Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm

@ugurluay

Emre “O adi herif nerde Beril? O şerefsiz Birce’yi nereye kaçırdı söyle?” diye tehlike arz eden bakışlar ile kızın oturduğu sandalyenin üzerine eğilmiş gözlerinden alevler saçıyordu. Harlayan bir ateş gibiydi öfkesi, kasıp kavuruyordu alev alev yanan nefreti. Birce’nin gidişi ile hissettiği yarım kalmışlık, eksiklik ağır geliyordu ruhuna.

“Bilmiyorum Emre, inan ki bilmiyorum.” Dedi gözyaşları eşliğinde boğazından firar eden hıçkırığa engel olamamıştı. “Bilsem söylemez miyim?”

“Ne demek bilmiyorum ulan? Madem bilmiyordun ne demeye çıkıp geldin buralara kadar? Hiçbir halta yaramayacaktın neden buraya geldin o zaman?” Kızın oturduğu sandalyenin kolçaklarına öylesine sert darbeler ile vurdu ki Beril korkudan gözlerini kapatıp tedirginlikle geriye çekilirken vücudu taş kesilmişti. Bertan ve Selçuk Hoca, Emre’nin kollarına girerek onu sertçe geriye doğru çektiler. Bu şekilde onun kıza zarar vermesini engellemek istediler. Zira biraz daha onu durdurmazlarsa sonunda pişman olacağı delilikler yapmasına az kalmıştı.

“Bırakın beni o kız konuşacak, o it herifin yerini söyleyecek.” Diyerek ellerinden kurutulmaya çalışıyordu. Beril’e dönerek “Seni o gönderdi değil mi? Yerini bulamayalım diye içimize melek yüzlü bir şeytan soktu değil mi?Güya bizim attığımız her adımı ona bildireceksin ve Birce’yi bizden kaçırmasına yardımcı olacaksın, baksana sen bana bir ben buna kanar mıyım ulan?” diye haykırırken başaramasa da hala onu tutanların elinden kurtulmaya çalışıyordu.

“Eee yeter be bir sakin ol dedik sana.” Diye bağıran Bertan sabrının son demlerini yaşıyordu. “Ne demeye kızın üzerine gidiyorsun? O buraya bize yardımcı olmaya geldi ama sen işleri çıkılmaz hale sokuyorsun. Entrikalar dönen bir dizi çekmiyoruz burada, gerçek hayattayız. Sakin ol biraz ve konumuza odaklan. Söz konusu Birce ve sen şu an yaptığınla kaçırdığımız her dakika ile Birce’yi bir adım daha bizden uzaklaştırıyorsun.” Onu artık bir durmasını, sakinleşmesini, sağduyulu davranmasını istiyordu.

“Aaahh!” diye feryat etti adam canı yanıyor, nefesi daralıyor, kalbi sıkışıyordu. Yüreği kimsenin söndürmeye gücünün yetmeyeceği bir volkan yeri gibiydi. Çaresizlik, bilinmezlik alıp götürmüştü onu öfke nöbetlerinin içine. Nice hüzünler görmüştü o yürek, nice gözyaşına tanık olmuştu o gözler, ama ömrü hayatında böylesi bir yoksunlukla kıvranmamıştı ruhu, böylesine bir acı çekmemişti nefesi. Onsuzluk toprak altında karanlığa gömülmek gibiydi. Hüzün bürünmüştü şimdi doğan güneşe bile.

Bertan “Nerede şu görüntüler hocam?” diyerek Selçuk hocaya çevirmişti başını.

“Gel tekrar izleyelim gözden bir şey kaçırdık mı kontrol edelim.” Dedi giriş çıkışların kameralar tarafından çekildiği alanın görüntülerinin kaydedildiği bilgisayarlara yönlendirdi.

Emre derin derin nefes alırken onların oturduğu masaya yöneldi. Beril’den tarafa bakmak dahi istemiyordu. Barkın ne kadar suçluysa o da bu günahın meyvesini yemiş ve sevdiği kızın büyük acılar çekmesine sebep olmuştu. Bertan görüntüleri en ince ayrıntısına kadar izliyordu. Emre arkadaşı gelene kadar defalarca izlediği, her izlediğinde bin bir küfürü sıraladığı görüntüleri şimdi bir kez daha can yangını içinde seyrediyordu. Birce’nin baygın bedeninin Barkın’ın kollarındaki cansız halini görünce dilinden sevdiği kızın adının “Birce’m” diye acı dolu fısıltı halinde dökülüp gitmesine sebep olmuştu. Bertan arabanın plakasını önünde bulunan kâğıda yazıp hemen telefonuna sarılmıştı.

“Alo Selim şimdi sana Barkın’ın arabasının plakasını veriyorum. Aladağ’dan çıktıktan sonra nereye ne yöne sapmış bulabilir misin? Tamam koçum sağolasın senden haber bekliyorum.” Diyerek telefonu kapattı. Onun Selim ile konuştuğunu anlasa da karşı taraftan ne cevap verildiğini duymayan Emre sorgulayan bakışlarla ona baktı. Arkadaşının bakışlarını çözen Bertan “Selim’in abisi hatırlarsan polisti. Bize bu konuda yardımcı olacak.” Dediği an telefonu çalmaya başladı. Ekrandaki ismi gördüğünde yüzünde derin bir gülümseme oluştu. Emre’nin yüzüne baktı ve “Umarım beklediğim haberdir.” Dedi.

“Alo Akın, evet dinliyorum. Şükürler olsun.” Dedi derin bir oh çekti. Ama sonra birden yaşadığı rahatlamanın erken bir sevinme olduğuna kanaat getirdi. Edepsiz bir küfür savururken “Tamam sen adresleri gönder Selim’den haber gelene kadar biz de buraları kontrol edelim.” Dedi. Derin bir iç sıkıntısı ile gözlerini açıp kapattı.

“Ne oldu Bertan?” Dedi sabırsızca.

“İyi haber şu ki Barkın Bolu’da ev kiralamış.”

“Ev mi kiralamış? Salak herif ondan da anca böylesi beklenirdi zaten, hadi ne duruyorsun bir an önce vakit kaybetmeden yola çıkalım.” Dedi hızlıca kapıya yöneldi.

“Ama…” dedi adam onun bir adım daha atmasına engel olmak ister gibiydi sesi.

Emre bu cümlenin ve ses tonunun hayra alamet olmadığını anlasa da duymaya gücü, yüzleşmeye cesareti yoktu. Omuzları düştü derince nefes alıp verdi. Geriye dönüp arkadaşının umutsuzluğa bulanmış gözlerini görmek istemiyordu. Gözlerini kapadı ardında bıraktığı arkadaşının yüzüne bakmadan “Ama…” dedi onu tekrar ederek.

“Ama o evlerden yaklaşık on tane var. Ve hepsi birbirinden uzak şehrin en uç noktalarında, Birce’yi hangi eve götürdüğünü bilmiyoruz.”

“Allah senin belanı versin Barkın, Allah seni kahretsin şerefsiz herif.” Diyerek etrafa saldıran adam öfkesini eline geçirdiği eşyalardan çıkarıyordu. Odada ne Beril’in, ne Selçuk Hoca’nın ne de Bertan’ın varlığını umursamıyordu. Ağzına geleni söylüyor, eline geçeni etrafa saçıyor nefretini kusuyor, kızgınlığını söndürmeye çalışıyordu. Beril onun bu hareketine çığlıklar içinde karşılık verirken Bertan arkadaşının sakinleşmesi için onu durdurmaya çalışıyordu. Ama söz konusu can yangını, yar yangınıydı. Her an her saniye kaybetme korkusunu yaşarken adam nasıl olurda sakin kalabilirdi. Yüreği yaralanmış bir hayvan gibi etrafa saldırırken aklını dinleyebilecek hiçbir uzvu çalışmıyor, tüm işlevselliğini kaybetmişti. Ölüm yası tutuyordu nefesi, karalar bağlamıştı gözleri, mezar taşını mesken eyler gibiydi yüreği.

Loading...
0%