Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@ugurluay

“Emre.” Dedi titreyen sesiyle.

“Bu bizim hikâyemiz Birce, oyuncular biziz, yönetmeni ise ben. Bu gece sana biriktirdiğimiz tüm güzel anılardan hazırladığım filmimizi izleteceğim. Ve sen bu filmin sonunda gördüğün gerçekle bana tüm içtenliğinle cevabını vereceksin.” Dedi.

“Bana bunu yapma.” Diye karşılık verdi yalvarırcasına.

“Artık zamanı geldi Birce, artık hatırlama zamanı, en güzel günlerimizi, tanışmamızı, yaşadıklarımızı, hatıralarımızı hatırlama zamanı. Ve artık yüzleşme vakti, bildiğin ama inkârı seçtiğin gerçeğimizi kabullenme zamanı.” Dedi.

Birce anlamıştı artık bu saatten sonra onu vazgeçiremeyecekti. Susmayacaktı. Kızın kaçıp saklanacağı tek bir deliği bile kalmamıştı. El mecbur başını televizyona çevirdi. Televizyonda Emre ile tanışmaları zamanından bu yana çekilmiş akıp giden fotoğraflarına bakmaya başladı. Yüzünde derin bir tebessüm oluşmuştu. Ne de çok özlemişti o günleri, Emre’nin olduğu, Barkın’ı hayatına henüz kabul etmemiş olduğu zamanları. Keşke hiç girmeseydi hayatıma diye düşündü gülen gözlerle etrafa ışık saçtığı fotoğrafları gördüğünde, keşke ondan etkilenmemiş olsaydım diye aklından geçirdi. Bir damla süzülüp gitti pişmanlığının üzerine keşke diyen yüreğine. O güzel fotoğrafların izi olan güzel zamanlar içinde kaybolup giderken hiç beklemediği anda hazırlıksız yakalandı Emre’nin cümlelerine.

“Daha önce de söylemiştim seni ilk gördüğüm anı, adını bile bilmezken dualarımda dolanıp durduğunu. Dilimin her daim sana döndüğünü… Sen öyle bir şeydin ki benim için tarifi imkânsızın ta kendisiydin aslında. Seni tanımadan öylesine yer etmiştin ki bende inan ki o zamanlar deli unvanını kazanacak kadar duvarlarla konuştum ben. Uykusuz gecelerimin tek sahibi sendin biliyor musun? Sonra seninle tanıştım. Dünya bir başka güzelleşti o andan itibaren. Hayat nefes almak için daha güzel bir yer haline geldi benim için. Sen hayatıma girdiğin andan itibaren baktığım güzel, duyduğum özel, hissettiklerim tarifsiz olmaya başlamıştı. Her güzel şey biter derler ya ben o cümleyi seni tanıdığım an hayatımdan çıkarıp attım. Sen benim hayatımda olduğun sürece bu cümlenin yeri olmayacaktı benim dünyamda. Korkunun ecele faydası olmadığını dayanamadığım o zamanların gelip çatmasıyla daha iyi anladım. Gülüşlerin kıyametim, bakışların cennetim olmuştu. Ama artık yetmiyordu. Yüreğinde bir çiçek gibi açmak onu seninle birlikte büyütmek istiyordum. Kendimi hazırlama günlerimde bir gün sen karşıma Barkın ile el ele çıkıp geldin. İşte o gün beni cehenneme attın be güzelim. Başkasına dolanan ellerin, başkasına aşkla bakan gözerinle göz göze gelmek beni alevlerin içinde acımasızca yaktı.”

Birce gözlerini istemsizce kapattı. Onun kendi yüzünden yandığı bilemek yakmıştı yüreğini. Yanaklarından bir damla yaş süzülüp gitti.

“Sen o gün onunla gelip gülen yüzünle o iti benimle tanıştırdın ya beni yukarıda Allah şahidim ki o an onu oracıkta öldürmek istedim. Sana dokunan ellerini tek tek kırıp atmak, senin kokunu gözlerimin içine bakarak derince içine çeken nefesini kesip atmak istedim. Beni durduran tek bir şey vardı.”

“Neydi seni durduran Emre?”

“Bakışların.”

“Bakışlarım mı?”

“Evet, o adama bakarken gözlerinin içi gülüyordu. Sen ona bakarken benim ne hissettiğimi göremeyecek kadar kör olmuştun. O andan sonra senin için görünmezdim ben, görmezlikten gelmiştin beni de hissettiklerimi de… Sen o adama öyle baktıkça ben yutkunamıyor, nefes dahi almayı unutuyordum.”

“Emre ben bilmiyordum.”

“İşte en çok da bu dokundu ya, bana en çok sen yakınken bilmemen, beni bilememen dokundu ya yüreğime. Ben sana nefesin kadar yakın olmak isterken sen beni fersah fersah uzaklara attın be güzelim. Senin gözlerin benim gökyüzümdü ve sen benim gökyüzümü gidişinle sonsuz bir karanlığa mahkûm ettin. O kadar yakınken birden bire derin yarıklar açtın aramıza büyük ve soğuk mesafeler koydun yüreğimize. Ulaşamıyorduk artık birbirimize. Yokluğun beni üşütüyor, sensizlik bedenimi acımasızca titretiyordu. Tamam diyordum, olsun diyordum. Benden uzaktayken başkasıyla mutluysa ona da eyvallah demeyi bildi bu yüreğim. Senin mutluluğun yolu benim karanlık gökyüzümden geçiyorsa ona da kabul oldu bu yürek. Zamanla uzaklaştın benden, sonrada o hiç istemediğim yeni bir kara gün gelip çattı ömrüme. O herif için benimle görüşmek istemediğini gözlerini kaçırarak söylemiştin ya bana… O gün sana Barkın senin için yanlış liman demek istedim. Haykırmak, ondan uzak dur o sana merhem değil yara olur demek istedim. Ama sen beni dinlemeyecek kadar sağır, görmeyecek kadar kör olmuştun. Elimi kolumu sen bağladın be Birce, dilime dolanan zehirli itirafı o gün de sonrasında da sana yapamadım. Ben seni değil kendimi zehirlemek istedim. Nasıl karışabilirdim ki sana? Özgürdün hayatında, ben o gün senin gözlerinde bir hiç olmuştum. Nasıl ses edebilirdim beni duymazdan gelen kulaklarına, nasıl kara bir gölge gibi düşebilirdim mutluluğunun, gülen yüzünün üzerine. Ben o gün sustum, beni susturan yine benden uzak dur diyen bakışlarındı. Ben de sustum ve o adamı uyarmaya gittim. Bir daha münasebet kurmayacaktı o kızla, seni sevdiğini söyledi, yalvardı, yakardı, ağladı, sızladı. Ama beni etkileyen beni durduran o değil seni bakışlarındı be masum yüzlüm. Senin gözlerinde gördüklerime sığındım ve her şeyi sineye çektim.”

“Susmamalıydın Emre her ne pahasına olursa olsun bana anlatmalıydın. Bir aptal gibi meydanlarda boy göstermeme izin vermemeliydin.”

“Evet belki çözüm susmak değil de konuşmaktı ama ağır geldi be Birce.”

“Ne ağır geldi Emre, benim yaşadıklarımın yanında sana ne ağır gelmiş olabilir?”

“Gidişin.” Dedi tek nefeste. “Ben senin benden gidişini izlerken o gün çok iyi anladım. Sevmek bazen yetmiyormuş. Tek taraflı bir adım ileri gidilmiyormuş. Acı da olsa, zoruma da gitse ben o gün benden varlığını acımasızca alıp çekip gittiğinde anladım. Sen sana uzanan tüm köprülerimi acımadan, beni hiç düşünmeden söküp attın. Ne yapmamı bekliyordun Birce? Sana bu kadar muhtaç kalmış bir adamı görmezden gelip elinin tersi ile ittiğin gün, istenmediğimi bile bile beni susturduğun ve çaresizliğin ateşine attığın gün nasıl konuşmamı beklersin? Konuşamadım.”

“Emre.”

“Benimle görüşmek istemediğin o kara günden sonra elim hep telefona gitti. Belki arar dedim. Hatasını anlar dedim. Yok saydım gururumu, kaç defa ben aramaya yeltendim seni. Ama parmaklarım gitmedi isminin üzerine, ben senin adına bile dokunmaya kıyamıyordum be güzelim. Söylesene sana nasıl kıyardım senin mutluluğuna? Bitmeyecek bir yasa bürünmene, hüznünün sebebi olmaktan korktum. Ama gözümü telefondan uzak tutmayı bir türlü başaramadım. Geceler boyu fotoğraflarına bakıp hasretinle kavrulurken düşüncelere dalıp ağladım. Kollarım hep soğuk kalırken, benim gözlerim o it herife sıcaklığını bahşettiğine şahit oldu. Bakir bir yüreğim vardı benim, sahibi senken hiç bilmediğin. Sana sarılan başka kollara şahit oldu bu yürek. Engel olamadım içime bir taş gibi oturmana, çok istesem de söküp atamadım seni. Yaban eller sana dokundu dokunalı, sessizliğin kara cehennemine mahkûm oldu bu yürek.” Derken elini yumruk yapmış kalbine her kelime de sertçe vuruyordu. “En zoru da neydi biliyor musun? En gücüme giden, senin yokluğunun bende açtığı yaraların sende hiç açılmamasıydı. Yokluğumun sen de bir gram olsun boşluk yaratmamış olmasıydı. Bensizliğe alışman çok zoruma gitti be güzelim.”

“Yalan, ben senin yokluğuna falan alışmadım. Ben seni hep özledim. Hem de çok özledim. Ama yüzüm yoktu seni aramaya…” dedi ve omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. Emre bir an devam edip etmemekte kararsız kaldı ama bu gece artık her şeyi konuşacaktı.

“Yoksunluğunla olgunlaştı benim yüreğim. Sensizlikle buğulandı gözlerim. Sensizliğin açtığı yaralara merhem olmaya adaydı dinlediğim tüm şarkılar. Biliyor musun? Sen yanımdaymışsın gibi geçirmeye çalıştım sensiz geçen her bir Allah’ın gününü. Mesela beraberken gittiğimiz mekânlara gittim. Ama umutsuzluk orda da peşimi bırakmadı. Adım attığım ilk anda canımın nasıl yandığından haberin var mı? Senin her bir anının yokluğunda benim boynum bükük, kalbim yarım, bakışlarım eksik kalıyordu. Oysaki ben her bir adımında virgülün olmaya hevesliydim. Ama sen bana nokta koymaya çoktan istekliydin. Bir sonraki cümlende olmamam için çaban öylesine büyüktü ki… Bense nasıl da cüretkâr bir kalbe sahipmişim. Senin her şeyin olabilirim sanmıştım. Meğer hiçbir şeyin olmaya tek aday benmişim. Benden tamamen kopup gittiğinde yüzleştim bu gerçekle.”

“Hayır, böyle konuşma sen benim için her şeyden daha fazlasısın. Bunu en iyi sen biliyorsun. Ben en zor zamanımda seni aradım, seni yanımda istedim, bir tek sana anlatabilirdim yaşadıklarımı. Söylesene insan en zayıf anında canının en çok yandığına şahitlik etmek için hiçbir şeyi olamayan bir adamı çağırır mı? Ben o gece senin sesini duymak istedim, dudaklarından adımın dökülmesini istedim. Ben seni deli gibi özlemiştim Emre. Bahanemdi zor durumum ama ben aslında seni aramak için kendimce bir yüz bulmuştum kendime. Çaresizliğime sığınıp seni aradım. Ben bir tek o anda seni yanımda istedim. Gözlerim seni bulsun istedim. Hiç kimseyi değil ben yalnızca seni istedim be Emre.”

“Kollarım sana her daim açık bekler.” Dedi ve kollarını iki yanına doğru açarken kıza baş işareti ile gelip yerleşmesi için yer açtı. “Çünkü sen geldiğinde eksik kalan ruhum, yarım kalan sol yanım tamamlanır.” Dedi.

Birce onun bu şefkat dolu tınısına karşı daha fazla mücadele edemedi. Gözyaşları sel olup giderken kendisini Emre’nin açmış olduğu kollara bıraktı.

Emre onun ait olduğu kollarda aldığı nefesle huzur buldu. Derince çekti hasret diye adlandırdığı kokusunu içine. Başına minik bir buse kondurdu. “Senin nefes aldığın, kokunun etrafa yayıldığı, kalbinin attığı yer benim evim be masum yüzlüm.”

“Sen benim için her şeyden daha fazlasısın Emre, özür dilerim bunu anlayamadığım için, affet sana çektirdiğim tüm acılar için.”

“Mecnunun gözünde Leyla ne ise, benim gözümde de sen osun. Bir Mecnunun gören gözleri bir de sızıyı çeken yüreği anlar beni. Şimdi bir de sen anlarsın be Birce’m.” Dedi başına minik özlem dolu bir buse daha dokundurdu. Ekranda dönüp duran resimlerin yerini şimdi bir de video almıştı. Çalan şarkı ile birbirine sarılan çift yavaşça ayrıldılar. Önce ekrandaki videoyaya sonra da birbirlerine derin bir tebessümle baktılar.

“O günü hatırlıyor musun?” diye sordu Emre.

“Nasıl unuturum?” diye karşılık verdi Birce.

Loading...
0%