Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38. Bölüm

@ugurluay

Emre gözlerini ansızın genç kıza döndürüp “Çok mu şaşırdın? Yorulmam seni bu denli mi dehşete düşürdü?” dedi sorgulayan bakışlarla ona bakarken.

“Emre ben…” dedi çaresizlik içinde kıvranırken ondan böylesine bir cümle duymayı hiç beklemiyordu.

“Emre ne?” diye karşılık verdi adam dişleri arasından tıslayarak. “Emre ne Birce?” dedi yine kendini tekrar ederken. Çocukların duymayacağı bir ses tonu kullanmaya gayret etse de zorlandığı çok belli oluyordu. “Yoruldum anlıyor musun? Sana kendimi ispatlamaktan, hislerimi açıklamaktan yoruldum. Sürekli bir kaçış halindesin. Sürekli bir bahane altına sığınıyorsun. Senin için zor da benim için kolay mı sanıyorsun? Ben yanımda yüreğinde hissettiklerini cesurca gösterebilen kadın istiyorum. Sevdanda cesur olamayacaksan, benim elini tutmamama izin vermeyeceksen, hep kaçışların altına sığınıp ortalardan habersizce yok olacaksan ben yokum Birce.” Dedi gözlerinin en derinine bakarken sesinden itiraz kabul etmeyen bir kararlılık akıyordu. Adamın gözleri kararmıştı. Birce ilk defa onun kendisine karşı bu kadar kesin ve net tavrını görüyordu. Dilinden tek bir cümle dahi dökülemiyor ona ne diyeceğini bilemiyordu. Ne diyebilirdi ki, bir yanda geçmişi kara lanet gibi ardından gelirken, Barkın’ı Azrail gibi Emre’nin peşine takamazdı. Buna sebep olamazdı.

Peki ya Emre, o artık beklemekten yorulup gerçek anlamda çekip giderse ondan? O zaman ne yapacaktı? Bunu istediği için nefesi Aladağ’da alan kız şimdi Emre’nin kendi isteğini yerine getireceğini dillendirdiğini duyduğunda neden nutku tutulmuş, dut yemiş bülbüle dönmüştü.

“Ben sensizliğin ortasında boğulurken tek bir bakışını nimetten saydım. Yeri geldi tek bir sözünle deva buldu yaralı yüreğim. Gözlerime çöküp kalan bahar hüznünü yok saydım seni her gördüğümde. Hep diledim ben seni Mevla’mdan, bir gün gelip sevdanla elimden tutacağın güne olan inancımı ben hiç yitirmedim. Mutluluğun olmak, yüzünün gülümsemesinin sebebi olmak istedim, kaçışının sebebi değil.” Dedi gözlerini ondan kaçırdı. Bu son cümlenin ne kadar canını yaktığı besbelli ortadaydı. “Nice yollardan geçtim. Sana gelebilmek, ulaşabilmek için ben nice ömürler kat ettim. Yolun sonu umutsuz, karanlık olsa da ben senden bir an olsun vazgeçmedim. Sensizlik içinde aldığım her nefesimde ömrüme bir çentik attım. O geceden sonra öngöremedim gidişini, engelleyemedim olacakları, bir ben kaldım bizden geriye, bir de unutamadığım, unutmak istemediğim anılar. Direnmeye gücüm yok be güzelim, teslim oldum hissettiklerime acıtacağını bile bile. Senin için yüreğimde ayırdığım köşede yoksun artık. Haber vermeden çekip gittin. Yokluğunu acımasızca hissettirdin. Şimdi köşen boş, içim senin yokluğunu tadıyor. O kadar sensizim ki bir türlü dolmuyor, hiçbir şeyle dolduramıyorum yerini. Yaprak yaprak dökülüyorsun gönlümün son baharında. Güz mevsimi yakışmadı benim gözlerime. Akıp giden yaşlar helal olmadı seni seven geçmişime. Her şey için savaştığım aşkımız bir anda yanıp kül oldu ve ansızın hiçbir şeye dönüştü. Ve bunu sen yaptın. Bunu yaparak beni ölümcül suskunlukların içine koyup, kara zindanlara mahkûm ettin. Bana bakmadığın, benimle konuşmadığın, cümlelerinin tek tek gözlerime dökülmediği an ruhum çalkantılar içinde kayboluyor. Seni sevmek bana özgürlük iken, benim seni sevmem sana en büyük engel oldu. Böyle gördün sen bizi, sırf bu yüzden de her seferinde kaçışlara sığındın. Benim ne hissettiğim, ne düşündüğüm senin hiç umurunda olmadı.”

“Hayır.” Diye isyan etti kız, adamın her bir kelimesi her bir cümlesi ruhunu ateşlere atıp alev alev yakmıştı ömrünün her yaprağını.

“Bunlar gerçek.” Dedi adam kızın gözlerinin harelerine bir hançer saplar gibiydi. “Bunlar gerçek olmasa beni biraz olsun dinler, hissettiklerime önem verir, kaçmak yerine ellerimden tutar yüreğinde hissetiklerine sahip çıkardın. İlk defa benim ile ilgili cesur davranırdın. Korkaklar gibi ortalardan kaybolup gitmezdin.”

“Acımasız olma bu kadar.”

“Ben mi acımasızım? Acımasız olan sensin Birce, her şey güzeldi, hatta mükemmeldi. Bir it herifin boş tehdidi ile bu kadar kolay vazgeçebileceğini düşünememiştim. Bana olan güvenin gözlerimi yaşarttı doğrusu.”

“Bunun güven ile ilgisi yok.”

“Ne ile ilgisi var o zaman?”

“Korktum aptal, korktum. Seni düşündüm, bana olacak olandan değil sana olacak olandan korktum. Senin aldığın nefesi ben gönlüme dua diye sığdırırken canının yanmasına, yüzünün asılmasına, gönlünün sıkılmasına sebep olmak istemedim. Sebep olduklarımı göreceğime ben ölmeyi tercih ederim.”

“Sus Birce, ölümden söz etme.”Dedi adam ters bir şekilde can havliyle.

“Sen ağzımdan çıkacak tek bir kelimede korku ile dolup taşarken o kelimenin senin başına gelebilecek olmasını söylesene ben nasıl kaldırabilirdim. Uzak durmak istedim. Evet kaçtım ama sandığın gibi yüreğimde hissettiklerim yüzünden değil, sana zarar gelmesin diye.”

“Allah’ım ne adammış be, geldi tek bir cümlesi ile seni fersah fersah alıp götürdü benden.”

“Sakin ol Emre, çocuklar duyacak şimdi.” Dedi onu uyarırcasına çocukların onları duyma ihtimalini hatırlattı.

“Of!” diyerek ellerini saçının içinden geçirip huzursuzca nefes alıp verdi.

“Bak, son kez konuşuyorum. İstediğin kararı almakta özgürsün. Ama bu geceden sonra bu konuşmanın son olup olmayacağı artık tamamen senin elinde.”

“Bu ne demek oluyor? Son kez ne demek?”

Emre cebinden çıkardığı bir zarfı Birce’ye uzattı. Birce anlamaz gözlerle ona bakarken adam alması için göz işareti yaptı. Eli titreyerek kendisine uzatılan zarfa ulaşan kız yavaşça zarfın içine açtı. Bir kâğıt ve bir uçak biletine gözü ilişti. Katlı olan kâğıdı açarken nedense yüreğinde huzursuzca bir çırpınış vardı. İçinden bir ses yazılanların hiç de hoşuna gitmeyeceğini söylüyordu. Birce kağıtta yazılanları yavaşça okurken gözlerinden yuvarlanıp giden iki damla yaşa engel olamadı.

“Bu…” dedi yalnızca dilinden fısıltı halinde dökülmüştü.

“Evet.” Dedi adam başını onaylarcasına sallarken kızın gözünden dökülen yaşa lanet etti. “Elinde tuttuğun kâğıt yurtdışında bir eğitim programına kabul edildiğimin mektubu.”

“Ama nasıl olur? Ne zaman?” diyerek boş gözlerle elindeki kâğıda bakarken sayıklar gibiydi. Emre sıkıntılı bir şekilde yerinde kıpırdanırken konuşmaya başladı.

“Sen beni hayatından çıkarmayı göz almış ve beni hayatında istemediğini söylemiştin. O an oralarda durmamın bir anlamı kalmamıştı. Gitmek istedim. Senin o herifle mutluluğuna daha fazla şahit olmaya dayanamayacaktım. Gitmem senin içinde benim içinde iyi olacaktı. En azından o zamanlar öyle düşünüyordum. Programdan bir arkadaşım vasıtasıyla haberdar oldum. Ve başvurdum.”

“Ve kabul edildin.” Dedi kız umutsuzca. Böylesine bir gerçekle yüzleşmek kızın ruhunda sarsıcı depremler yaratmıştı.

“Evet.” Dedi adam kızın ne hissettiğini ne düşündüğünü anlamak için tepkilerini takip ediyordu.

“Gidecek misin?” dedi gitme der gibiydi bakışları.

“Bu sana bağlı Birce.” Dedi adam içindeki düşünceleri açık yüreklilikle söylemişti.

“Nasıl?” dedi kız bin bir umutla ona bakarken. Emre oturduğu sandalyeyi kıza daha da yaklaştırdı. Onun tam önüne oturduğunda elleriyle sıkıca tuttuğu kâğıdı onun elinden yavaşça aldı. Avuçlarının içine iki elini sıkıca tutup kendisine doğru çekti. Ellerinden cennetin kokusunu içer gibi koklarken avuçlarının içine birer tane minik buse kondurdu. Gözlerinin içine derince bakarken kızın ruhunun can çekiştiğinin farkında bile değildi. Onun her hareketi kızın kalbinin çırpınışlarını arttırırken, ruhunu şaha kaldırmaya yetiyordu. Ama adam bunun farkında değil gibi kızı daha fazla zorluyordu.

“Senin olmadığın toprağa kök salamam ki ben, senin gözlerine doya doya bakamadan, teninin sıcaklığını hissetmeden, varlığının yüreğime armağanı olan aşkını yaşayamadan bu canı bu bedende taşıyamam ki ben… Olmaz, yapamam, sensiz bir hayatı göze alamam.”

“Emre…” dedi kızın gözlerinden yaşlar yanaklarından firar ederken adam onu susturan bakışlara sahipti. Cebinden çıkardığı minik kutuyu yavaşça açtı, kız kutunun içindekini gördüğü an gözlerinin hareleri titremeye başladı.

“Bu gece bizim sonsuz gecelerimizin ilk gecesi olsun istiyorum. Şayet aynı fikirde değilsen gün ağardığında parmağında bu yüzük olmasın.” Dedi yavaşça yüzüğü kutudan çıkarıp kızın parmağına minik bir buse kondurdu ve yüzüğü kızın parmağına taktı. “Yalnız bu gece değil tüm geceler bizim olsun diyorsan parmağına taktığım bu yüzük sabah yine ait olduğu yerde benim gözlerimi şereflendirsin. Eğer ki ben bu yüzüğü sabah kalktığımda yine senin parmağında görürsem kabul mektubunu da içindeki uçak biletini de yırtıp atacağım. Şayet senin parmağına taktığım bu yüzük günün ilk ışıklarıyla senin tarafından parmağından çıkarılırsa bana git demiş olacaksın. Ve ben senin ömründen sonsuza kadar tek bir laf etmeden gideceğim. Çünkü o an burada kalma sebebim, beni buralara bağlayan bir yürek kalmayacak. Sevmek böyle bir şey işte, ne kadar seversen sev vazgeçmen gereken noktayı bilirsin. Gerçekten seven bir yürek sevdiğine acı vermez. İstemediğin bir ilişkiye seni sürüklemek istemiyorum. Karar senin sevdiğim, ya yârin olacağım ya da sana yabancı. Ömrümün baş köşesine oturup kalbimin hükümdarlığını yapmak istersen bana evet diyeceksin ve benimle evleneceksin. Yok istemiyorum diyorsan o yüzük yarın bu dağın göletinde son nefesini verecek.” Dedi kızın parmağına taktığı yüzüğün üzerine minik bir buse kondurup sevdasını mühürlercesine bir damla gözyaşını da bırakmıştı kızın ellerine.

Birce öğrendikleri, yaşadıkları, hissettikleri arasında kaybolmuşken neye nasıl tepki vereceğini bilemez bir haldeydi. Emre onun bu ruh halinde bırakıp düşünmesine fırsat vermek adına ışık hızıyla ayağa kalkıp çocuklardan tarafa yöneldi. Kız adama seslenemedi bile, duyguları o kadar yoğundu ki ona gitme bile diyemedi.

Emre çocukların yanına gitti. Kız kaldığı kulübenin önünde öylece bakışlarıyla uzaktan ona bakıyordu. Adam onu göreceği bir yere oturup kızı göz hapsine aldı. Ardından yanındaki çocuğun kulağına bir şeyler fısıldayarak çalmaları için bir şarkı ismi verdi. Çocuk onu onaylayarak gitar çalan arkadaşının yanına gitti. Emre hocanın isteğini sorgusuz kabul eden çocuk arkadaşlarına verdiği coşku ile hep birlikte şarkıyı söylemeye başladılar.

KAYAHAN-Söz Güzelim

Beni terk edişin mümkün mü senin?
İstersen bir dene de gör güzelim.
Benimle yaşarsın benimle ancak,
Yoksa sevgimle boğarım seni.

Yaz bir yere güzelim.
Yok olamaz olamaz.
Sensiz hayat meleğim var olamaz.

Kim sevecek seni kim?
Kim tutacak elini?
Kurtulamaz güzelim kurtulamaz.

Al ruhumu al, al gençliğimi,
Rabbim şahidim söz güzelim.

Al ruhumu al, al servetimi,
Rabbim şahidim söz güzelim.

Yaz bir yere güzelim.
Yok olamaz olamaz.
Sensiz hayat meleğim var olamaz.

Kim sevecek seni kim?
Kim değecek tenine?
Kan dökerim güzelim kurtulamaz.

Bir gün pembe kutularında mutluluğu getireceğim kapına.
Önce saçlarından sonra yanaklarından ve sonra alnından öpeceğim.
Sonra acılarını alıp çok uzak bir yerlere gideceğim.
Belki güneşe ereceğim.
Yaz bir kenara yaz bebeğim yaz bir kenara.

Yaz bir yere güzelim.
Yok olamaz olamaz.
Sensiz hayat meleğim var olamaz.

Kim sevecek seni kim?
Kim değecek tenine?
And içerim güzelim kurtulamaz.

Sana bu söylediklerimi daha önce duyduğun yalanlarla bir tutma.
Belki en güzelleri değildir ama dosdoğrudur gözbebeğim.
Dosdoğrudur inan bana.
Yaz bir kenara yaz meleğim yaz bir kenara.

Emre şarkının her bir cümlesini şiir gibi fısıldarcasına uzaktan uzağa Birce’nin gözlerine onun anladığı bakışlarla haykırırcasına söylemişti. Birce ise bakışlarını bir an olsun ondan ayırmadan parmağındaki yüzüğü okşuyor sanki yıllardır oradaymış gibi sahipleniyordu. Ne kadar da çabuk alışmıştı parmağındaki yüzüğün varlığına? Emre söz konusu olduğunda, ondan gelen neye yabancı kalabilmişti ki yüzüğüne kalabilsin? Onun el olmasına izin vermek, yapabileceği bir şey miydi? Şimdiden sahiplendiği, parmağının çoktan varlığına alıştığı yüzüğü çıkarabilecek miydi? Peki ya Emre, onun uzak diyarları kendine vatan eylemesine göz yumabilecek miydi? Başka topraklarda kök salıp, başka ömürlere nefes olmasına seyirci olabilecek miydi? Gözlerinin önüne gelen görüntülerle yüzü kararan kız dişlerini sıktırırken ellerini yumruk yaptığının farkında bile değildi. Emre’de gözünü bir an olsun ondan ayırmıyor adamın bakışları arasında kız yüreğinin ve aklının çetin mücadelesi ile boğuşuyordu. Bu mücadeleyi aklı mı, yüreği mi, korkuları mı kazanacaktı? İşte orası doğacak yeni günde belli olacaktı. Kim bilir belki de hiç hesaba katılmayanların muhasebe günü gelmişti? Kim bilir?

Loading...
0%