Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm

@ugurluay

Emre sabaha kadar Selçuk hocanın kendisine ayarladığı kamp evinde volta atarken yüreği kızın vereceği cevap için delicesine çarpıyordu. Artık hikâyenin sonuna gelmişlerdi. Kararı Birce verecekti. Adam tek başına mücadele ederken gönlü yorgun düşmüştü. Artık gelecek olan adım Birce’den olmalıydı yoksa Emre’nin güç alacağı, tutunacağı tek bir dalı bile kalmayacaktı. Gece sabaha doğru ilerlerken heyecan, stres, yol yorgunluğu ile uzandığı yatakta daha fazla uykuya direnemedi. Yatağın üzerine uzandığında gözlerinde tek bir kişinin hayali vardı. Adına sevda dediği, uğruna kendinden bile vazgeçtiği kız, Birce… Bir tek o, bir tek onun gülüşüydü gözlerinin harelerinde can bulan. Gözleri yavaşça uykuya teslim olmuştu.

Sabahın ilk ışıkları odaya doluyordu. Emre kapısına indirilen sert yumruklarla yattığı yerden irkilerek doğruldu. Kolundaki saate baktığında neredeyse ikindi vakti olduğunu fark etti. “Kahretsin!” diye yataktan fırladığında uçarcasına kapıya yöneldi. Bu kadar süre uyuyup kalmış olmasına inanamıyordu. Kendisine içten içe edepsizce bir küfür savurdu. Kapıyı açtığında ise karşısında Selçuk Hoca’yı göreceğini hiç tahmin etmiyordu.

“Emre, Birce burada mı?” diyerek onun sorgulayan endişeli bakışlarını gördüğünde adamın bir an yüreği korku ile dolup taşmıştı.

“Burada mı derken hocam, anlamadım?” Gözlerini kısmış neler olup bittiğini bir an önce öğrenmek istiyordu.

“Sabah kahvaltıya gelmediğinde uyuya kaldığını düşünüp çağırmamıştık. Günlerdir kendini fena halde hırpalamıştı. Ama…”

“Ama ne hocam?” Yüzünde öfkenin, sesinde hiddetin tüm tınısıyla haykırmıştı.

“Ama öğle yemeğine de gelmeyince merak ettim ve bir öğrenciyi bakması için odasına yolladım. Kapıyı açan olmamış. Hiçbir yerde yok. Dün gece en son seninle görmüş çocuklar, bende belki burada olabilir diye geldim.”

“Ne demek hiçbir yerde yok? Ben onu en son kulübesine girerken gördüm hocam.” Dedi ve adamın cevap vermesini beklemeden can havli ile oradan çıkıp doğruca Birce’nin kaldığı yere doğru yöneldi. Bir yandan koşuyor bir yandan da “Yalvarırım Birce bunu bana yapmış olma, bu defa da kaçıp gitmiş olma. Kaldıramam be güzelim. Bu defa kaldıramam.” Diye kendi kendine söyleniyordu. Arkasından Selçuk hoca da aceleci adımlarla ona yetişmeye çalışıyordu. Emre kızın kapısına gidip sert yumruklarını ardı ardına indiriyor bir yandan da hiç kimseyi umursamadan “Birce, Birce aç şu kapıyı.” Diyerek yalvarırcasına haykırıyordu. Dakikalardır kapıya acımasızca inen yumrukların aksine onları karşılayan tek şey ölümcül bir sessizlikti. Daha fazla bu karanlık sükûnete seyirci kalamayan, etrafını umursamayan adam kapıya sert bir omuz attı. Onun bu darbesine karşılık hala açılmayan kapı ile arasına bu defa da Selçuk Hoca girdi. “Oğlum saçmalamayı kes ne yapıyorsun? Sakatlayacaksın kendini.”

“Umurumda da mı sanki bırak beni hocam.” Diyerek omuzlarından onu tutan adamı silkeledi. Tekrar omzunu kapıya sertçe vurdu. Ne canının acısı ne de baş kabir şey umurunda değildi. Yüreği sancıyordu adamın, sevdiği kadının o kapının ardında olmaması ya da ona kötü bir şey olmuş olma ihtimali yüreğini yangın yerine döndürüyordu. Durmadı adam, yaralı bir aslan gibi etrafına saldırıyordu. Bağırıyor, çağırıyor ardı ardına omzunu kapıya sertçe vurup açılması için mücadele ediyordu. Açılmayan kapıya daha fazla öfkelenen adam ayağıyla öyle sert bir tekme attı ki kapı çatırdama sesi ile hızlıca duvara çarparak açıldı.

“Birce.” Diyerek içeriye destursuz dalan adamın gözleri acı bir boşluk, kara bir sessizlikle koyularak karşılaşmıştı. Adam kulübenin can yakan boşluğu ile karşılaşmayı hiç istemezken acı gerçek sert bir tokat gibi inmişti yüzüne.

“Bunu bana yapmış olamazsın be güzelim, bu kadar kolay bizden vazgeçmiş olamazsın.” Dedi elleri iki yanında yumruk olmuşken dişlerini sıktırıyordu.

“Emre neler oluyor? Birce nerede?” Omzuna dostane bir şekilde dokunan adama gözlerini çevirip de bakamıyordu.

Emre’nin sessizliği ve ortamdaki tuhaflık adamı da tedirgin etmişti. Emre, dün gece kızın nefes aldığı, kokusunun hala odayı mesken ettiği yerde kaskatı kesilmiş aklıyla yaşadıklarını hazmetmeye çalışıyordu. Gözleri ansızın bir yere odaklandı. Selçuk Hoca ondaki anlık değişimi hissetti. Omuzlarının birden çöktüğüne şahit oldu. Emre, omzundaki eli yavaşça silkeledi. Ölü adımlarla gözlerinin odaklandığı ruhunu teslim etmek üzere olduğu gerçeğe doğru adımlarken her adımı üzerine bir kürek toprak atıyor adeta onu kendi mezarına gömüyordu.

“Emre…” dedi adam kaşları çatık bir halde. Olanlara müdahale edememek canını daha fazla sıkmıştı.

Emre gözlerinin odaklandığı komodinin önüne geldi. Yavaşça eğilerek üzerinde duran yüzüğü aldı. Dün gece Birce’nin parmağına taktığı yüzüğü orada öylece öksüz, boynu bükük, tek başına, sahibinden koparılmış görmek, onun ait olduğu yerde olmaması boğazına binlerce elin sarılmasına, nefesinin kesilmesine, kalbinin teklemesine sebep oldu. Selçuk hoca şaşkınca ona bakarken “Bu da ne? Neler oluyor Emre?” diyerek hiddetlendi.

“Hiçbir şey hocam, artık hiçbir şey…” dedi kederle.

“Birce nerede Emre?”

“Gitmiş, kabul etmemiş, bizden vazgeçmiş hocam.” Dedi gözlerini istemsizce acı içinde kapatırken nefesini bıraktı. “Vazgeçmiş hocam. Benim artık yapacak tek bir şeyim kaldı. Onun bana çizdiği yolda gideceğim. Artık her şey sonsuza kadar bitti.” Dedi. Odanın içinde dolaşan sevdiği kadının kokusunu son kez derince içine bir kez daha çekerken avucunun içine aldığı kaderimin mührü dediği yüzüğü sıkıca yumrukları arasında tuttu. Selçuk Hoca tam konuşmayı hazırlanıyordu ki Emre onu sözleriyle susturdu.

“Sakın hocam, sakın onunla ilgili bana tek bir söz dahi etmeyin. Artık teselliyi kaldıracak bir yüreğe sahip değilim.” Dedi ve hızlıca kulübenin içinden çıktı.

Selçuk Hoca arkasından “Ah be çocuk!” dedi. Sesi kederliydi, üzülmüştü ikisine de… Çok severdi bu ikiliyi, gözlerinden aşkı açık bir kitap gibi okumuştu ikisinindi ama gel gör ki bazen bariz belli olan duygular sahipleri tarafından kabul görmüyordu. Artık ne olacağı meçhuldü, birinin yüreğine diğerinin gözlerine sisli bir perde inmiş gibiydi. Ve bu gidişler pek de hayra alamet değildi.

Loading...
0%