Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 3: BİR HAVUZ MESELESİ

@ugur.q0

Instagram; ugur_q0

 

Yeni kurgular için beni takip etmeyi unutmayın:)

 

Oy atıp, yorum yaparsanız sevinirim...

 

İyi okumalar...

 

Bölüm 3 "Bir havuz meselesi"

 

Hayatımın her alanında hayaller kurdum, hayallerim büyüdü, yok oldu aynı benim gibi. Hayal kurmayı severdim, Murat ile beraberken. Benim tek arkadaşım olmuştu, onu seviyordum ve oda beni seviyordu. Kimsesizlik içinde başka bir kimsesiz bulursanız, o sizin her şeyiniz olur. Yarım kalan kalpler birbirini tamamlar, ikimizin açık yarası kimsesiz ve yalnız olmamız. Bir şeyden mi korktum Murat'ın arkasına saklanırdım, geceleri uyuyamadığım günlerde Murat'ın yanına gider, onunla beraber uyumaya çalışırdım, üşüyor muyum Murat bana montunu verirdi.

 

Her daim yanımda olmuştu, ben ise ailem için onu terk etmiştim. Haksızlık, onun açısından büyük bir haksızlık. Bunu ona yapmak istemedim, hiçbir zaman onu terk etmek istemedim. Ailemi tanımayı hep çok istedim... Bir ailem olmasını hep çok istedim, hayallerimin içinde hep ailem vardı ve bunu Murat da biliyordu. Belki de bu yüzden "Beni seçme onları seç" demişti, onlarla kurduğum hayalleri yıkmak istemediği için.

 

Şimdi ise ona ihanet ediyormuş gibi hissediyorum, o her zaman beni sevdi, ben ise onu her zaman abim olarak gördüm, belki bir arkadaş... Bunun dışına hiçbir zaman çıkmadım, fakat onun için işler böyle değildi. Kırılmıştı bana, çok kırılmıştı. Evden bir gün kaçmış onun yanına gitmiştim, yoktu, gitmişti. Benden gitmişti, ondan bana kalan tek şey o bileklikti şimdi o da yoktu. Evimi tamamen kaybetmiştim, belkide kendime yeni bir ev arıyorum derin sularda.

 

Bugün günlerden pazartesi, haftanın ilk günü, benim için ise bir cehennem. Okulun bitmesi için neredeyse dua edecektim, nefret ediyordum. Ondan nefret ettiğim için bazen kendimi suçlu bulduğum günler de olmuştu, Murat'ın en büyük hayali olmuştu okula gitmek. Senin olması için çaba gösterdiğin hayalleri, bir başkasının kolayca elde edebilmesi ne kadar da acıtıyor insanı.

 

Sesli bir nefes verdim, evden çıktığımda artık kendi arabamla okula gidiyordum. Babam bunun için bana izin vermişti, artık rahat bir nefes alıyordum. Her şeye rağmen yaşamaya çalışıyorum, ölüm bir nefes kadar yakındı kalbe, aynı zamanda bir nefes kadar uzaktı.

 

Bazen derin sularda yüzmek istersin, okyanusların en dibinde. Gözlerin görmez geleceğin karanlık yollarını, sokulur gidersin derin suların en dibine, alır gider seni ölüm bir daha gün yüzüne çıkmamak üzere.

 

Sonunda okula gelmiştim.

 

Arabamı park edip sınıfa çıktığımda ortalarda kimse yoktu, sabah çok erken olduğu için kimseler de gelmezdi şimdi. İki saat vardı, derslerin başlamasına. Havuzda biraz yüzmek ve yalnız kalmak için gelmiştim erkenden, kimseyi görmek istemiyorum. Sadece bir kaç saat susmak ve düşünmek istiyorum, bazı durumlara anlam yüklemek için. Soyunma odasına girmiş, kırmızı dolabımın içinden beyaz bir havlu çıkarıp, masaya koyduk. Evden getirdiğim mayoyu üzerime giydikten sonra , saçlarımı da at kuyruğu şeklinde topladık. Soyunma odasından çıkıp havuza doğru yavaşça ilerlemeye başladım, kapalı havuzda kimse yoktu. Derin bir nefes alıp, ilk önce yavaşça soğuk suyun içine ayaklarımı soktum. Suya alışmak için yavaş hareketlerim vardı, aksi takdirde soğuk suyun içerisinde sadece titreyen bir beden bulurdu beni.

 

Sonunda bütün vücudumu suyun içine sokmuş, gözlerimi kapatmıştım.

Bir kaç dakika düşüncelerimden arınmak için yüzdüm, iyi geliyordu. Çok iyi geliyordu. Suyun içinde nefes alabilmek mümkün olabilirdi bazen, insanlardan kaçmak için okyanuslar bir kurtuluş yolu olabilirdi. Ben bir havuzda yüzüyorum, okyanuslarda değil. Bunu anlamak için bir insanın kokusunu mu duymak gerekirdi?

 

O an burnuma bir koku değdi, çikolata ve üzüm karışımı... Kafamı kaldırdım, Okul formasıyla beni izleyen Barın havuzun kenarında duruyordu. Onun dışında kim böyle kokardı ki? Barın Aren Yücel, kendisine ait has bir kokusu vardı. Özel.

 

Onu gördüğümde yüzüm asılmış bir şekilde havuzdan çıkıp yanına doğru yürüdüm, ne istiyordu yine? Benim olduğum sularda yüzüp duruyordu bu aralar, ben ise birilerini boğmak isteyecek kadar nefret doluyum insanlara karşı.

 

"Barın?" dedim büyük bir nefes vererek, kahverengi gözlerine baktım. Üzerinde bir şort vardı, ayakları çıplaktı, üstünde ise beyaz bir tişört. Muhtemelen havuza girmek için gelmişti ama beni gördüğüne pek sevinmiş değildi. Kahretsin, bu kimin umrunda?

 

Kaşları havalandı, yüzünde alaya dolu bir ifade oluştu. "Bende senin ismini söyleyecektim, fakat unuttum." dediğinde, gayet rahat bir ifadesi vardı. "İsmin neydi?"

 

Gözlerini devirdim, ismimi bildiğine adım gibi emindim. "Amara" dedim kısık bir sesle.

 

"Amara" dedi beni tekrar ederek, dudakların kenarı yukarı kıvrıldı. "Güzel isim."

 

Çenemi kaldırdım ona doğru, "Bunları geçsek mi ya?" dedim konudan konuya atlayan Barın'a bakarak.

 

Yüzüne sinsi bir ifade yerleşti, "Yatak kısmı için sence de erken değil mi? Sonuçta yeni adını öğrendim." Sertçe yutkundum. Yanaklarım kızarırken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Söylediği şeyin farkında mıydı?

 

"Sen" durdum, gözlerine baktım. Bir şey söyleyecektim ki, üzerine ki beyaz tişörtü tek bir eliyle üzerinden çıkardı. Gözlerim vücudunda oyalanırken sertçe yutkundum, geniş omuzları ve kaslı kolları... Bakışlarım oradayken, tekrar onun alay dolu sesi geldi kulaklarıma.

 

"Dilin yine tutuldu bakıyorum, yapma bana aşık olacağını düşünüyorum." Bakışlarım vücudundan ayrılıp tekrar gözlerine değdiğinde, alay dolu ifadesi hala yerinde duruyordu.

 

Derin bir nefes aldım, "Saçmalama."

 

"Peki" demişti soğuk bir sesle, elimde hissettiğim el ile bakışlarım ona tekrar dönmüş şaşkınlıkla açtığım dudaklarımla ona bakıyordum. Ne yapıyordu o? Bir şey söylemek için dudaklarım aralandığı anda, bana izin vermeyerek beni belimden kaldırdığı gibi kendisiyle beraber havuzun içine attı. Nefesimi sıkıca tutup, gözlerimi kapattım. Korkuyla kollarımı onu çıplak göğsüne sarıp, onu kendime doğru sıkıca çektim.

 

Suyun en dibine düşerken gözlerimi suyun içinde açmaya çalıştım, bunu yapmadan tekrar gözlerim kapanmıştı. Belime baskı yaparak beni suyun yüzeyine çıkardı. Bacaklarıyla bacaklarımı sıkmış, gitmemi engelliyordu. Bir eli belimde gözleri gözlerimin en derininde dolaşıyordu, bunu neden yapıyordu?

 

"Barın" diye mırıldandım gözlerine bakarak sertçe yutkundum. "Bunu neden yaptın?"

 

"Keyif..." diye mırıldanıyordu ki onu durdurdum, kaşlarımı öfkeyle çattım.

 

"Ben senin keyfinin kahyası istedi diye kullanabileceğin bir mal değilim, anladın mı?" diye bağırdım, sesimden öfke akıyordu. Ondan ayrılmaya çalışırken, elleri belimi daha sıkı kavradı. Gitmemi engellemeye çalışıyordu.

 

"Gidemezsin" dedi ve derin bir nefes verdi, gözleri dudaklarıma indiğinde iç çektim. Elleri belime baskı yaparak kendisine doğru çektiğinde, kalbim heyecanla atmaya başladı.

 

"Giderim." dedim onun gözlerinin içine bakarak, kahverengi bir çift göz daha önce hiç bu kadar dikkat çekici olmamıştı.

 

"Gitsen bile döndüğünde yine bana gelirsin" dedi etkileyici sesiyle, kalın ama güzel bir hissiyat veriyordu. Kalbim hızla atarken, heyecan dolu ellerim onun bakışları yüzünden titriyordu. Buna bir son vermem gerekiyordu, iki elimle göğsünü ittiğimde gevşeyen ellerinin arasından kurtulmayı başarmıştım. Havuzun dışına doğru yüzerken ona bir daha bakmadım, havuzdan çıktığımda ise ona bakarak bağırdım.

 

"Benden uzak dur Barın Aren Yücel." dedim tehditkar bir sesle gözlerinin içine baktım.

 

"Adın neydi?" dediğinde içime büyük bir öfke dalgası yükseldi, gerçekten unutuyor muydu?

 

"Amara" dedim kısık bir sesle, dudakları yana doğru kıvrıldı, yüzündeki alaylı ifade hala yerli yerinde duruyordu.

 

"Senden uzak durmasam ne olur Amara?" dediğinde sesinde bile alay vardı, bu durumum onun hoşuna mı gidiyordu?

 

"Ateş olur yakarım seni." dediğimde soyunma odasına doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım, bir şey demedi, başka bir şey söylemedim. Ondan uzak durmam gerekiyordu, ondan uzak duracağım.

 

Soyunma odasına geldiğimde önce sıcak suyla bir duş aldım, havluyla saçlarımı kurutup açık bıraktım. Okul eteğimin üzerine siyah sweatshirt'igiyip oradan çıktıktan sonra onunla bir daha karşılaşmadım.

 

Hiçbir şey yapmadan direkt olarak sınıfa girdim, her zaman ki yerime geçtiğimde Alya gelmişti. "Ne oldu?" diye sorduğunda, ona bir cevap vermeden kafamı masanın üzerine bıraktım. Kafamı karıştırmayı başarmıştı işte, gün boyu şimdi onu düşünecektim. Hayatıma birden girip hayatımı değiştiren insanları sevmiyorum, ailem hayatıma girdiğinden beri.

 

Bunu şöyle açıklayabilirim; uzun bir süredir olmasını istediğiniz bir şey var, onun olması için sürekli bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz, büyük bir çaba veriyorsunuz. Hayat her ne kadar bu isteğinizi redderse etsin, siz istemeye devam ediyorsunuz. Hayaller vazgeçilmez bir güzelliktedir. En sonunda isteğiniz her şey gerçekleşiyor ama istediğiniz gibi değil.

 

Bir ailem olmuştu, sözde bir ailem vardı. Sözlük anlamını karşılayan, beni doğuran anne ve babam hayatımda benimle beraberdi. Aile olmuşlar mıydı? Ben bunu hissetmedim hiçbir zaman ama en azından bana karşı bir kötülükleri olmadı. Annem benimle bazen uzun uzun sohbetler ederdi, her zaman olmasa da onunla aslında iyi anlaşıyoruz. Bana cemiyet hayatını anlatır, onlarla beraber iken nasıl davranmam gerektiğini söylerdi. Babam derslerimi sorardı her zaman olmasa da, geleceğim için konuşurdu bazen benimle. Beni düşünüyorlar bunu görebiliyorum, fakat bunu benim canımı yakarak yapıyorlardı. Ben bunu istemiyordum.

 

"Amara!" Matematik öğretmenin sesiyle kafamı kaldırdım, kaşlarımı kaldırarak bir şey söylemesini bekledim. "Neden dersi dinlemiyorsun?" Çünkü dinlemek istemiyorum.

 

"Biraz başım ağrıyor, odaklanamıyorum." Yalan söyledim. Hoca başka bir şey söylemeden anlatmaya devam etti, Alya şüpheli gözlerle bana baktığında gülümsedim ve başımı tekrar sıraya koydum.

 

Bir sürü arkadaşım yoktu, Alya vardı. Benim için herkes olabilecek biriydi, bana değer veriyor, iyi olmadığım zamanlarda yanımda oluyor, beni düşüncelerime terk etmiyordu. İyi bir arkadaş olmuştu her zaman, benim aksime.

 

Zil çalmıştı, herkes dışarı çıkarken ben ve Alya sınıfta kalmıştık. Başımı Alya'nın kucağına koyarak sırada uzandım, Alya'nın gözlerine bakarak her şeyi ona anlattım. Havuzda geçen her şeyi, Barın ile aramızda geçenleri.

 

"Oha!" diye ani bir tepki verdiğinde gözleri ışıldamış bir şekilde bana bakıyordu. "Senden büyük ihtimalle hoşlanıyor." dedi kendinden emin konuşarak.

 

"Adımı her defasında unutan biri benden mi hoşlanıyor? Komik." dedim gözlerimi devirerek, yüzüm yine asılmıştı. Adımı unutmuştu, önemsiz şeyleri hatırlamayan adam. Beni unutmuştu, beni önemsiz mi görüyordu? Öyleyse neden yanıma geliyor? Neden imalar yapıyor? Neden her defasında beni delirtiyor? Benim sinirlenmem onun hoşuna gidiyordu, bunun başka bir açıklaması olamazdı.

 

"Sende buna inandın değil mi? Birde bana aptal olduğumu söylüyorsun, senin sinirlenmen için söylediği apaçık belli değil mi?" Kaşlarım havalandı, doğru söylüyor olabilirdi. "Aptal olma Amara." Aptal değildim sadece insanların düşüncelerini önemsiyorum, birinin beni önemsiz diye tabir etmesi canımı yakıyordu. Önemsiz biri olmak istemiyorum insanlar için, özelikle aklımdan çıkmayan insanlar için. Çünkü artık bazı şeylerin farkında olabilmiş, bazı insanların benim için önemli olduğunu idrak edebilimiştim.

 

"Benimle dalga geçiyormuş gibi..." dediğimde Alya sözümü kesti.

 

"Seni seviyor Amara." Sesli bir nefes verip bana uzun bir konuşma yapmaya hazırlandı. "Kaç yıldır tanıyoruz Barın Aren Yücel'i, hiçbir kıza güldüğünü gördün mü? Senin dışında. Ya da bir kıza uzun uzun baktığını? Senin dışında. Onun için sadece sen varsın, seninle ilgileniyor." dediğinde kafamı düşünceler esir almıştı bile, böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Beni sevebilir miydi?

 

"Bana garip geliyor, birden bire böyle davranması." Alya kafasına bir şaplak attı, sinirli bir nefes aldığında bana beni öldürecekmiş gibi bakmaya başlamıştı. "Tamam sustum"

 

...

 

Sabah derslerimiz bitmiş, öğlen yemeği için Alya ile beraber yemekhaneye iniyorduk. "Düşünsene bana bir oda dolusu çiçek yollamış" Alya bana yeni flörtü olan Yaman'ı anlatıyordu, onu dikkatlice dinliyordum. Yaman ondan bir kaç yaş büyüktü, babasının şirketinde tanışmış, ondan hoşlanmaya başlamıştı. Benimle de tanışmasına rağmen, ona bir türlü ısınamamış, ondan büyük bir gıcık kapmıştım.

 

"Büyük hakaret, sen zaten çiçeksin." dediğimde dudağının kenarı kıvrıldı, bana utanmış gibi bir bakış fırlattı. Gülerken omzuna vurdum, "Utandın mı?"

 

"Hayır tabiki deneme yapıyorum." Deneme mi? Sorgulayıcı bir ifadeyle ona baktım.

 

"Ne denemesi?" diye sordum merakla.

 

"Bunu bana sevgilim söylerse nasıl davranmalıyım denemesi, nasıldı?" Bir kez daha güldüm.

 

"Mükemmel."

 

Bir tabak aldığımda etrafıma baktım, aradığım kişi yoktu. Önüme döndüğümde Alya benim yerime de yemeğimi koymuştu, "Şurası boş oraya geçelim." Bahsettiği yere baktığımda duvar kenarında iki kişilik bir masadan bahsediyordu, başımı aşağı yukarı salladım. Oraya doğru yürümeye başlarken birinin bana çarpmasıyla elimde ki tabak yere düşmüştü, bütün yemek yerdeydi. Bana çarpan kişiye baktığımda bunun Duru olduğunu gördüm, gülümseyerek bana bakıyordu. Bunu bilerek yapmıştı.

 

"Ne yapıyorsun sen?" diye bağırdım.

 

Umursamaz bir edayla saçlarını arkaya doğru yavaşça attı, "Sana çarptım, benden özür dile hemen." iğrenç sesinden nefret ediyorum. "Yemeklerin üzerime sıçradı."

 

Öfkeyle gözlerine baktım, bunu neden yapmıştı? Dudaklarımı birbirine bastırarak Alya'ya baktım, "Sakin ol." diye mırıldandı. Bakışlarım tekrar Duru'ya değdiğinde, bana küçümseyici bir ifadeyle bakıyordu.

 

"Bana bak" dedim hırıltılı bir nefes vererek. "Bunu sakın bir daha yapma!"

 

Bir kahkaha attı, "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" Küçümseyici ifadesi benim üzerime durmuş, beni bakışlarıyla ezebileceğini zannediyordu. Buna izin vermem, asla ama asla.

 

Yanına doğru bir kaç adım attım, elimde duran portakal suyunu siyah saçlarının üzerine boca ettiğimde bir çığlık attı. "Ne yapıyorsun sen aptal!" diye bağırmış elini kafasına götürmüştü.

 

Rahat bir ifadeyle gülümsedim, "Küçük bir uyarı" dediğimde Alya'ya baktım, bana gülümseyerek bakıyordu, kapı çıkışına doğru yürümeye başladığımda Alya hemen arkamdan geliyordu.

 

"Mükemmeldin." dedi yanıma geldiğinde gülerek ona baktım, şaka gibiydi gerçekten şaka gibi...

 

🐒

 

Gözler yalan söylemez der durur insanlar, sahi öyle mi? Gözler, içinden geçen duyguları mı sayıklar delicesine?

 

Dışarıdaki zifiri karanlık gökyüzünü ele geçirmiş, göğsümün içine sebebine anlam veremediğim bir sızı bırakmıştı. Derin bir nefes aldığım sırada, nefesim boğazımda durdu. Annemin çığlık sesleri kulağıma geliyor, sesin üzerindeki dikenler boğazıma teker teker batıyordu.

 

İlk kez bu kadar şiddetli bir kavga olmuştu, ilk kez onların kavga ettiğine şahit olmuştum. Elime aldığım içki şişesini sert bir şekilde boğazıma diktim, hiçbir şey düşünmek istemiyordum şuan. Boğazımı yakan acı karnıma doğru yol almıştı, gözlerimin içinde yeşeren yaşın sebebi neydi böyle?

 

Bekledim, bir iki saniye.

 

Sesler hala devam ediyordu, babam ilk defa bu kadar sinirliydi. Dinlemek istemiyorum, dinlemek istemiyorum. Buna rağmen bomboş bir şekilde duruyor, onların birbirini kırmasını bekliyordum.

 

Neden mi? Korkuyorum. Herkesten ve herşeyden.

 

İyi biliyorum; bir kelimenin bir kalbi ne kadar yaraladığını.

 

Düşüncelerim bir silah gibi önüme serildi, beni vurmak için an kolluyordu. Ben ise tam karşısında dikilmiş ölmeyi diliyor, yardım istiyordum ondan.

 

Bir silah sesi, kalbim parçalandı.

 

Bir kez daha çalan sesin yüksekliği kalbimi yakmayı becerebilmiş, beni ölümün kollarına atıyordu. Dikenler bu sefer sadece boğazımı değil, aynı zamanda yürüdüğüm yola da serilmişti. Odamdan çıkmış ahşap renginde olan merdivenlerin başında bekliyordum, gidecektim, gerçeği görecektim.

 

Gerçeklerin altında yatan acılar sadece benim yüreğime alev alacak, sadece benim genzime düğüm bırakacaktı. Aşağıya inmem gerekiyordu ama ben hala durmuş düşüncelerin mahkumu olmuştum, buna bir son vererek merdivenlerden aşağıya doğru bir adım attım. İniyorum acılara, gerçeklere ve gerçekleşmeyen herşeye.

 

Salondaki ışığın vurgusu gözlerimi kırpıştırmama neden olmuştu, henüz içeriye girmiş değildim bunun nedenini ise bilmiyorum. Dışarıdan polis sirenleri sesi geliyordu, muhtemelen buraya geliyor olmalılardı. Salona doğru zorlukla bir adım attım, gördüğüm manzara korkuyla yutkunmama sebep olmuştu. Annem ve babam yerde yatıyordu, kafalarından ise kırmızı bir sıvı akıyordu. Dudaklarımı birbirinin üstüne bastırdım, beni izleyen o adama bakışlarım sonunda değmişti. Uzun boyu ve geniş omuzları vardı, üzerinde ki her şey siyahtı, yüzünde ise siyah bir maske vardı. Elinde bir silah tutuyordu.

 

Nefesimin kesildiğini hissettim, yanımda duran duvara sıkıca tutundum. Korkuyla ona bakıyordum, anne ve babamın katiline. Bana söylediği şey tek bir kelime olmuştu, kalın sesi kulaklarıma geldiğinde gözlerim kararmaya başlamıştı.

 

"Kurtuldun."

 

Yere doğru düştüğümde içeriye birilerinin girdiğini hissettim, sonrası ise karanlıktı.

 

Koca bir karanlığın içinde kendimi bulmuştum, içeride sadece üç kişi vardı; ben, annem ve babam. Üç kişilik bir yerde babam ve annem hemen karşımda durmuştu. Gözlerim onları bulduğunda babamın gözlerinden yaşlar aktığını görüyordum, o neden ağlıyordu? "Baba" dedim titreyen sesimle, konuşmak bile ağır geliyordu. "Ne oluyor?" Üzerinde beyaz bir elbise vardı, evet elbise o böyle şeyler giymezdi.

 

Gözleri ilk defa bulmuştu gözlerimi, büyük bir pişmanlıkla bana bakıyordu. "Özür dilerim kızım, her şey için. " dedi yanıma geldiğinde alnıma bir öpücük bırakıp karanlığa doğru kayboldu.

 

"Baba" diye haykırdım, "Nereye gidiyorsun?" Beni bırakıyor muydu? Karanlık, karanlığa neden gidiyordu?

 

Bakışlarım anneme dönmüştü, "Anne, ne oldu babama?" diye sordum korkuyla. Beyaz bir elbise giymişti, yüzünde ise ilk defa makyaj yoktu. Bembeyaz bir yüzü vardı, melek gibi parlıyordu karşımda.

 

"Biz gidiyoruz kızım, kendine iyi bak." babamın arkasından gittiğinde onlara doğru koşmaya çalışmış fakat hiçbir şey yapamıştım. Her şey karanlıktı, her şey.

 

Bir ses duydum. "Uyanıyor" ince bir kadın sesiydi bu. Gözlerimi açtığımda bir yatakta buldum kendimi, hastane kokusu burnuma geliyor midemi bulandırıyordu. Başımda maskeli bir hemşire vardı, gözlerime ışık tutuyordu.

 

"Ne oldu bana?" Kuruyan dudaklarımın üzerinde dilimi gezdirdim.

 

Kadın bana cevap vermedi, odadan çıkıp gitti. En son gördüğüm rüyanın etkisiyle bomboş bakışlarım tavanı buldu, içimde hala karanlık kalmış, bedenimi ele geçirmişti. Sanki bu karanlığın içinden çıkmak isteyen beyaz bir ışıktım ben, karanlığa ters bir şekilde aydınlık istiyordum.

 

Kapının açılma sesini duyduğumda içeriye teyzem girmişti, onun burada ne işi vardı? Anne ve babam neredeydi? Gözlerinin altı kızarmış, saçları dağılmıştı, ona ne olmuştu böyle?

 

"Teyze ne oldu sana?" dedim kuru bir sesle, benim burada ne işim vardı? Teyzem asla benimle konuşmaz, benden nefret ederdi, o şimdi neden buradaydı?

 

Soğuk bakışları beni bulduğunda sertçe yutkundu, bir nefeste söyledikleri benim hayatım boyunca unutmayacağım bir ukte olarak kalmıştı içimde. "Annen ve baban öldü, yarın cenazeleri var." Ne?

 

Annem öldü.

Babam öldü.

Yarın cenazeleri var.

 

Ben rüya görmüştüm ama her şey sahteydi, her şey yalandı. Olamaz, hayır olamaz. Onlar ölemezler, benim kalbim onlara sıcak olmadan ölemezler.

 

Bir çığlık döküldü iki dudağımın arasından, "Hayır..."

 

Bir kez daha bayılmıştım...

 

... 

 

Havada ki sis bulutu görüş açımı engelliyor, mezarlığa girmemem için yolumu kapatıyordu. Annem ve babam artık burada yaşayacaktı, ruhları burada huzuru bulur mu bilmem ama benim ruhum içinden huzuru tamamen terk etmiş gibiydi.

 

Sertçe yutkundum, gözlerim geldiğim mezarın üzerinde boş bir şekilde gezinirken arkamdaki çalılığın arasından bir hışırtı sesi geldi. Korkuyla arkama döndüğümde, telefonumun ışığını açıp oraya doğru tuttum. "Orada biri mi var?"

 

Bir ses gelmedi, kedi veya köpek olabilir diye geçirdim içimden tekrar ailemin mezarına döndüğümde dalgın bir şekilde onları izledim. Üzerinde ki ıslak toprağa dokundum, onlara dokunuyormuş gibi...

 

Hayatta olduklarında her şeyleri vardı, evleri, arabaları ve sayısızca şirket. Şimdi ise bu mezar dışında hiçbir şeyleri yoktu, koca bir hiçlerdi. Yarın herkes her şeyi unutacak, yoluna devam edecekti. Onların en sevdiği arkadaşları bile, onları tek bir kalemde beyninden silip atacaklardı. Bu bir gerçekti.

 

Hiçbir şey söylemeden kalktım oturduğum yerden, yanıma aldığım iki dal orkide çiçeğinin bir dalını babamın mezarına, diğerini ise anneme bıraktım. İçimde öfke vardı, herkese karşı derin bir öfke. Buz tutmuş ellerimi montumun cebine sokup, montuma iyice sokuldum. Bugün farklı bir soğukluk vardı bedenime işleyen, yüzünde, gözlerimde ki ifade buz tutmuştu.

 

Mezardan çıkmak için adımlar atmaya başladığım sırada, kulaklarıma birinin yürüme sesi gelmişti. Kimdi şimdi bu? İçimi saran korku, kasvetli bir şekilde bütün bedenimi esiri altına tutmuştu. Bakışlarım omzuma astığım çantaya kaydı, derin düşüncelerle içindeki biber gazını hatırladım. Oraya onu ne için koyduğumu bilmiyorum, evden çıkmadan önce içimden bir his almam gerektiğini söylemişti, içimde ki sesleri normalde dinlemem ama o günden sonra her şey değişmişti. Biber gazını çıkartarak elimde sıkıca tuttum, yaklaşan nefes sesleri ensemde durarken arkama hızla dönüp biber gazını yüzüne tutacaktım ki sarı saçları tanıdık geldiği için durdum.

 

Alya. 

 

Onun burada ne işi vardı? "Alya, ne işin var burada?" diye sordum düşüncelerimi dile getirerek. Sarı saçları özenle taramış, yeşil gözleri ise artık her zamanki gibi bakmıyordu.

 

Korkulu gözlerle bana baktı, "Seninle yaşayabilir miyim?" diye sorduğunda gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Kahretsin, ne oluyordu?

 

"Ne oldu?" diye sordum, elimi tereddüt içinde omzuna dokundurarak. Ağlamaya başlamıştı.

 

"Ailem ile kavga ettim" dediğinde bakışlarım hızla değişti, gözlerine baktığım sırada altındaki morarmayı henüz yeni fark etmiştim. "Evden kaçtım"

 

Kuruyan dudaklarımın üzerinde dilimi gezdirdim, "Gözlerine ne oldu?" diye sordum güçlükle, ona şiddet uyguluyor olabilirler miydi?

 

"Kapıya çarptım." diyerek beni geçiştirmeye çalışsa bile buna inanacak değildim.

 

"Kim yaptı?" diye sordum hiddetle.

 

"Yaman" dediğinde ellerimi yumruk yapmıştım, neredeyse burnumdan soluyordum. Nasıl yapardı böyle bir şeyi? Sinirle Alya'nın yüzüne baktığımda, yeşil gözleri kanlanmaya başlıyordu. Onu kendime doğru çekerek, kollarımı beline doladım. Sımsıkı bir şekilde ona sarılırken Yaman'a olan öfkem içimde bir ateş doğurmuştu.

 

"Eve gidelim, orada konuşuruz." dedikten sonra yolcu koltuğunun kapısını açıp onun girmesini bekledim, daha sonra sürücü koltuğuna geçtiğimde sinirle gaza yüklenmiştim.

 

Hastaneden çıkalı iki hafta olmuştu, bu süre içerisinde hayatımda bir çok değişiklik olmuştu. Her ne kadar kabul etmek istemesem bile hayatım yine değişmiş, evimi her şeyimi kaybetmiştim. Babamın bütün parası şu an benim elimin altındaydı, mal varlığımın haddi hesabı yoktu. Benden nefret eden teyzem birden bire beni sevmeye başlamış, amcalarım ortaya çıkmıştı. Para için hepsi şaklabana dönüşmüştü, yanımdan ayrılmıyorlardı. Her gün arıyorlardı neredeyse, fakat hiçbirini açmıyordum.

 

Onlar benim hiçbir şeyim değildi.

 

İki haftadır okula hiç gitmemiştim, benimle beraber Alya da gitmemiş sürekli benim yanımda olmaya çalışmıştı. Gözlerimden gelen her yaşı elleriyle silmişti, yine elleriyle bana yemek yapmıştı, kollarıyla bana sarılmıştı, en önemlisi bana varlığı sayesinde yalnız olmadığımı kanıtlamıştı.

 

Evin kapısını kartımla açıp, Alya'nın geçmesi için durdum, o geçtikten hemen sonra bende arkasından içeriye girmiştim. Koridorda yürürken, "Kahve içer misin?" diye sordum, başını aşağı yukarı salladı. Mutfağa geçtiğimde kahve makinesinin fişini takıp, onu çalıştırdım. Bu sırada Alya, kapının pervazında durmuş başını bana çevirmişti. Makineye su ve kahve koydum. Küçük bir mutfağım vardı, içinde bir kaç dolap ve gerekli olan beyaz eşyalar.

 

"Ne oldu ailen ile?" diye sordum kahvenin olmasını beklerken yüzümü ona çevirmiş meraklı bir ifadeyle mimiklerini izliyordum.

 

Yutkundu, daha sonra sesli bir nefes verdi. "Yaman konusunda beni uyarmıştı babam" diye mırıldandı, sesinin titremesine engel olmadan. "Bunun yüzünden kavga ettik, sonra çarptım kapıyı çıktım evden." Boş bir şekilde gülümsedi. "Aslında bunu hep yapmak istedim ama böyle değil tabi."

 

Gülümsedim, "Sen delisin" dediğimde omzunu silkti banane der gibi.

 

"Baban seni bana bırakır mı?" diye sordum, aslında onunla yaşamayı çok isterdim. Tek başıma yaşamaktan ise onunla beraber yaşamak daha iyi gelecekti bana.

 

Dudaklarını yuvarladı içeriye doğru, "Bilmiyorum, onu boş ver." dediğinde sorgulayıcı bir ifadeyle gözlerime baktı. "Sen istiyor musun?"

 

Yanına gidip omzumla omzuna çarptım, "Bu da soru mu şimdi, tatbiki." diyerek onu cevapladım. "Bu koca evde tek başıma kalmaktan ise seninle olmayı tercih ederim, bu tercihim ise her yerde geçerli olur." Gülümsedim. "Seninle çok iyi bir ev arkadaşı olacağız."

 

Gözleri kocaman açıldı, "Gerçekten mi?" dediğinde, sesli bir nefes vermiştim.

 

"Gerçekten." Bu kadardı işte, birini mutlu etmek bu kadar basit ve kolaydı. "Hatta sen hemen yarın babanla konuş, eğer izin verirse eşyalarını hemen getirelim buraya." dediğimde neredeyse mutluluktan havalara uçacak gibi bir hali vardı. Yüzünde ki tebessümü gördüğüm an benim içimde bir tebessüm oluştu.

 

Kahve makinesine doğru gittiğimde kahvelerin olduğunu gördüm, onları da alarak Alya ile beraber salona geçip oturduk. Küçük değil ama büyük bir yer de değildi, köşede TV ünitesi vardı, onun karşısında büyük bir oturmak yeri. Kapının hemen yanında bir kitaplık, onun karşısında ise beyaz üç kişilik bir masa vardı. Evi ilk gördüğüm anda içime sıcak dalgalar vurmaya başlamış, hemen almak istemiştim.

 

Kapının çalma sesi kulaklarımı doldururken oturduğum yerden kalkmış, kapıya doğru yürüyordum. Kimin geldiğini içimde sorgulamıyor değildim, bana kim gelirdi ki? Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kişi en büyük şaşkınlığım olmuştu, Barın!

 

Barın buraya gelmişti, benim evime. Neden gelmişti? Onu iki haftadır gördüğümü hiç hatırlamıyorum, iki haftadır kendimde bile değildim onu görmeme imkan bile yoktu. Oysa şimdi buraya gelmişti, benim evime. "Barın?" dedim kuru bir sesle.

 

Soğuk bakışları yoktu, yüzünde hiçbir ifade yoktu aslında. Dudaklarımı birbirinin üzerine bastırdım, kahverengi gözlerinin içine baktım.

 

"Seni görmeye geldik." Diliyle dudaklarını ıslatmış, yana doğru çekilmişti. Suhan ve Selim'i o an ilk defa görmüştüm, onlar neden gelmişti? Suhan'ın soğuk bakışları, Selim'in abes gülüşü, Barın'ın soğuk suratı karşımda duruyordu. "Bizi içeriye almayacak mısın?" demişti ki içeriden Alya geldi.

 

"Kim gelmiş Amara?" diye sorduğunda bakışları kapıya döndü, "Siz?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Suhan ağzını açmış ona bir cevap verecek gibi olmuştu, bunu engelleyen kişi Selim olmuştu. Beni ve Alya'yı iki yana çekerek, tam ortamızdan içeriye girdi.

 

"Götüm dondu dışarıda, şu anlamadığım konuşmaları içeride yapın!" demişti sinirli bir sesle, direkt salonun olduğu yere gittiğinde şaşkınca arkasından baktım. Barın da hemen yanından geçip gittiğinde, kapıda kalan tek kişi Suhan olmuştu.

 

Ellerini iki yana açtı şaşkınlıkla, "Bende giriyim o zaman" dediğinde suratında tuhaf bir bakış varken, Barın ve Selim'in arkasından gitti. Yanıma gelen Alya, sinirli bir bakış attı bana, hareleri yoğunlaşmış bir şekilde Suhan'ın arkasında takılı kalmıştı.

 

"Bunun burada ne işi var?" Sesi öfke doluydu, bunun sebebini asla çözemediğim gibi üzerinde de durmamıştım omuz silkip bende içeriye girdim. Selim ve Suhan yan yana oturmuş, Barın ise tam karşılarına geçmişti. Üzerinde deri siyah bir ceket, onun içine beyaz tişört giymişti. Altında kot pantolon vardı. Saçları dağılmış yüzüne bir tutam düşmüştü, soğuk nevale bakışları ise benim üzerimde durmuştu. Her zaman olduğu gibi, eskiler gibi, annemin yaşadığı günler gibi.

 

Selim'i çok görmezdim okulda, futbol takımında oynardı bu yüzden hep antrenmanı olurdu. Benim boylarımda aynı Alya gibi sarı saçları yeşil gözleri vardı, üzerinde bir sweatshirt ve siyah bir şort vardı. Sanki buraya zorla gelmiş gibiydi, gözlerim tuhaf bir şekilde ayaklarına indiğinde dudaklarımda bir gülümseme oluştu. Barbie'li pembe bir çorap vardı ayağında, bir kahkaha attığımda herkesin bakışları onun ayaklarına gitmişti. Bunu mu giymişti gerçekten?

 

Suhan, Selim'in kafasına bir tane vurdu, "Yuh olum bu çoraplar ne?" diye sorduğunda hala gülüyordum.

 

Selim, "O kadar acele ettiniz, yukarıya çıkmayı unuttum, kardeşimin çorabını giymişim." dedi umursamadan elinde tuttuğu elmayı yerken, büyük ihtimalle onu sehpada duran meyve tabağından almıştı. Selim'i sevdiğimi hissettim, ilk kez tanışmama rağmen bana sıcak bir hissiyat vermişti.

 

Barın'ın yanına geçip oturduğumda Alya elinde bir tepsiyle içeriye girmişti, tepside üç tane kahve vardı. İlk önce Barın'a verdi, daha sonra Suhan ve Selim'e ama Suhan'da o kadar uzun kalmıştı ki, Selim dayanamamış araya girmişti. "Biraz daha bakarsan çocuğa, yarın iki tane çocuk çıkacak ortaya." Tekrar gülmüştüm ama Suhan ve Alya ona ölümcül bakışlar atmıştı.

 

"Nasılsın?" Barın'ın sorusuyla ona döndüm, bakışlarım anında değişmiş onun suratına bomboş bakıyordum. Dürüst bir şekilde ona cevap verdim.

 

"Yorgun." Yorgundum, her şey beni yormaya başlamıştı. Dudaklarımı ısırdım, gözleri bir kaç saniye dudaklarımda durdu ardından gözlerimi buldu.

 

"Geçecek, biliyorsun değil mi?" diye sordu sıcak bir sesle. Dudaklarımı birbirinin üzerine bastırdım, içimde bir ağlama hissiyatı vardı, belkide gözlerim dolmuştu.

 

"Geçsin" dedim titreyen bir sesle "çok acıtıyor." Boğazıma sarılan kelimeler orada kalmayı tercih ediyor gibiydi, gözlerimin dolduğuna adım gibi emindim. Ağlama. Ağlama. Ağlama.

 

Halledeceksin.

 

Halledeceksin.

 

Nelerin üstesinden geldin, bu mu yıkacak koca kalbini?

 

Şu an değil, yıkılmak için doğru bir zaman değil. Ortalarda çakallar geziyorken güçsüz duramazsın, bunu kendine yapamazsın.

 

Sertçe yutkundum, gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes çektim içime. Zordu evet ama bitecekti bir gün, biliyorum.

 

Her acı unutulur bir gün.

 

Unutacaksın.

 

Gözlerimi tekrar açtım gülümseyerek, Barın'a baktım. Bir şeyler düşünüyor olmalıydı, ki dalmış bir şekilde gözleri elimde sabit kalmıştı. Bende elime baktım, ellerim titriyordu. Büyük bir hızla onları arkama atıp, Barın'a baktım.

 

"Saklamaya çalışma, ben görürüm." Neyden bahsettiğini biliyordum ama bir cevap verme isteği yoktu içimde.

 

"Bazen görünmez olabiliyor en derin acılar." diye mırıldandım bakışlarımı ondan kaçırarak.

 

"Kör olanlar için mümkün ama benim için değil." Cevap vermedim, dudaklarımı ısırarak bir süre öylece bekledim.

 

"Vah vah" Selim'in sesiyle bakışlarım onun yeşil gözlerine değdi. "Açlıktan dudaklarını yiyor, yenge yemek yemedi mi?" Bana mı diyordu?

 

Kaşlarımı çattım, "Yenge mi?" dediğimde öksürdü bir iki kez.

 

"Pardon yenge, adını unuttum." Yine yenge demişti, bakışlarım Barın'ın üzerinde durduğunda bunun onun işi olduğunu hemen anladım. Gözlerimi devirerek, tekrar Selim'e baktım.

 

"İsmim Amara, bana adım ile hitap edersen sevinirim ve aç değilim küçük bir alkışkanlık sadece." Sözlerim dümdüz ve soğuktu, insanlara karşı ister istemez soğuk davranıyor, onlara asla güvenemiyorum.

 

Omuz silkti umursamazca, "Kendim aç olduğum için söyledim zaten, pizza yer misin?" Kafamı olumsuz anlamda salladım, kaşları havalandı. "Yersin." dediğinde kaşlarım çatıldı bu sefer. Söylediklerimi tersten mi algılıyor? Telefonunu çıkarıp herkese pizza söyledikten sonra tekrar cebine koydu, sonra gözleri Barın'da durdu. "Sen ödersin." Gülümsedim, komik biriydi. Bana baktığında gülümsediğimi gördü, bana göz kırparak kendiside güldü. "Sevdim seni Tamara."

 

Kaşlarım tekrar çatıldı, bu çocuk biraz gıcık mıydı? "Amara" diyerek düzelttim onu.

 

"Baş belası" diye söze girdi Barın, kaşlarım istemsizce havalandığında gözlerim alayla bakan suratında dona kalmıştı.

 

Bu sırada Alya, "İnatçı." dediğinde aynı şekilde bakışlarımı ona çevirdim, sonra Suhan'a baktım.

 

"Sen bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum merakla, herkes bir şeyler söylüyordu kendince.

 

Şaşkınlıkla oda bana baktı, ellerini iki yana açıp bilmiyorum der gibi. "Ben seni tanımıyorum, bir ara kahve içelim." dediğinde bir kahkaha çıktı dudaklarımdan. Beni tanısa o da çok şey söylerdi, neden bilmiyorum ama bu beni güldürtmüştü.

 

Alya gözlerini devirerek, "Salağa yatmayı çok sever kendisi" dediğinde Suhan delice bakışlarını ona çevirmişti.

 

"Sen her şeye atlamayı meslek haline mi getirdin sarı kız?" dediğinde Alya kaşlarını çattı, yanında duran yastığı onun kafasına atarak. Büyük bir öfkeyle yerinden kalkıp salondan çıktı. Suhan yastığı yüzünden çekmiş, bomboş bir şekilde bakıyordu arkasından, bu sırada selim arkasında duran yastığı alarak onun kafasına fırltarak salondan büyük adımlarla çıktı. Suhan da peşinden gittiğinde, ben ve Barın yalnız kalmıştık.

 

"Ne zaman okula dönüyorsun küçük kaçak?" diye sordu, sesli bir nefes vererek dudaklarımı ısırdım.

 

"Bana sorsan hiçbir zaman gelmek istemem." dedim suratımı asarak, "yarın geliyorum."

 

"İyi değilsen gelme, ben devamsızlıkları hallederim." Bakışlarım onun gözlerine değdiğinde kaşlarını çattım.

 

"Gerek yok." dedim öfkeyle, bana acıyordu, kahretsin bana acıyordu. İçime yayılan öfkenin atışları genzimi yakıyor, yumruklarımı sıkıca sıkmıştım. Gözlerim bomboş duvarda oyalanırken, bir kez daha ona bakmadım. Acıyan gözleri beni bulamayacak, neden gelmişti ki buraya?

 

"Amara" diye mırıldandı, "şu an sana acıdığımı düşünüyorsan sil bunları kafandan, yok öyle bir şey." Sesinde bir öfke vardı, fakat buna kanmak istemiyorum. Acıyor, bu yüzden burada.

 

"Sanane ne düşündüğümden?" diye sordum ters bir ifadeyle gözlerine bakarak. Kahverengi hareleri gözlerimde dolaşırken, kuruyan dudaklarını diliyle ıslattı.

 

"Sürekli benimle kavga etmeye çalışıyorsun" dudakları yana doğru sinsice kıvrıldı, "bana aşık olduğunu düşünmeye başlayacağım."

 

Kaşlarımı çattım, "Sen uyumadan önce böyle hayaller mi kuruyorsun kafanda" dedim burnumdan soluyordum neredeyse.

 

Kalın kaşları düz bir hal aldı, "Daha ileri şeyler düşünüyorum." dedi tok bir sesle.

 

"Sapık" diye tısladım, gözlerinin içine bakarak.

 

"Bende seni." dediğinde sinirden delirmiş gibiydim, önüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

 

"Senden nefret ediyorum, Barın." Söylediğim şeyle gülümsedi, sinsi bir şekilde.

 

"Beni seviyor musun?" dedi gözlerimin içine bakarak, "Bende kendimi seviyorum."

 

Gözlerimi devirdim, kaşlarımı çatarak yanımda duran yastığı onun koca suratına dan diye vurdum. Hiç etkilenmeyen bakışlarla bana bakan suratını gördüm, gözlerimi bir kez daha devirdim.

 

Onu sevmek istemiyorum, yüreğime bir acı daha eklemek istemiyorum. Benim olmayacak biri için kendi canımı yakmak istemiyorum, o herkesin olabilirdi ama benim olamazdı. Ben yarayım, ben acıyım, ben bir insana mutsuzluk verebilecek her şeyim. Birinin beni sevebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi.

 

İnsanlar birini sevmenin ne demek olduğunu bilmiyor, onlara acı verdiklerinde onlara iyi geldiklerini düşünüyorlardı. Söyledikleri tek bir kelimenin hayatlarında nasıl bir etki bırakacağını bilmiyorlardı bile.

 

İnsan sevginin düşmanıdır.

 

İnsanların sizi nasıl göründüğünü önemsemeyin, onların düşünceleri sizin için önemli olmasın. Sizin bu hayatta neler yaşadıklarınızı biliyorlar mı? Bilmeyen herkes konuşur durur, içindeki enkazı görene kadar. Bazen bencil olmak gerekirdi, bazen insanları unutmak gerekirdi kendi mutluluğun için.

 

İçeriye giren Alya ve Selim'in ellerinde pizza kutuları vardı, Suhan ortada görünmüyordu. Alya yanıma gelerek önüme bir kutu pizza bıraktığında, gözlerime tehditkar bir şekilde baktı. "Yemek için beş dakikan var." Yutkundum.

 

"İstemiyorum Alya, lütfen." demiştim ki, Barın söze karıştı.

 

"İstemiyorum diye bir şey yok, yiyorsun." dediğinde kaşlarını çatarak bana bakıyordu. Hayır, yemek istemiyorum. Başımı iki yana salladım, görmek bile istemiyorum. Selim dışında kimse yemiyordu, Selim ise pişkin pişkin yiyordu.

 

"Eğer yersen, ne istersen yaparım" diyen Barın'a dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, yüzüne boş boş bakarken bakışlarında yine düz ifadesi vardı. Önümde duran pizza kutusuna uzandığında sadece bir kaç saniye yüzlerimiz birbirine çok yakındı, çikolata ve kiraz karışımı kokusu içime sindiğinde derin bir iç çektim.

 

Aldığı pizza dilimini ağzıma soktu, ellerimi kaldırarak dilimi tutup kendim yemeye başladım. Sinirle ve öfkeyle, pizzanın tadını bile alamıyor bir yerlere yumruk atma isteğiyle dolup taşıyordum.

 

"Yenge şimdi sen böyle bakarsan senden korkarım." diyen Selim'e kaşlarımı çatarak baktım, o bana yine mi yenge demişti?

 

Kaşlarım kalktı, "Yenge?" diye sorgularcasına yüzüne baktım.

 

Gözlerini devirdi, sesli bir nefes vererek. "Tamam Tamara." dediğinde yumruklarımı tekrar sıktım. Anlama sorunu mu vardı?

 

"Tamara?" dedim öfkeli bir şekilde.

 

"Senin adın bu değil miydi?" Alya, gülmek için kendini zor tutarken ona ölümcül bir bakış fırlattım. Bakışlarım tekrar Selim'e döndüğünde, bakışlarımdan korkmuş olacak ki bir şey söylemden pizzasını yemeye devam etti.

 

Bu kadardı işte, gece böyle devam etmişti. Onlar gitmiş, Alya da uyumuştu. Ben ise boş gözlerle, duvara bakıyordum. Bir şey düşünmek bile istemiyorum artık, düşünmek insanı öldürüyordu.

 

Aradığım evin enkazı altında kalmıştım, evim başıma yıkılmıştı. Gözlerimden düşen yaşı sağ elimle sildim, gözlerimi kapatarak uyumaya çalıştım.

 

Uyumak iyi gelirdi değil mi?

 

Bölüm sonu

 

Merhabalar, Evimi Arıyorum üçüncü bölümü bitti.

 

Bu kitap içimizde güzel hisler bırakır umarım, hep birlikte sevginin gerçek halini öğreniriz.

 

Sevgiyi ancak aşk öğretebilir insana, aşk ise s

adece gerçek insanla yaşanır.

 

Önemli olan gerçek insanı bulmak, bu da bazen imkansız olabilir.

 

Bölüm nasıldı?

 

Lütfen oy vermeyi unutmayın, mutlu oluyorum.

 

Teşekkürler,)

 

Sevgilerle kalın...

 

Loading...
0%