Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm

@ugurluay

Emre “Yere düşürüp kirlettiğin her damla gözyaşımın namusunu, bu günahın hesabını nasıl vereceksin? Söylesene sebep olduklarının bedelini o fani bedeninle nasıl ödeyeceksin?” diye kendi kendine alakasız ve bir o kadar dengesizce konuşuyordu bitik ve yitik. Bir ateş çemberine düşmüştü adam, yüreği alev alev yanıyor apansızca çırpınıyor ama bir türlü içinden çıkamıyordu. Ne düşünmesi, ne hissetmesi gerektiğini artık bilmiyordu.

“Ah Birce’m, ah be güzelim varlığının kokusu buram buram burnuma gelmişken, şimdi duyamadığım sesinin hayali çınlıyor kulağımda. Benim payıma düşen yüreğini sahiplenmekti, yokluğunu yaşamak değil. Bu kadar ürkek olmak zorunda mıydın? Geleceğini, bizi korkularına kurban etmek zorunda mıydın? Kalbime taş bağlayıp dibi görünmeyen kara kuyulara atmak istiyorum. Kursağıma takılıp kalan lokmam gibisin, her yutkunduğumda canımı acıtan. Gerçekten baksaydın gözlerimin içine, hissetseydin yüreğimin en derinliklerini orada sana dair katıksız bir sevda olduğunu görecektin. Umudu kulağına fısıldayan bir yürek olduğunu hissedecektin. Ama sen kör olmayı seçtin. Uğurlar olsun o zaman sana, hayatımdan taşınıp gitmişsin de ruhum bile duymamış. Sana uğurlar olsun bana yazıklar olsun.”

Emre Aladağ’da gölün kenarına gelmiş bir bankta otururken gözleri elindeki yüzükteydi. Ait olduğu yerde olamaması dahası sahibinin nerede olduğunu bilememek de canını yakıyordu. Hiçbir şey söylemeden kızın çekip gitmesi, onun yüzüne bile bir şey söylemeden yüzüğü çıkarıp önemsiz bir aksesuar gibi komodinin üzerinde bırakması, bu kadar mı istemiyordu onu, bu denli mi o it heriften korkuyordu.

“Allah kahretsin!” diyerek öfke ile yerinden kalkmıştı. Elindeki yüzüğü avucu içine aldı. Sıktırmaya başlarken yumruğunu ağzını götürüp ısırıyordu. Haykırmak, ağlamak, küfretmek istiyordu tüm bu yaşananlara. Bu sevda bu kadar zorlu olmak zorunda mıydı? Böylesine bir imtihanı yüreği nasıl kaldıracaktı? Ciğeri parçalanıyor nefesi kesiliyordu. Adam delicesine acı çekiyordu. Tarifi yoktu hissettiklerinin. Buraya gelirken aklında tek bir şey vardı o da Birce’nin hissettiklerine boyun eğip bu teklifi kabul etmesiydi ama hiçbir şey beklediği gitmemişti. Dahası kız yine en iyi yaptığı şeyi yapıp ortadan kaybolmuştu. Ama artık Emre’nin onun peşinden gitmeye gücü yoktu. Dün gece de dediği gibi ya bu yüzük kızın parmağında kalıp adamın gözlerini şereflendirecek ya da bu gölde son nefesini verecekti. Emre cebinden çıkardığı kabul mektubunu ve uçak biletine kederle baktı. Şimdi bir elinde gitmek istemediği ama mecbur olduğu eğitim programı bir elinde geleceğinde olmasını istediği ama reddedildiği kadının parmağından çıkan yüzüğü… Can çekişiyordu ruhu.

“Allah kahretsin Birce! Bunu bize yapmaya ne hakkın vardı?” diyerek haykırdı. Var gücüyle yüzük olan elini havaya kaldırdı. Yüzüğü göle savurmak için ilk hamlesini yaptı ama eli havada asılı kaldı. Daha fazla ileriye gidemedi. Gücü yoktu o yüzüğü o göle fırlatmaya, gücü yoktu onun parmağının sıcaklığını yaşamış bu halkayı atmaya. Bacaklarının gücü tükenen adam yere acı içinde kapaklanırken omuzları sarsılarak hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Ellerini bacaklarının arasına yumruk yaparak yerleştiren adam “Neden Birce? Neden sevdiğin halde tek bir söz etmeden çekip gittin? Neden bizden bu kadar kolay vazgeçtin?” diyerek haykırıyordu. Öylesine kendinden geçmişti ki kulaklarına aralıksız çalan telefonun sesini bile son anda duydu. Cebinden çıkardığı telefonun ekranında gördüğü isim karşısında bir anda şaşkınlığını gizleyemedi. Açıp açmamakta karasızlık yaşarken daha fazla dayanamayarak merakına yenik düştü. Elinin tersi ile gözlerinden akıp giden yaşları sildi. Sesini düzeltmek için genzini temizledi.

“Alo.” Dedi sesinin kontrollü çıkmasına özen göstererek.

“Oooo enişte bey neden açmıyorsun telefonlarımı, kaçtır arıyorum cevap vermiyorsun.”

“Ne var Gülce, ne için aradın?” dedi konuşmak istemediğini ve telefon görüşmesini bir an önce bitirmek istediğini belli etmişti. Gülce ondaki bu tuhaflığı dahası sesindeki cızırtıyı hissetti.

“Dur bakayım senin sesin neden böyle?”

“Gülce gerçekten şu an konuşmak için uygun bir zaman değil.” Dedi onu tersleyerek.

“Emre Birce’yi versene sen bir telefona bakayım?”

“Ne saçmalıyorsun sen Gülce? Birce falan yok benim yanımda.” Dedi öfkeyle.

“Ne demek yok? Birce senin yanında değil mi?” diyerek öfkede ondan geri kalmadı kız.

“Neyi anlamıyorsun cidden anlamıyorum? Birce yok diyorum sana, gitmiş, hiçbir şey söylemeden, tek bir iz bırakmadan çekip gitmiş.”

“Emre sen kendinde misin? Bu mümkün değil.” diyerek karşılık verdi şaşkınlıkla.

“Neden mümkün olmasın ki? Bu Birce’nin her zaman yaptığı şey değil mi? Yaptığı en iyi iş hiçbir iz bırakmadan çekip gitmek. Daha önce de yapmıştı bugünde yaptı.”

“Bir sakin olur musun sen önce? Bana hemen her şeyi tek tek anlatıyorsun.” Dedi olup bitenleri çözmek ve karşısındaki adamın sakinliğini koruması için her kelimeyi tane tane dile getirdi. Emre derin bir nefes bıraktı. Omuzları çöktü. Az önce kalktığı banka geriye yerine otururken gözlerini istemsizce çaresizlikle açıp kapadı.

“Neyi anlatayım Gülce, o gitti diyorum sana. Evlenme teklifi ettiğim günün ertesinde yüzümü bile görmeden yüzüğü bırakarak çekip gitti.”

“Emre, kulağını aç ve iyi dinle. Bu anlattıkların çok saçma. Birce dün gece yarısı beni aradı.”

“Ne? Ne zaman? Nasıl? Onun telefonu bile yanında yok seni nasıl arayacak?”

“Birce telefonunu bana bırakıp gitmiş olsa da her gün iyi olduğunu bildirmek için kamp alanın bulunduğu yerdeki sosyal tesislerden beni arıyordu. Dün gece de beni aradı. Çok mutluydu. Bir karar verdiğini söyledi. Kendinden çok emindi. Senden vazgeçmeyeceğini, gidişine göz yumamayacağını ve evlilik teklifini kabul edeceğini söyledi. Dahası yarın Emre ile geri döneceğim dedi. Emre yanımdayken artık hiçbir şeyden korkmuyorum dedi. Bugün seninle dönme kararı alan, seni sevdiğini, senden vazgeçmeyeceğini ve artık korkmadığını söyleyen kız bu sabah hiçbir şey söylemeden nasıl çekip gidebilir. Hem de kimseye gidiyorum demeden. Bu kulağa biraz garip gelmiyor mu? Bu kadar aptal olamazsın herhalde?”

“Gülce bu söylediklerin gerçek mi?” dedi adam kesik kesik nefes alırken birden oturduğu yerden kalktı. Nefesi içinde daralıyor kalbi kuşlar gibi çırpınırken aklına binlerce kötü senaryo beliriyordu.

“Emre sana böyle bir konuda neden yalan söyleyeyim? Hem şimdi konumuz bu değil. Birce nerede? Bizim konumuz bu. Kardeşim nerede Emre?” diyerek gözyaşları sel olurken bağırmaya başladı.

“Bilmiyorum Allah kahretsin ki bilmiyorum. Gören, duyan, bilen yok. Sırra kadem bastı.”

“Hemen oraya geliyorum.”

“Sakın buraya gelme belki Birce oraya geliyordur. Ben Selçuk Hoca ile görüşüp sana döneceğim ama sen de onun görüşmüş olabileceği birilerini bul tamam mı? Şimdi benim Selçuk Hoca ile görüşmem lazım seni arayacağım?”

“Emre…” dedi kız canı feryat figan isyan ediyordu.

“Onu bulacağız Gülce, söz veriyorum, sana benim için o sözleri sarf eden canımın içini sana sağ salim getireceğim.” Dedi onun içine her ne kadar ferahlatmaya çalışsa da kendi yüreği bin bir elin parmaklarıyla ruhunu çıkarırcasına sıktırıyordu. Telefonu kapatan adam acele ile Selçuk Hoca’nın odasına doğru yönelmişti ki telefonu tekrar çalmaya başladı. Gülce’den haber var diye düşündüğü için acele ile telefonu açtı.

“Gülce.” Dedi isme bile bakmadan.

“Emre, benim Bertan.” Diyen ses ile bir anda irkilen adamın kaşları çatıldı.

“Bertan.” Diyerek şaşkınlığı gizleyemedi.

“Emre hala Aladağ’da mısın?”

“Sen nereden?” diye gevelerken “Emre ben Bolu’ya gelmek üzereyim. Beril yanımda sana anlatacakları var.” Dedi tek nefeste. Emre’nin duydukları karşısında kaşları çatıldı.

“Beril mi? O kızın ne işi var senin yanında?”

“Emre, beni iyi dinle ve sakin olmaya çalış. Konumuz Barkın, ve o it herif…” dedi sesi tehlikeli bir şekilde sessizliğe gömülürken sessizliği ölümü çağrıştırıyordu.

“O it herif ne Bertan, susma konuş.” Diye korku dolu yüreği ile emir verdi adama.

“O şerefsiz Birce’ye zarar vermiş olabilir. Biz gelene kadar sakin kal lütfen onu bulacağız.” Dedi ve telefonu daha fazla konuşmamak için kapattı.

“Birce…” dedi fısıltı halinde. Telefonu tutan eli yavaşça yan tarafa düşerken gözleri donuklaşmıştı. Ona zarar gelme ihtimali adamın ruhunu alıp götürmüştü, sanki Bertan’ın o sözlerinde ruhu asılıp kalmıştı. Emre tek bir adım atamazken Selçuk Hoca koşarak korku dolu gözlerle yanına geldi.

“Emre…” dedi arkasından seslenerek “Gelsen iyi olacak, görmen gereken bir şey var.” Diyerek devam etti tedirgince.

Emre yavaşça ardındaki adama döndü. Onun bakışlarında yakaladıkları hiç hoşuna gitmemişti. Korku sarıp sarmalamıştı tüm benliğini, duyacakları, görecekleri ya da öğrenecekleri hiç ama hiç hoşuna gitmeyecekti. Bunu bilmese de delicesine hissediyordu. Hiç iyi şeyler olmayacaktı.

Loading...
0%