Aren Yücel'in arabası. Ne yaptığını sanıyordu bu adam? Arabamın önünü kesmek nedir ya? Hızlıca arabadan inip yanına gittim, üzerinde siyah bir tişört vardı, altında ise kot bir pantolon. Oda benimle beraber arabadan inmişti, alaylı bir ifadeyle onun yanına gitmemi bekliyordu.

 

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordum büyük bir öfkeyle, parmağımı ona doğru tutmuştum.

 

Sorduğum soruyu görmezden gelerek, "Nasılsın?" diye sordu.

 

Şaşkınlıkla ona baktım, "Ne?"

 

Dudaklarını birbirine bastırdı, yüzünde ki alay silinmişti. "Dün iyi değildin, bugün nasılsın?" dedi tok bir sesle.

 

Dün iyi değildin, onun gözleri önünde çaresiz bir durumda ağlamıştım. Bunu görmesine rağmen hiçbir şey sormamıştı, "Bundan sanane?"

 

İçimde ona karşı sadece öfke vardı, ona karşı tuttuğum parmağı yavaşça indirdim, soru sorarcasına gözlerine baktım. "Seni merak ediyorum."

 

Beni merak mı ediyordu? Sesli bir nefes verdim, sert bakışlarımı gözlerine çevirdim. "Sen beni merak edemezsin, sen önümü kesemezsin, sen bana bakmazsın, sen yanıma yaklaşamazsın." diye sıraladım zehirli cümleleri bir bir...

 

Durdu ve izledi, hiç bir şey yapmadı, söylemedi. En sonunda, "Tamam, ondan." dedi ifadesiz bir şekilde, sonra alayla dudakları yana doğru kıvrıldı. "Bana laf yetiştirmeye çalıştığına göre oldukça iyisin baş belası." dedikten sonra arabasına tekrar binerek, ortadan kayboldu.

 

Arkasından ağzım açık bir şekilde bakıyordum, o sırada telefonuma bir mesaj geldi.

 

055... ; Ağzını kapat.

 

Barın. O an elimdeki telefonu duvara doğru sertçe fırlatmak istedim, bunu yapmadan sinirle tekrar arabama döndüm. Ondan nefret mi ediyorum? Bunu anlamak gerçekten güçtü. Dengesiz tavırları beni deli ediyordu, bir gün önce bana umrumda değilsin diyen insan bugün beni merak ettiğini söylüyordu. Onu anlamak zordu, çok zor.

 

Eve geldiğimde herkes yemek yiyordu, ellerimi yıkayıp her zaman ki yerime oturdum. Babamın gözleri beni bulduğu anda parladı, "Eve gelirken seni ve Barın'ı gördüm" Allah kahretsin. "Her ne yapıyorsan buna devam et." dediğinde yüzünde memnun bir ifade vardı, benim ise kaşlarım çatıldı.

 

Annem söze atladı, "Yoksa aranızda bir şey mi var?" diye sordu heyecanla.

 

Kaşlarımı öfkeyle açtım, "Ne münasebet?" dediğimde öfkeden içim içimi yiyordu.

 

Barın Aren Yücel. Hayatıma birden girmiş, hayatımda ki her şeyi değiştiren o adam. Ailemin istediği damat türü, benim ise nefret ettiğim o kişi. Önemsiz, biriydi benim için tıpkı benim onun için olduğum gibi. Benim için hiçbir şey ifade etmiyordu, edemezdi. Onu sevmek istemiyorum, asla.

 

Bölüm sonu...

 

Selamlar, nasılsınız?

 

Oy vermeyi unutmayın, motive oluyorum.

 

Teşekkürler ve sevgilerle...

 

Loading...
0%