@ugurluay
|
“Tamam Selçuk Hocam, bu gece yola çıkmak için söylediğiniz saatte spor salonunun önünde hazır olurum.” Birce bir yandan telefonla konuşuyor bir yandan da sırt çantasına eşyalarını yerleştiriyordu. Gülce, ikizinin odasına teklifsizce dalıp uykudan açılmayan kapalı gözler ile bir eliyle saçını kaşırken diğer eliyle yönünü bulmaya çalışıyordu. Kardeşinin gitmek için hazırlık yaptığını yarı açıkgözler ile fark etti. Ona sormadan gidip ikizinin yatağına yatarak yastığını sıkıca kucakladığında gözlerini yine uykuya teslim etmek için hazırlanıyordu. Suratında şapşal bir sırıtış peyda olurken, Birce onu kaşları çatık bir halde izliyordu. “Hayırdır Gülce Hanım yatağını şaşırdın galiba. Her şeyin bitti şimdi de uyurgezerliğe mi heves ettin?” Gülce kardeşinin sözlerine hoşnutsuz bir şekilde yüzünü buruştururken gözlerini açmaya tenezzül bile etmemişti. Uyku mahmurluğu ile dudaklarından çıkardığı mırıltı halinde “Sabaha kadar senin gelmeni bekledim. Ne oldu ne bitti hemen bir masal edasıyla anlatmaya başlıyorsun. Hadi bekliyorum bak uykum dağılmadan konuşmaya başlasan iyi olur, şu an cidden mutlu bir son dinlemeye ihtiyacım var.” Dedi. Duyacaklarının kendisine sonunda oldu dedirteceğinden öylesine emindi ki olumsuz hiçbir şeyi aklına dahi getirmiyordu. “Anlatacak hiçbir şey yok.” Dedi soğuk ve sert bir ses tonuyla. Onun bu umursamazlıkla perdelenmeye çalışan sesinin altında yatan ıstırabı hisseden ikizi kaşlarını çatarak ansızın gözlerini açtı. Bir anda yattığı yataktan doğrulurken kucakladığı yastığı daha da sıkı tutarak göğsüne bastırdı. “Ne demek anlatacak bir şey yok?” diyen sorgulayıcı bakışlarıyla ikizini süzdü. Birce ona sırtını dönüp masanın üzerinde bulunan birkaç ıvır zıvırı yerleştirmek için oyalanırken kardeşinin yüzüne bakıp da konuşmaya cesaretinin olmadığını hissetti. Direnci her geçen dakika daha fazla kırılıyor, gücü adeta tükenip gidiyordu. “Gülce gerçekten bir ton işim var. Şimdi müsaade edersen akşam çıkacağım yolculuk için hazırlık yapmam gerek.” Dedi. Her ne kadar büyük bir çaba içine girmiş olsa da sesinin son kelimelerde titreyip akıp gitmesine engel olamadı. Gözlerinden akıp gitmeye hazırlık yapmaya başlayan ışıltıları geldikleri yere geri göndermek adına ikizine sezdirmemeye çalışarak derin nefesler alıp vermeye uğraşıyordu. Gülce duydukları karşısında delicesine öfkelendi. Bir hışımla oturduğu yataktan kalktı. Elindeki yastığı bir hırsla yere fırlattı. Kendisine sırtını dönmüş olan ama duruşundan bile pişmanlık ve hüzün akan kardeşinin omuzlarından tutup sertçe kendisine doğru çevirdi. Gülce’nin gözleri hiddetin zehirli mızraklarını etrafa savururken, Birce’nin bakışları canının yangısını akıtıyordu. “Bana hemen dün gece neler olduğunu ve şu an nereye kiminle gittiğini anlatıyorsun.” Kollarının iki yanından tuttuğu kardeşine tehditvari bakarken ağzından çıkan her bir kelimeyi tane tane üstüne bastırarak dişleri arasından tehlikeli bir tıslama ile söyledi. Birce onun öfkesine de maruz kalmaya daha fazla dayanamadı. Kollarını kardeşinin sert tutuşundan pek de nazik olmayacak bir hareketle kurtarırken “Yeter.” Diye haykırdı. Gözlerinden inci gibi taneler yanaklarından aşağıya yuvarlanıp giderken Gülce’nin pek de bu tepkiye aldırış edipte durmaya niyeti yoktu. “Ne yeter ya, ne yeter? Ben dün gece seni Emre’nin yanına mutlu mesut göndermedim mi? Sen değil miydin Emre benim için çok özel diyerek o beyaz elbiseyi giyip giden. Sen değil miydin onunla yeni bir başlangıç yapmak istiyorum diyen. Söyler misin bana geceden sabaha ne değişti? Nereye gidiyorsun? Kiminle gidiyorsun? Dün gece o kahrolası eğlencede ne oldu?” diye bas bas bağırmaya başladı. “Sus artık sus bağırıp durma daha fazla.”, “Sende susma konuş o zaman Birce, delirtme insanı.” Diyerek tehlikeli bir şekilde kardeşini uyardı. “Çok mu mutluyum zannediyorsun? Ben dün gece ne için gittiğimi çok iyi biliyorum. Ama unutmaya yeltendiğim bir gerçek var ki dün gece bana en acı yüzüyle kendisini gösterdi.” “Yoksa…” “Evet o geldi. Barkın.” Onun adını anmak dilini uyuşturuyor yüreği bu ismi kendine ihanet sayıyordu. “Şerefsiz herif ne istiyormuş yine?” “Beni.” “Ne? Kafayı mı yemiş bu be? Hangi yüzle senin karşına çıkıyor, bir de utanmadan seni mi istiyor? Yoksa sen hala…” “Kes saçmalamayı Gülce ben onu o gece söküp attım tüm benliğimden, ama karşımıza elinde bıçakla dikildiğinde, onun gözlerinde kaybedecek hiçbir şeyi olmayan korkusuzluğu gördüğümde, o bıçak Emre’ye doğru savrulduğunda ben nefes almayı bıraktım Gülce, ben o an gerçekleri görmeye başladım. Ben ne kadar Emre’ye yaklaşırsam Emre o kadar fazla zarar görecekti.” “Bu düşüncelerin tamamı saçmalık biliyorsun değil mi?” “Saçmalık falan değil, ben onu kaybetme ihtimaline tahammül edemezken onun başına bir şey gelirse ne yaparım söylesene bana. Barkın’ı az çok tanıyorsun benden asla vazgeçmeyecek, gerçekten sevdiği için değil tamamen hastalıklı ruhunun aklında oluşturduğu takıntıdan dolayı vazgeçmeyecek. Ve Emre ihtimallere kurban edemeyeceğim kadar benim için önemli.” “Bu da ne demek şimdi?” “Ben Emre’den de, olma ihtimali olan geleceğimizden de vazgeçiyorum demek.” “Bunu yapamazsın, bu sana da Emre’ye de büyük haksızlık, ruh hastası bir herif yüzünden seni delicesine seven, kendinden bile vazgeçebilecek yüreğe sahip, senin mutluğunu her şeyin önünde tutan adamdan nasıl olur da vazgeçersin?” “Sende beni anlamıyorsun, Barkın’ın gözlerindeki çaresizliği gördüm ben, onun bakışlarındaki deliliği hissettim. Onun gözleri öfke değil kan kusuyordu. Ve inan bunun bedelini sadece Emre’ye ödetmeye istekli. Küçücük bir kıvılcım daha bekliyor. Ben bunu göze alamam. Emre’ye zarar vermesini bekleyemem.” Diyerek ellerini yüzüne kapatıp omuzları sarsılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. “Yapamam, ben ona kıyamam, onun üzülmesine dayanamam.” Diyerek bambaşka bir dünyanın içinde kaybolmuş adeta sayıklar gibiydi. Gülce onun bu halini şaşkınlıkla izlerken çektiği acıyı görebiliyordu. Yaptıklarını ve kararlarını onaylamasa da artık saygı duymak zorundaydı. Yavaş adımlar ile onun yanına gitti. Usulca yanına oturdu. Yüzünü kapamış ellerini tutup yavaşça aşağıya doğru indirerek avuçları içine hapsetti. Yüzüne şefkatli bir tebessüm yerleştirdi. “Her ne kadar bu yaptığını doğru bulmasam da artık sana da kararlarına da saygı duyuyorum ikizim. Benim öfkem Emre ile aranızdaki bu eşsiz güzel duyguyu kaybetmek üzere olduğunuz içindi. Ben sırf bu yüzden Emre’ye yardım etmiştim. Çünkü biliyorum ki o da sen de ancak mutluluğu birbirinizde bulup yaşayabilirsiniz. Bir başkası sizin için var olmayacak bu saatten sonra. Ama sen dersen ki karışma artık, sana söz karışmam, ama bil ki kararın ne olursa olsun, doğru ya da yanlış fark etmez, ben hep yanındayım bunu asla unutma olur mu?” dedi bir elini yanağına götürüp okşayarak akıp giden gözyaşını parmak uçları ile sildi. “Teşekkür ederim.” Dedi dudakları titreyerek ve kendisini ikizinin kollarını atarken hıçkırarak ağlamaya devam etti. İçi sökülüyordu genç kızın, Emre için, yaşayamadığı gelecekleri için, ondan vazgeçmek zorunda olduğu için ağlıyordu. Daha yeni farkına vardığı hissettiklerini yok saymak zorunda olduğu için ağlıyordu. Sırf ona, sol yanını farklı hızda çarptıran adama bir şey olmasın diye, sırf o iyi olsun diye ondan da, geleceklerinden de vazgeçiyordu. Gülce kardeşinin sırtını sıvazlıyor, bir yandan da onu sakinleştirmeye çalışıyordu. “Tamam, ağlama artık, bak beni de ağlatacaksın. Ve biliyorsun ki ben ağlayınca pek de çekilmez bir insan oluyorum. Hele yüzüm bildiğin çirkin bir ucubeye dönüşüyor.” Dedi onu biraz olsun güldürüp aklını dağıtmak için. Birce’nin gözünün önüne ikizinin o halleri geldiğinde yüzünde farklı bir tebessüm oluşurken kardeşinden uzaklaşarak “Ya Gülce ya beni bu halde de güldürdün ya ben daha sana ne diyeyim?” “Ne demek tatlım daimi görevimiz.” Dedi ve kardeşinin yanağını iki parmağı arasına sıktırarak makas aldı. Birce onun bu sevimli hali karşısında yapmacık bir kızgınlıkla eline vurdu. “Ah!” Diye inleyen Gülce “Yavaş vursana kızım insanız nihayetinde.” Diyerek karşılık verdi. “Abartma istersen.” Diyen kız elinin tersi ile yüzünü istila etmiş olan yaşları sildi. “Her neyse birinci şoku atlattıysak ikinci sorumuza gelelim. Hayırdır sen, ne iş? Nereye gidiyorsun böyle hazırlıklar, çantalar falan.” Birce az önce masanın üzerine bıraktığı çantasına göz ucuyla baktı. “Selçuk Hoca çocukları Aladağ’a kampa götürecek. Sınavlar için son idmanlar artık. Normalde ben gitmeyecektim ama burada kalırsam aklımı yitirmekten korkuyorum. Hem ortalık biraz durulur hem de Emre biraz daha kendisini toparlanmış olur.” Dedi onun adını yanmak dilini yakıyor, zihnini uyuşturuyor her an onun yanında olma isteği ile dolup taşıyordu. “Bir hafta sonra geri döneceğiz. Sonra da zaten babamların yanına gitmek istiyorum. Nasıl olsa okul bitti. Burada daha fazla kalmak istemiyorum. Hem Emre de bensizliğe alışmış olur.” Dedi zor da olsa aslında istediği bambaşka da olsa artık sesini dolamıyordu hayallerine. “Onun sensizliğe alışabileceğine gerçekten inanıyor musun?” “Alışmak zorunda, başka çaremiz yok.” dedi bakışlarını kardeşinden kaçırdı. Sesi acı bir gerçeği itiraf eder gibiydi. Ağzında bu cümle kül tadı bırakmıştı. Alışmak, çaresizlik, nasıl bir şeydi ki yaşayan bir insanın fani bedenini nefes alırken ölüme terk ediyordu. Toprak altına olmasa da yeryüzünde hayatın içine aldığı nefesler ile gömüyordu. |
0% |