Yeni Üyelik
4.
Bölüm

BÖLÜM 4; ACILI BİR KALP

@ugur.q0

Instagram; ugur_q0

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın, lütfen...

 

İyi okumalar...

 

"Acılı bir kalp"

 

Gerçekler, acıtır mı? Yangınların içinden kurtulmaya çalışırken, her uzatılan el seni oradan alamadan elinde kalıyor. Aslında o el yok ama sen olduğunu düşünüyorsun, beynin sana oyun oynuyor ve sen bunun olmasını istediğin için ona engel olamıyorsun. Gerçekler; en olmadık yerde, zehirli bir koku gibi kendini yayar hayatına. Engel olmak istersin, gözlerini kapatmak, duymamak için kulaklarını kapatmak istersin.

 

Gerçekler acıtır derler, benim gerçeklerim beni yakıyordu.

 

Gerçekler her zaman vardır, bunu duymak istemeyen kulaklarını sadece o gerçeklere yönelt, elbet sana doğruları gösterecektir.

 

Güneşin yakıcı ışıkları yüzüme değdiğinde, uykudan mahmurlaşmış gözlerimi ovaldım. Güçlükle yerimden doğruluğumda saat daha çok erken olmasına rağmen, duş almak için kendimi banyoya atmıştım. Düşüncelerim beni esiri altına alırken kendimi sıcak suyun altına attım, sıcak su bedenime değerken gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Temizlenmek istiyorum, bütün kötülüklerden temizlenmek istiyorum.

 

Derin bir nefes aldım, gözlerimi tekrar açtığımda karanlık banyoda tek başıma kalmıştım. Duş kabinin ardından içeriye sızan loş ışık, burayı aydınlatmak için yeterli değildi. Karanlık odayı esir almışsa, oradan kurtulmak için aydınlığa ihtiyaç duyarsın, fakat sen karanlıkla boğuşurken aydınlık biri sana yardım edemez. Karanlığa bulanmak istemediği için sadece durup izler, hiçbir şey yapmadan.

 

Aydınlık bir gün karanlığa yenilir, karanlık bedenini esir alır, kendi içinde karanlık bir dünya yaratır. Acır, çok acır.

 

Vücudumu hızlıca keselediğimde, bedenime acı vermesine rağmen durmuyor, daha hızlı yapıyordum.

 

Derin bir nefes verdim, artık durmaya karar vermiştim. Hayata bir şekilde tutunmam gerekiyordu, yaşamak için nefes almam gerekiyordu. Bunu yapacaktım, hayatıma devam edecektim. Zor olacaktı ama bir şekilde olacaktı.

 

Duştan çıkarak aynanın karşısına geçtim, mavi gözlerim her zaman olduğundan daha fazla solgundu. Saçlarım ıslaktı, tenim ise suyun sıcaklığı yüzünden kırpkırmızı olmuştu. Ölü bakışlarımla kendimi izliyordum, aynanın karşısında duran enkaza bakıyordum. Enkaz, koca bir enkaz. Bütün umutları kaybolmuş, kendini karanlığa adamış, kurtulmak için bir ümidi kalmamış bir enkaz.

 

Kalbimin sıkıştığını hissettim, geriye doğru sendeledim, yanımda duran duvara tutunarak ayakta kalmaya çalıştım. Zorlukla kapıyı açmaya çalışırken, kapıda durak Alya'yı gördüm, üstünde kırmızı bir sweatshirt, altında ise sadece iç çamaşırı vardı ama görünmüyordu. Saçları dağılmış, uykulu gözlerle bana bakıyordu. "Banyo mu yaptın?" Sesinden uyku akıyordu.

 

Gülümsedim, "Evet."

 

Sol eliyle yeşil gözlerini ovaladı, "İyi, şimdi kahvaltı hazırlarım." diyerek mutfağa doğru yürümeye başlamıştı, hemen arkasından bende girdim mutfağa. Bir çay koyarak, dolaptan omlet yapmak için iki tane yumurta çıkardım, Alya bana şaşkınlıkla bakarken özellikle ona bakmamak için direniyordum.

 

Oda aynı şekilde dolabı açarak içinden kahvaltılık şeyler çıkarıp salonda ki masaya doğru gitti, yumurtayı bir kaba almış kaşık yardımıyla karıştırıyordum. Dolaptan bir tava çıkarıp, ocağın ateşini yakarak üzerine bıraktım. İçine yağ koyup çırpmış olduğum yumurtayı döktüm, orada olurken dolaptan çıkardığım dilimlenmiş kaşar peynirlerinden üç tane alıp bir kaç saniye daha bekledim. Kaşar peynirini de üzerine ekledikten sonra omlet hazır olmuştu, görüntüsü gayet hoştu.

 

Omleti gidip masaya bıraktığımda neredeyse ayakta uyuyan Alya'nın gözlerine açıldı, "Mükemmel görünüyor" demişti ki aklıma çay geldi, mutfağa hızlıca girip altını kapattım. Onu da masaya götürdüğümde, artık masaya oturmuş yemek yiyordum. "Okula gidecek miyiz?" diye sordu meraklı bir ifadeyle.

 

Başımı aşağı yukarı salladım, "Artık gitsek iyi olur." İki haftadır gitmiyor olmam bir şeyi değiştirmez, hayatım devam ediyordu ve benim bir şekilde hayata tutunmak için kendime bir yol haritası çizmem lazımdı. Okula gidip de lütufsuz insanları görmektense evde kalmayı tercih ederdim evet ama iyi bir kariyer için okumak zorundayım. Evet, çok fazla param vardı, elbet bir gün bitecekti. İşletme okumam gerekiyordu, bir şeylere anlam verebilmek için bunu yapmalıyım.

 

"Emin misin, Amara?" Sesinde ki şüphe, onun korktuğu bir şeylerin var olduğunu gösteriyordu. "Biliyorsun annen ve babanın durumu bütün gazetelerde çok farklı yayıldı." Basına çok farklı bir şekilde verilmişti ölümün detayları, babamın önce annemi sonra kendsini vurduğu yazılıyordu her yerde. Kimse o katili bilmiyordu, benim dışımda ve bir kaç kişi daha biliyordu.

 

Soludum, "Bir şey olmaz" diye mırıldandım. Dayanırım, ben güçlü biriyim.

 

Yalanlar ve gerçekler bir araya gelince ortaya içinde gerçekleri saklayan yeni bir yalan çıkıyordu. Anne ve babam öldü evet ama babam birine zarar verecek biri değildi, bunu asla yapmazdı. Gazetelerinde ve medyanın benim varlığımı düşünmeden yaptığı haberler, can yakacak cinstendi. Yalan bir haber acıtırdı, bu yalan haber sevdiğiniz birine aitse daha da fazla yakardı kalbi.

 

Düşüncelerimi şu anlık bir kenara bırakıp, yemeğimi yemeye koyuldum. Her son yeni bir başlangıç demekti, hayatımda yeni başlangıçlar yapacağım. Annem için, babam için, kendim için.

 

Ölüm bir son demekti, ailemin sonu böyle olmuştu. Onlar için hayat bitmişti, benim için ise yeni başlıyordu.

 

Yemek bitmişti, odama gidip okul formasını giydim, saçlarımı saldım, boynuma bir atkı geçirip, kafama ise mavi bir bere takmıştım. Evden çıktığımda, Alya dışarda beni bekliyordu. Okul formasını giymişti, beni gördüğünde gülümsedi ve arabanın kapısını açtı. Sürücü koltuğuna geçtiğimde sessizce arabayı okula doğru sürmeye başladım, Alya kafasını cama yaslamış dalgın bir şekilde dışarıyı izliyordu. Radyo da çalan şarkının etkisine kapılmış olmalıydı, Murat Dalkılıç - Yalan dünya çalıyordu.

 

Onları bulmuştum ve yine kaybetmiştim, sevdiğim herkesi teker teker kaybediyorum. Hayatımdan teker teker gidiyorlardı, benim karanlığım onları esir tutuyordu.

 

Dilimi yaladım, sadece bir kaç saniyeliğine gözlerimi sıkıca kapatıp tekrar açtım, huzursuz hissediyorum. İçimde bir acı vardı, o acı günden güne beni eritiyordu. Sustum, yine sustum.

 

Okula gelmiştik, Alya kahve almak için kantine gitmiş ben ise direkt sınıfa girmeyi seçmiştim. Kimsenin beni görmesini istemiyordum, fakat beni gören herkes bakışlarını üzerimden alamıyordu. Birinin arkadan, "Cani" diye mırıldandığını duydum. Yutkundum. Cani...

 

Sınıfa girer girmez kendimi sıranın üzerine atmış gözlerimi pencereye çevirmiştim, dalgın bir şekilde orayı izlerken Alya girdi içeriye. Önüme bir kahve koyup, "Herkes delirmiş" diye mırıldandı sinirle.

 

Bakışlarım yüzüne döndü, "Ne oldu?"

 

Gözlerini devirdi, içindeki öfkeyi kusmak ister gibi "Duru ile karşılaştım, bomboş konuştu." dediğinde hala çok sinirli görünüyordu. Onu bu kadar sinirlenmesi için kötü şeyler söylemesi gerekiyordu, ne demişti? Gözlerim merakla Alya da durdu, yeşil gözlerinin dolduğunu hissettim.

 

"Ne söyledi Alya?" dedim öfkeyle, sesim biraz yüksek çıkmıştı. Kimsenin arkadaşımın canını yakmasına izin vermeyecektim, onu da kaybetmek istemiyordum.

 

"Yaman ona aramızda geçenleri anlatmış" diye mırıldandı, dişlerimi sıkarak önüme döndüm. O Yaman'a bir şeylerin hesabını sormanın vakti gelmişti, bir daha arkadaşımı üzmesine izin veremezdim. Alya'ya bakarak ellerimi beline sardım, kafamı kafasının üzerine koydum.

 

"Değmez, senin gözlerinden düşen tek bir damla yaşa bile değmez." diye mırıldanıyordum, onu rahatlatmak için. "Sen çok özelsin, güzelsin. Başka erkek mi kalmadı?" diye sordum, erkeklerden nefret ediyorum. "Sen herkesin seveceği birisin Alya..."

 

"Ben neden hissetmiyorum bu duyguyu" dediğinde sesinden ne kadar üzüldüğünü sezebiliyordum.

 

"İnsanlar gösteremez içinde ki duyguları." dedim kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatarak, yanımda nemlendirici bile yoktu. Alya'nın verdiği sesli nefes tenime değince, yavaşça oturduğum yerden doğruldum. Bugün Yaman denilen pislik ile aramızda bir konuşma geçecekti, bir daha asla benim arkadaşıma dokunmasına izin vermem.

 

Alya bir şey söylemeden kafasını sıraya gömdü, düşüncelere daldığı apaçık belliydi. Getirdiği kahveden bir yudum alarak, dışarıyı izlemeye koyuldum. Çok fazla insan olmamasına rağmen, sanki orada olsaydım boğulurmuş gibi hissediyorum.

 

İnsanların arasında hiçbir zaman rahat olamamış, onların bakışlarından çekinmiştim. Bana bakıyorlardı ama normal bir bakışla değil; bazıları acıyarak, bazıları tiksinerek, bazıları da nefretle bakıyordu. Oysa hiçbiri ile aramda hiçbir şey geçmemişti, beni tanımıyorlardı bile. Tanımadıkları bir insana karşı besledikleri duygular, bazen can yakıcı olabiliyordu.

 

Gözlerim dışarıda gezinirken onu gördüm, Barın Aren Yücel. Okul formasını giymişti, benim boyum 1.75 olmasına rağmen benden daha uzundu, okuldaki kızlar arasında konuşurken duymuştum onun boyunun 1.85 olduğunu söylüyorlardı. Ondan konuşurken hep hayranlıklarını dile getirmişlerdi, ikisi de ondan deli gibi hoşlanıyordu. Soğuk ve sert bakışları sanki etrafa öfke salıyordu, insanlara karşı yumuşak biri değildi. Gözlerinde bazen bir duygu arayışına giriyorum, bulduğum şey ise koca bir karanlık oluyordu her seferinde.

 

Hoca derse girdiğinde bakışlarımı ondan çekmiştim, derin bir nefes alarak kimya dersine odaklanmaya başladım. Ara sıra notlar alıyor, çözümler yapıyordum. Ders boyunca kafamın düşüncelerimin dağılmasını sağlayabilmiştim, Alya benim tersime ders boyunca kafasını sıradan kaldırmamıştı.

 

Araya çıktığımızda bahçede ki bir bankta onunla beraber oturuyordum, gözleri yine Suhan'ın üzerindeydi. Suhan, önceden gördüğümüz o sarışın kızla beraberdi, kızın ona attığı cilveler buradan bile görünüyordu.

 

"Midem bulandı." Alya'nın öfkeli sesine karşı, dudaklarım yana doğru kıvrıldı. Farkında değildi belki ama Suhan'dan hoşlanıyordu.

 

"Neden sende yanına gitmiyorsun?" diye mırıldandım, ona gaz vermeye çalışarak.

 

İnce kaşları çatıldı, öfkeli bir nefes verdi. "Ben o şerefsiz adamın yanına asla gitmem." dediğinde, tekrar gülümsedim. Gidecekti.

 

"Peki o zaman ben giderim." diyerek ayağa kalktım, Suhan'a doğru yürürken Alya şaşkınlıkla arkamdan bakıyordu. Benim peşimden gelip gelmemek arasında kalmış gibi görünüyordu, en son gelmeye karar vermiş olacak ki ben Suhan'ın yanına geldiğimde o yeni yürümeye başlıyordu.

 

Suhan'a başımla selam verdim, "Naber Suhan?" diye sordum samimi bir şekilde.

 

Onunla daha önce hiç konuşmadım, şimdi rahat bir şekilde konuşmamı garip bulmuştu. Kaşları havalandı, "İyi." dediğinde, sesi dümdüz geliyordu kulağa. Nihayet Alya da yanıma geldiğinde, Suhan'a dönüp asla yapmak istemediğim o soruyu sordum. "Barın nerede?" Ben bunu neden sordum şimdi? Bilmiyorum, bilmiyorum.

 

"Futbol sahasında Selim'i çalıştırıyor." dediğinde teşekkür ederek, Alya'ya baktım.

 

"Sen burada Suhan ile bekle, ben hemen geliyorum." dedikten sonra hızlı adımlarla onların yanından uzaklaşmaya başladım. Alya'nın bir şeyleri fark etmesi gerekiyordu, Suhan'ı o kızla görmek istemiyorsa o kızı bizzat kendisi yanından gönderecekti. Futbol sahasına doğru yürürken, içimde sebebini bilmediğim bir heyecan vardı.

 

Bazı duyguları anlamazsın, vakti geldiğinde sana kendilerini açıklarlar. Bu yüzden vaktini bekliyordum, kader beni nereye doğru iterse rotamı oraya doğru çevireceğim.

 

Futbol sahasına geldiğimde Barın ve Selim'i gördüm, futbol oynarken. Barın'ın üzerinde bir şort ve beyaz bir tişört vardı, Selim de hemen hemen onunla aynı giyinmişti. Arada konuşuyor, sonrasında Barın ona bir şey söylüyor, oda topu kaleye doğru atmaya çalışıyordu. Elime iki tane su alarak yanlarına indim, Selim'e gülümseyerek suyu eline verdim ardından Barın'a döndüm.

 

Göz göze geldiğimizde dilimi hafifçe dudaklarımın üzerinde gezdirdim, bakışları dudaklarıma kayarken, dudaklarının kenarı yana doğru kıvrıldı. Kahverengi gözlerinde sinsi bir ifade yakaladığımda, elimde ki şu şişesini kafasına doğru sertçe fırlattım. Fakat bana bakmadan şişeyi sol eliyle anında tutarak, bakışlarını gözlerime çevirmişti. "Beni mi özledin?" Bir müziğin melodisi kadar kulağıma hoş çalan sesiyle bir kaç saniye durakladım.

 

Kaşlarım hızlıca çatıldı, hızlı bir nefes vererek gözlerine baktım. "Sen kimsin ki özleyeceğim seni?"

 

Şişeyi açıp suyu kafasına koyduğunda, neredeyse yarısına kadar içmişti. Bana cevap vermeden tekrar şişenin kapağını kapatıp Selim'e doğru attı, ardından bakışlarını bana çevirdi. Kaşları havalandı. "Kimim ben baş belası?"

 

Hemen cevap verdim, "Benim için; kimse." dediğimde dudaklarını ıslattı.

 

"O yüzden mi şimdi yanımdasın." Yanında mı? Sertçe yutkundum, evet şuan onun yanındayım. Rüyada değilim, başka bir evrende değilim, gerçek hayattayım. Birinin kolumu cimciklediğini hissettiğimde dudaklarımdan küçük bir inilti çıktı, sertçe arkama dönüp bana gülümseyerek bakan Selim'e döndüm.

 

"Neden yaptın şimdi bunu?" diye sordum sert bir sesle.

 

Pişkin bir suratla sırıttı, "Rüya olmadığını anlaman için." Kaşlarım çatıldı, neredeyse burnumdan soluyordum. Öfkeyle. Bakışlarım tekrar ikisi üzerinde gelip gitti, kaşlarım tekrar çatılırken Barın bu halime alayla bakıyordu.

 

"Siz" dedim öfkeyle parmağımı kaldırarak, ikisine doğru tuttum. "Nefret ediyorum sizden." Nefret etmiyorum, hayır. Ağzımdan neden çıktı şimdi bu kelime? Yalanlar...

 

Bu sefer Selim, "O yüzden mi burdasın?" diye sorduğunda, Barın'ın gülüşü kulaklarımı doldurdu. Tekrar kaşlarımı çattım. Yanlarından hızla ayrılırken, hiçbir şey söylemedim. Sadece alayla güldükleri geldi kulağıma, ayağımı yere vura vura onlardan uzaklaştım.

 

Allah belamı artık verebilir mi?

 

Derin nefesler almaya çalışırken, uzaktan sinirli bir şekilde gelen Alya'yı gördüm, dudaklarımı ısırarak nefesimi tuttum. Beni azarlamaya geliyordu büyük ihtimalle, sonuna kadar inkar edecektim. Yanıma geldiğinde, kaşlarını çatmış, sarı saçlarını arkaya doğru atmıştı. "Seni öldüreceğim" dediğinde, omuz silktim.

 

"Ne oldu?" diye sordum salağa yatarak, meraklı bir ifadeyle yüzünü izliyordum.

 

"Çok sinirliyim." dedi dişlerini birbirine vurarak, sesli bir nefes verdi ardından.

 

Başımı aşağı yukarı salladım, "Bende." dedim ona katılarak.

 

Kaşları havalandı, kollarını birbirine bağlayarak "Sana ne oldu?" diye sordu, bakışlarını kısarak.

 

"Barın." dedim kısaca, içime bir öfke dalgası sarmadan gözlerine baktım. "Sana ne oldu?"

 

"Suhan."

 

Bir iki kez yalandan öksürdüm, "Sizin aranızda ne var?" diye sordum, kaşlarım sorgulayıcı bir ifadeyle havaya kalktı.

 

Alya ise tam tersi bir şekilde, kaşlarını çattı, öfkeli bakışlarla beni izliyordu. "Amara" dedi dişleri arasından. "Benim ve onun arasında hiçbir şey olamaz."

 

Dişlerimi göstererek sinsi bir gülümseme ile yüzüne baktım, "Bu kadar sinir olduğuna göre ona aşıksın, geçmiş olsun." Gözleri kocaman açılırken, rahat bir nefes aldım.

"Amara!" dedi tekrar. Sinirli bir hali vardı evet ama düşüncelerin onun kalbini ele geçirdiği gözlerinde belliydi. Suhan ve onun arasında tuhaf bir şeyler vardı, tuhaf ve hoş bir duygu. Yaman olacak o adamı sevmesini istemiyorum, bile bile kendisine eziyet etmesini istemiyorum. Onu düşünerek yaptığım bir şeyler vardı, onun için.

 

"Susma mı ister misin?" diye sordum, yüzümde ki ifadeyi silerek. İstemiyordu, belkide farkında değildi. Olacaktı, biliyordum. İki kalp birbirine aitse, onlar için her zaman vardır bir yol. Zorluk çekersin ama sonunda sıcak bir hisle açarsın gözünü.

 

Saçlarını arkaya doğru savurdu. "Çok iyi olur." diye cevapladı beni, ardından sınıfa doğru yürürken onu sessizce takip ettim. Derin nefesler alırken, sertçe yutkundum.

 

Barın Aren Yücel.

 

Bir ay önce, sadece bir ay önce onunla sadece göz göze gelirdik. Şimdi ise hayatımda olan nadir kişilerden biri olmuştu, nadir ve eşsiz.

 

Bazı duygular vardır, sadece tek bir insanın size hissettirecek kadar eşsiz duygular. Barın böyleydi işte, bana bıraktığı izler güzeldi.

 

Her iz yara demek değildir, bazı izler vardır; mutluluğun ardında bıraktığı emareleri simgeler.

 

Sınıfa girdiğimde elime bir kitap alarak, okumaya başladım. Bir süredir uzak durmuş, neredeyse hiç bir şey yapamıştım içimden gelmiyordu. Yemek yemiyor, ders çalışmıyor, dışarı çıkmıyor, öylece duruyordum. Bomboş. Gülümsemek bile bana ağır geliyordu bazen, sanki aileme ihanet ediyormuş gibi hissediyorum.

 

Onları kaybettim.

 

Artık yoktu.

 

Hayatımda bir daha nefes alamayacaklar, beni bir daha göremeyecekler, bir daha bana emir veremeyecekler. Keşke diyorum bazen, kendi kendime oturup düşünüyorum, "Bana her şeyi yapsınlar ama yeter ki yaşasınlar." En azından onlar varken bir ailem vardı -sözde- şimdi ise hiç kimsem yok.

 

Bir insanı kaybetmek ağırdır, kalbe açılan yeni bir yara, yeni bir iz demektir. Bazı acılar kalbe ağır gelir, silinmesi için bir el arar durur sonra hiç ummadığın biri gelir siler acıyan yarayı.

 

Her yara acır mı?

 

İz bırakan her yara acır.

 

Hatırlanan her yara acır.

 

Zihninde silinmeyen her yara acır.

 

Yaralar acımak için vardır, kalpte ölmek yerine yürekte acı bırakır.

 

Acılar ise silinmez...

 

"Amara" diye seslenen Alya düşüncelerimi bozmuştu, sıranın üzerinde oturmuş başımı sıraya koymuştum. Bakışlarım dışarıda, düşüncelerim bambaşka bir yerdeyken, Alya'nın yeşil gözleri telaşla bana bakıyordu. "İyi misin?"

 

Gülümsedim, "İyim, Alya." dedim gayet samimi çıkan bir sesle. "Bir şey mi oldu?"

 

Rahat bir nefes alarak, başını sağa sola salladı. "Seslendim bir kaç kez, cevap gelmediği için korktum." Alya bana bir şey olmasından korkuyordu, kendime bir şey yapmamdan belkide. Ben intihar etmem, kendimi öldürmek istemem. Daha yaşayamadan kim ölmek ister ki?

 

Ölmek yok!

 

"Kaçıncı ders?" diye sordum Alya'ya, tahta'da matematik hocası vardı. Öğlenden önceki son iki dersimiz onunla beraberdi.

 

"5" Alya'ya tekrar baktım, bu kadar geçmiş miydi zaman? Uyumuş olmam gerekiyordu, muhtemelen haberim yokken dalmıştım.

 

"Ne kadar geç olmuş" diye mırıldandım boğuk bir sesle.

 

"Öyle oldu." Alya bakışlarını benim üzerimde gezdirdi, daha sonra önüme bir defter tutuşturdu. Sorgulayıcı bir ifadeyle yüzüne baktım, "Gelmediğin günlerin özeti, kaçırmak istemezsin diye düşündüm."

 

Gülümsedim, içten bir şekilde.

 

Bana rağmen, hala etrafımda beni düşünen insanların olması iyi hissettirecek kadar güzeldi. İyi olmam için çabalıyorlar, hem Alya hem de Barın. İkisi de buna gayret ediyordu, bunu içimde hissettiğim için mutluyum.

 

"Teşekkür ederim" dedim gülümseyerek, oda bana aynı şekilde karşılık verdi.

 

Sınıf kapısı çaldığında içeriye giren nöbetçi öğrencinin bakışları direkt benim üzerimde durmuştu, "Amara Soner" diye mırıldandı, elinde ki kağıdı içerdeki öğretmene göstererek. "Müdür beyin odasında bekleniyorsunuz." dedikten bakışlarını üzerinden çekip dışarıya çıktı. Arkasından ayağa kalkarak bende çıkmış, müdürün odasına doğru ilerliyordum.

 

Daha önce beni çağırdığı olmamıştı, birşey olmuş olabilir miydi? Bir şey yaptığımı düşünmek dahi istemiyorum, aklıma gelen hiç bir şey yoktu. Kapının önünde durduğumda derin bir nefes aldım, düşüncelerimden sıyrılıp kapıyı çalarak içeriye doğru bir adım attım. Müdürün gözleri önünde duran bir dosyayı inceliyordu, benim içeriye girmemle beraber bana bakmaya başladı.

 

Siyah, yorgun gözleri önünde ki koltuğu işaret etti. "Otur Amara." Sesli bir nefes verdim, stres içinde önünde duran koltuğa oturduğumda merakla gözlerine bakıyordum. Önünde duran dosyanın kapağını kapatıp, gözlerini bana çevirdi.

 

"Öncelikle başın sağolsun" dediğinde, sertçe yutkundum. "Yaşadıkların zor biliyorum ama okul ödemen bu ay gerçekleşmemiş" içimde bir öfke büyüdü. "İki hafta süren var, eğer ödenmezse maalesef kendine başka bir okul bulman gerekiyor." Böyle bir halde iken, onların bunu düşünmesi. Sinirlerimi alt üst etmişti, kimsenin beni düşündüğü yoktu herkes para derdine düşmüştü.

 

Dişlerimi sıkarak gözlerine baktım, "Kendime daha iyi bir okul bulacağımdan eminim, ayrıca para birazdan hesabınızda olacaktır." dedim yüksek bir sesle.

 

"Bak-" demişti ki onu dinlemeden yerimden hızlıca kalkıp odasından çıkmıştım. Tek dertleri para, sadece para. Ailem onların umrunda bile değildi, şaka gibi bir şeydi ama gerçekti. Derin bir nefes alıp bahçeye doğru yürümeye başladım, okul sweatshirt'imin cebinde duran telefonumu alarak şirket avukatlarından birini aradım. Şirket ve ödemeler ile o ilgileniyordu, böyle bir şeyi nasıl gözden çıkarmıştı?

 

Çok geçmeden, kalın sesi kulaklarıma geldi. "Amara" dediğinde sözünün devamını getirmesini beklemeden konuşmaya başladım.

 

"Önce okulun parasını ödeyin, daha sonra da bana yeni bir okul arayın." dedikten hemen sonra telefonu kapatarak tekrar cebime attıktan sonra bahçede duran bir banka oturdum. Dışarıda kimsenin olmaması bana iyi gelmişti, istediğim gibi hareket edebilirdim.

 

Bu okuldan gidecektim, her şeye rağmen. Artık burada okumamak benim için iyi bir şey mi yoksa kötü müydü bilemiyorum. Alya vardı burada, Barın vardı. Şimdi her ikiside olmayacaktı, başka bir okulda başka şartlarda eğitim görme fikri bile beni delirtiyordu. Burada kalsaydım aileme ihanet ederdim, onların ölümüne saygı duymayan birilerinin okulda kalmasına daha fazla dayanamam. Hayır, bunu ailem için yapacaktım. Onlar bu okulda okumam için her ne kadar çaba gösterse bile, artık onlar yoktu ben vardım. Bir hayatım vardı, tek başıma olduğum. Bu hayatımda kendi başımın çaresine bakabilirim, kimseye ihtiyacım yoktu.

 

Yoktu öyle değil mi?

 

Kendi kendime ev olurum, kendime sıcak bir yuva kurabilirim, ben anne ve babam gibi olmam değil mi? Olamam.

 

Dudaklarımı ısırdım, stres içinde gözlerim kapıdan çıkan öğrencilerin üzerinde gezindi. Zil çalmıştı olmalıydı, herkes öğle arası yemeği için yemekhaneye giderken, ben öylece orada duruyordum. Gözlerim Alya'yı bulduğunda, benimle göz göze geldi, rahat bir nefes alarak yanıma doğru geldiğinde yüzümde ki ifadeyi silip sahte bir gülümseme ile ona baktım.

 

Alya, yanıma geldiğinde nefes nefese kalmış bir şekilde "Neredesin sen?" diye sordu, sert değildi ama yumuşak olduğu da söylenemezdi. "Her yerde arıyorum."

 

Dudaklarımı ısırdım. "Nefes alma ihtiyacı hissettim" dediğimde anlıyorum dercesine başını aşağı yukarı salladı. Gülümsedim, koluna girerek yemekhaneye doğru yürümeye başladık.

 

"Müdür ne istiyormuş?" diye sorduğunda stresle bir iki saniye durup, söyleyeceğim şeyi kafamda kurdum. Ona söylemeli miydim? Hayır.

 

O bu okula gelebilmek için çok şey feda etmişti kendisinden, şimdi benim gideceğimi duysa bir an bile düşünmeden peşimden gelirdi. Ben artık insanlar için bir sorun olmak istemiyorum, onlar benim sürekli peşimden bir yerlere götüreceğim oyuncaklarım değildi.

 

"Voleybol takımı için beni düşünüyormuş, ister misin diye sordu?" dedim bir çırpıda, aklıma gelen başka bir şey olmadığı için ortaya böyle bir fol atmıştım. Voleybol takımında daha önce vardım, fakat Melisa ile yaşadığımız bir kaç olaydan sonra beni takımdan atmışlardı. Ellerimi yumruk yaparak sıktım, onun benim aklıma gelmesi bile sinirlerimi alt-üst ediyordu.

 

Alya'nın kaşları havalandı, "Sen ne dedin?" dediğinde pek inanmış gibi görünmüyordu.

 

"İstemediğimi söyledim." Sesli bir nefes verdi, ardından kafasını iki yana saklayarak önümden yürümeye başladı. Eline aldığı tabağa bir dilim pizza atıp, benim elime aldığım tabağa ise hemen yanında duran spagetti tabaklarından birini koydu. Alya, benim annem gibi davranıyordu bazen. Anneler böyle yapardı, her ne kadar kendi annem bana böyle şeyler yapmış olmasa bile okuduğum her yerde böyle yazıyordu.

 

Benim her şeyimi bilirdi, bende onun. En yakın arkadaş bu olsa gerek, arkadaşını düşünmek.

 

Bir insanın sizi düşündüğünü bilmek bile bir kalbe nasıl iyi hissettiriyor, sanki bir kedinin kulağının arkası okşanmış gibi rahat hissediyordum kendimi onun yanında. İstediğim her şeyi yapabiliyorum, beni asla yargılamadan dinlerdi.

 

İç çektim, Alya bana bakarak göz kırdığında bakışlarım kapıya doğru kaydı. Barın, Suhan ve Selim geliyordu. Üçünün üzerinde de okul forması vardı, Selim'in sarı saçları bozulmuş, yüzünün üzerine düşmüştü. Yorgunluk içinde bir hal ile yemek almaya geliyordu, Suhan ise gayet rahat görünüyordu. Yanında yine o kız vardı, Alya'nın o kıza ters ters baktığını gördüğümde dudaklarımın bir kenarı yana doğru kıvrıldı. Bakışlarım en son Barın'a döndüğünde nefesimi tutmuştum, kahverengi gözleri benim gözlerimin üzerinde dururken benim nefes alabilme ihtimalim yoktu.

 

Alya'nın koluma vurmasıyla yerimden sendeledim, "Gelsene" dediğinde, bakışlarımı ona çevirerek kaşlarımı çattım. Saçlarımı arkaya atarak ondan önce her zaman oturduğumuz sıraya doğru yürümeye başladım, neden şuan böyle davrandığım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

 

Oturduğumuz sırada yemeğimizi sessizce yerken, sıraya vuran bir tepsi sesi bakışlarımı tabaktan ayırdı. Selim'in sırıtarak, Suhan'ın asık suratını ve Barın'ın soğuk bakışlarını gördüğümde sertçe yutkundum, onlara merakla baktığımda hepsi oturmuştu. "Ne işiniz var sizin bizim masamızda?" diye sordum, bakışlarımı direkt Barın'ın kahverengi gözlerinin içine dikerek.

 

Fakat söze Selim karıştı, "Sizin masanız?" diye sorduğunda kaşları havalandı. "Şuan masanızda okul sahibi var, susun ve yiyin."

 

Ben ve Alya aynı anda, "Sen kes sesini!" diye bağırdık, Suhan'ın o an bakışları alayla Alya'ya çevrilmişti.

 

"Bizim dilsiz kız konuşmayı sökmüş?" Suhan'ın sesinde ki alay, Alya'ya karşıydı. Alya kaşlarını çatmış, bakışlarını ona çevirmişti.

 

"Sen hala konuşuyor musun?" dedi Suhan'a sertçe, Suhan'ın dudaklarının kenarı yana doğru kıvrıldı.

 

"Konuşmamı istediğini biliyorum" dediğinde, gereksiz öz güveni karşısında saygı duruşuna geçmek için ayağa kalkmak istedim, fakat bunu yapmadım.

 

"Siktir git!" diye bir küfür savurdu Alya "Sana dayanamıyorum artık." derken oturduğum sandalyenin çekildiğini hissettim, heyecanla yana doğru baktığımda Barın'ı gördüm.

 

"Baş belası?" diye mırıldandı, bakışları gözlerimin içinde gezerken. Sertçe yutkundum, bir duygunun tarifi yoktur ya hani, içinde arar durursun kelimeleri ama ona karşılık gelen bir lugat bulamazsın. İşte şuan yaşadığım duygu tam anlamıyla buydu, anlam veremediğim garip aynı zamanda hoş bir duygu.

 

"Baş belası mı?" Gözlerimi devirdim, "Kendinle konuşuyorsun sanırım."

 

Dudakları alayla yana doğru kıvrıldı, "Seninle konuşuyorum, baş belası." Etkileyici sesi kulaklarımı doldurdu, kalbimin üzerini tarifi zor bir his kapladı. "Seninde benimle konuşmak istediğini biliyorum."

 

Pişkin bir şekilde bana bakarken, benimde dudaklarım yana doğru kıvrıldı. Ona biraz daha yaklaşıp, aramızdaki mesafeyi kapattım. "Barın Aren Yücel" diye mırıldandım, adını benim dudaklarımın arasından duymak onun hoşuna gitmiş olacaktı ki gülümsedi.

 

Bir eline çenesine koyarak, başını hafifçe yana doğru eğdi. "Bir daha söylesene" dediğinde alayla sırıttım.

 

Bir kez daha, "Barın Aren Yücel" dedim dudaklarıma nefesi değerken, burnum buruna değdi. İçimde bir şeyler eriyordu, onun karşısında heyecanla eriyorum. "Beni seviyor musun?"

 

Sorduğum soru benide şaşkına çevirirken, gözlerim dudaklarına doğru kaydı. Dilimi dudaklarımın üzerine gezdirip, ıslattım. Barın'ın bakışları bir kaç saniyeliğine dudaklarıma kayıp, ardından tekrar gözlerimi buldu. İçimde bir ateş vardı, bu ateş sadece onun karşısında alev alıyordu. Hissettiklerim eşsizdi, çok güzeldi.

 

Dudaklarını bir kaç saniye birbirine bastırdı, bir eli bacağımın üzerine giderken sonunda cevap verebilmişti. "Hayır." Kaşlarımı çattım, sıramı ondan uzağa çekerek bir daha ona bakmadım.

 

Barın Aren Yücel, bir ay önce adımızın yan yana bile gelmesinin imkansız olduğu o adam. Şimdi ise aynı masada yemek yediğimi, onunla rahat konuştuğumuz bir ana denk gelmiştik.

 

İmkansız diye bir şey yoktur.

 

Bir şeyi gözünde çok fazla büyütürsen o şey senin için imkanı varsa bile imkansız bir hale gelir, çünkü kalbin olacağına inanmıyor. Kalbine söz geçirmen gereken konularda, beynin harekete geçer. Beynin ise hislerden uzak duygulara sahiptir, senin için ne iyiyse onu yapar.

 

Beyin ve kalp arasında derin bir uçurum vardır, bu uçurumu yıkmak senin ellerinin hükmü altındadır.

 

Sev ya da sevme.

 

Bir tarafta beyin kazanır, diğer tarafta kalp ağlar.

 

Bir kalbin ağlaması bir şehrin enkazı demektir. Şehir ise kalbinde yaşattığın insanın orada nefes almasıdır, sadece ikinizin olduğu bir yerdir.

 

Seversen sevilirsin, tabi karşısında Durna insan da seni seviyorsa.

 

Sevme, duygularını öldür. İşte bu zordur. Kalbin birinin gözlerinin esiri altında ise onu sevmemek zordur, kalp bir kere sevmişse artık o gözler vazgeçilmez bir hal alır.

 

Seversen, sevilirsin. Gülersen, karşılığını alırsın. İnsanlara mutlu bir his verirsen, insanlar aynı şekilde sana geri döner. Önemli olan içindeki duyguları hissetmek, hissetmediğin bir duygunun sahibi olamazsın.

 

"Yenge?" diye seslenen Selim'e baktığımda, sırıtarak bana bakıyordu. "Bugün bizim evde muhteşem bir parti var, seni de bekliyorum." dediğinde sesinde bir istek vardı. Bana yine yenge demişti.

 

Öfkeyle soludum, "Yenge?"

 

Gözlerini devirdi, "Tamara." diye düzelttiğinde, Alya gülmeye başladı. İkisine de ters ters baktım bir süre, bu çocuğun benim ismimle sorunu neydi? Amara. Üç hece, altı rakam. Basit bir isim.

 

En sonunda kabullenmiş bir şekilde, Alya'ya baktım. "Gitmek istiyor musun?" diye sordum, soru sorarcasına. O ne isterse onu yapardım, evde kalmak isteseydi onunla beraber evde kalırdım.

 

Vereceği cevabı çok iyi biliyordum.

 

"Saçmalama tabiki gidiyoruz!" diye heyecanla bana cevap verdiğinde, dudaklarımın kenarı yana doğru kıvrıldı. Alya'yı çok iyi tanıyorum.

 

Suhan, "Küçük kaçak partilere de mi geliyormuş" dediğinde ona dönmüştü. Onunla uğraşmak onun hoşuna gidiyor gibiydi, küçük kaçak mı demişti o?

 

"Kaçak mı?" diye sordum Alya'ya bakarak, "Nereden kaçtın?"

 

Suhan alayla güldüğünde, Alya'nın yanakları bir domates kadar kızarmıştı. Suhan, alay dolu bakışlarla Alya'ya baktığında, merakla ikisini izliyordum. "Söylesene küçük maceranı." Suhan'ın alay dolu sesi, Alya'nın daha da fazla kızarmasına neden olmuştu.

 

"Şey" dedi Alya, titreyen bir sesle. "Ben-" demişti ki söze Selim girdi.

 

Alya'nın koluna bir kez vurarak, "Ay sus ben anlatacağım." dediğinde Alya anında susmuş, oturduğu yere iyice sokulmuştu. Selim'in bakışları beni bulduğunda, anlatmaya başladı.

 

Selim,"Bende oradaydım." diye küçük bir açıklama yaptıktan sonra, konuşmaya başladı. "Alya ve Suhan'ın evleri yan yana" Alya dudaklarını ısırmaya başladı. "Alya'nın odasının penceresi Suhan'ın bahçelerine bakıyor. Bir gün oradan geçerken, Alya birden Suhan'ın kucağına düştü." Gülmeye başladığında, Alya'nın koluna bir tane vurmuştu. "Salak kız"

 

Suhan ve Alya'nın arasında kesinlikle bir şeyler olacaktı, bundan artık neredeyse emindim. Gülümsedim, Alya'ya baktığımda hiç kimseye bakmadan yemeğini yemeğe dalmıştı.

 

"Alya yemeğin bittiyse kalkalım" dedim sesli bir nefes vererek, Alya bakışlarını bana çevirdiğinde kafasını aşağı yukarı salladı. Ardından bir şey söylemeden yerinden kalktığı gibi kapıya doğru yürümeye başladı, masadakilere "Afiyet olsun" dedikten sonra bende peşinden neredeyse koşarak yürüyordum.

 

Bahçeye kadar gelmiştim ki telefonuma gelen mesaj ile durdum, mesaj avukattan gelmişti.

 

Avukat; bir video gönderdi.

 

Avukat; İstediğiniz video.

 

Yaman'ın babasının annesini aldatırken çektiğimiz görüntüler, normalde bunu yapacak biri değildim ama Yaman'a bir ders verme vakti gelmişti. Alya'ya vurması asla kabul edeceğim bir şey değildi.

 

Kişilerden Yaman'ı bulup, videoyu ona attım. Altına ise şöyle bir not yazdım.

 

Alya'nın yanına yaklaşırsan, görüntüler her yerde yayında olacak. Bu arada başka bir sürprizim daha var, beğeneceğinden eminim.

 

Bu sana son uyarım.

 

Gülümsedim, içime serin havayı çekerken derin bir nefes aldım. İnsanlara onlar gibi davranmak doğanın bir kuralı, bazı insanlar kötülüğü sonuna kadar hak ediyordu. Yaman Alya'ya şiddet uygulayarak bunu sonuna kadar hak etmişti, aynısı ona da olacaktı. Bunu sonuna kadar hak ediyordu.

 

Bölüm sonu...

Amara'nın yaşattığı duyguları seviyorum, onu yazarken kendimi iyi hissediyorum. Sizde okurken böyle hissediyor musunuz?

Bölüm nasıldı?

Sizce Alya ve Barın, Amara'nın okuldan gideceğini öğrendilerinde nasıl bir tepki verecekler?

Yazım dilimi beğeniyor musunuz?

Sevgilerle...

 

Loading...
0%