@ugurluay
|
Birce’nin aklı allak bullak olmuştu. Emre’yi konser gecesinden bu yana bir daha hiç görmemişti. Sanki o gece bir rüya gibi gelip geçmişti. Gerçek dışıydı gördükleri, hissettikleri, yaşadıkları. Gülce’nin tavrından ise hiçbir şeyden haberi olmadığını anlamıştı anlamasına ama Emre’nin o gece orada olması tesadüf olamazdı. Düşünceler içinde kafayı yemek üzereyken Selçuk Hoca’nın “Birce…” diyen gür sesi ile irkildi. Birce bir an yapması gerekenleri bir tarafa bırakıp boş boş etrafı izlerken düşüncelere daldığını fark ettiğinde içten içe delice bir öfke ile kendisine kızdı. Sessizce homurdanarak adama döndü. “Efendim Hocam.” Dedi. “Birce sen iyi misin kızım, geldiğinden bu yana kafan çok dağınık kaç defadır sana sesleniyorum ama dönüp bakmıyorsun.” “Ben, şey hocam kusura bakmayın ne olur, okulun son senesi olduğu için biraz yoğunluktan kafam dağınık.” “Başka bir şey olmadığına emin misin?” Diye ima dolu bakış attığında Birce kıpkırmızı bir surat ile ne diyeceğini bilemedi. Tam ağzını açmıştı ki ensesinde hissettiği tanıdık sıcaklık ve burnuna dolan koku ile bir an gözleri irileşti. Hayal görmeyi geçti, insan hiç özlediği birinin kokusunu burnunda duyar mıydı? Birce kendine gelmek için kafasını sağa sola sallarken “Hayal değil gerçek.” Diyen ses ile bir anda arkasına döndü. Ve şimdi hayalinin varlığını hissettiği, kokusunu duyduğunu düşündüğü adam karşısında tüm gerçekliği ile dikilirken ima dolu çarpık bir gülüşle kendisine bakıyordu. Giydiği lacivert eşofman altı ve üzerindeki beyaz tshirt ile aklını başından almaya tek adaydı. Yüreğinin bir anda hop etmesinin sebebi olarak korku ve şaşkınlığa yorsa da işin iç yüzünün öyle olmadığını bakışlarından karşısındaki adam çoktan anlamıştı. “Sen…” diyerek kıstığı gözler ile kız hesap soruyordu. “Ne o Birce bir hoş geldin yok mu?” diyerek gülümseyen adama “Senin burada ne işin var Emre?” diyerek hiddetle karşılık verdi. Emre daha tek bir cevap vermeden “Emre’yi ben çağırdım.” Diye araya girme ihtiyacı duyan Selçuk Hoca bu ikili arasındaki tuhaflığın sebebini aslında çok iyi biliyordu. Emre’yi BESYO mülakatlarına Selçuk Hoca hazırlamıştı. Üniversiteyi kazanmasına büyük desteği olmuştu. Okula başladığında ise kendi hayallerine ulaşabilmesine yardımcı olan gönlünde vefa borcu hissettiği hocasına her yaz gönüllü eğitmen olarak yardımcı olurdu. Selçuk Hocası emeğinin karşılığını vermek istediğinde ise kendisine verilecek parayla maddi durumu yetersiz olan ve kurs parasını ödeyemeyen öğrenciler için kullanılmasını istemişti. Emre hiç kimsenin hayallerinin maddi durumu yüzünden elinden alınmasını istemiyordu. Belki çabası denize geri gönderdiği birkaç denizyıldızıyla sınırlıydı ama gücünün yettiği denizyıldızlarını ait oldukları yere kavuşturduğu için mutluydu. Birce ile arkadaş olduklarında onu da Selçuk Hoca ile tanıştırmıştı. Birce de Emre gibi gönüllü çalışmak istediğini söylediğinde Selçuk Hoca ona da kadrosunda yer açmıştı. Şimdi burada karşılaşmaları tesadüf gibi gözükse de aslında her yıl üniversiteye hazırlanan çocukları birlikte çalıştırırlar, parkurlarını hazırlayıp sürelerini tutarlardı. Onların motivasyonunu artırmak için çeşitli aktiviteler düzenlerler ve çoğu zaman çocukları farklı şehirlerde bulunan üniversitelerin mülakatlarına birlikte götürürlerdi. Ama Birce’nin arası Emre ile açıldığı zamanlarda Emre onun rahatsız olmaması için Selçuk Hoca ile konuşmuş ve onun antrenmanlara katılmadığı süre zarfında çalışmalara katılmıştı. O zamanlarda Birce ne kadar üzülse de onun bu haklı tepkisine sessiz kalmıştı. Ama şimdi burada, hem de konserden sonra yaşadıkları uzun sessizliğin ardından karşısında burada görmek onu şaşırtmıştı. “Ama hocam…” diye itiraz edecek olduğunda “ Birce Taner ve Can diğer gurubu sınava götürdü. Ve benim bu çocukları hızlı bir şekilde hazırlamam gerekiyor. Bunun için Emre’ye de ihtiyacım var. Beni zor durumda bırakmayacağınızı düşünüyorum.” Dedi. Selçuk Hoca’nın sözlerinin ardından canı sıkılsa da onun yardıma ihtiyaç duyduğu bir anda sırtını dönüp gidemezdi. Emre’ye kızgın olsa da ne yapmaya çalıştığını deli gibi merak ediyor ve o konsere nasıl geldiğini, onu nasıl bulduğunu öğrenmek istiyordu. Bunun için “Tamam hocam.” Diyerek zoraki bir şekilde kabullendiğini hissettirmeye çalıştı. “Tamam o zaman çocuklar şu parkuru düzenleyin bu gün süreler üzerinde çalışacağız.” Diyerek öğrencilerin ısınma çalışmalarını gerçekleştirdiği diğer salona doğru yöneldi. Birce gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verirken sakinleşmeye çalışıyordu. “Hikâyemizin ikinci perdesini duymaya hazır mısın güzelim?” diyen kulağının dibindeki ses ile neye uğradığını şaşırdı. Refleks olarak bir anda ona döndüğünde yüzleri birbirine o kadar yakın duruyordu ki nefesleri birbirinin yüzünü yalayıp geçiyordu. “Ne saçmalıyorsun sen?” diyerek ondan etkilenmediğini dahası meydan okuduğunu gösterircesine ona baktı. Emre onun kadar dirayetli değildi ve bir anda kendini kontrol edemeyerek Birce’nin beline ellerini dolayıp kendisine sertçe çekerek göğsüne çarpmasına sebep oldu. “Birce …” dedi kadifemsi yumuşak ses tonunun içinde yalvarırcasına çıkan bir özlem kokuyordu. “Oyun oynamayı bırak Emre, derdin ne? Ne istiyorsun? Bu kadar saçmaladığın yeter.” “Sen benim oyun oynadığımı mı zannediyorsun?” diyerek kaşları çatılarak cevap verdi. “Sence bu bakışım, bu dokunuşum.” Derken belindeki dokunuşunu daha da sertleştirdi. “Bu hissettiklerim, sana duyduğum delicesine hasret sadece bir oyundan mı ibaret? Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?” “Ne düşünmemi bekliyorsun? Ben artık senin ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum. Bırak beni.” “Anlayacaksın güzelim, anlayacaksın ama zamanla, tüm hikâyemizi öğrendiğinde sana şu an saçmalık gelen her şeyin asıl sebebini anlayacaksın.” Dedi. Onun bu yakınlığından aklı bulanmaya başlayan Birce iki eliyle göğsünden sertçe onu geriye doğru ittirirken “Saçma.” Diye haykırdı. “Ne yapmaya çalıştığın hakkında kendinin bile bir fikri yok. Çocuksun Emre, çocukça oyunlar oynuyorsun.” “Sen de inatçısın Birce ve inan o inadı zaman geçtikçe zevkle kıracağım.” “Çok büyük konuşuyorsunuz Emre Bey.” “Hatırlarsanız eğer yapamayacağım hiçbir şeyi ağzıma alıp da söz israfında bulunmam Birce Hanım.” “Hatırlamıyorum, ne seninle ne de Barkın ile ilgili tek bir şey hatırlamak dahi istemiyorum.” “Birce.” Diye nefretle haykırdı adam. “O itin adını bir daha ağzına alma.” Diyerek dişleri arasından hiddetini kusarak tısladı. “Neden? O yaptı sende bildiğin halde susmadın mı? Söylesene bana ne farkın var ondan?” “Sabrımı zorluyorsun Birce beni o adi pislikle hala nasıl aynı kefeye koyarsın?” Diyerek ellerini saçlarında öfkeyle gezdirdi. “Ne o zoruna mı gitti?” dediği an Emre ışık hızıyla Birce’nin dibinde bitti. Sertçe belinden tuttu ve göğsüne canının acısına dahi aldırış etmeden çekti. Bu hareket dudaklarından acı dolu bir inilti çıkmasına sebep olsa da adam aldırış etmedi. Birce bu kıskaçtan ne kadar kurtulmaya çalışsa da bunun pek de mümkünü yoktu. Şimdi kızın gözlerinin içine etkileyici bir şekilde baktı. Bakışlarında sakinleşmeye çalıştığını hissediyordu. “Evet zoruma gitti Birce, beni hiç tanımamış gibi bu kadar pervasız konuşman zoruma gitti. Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi, bana ne yaşattığını bilmeden bu kadar rahat konuşman ağrıma gitti. Ben bugün buraya hikâyemizin ikinci perdesini anlatmaya gelmiştim.” “Emre.” “Sus Birce, sen içindeki zehri döktün ve benim içimdeki her şeyi de uyuşturmayı başardın. Ben sana buraya seni ilk getirdiğim günü anlatacaktım. Senin çocuklarla ilgilenirken gözlerindeki ışıltıyı gördüğümde yüreğimin nasıl coşku ile dolup taştığını, senin yanında olmanın yüreğimi tarifi imkânsız hislerle doldurduğunu, seninle burada sevdiğimiz işi birlikte yaparken, hayallerimizi birlikte gerçekleştirip aynı anın içinde nefes aldıkça her saniyede yeniden doğduğumu anlatacaktım. Ama sen öylesine canımı yakmak istiyorsun ki, hırsından, öfkenden gözünü o kadar kör etmişsin ki beni, herkesten en iyi tanıdığın Emre’yi nasıl ve ne ile suçladığının farkında bile değilsin. Ama tebrik ederim bu defa çok fena yaktın canımı, bu defa gerçekten zoruma gitti be Birce’m. Beni bunca yıldır tanıyamamış olman zoruma gitti.” Dedi ve elleri yavaşça kızın belinden çaresizlikle çözüldü. Birce içten içe dilinden firar eden zehirli cümleler için kendine kızarken, Emre arkasını dönmüş omuzları çökmüş bir şekilde ilk adımını atmıştı. “Emre.” Diyebilmişti ardından yalnızca. Adam ikinci adamı atamadı ama ardında bıraktığı kıza dönüp de bakamadı. “Nereye gidiyorsun?” dedi sözlerinin alakasızlığı ve saçmalığını düşünmeden. Şu an tek istediği onun buradan gitmemesiydi. “Selçuk Hoca’ya acil bir işimin çıktığını söylersin. Seni gerçekten kırmak istemiyorum Birce, gitsem daha iyi olacak.” Dedi ve kızın konuşmasına izin bile vermeden göz ucu ile bakmadan adımlarını hızlandırarak spor salonundan çıkıp gitti. Birce eli havada asılı, dilinden dökülüp gitmeyen “Gitme.” Sözünün içine oturmasıyla taşlaşmış bir heykel gibi kalakalmıştı. İçi acıyor, gözleri doluyordu. Emre haklı mıydı? Yargısız infaz mı yapıyordu? Adam akıllı onu hiç dinlemeden bu kadar ağır bir şekilde cezalandırmak, onun tüm çırpınışlarını bir şekilde enkaza çevirmek için çabalamak… Ah! Dedi yüreği, onun gidişi ile sıkışmaya başladı kalbi, nefesi sıklaşırken eli kalbinin üzerine gitti. Bugüne kadar atmadığı kadar hızlı atıyordu ve bu atış sadece bir gidişin sebebiydi. Birce aklına dolup taşan düşüncelere hayır diye haykırmak, isyan etmek istiyordu. Korkuyordu Birce, hissettiklerinin adının aklında yankılanan kelime ile eşleşme ihtimalinden delicesine korkutuyordu. Birilerinin yüreğine birileri tarafından ışık tutuluyordu. Kimi fara tutulmuş tavşan gibi canhıraş kaçarken, kimisi de ışığa coşkuyla ve aşkla koşan pervane gibi uçuyordu. Peki Birce ve Emre hangisiydi? Bunu zaman gösterecekti. |
0% |