Yeni Üyelik
51.
Bölüm

51. Bölüm

@ugurluay

Bir hafta sonra

Dakikalardır kapının önünde öylece dikiliyordu kız. Eli havaya kalkıyor, tam zile basmak üzereyken ateşe değmiş gibi parmaklarını büyük bir kalp çarpıntısı ile geriye çekiyordu. Solukları hızlanıyor, yüreğinde binlerce kelebek kanat çırpıyordu. Korkuyordu. Kabul edilmemekten, içeriye alınmamaktan, kovulmaktan çekiniyordu. Daha önce defalarca bu eve gelmişti. Onunla… Ama şimdi öylesine kötü hissediyordu ki kendini…

Emre ile son konuşmalarının üzerinden tam bir hafta geçmişti. Onsuz geçen, gözlerinin onun aşkına muhtaç kaldığı koskocaman bir hafta geçmişti. Bolu’da otel odasında yaşanan büyük tartışmalarının ardından Emre sırra kadem basmıştı. Birce, Bolu’dan Bertan ve Halil ile birlikte dönerken Emre adeta ortalardan kaybolmuştu. Defalarca sormasına rağmen nerede, nasıl olduğunu öğrenememişti. Bertan’ın bu soruya tek bir cevabı vardı “Bilmiyorum.” Onun inatla bıkmadan usanmadan verdiği tek düze cevap karşısında artık Birce’de pes etmişti. İstanbul’a geri dönmüştü dönmesine ama aklı, yüreği, ruhu Emre’de takılı kalmıştı. Bütün aramaları sonuçsuz kalan kız daha fazla bu sessizliğe, onun yokluğuna dayanamadı ve sonunda soluğu Emre’nin ailesiyle yaşadığı evin kapısında almıştı. Dakikalardır içeriye girmek için cesaretini toparlamaya çalışsa da yeterli gücü kendinde bulamayan kız boynunu büküp arkasını dönmüştü. Gitmek için iki adım attığı an arkasından gelen ses ile irkilerek duraksadı.

“Aaa Birce kızım hoş geldin.” Diyen sevecen sesi duyan kız gözlerinde akmaya hazır halde olan yaşlar ile birlikte aniden güler yüzüyle yaşlı kadına döndü. Yüreğinde öyle bir coşku hissetti ki karşısındaki kadın “Hoş geldin benim güzel kızım, öyle neden kapıda bekliyorsun? Hikmet Bey bak kim gelmiş?” diye içeriye seslendiğinde Birce Hatice teyzesinin lafını ikiletmeden onun yanına geldi. Dudakları titreyen kız Hatice Hanımın gözlerinde bir ima, bir kinaye aradı ama yoktu. Gözleri ışıl ışıldı. Hatice Hanım kızın gözlerinin içine baktı, yüzüne yapmacık bir kızgınlık yükledi.

“Sana kızgınım küçük hanım.”

Birce bu sözlerin ardından daha fazla dayanamadı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Hatice Hanım yanlış anlaşıldığını düşünerek onu bir anda kolları arasına aldı ve sırtını şefkatle okşamaya başladı. “Ah deli kız, ne oldu da başladın ağlamaya, şaka yaptım ben sana. Kaç aydır ziyaretimize gelmeyince özlettin be kızım, Hikmet amcan da Emre’ye gürledi günlerce kıza bir şey mi yaptın yoksa? Neden gelmiyor bizim güzel gözlümüz diye…” diyerek onu biraz olsun sakinleştirmeye çalıştı.

Emre’nin ismini duyan kız daha da hıçkırmaya başladı. Hatice Hanım onu biraz kendisinden uzaklaştırdı. Boynu bükük, başı önünde duran kızın çenesinden tutup yavaşça kaldırdı. Gözleri buluştuğunda “Ağlamak yok güzel kızım, onu istiyorsan artık ağlamak yok.” Dedi.

“Hatice teyze ben...” Dedi ve tekrar ona sarıldı ve hıçkırıklarını serbest bıraktı. Ne kadar öyle kaldılar, ne kadar daha gözyaşı döktüler, ne kadar daha birbirlerinin yarasına derman oldular bilmiyorlardı. Ta ki Hikmet Bey’in içeriden duyulan “Nerde kaldınız Hatice sultan, gönder güzel gözlümüzü de bir ifadesini alayım.” Diye çıkan gür sesiyle birbirine sarılmış halde gözyaşı döken ikili ayrılmak zorunda kaldılar.

“Deli kız kendi yetmezmiş gibi bir de beni ağlattın. Hikmet Bey bizi böle görmesin canımıza okur vallahi. Zaten günlerdir Emre ortalarda yok diye küplere biniyor. Bir de seni bu halde görürse iyice öfkelenir. Hadi sen elini yüzünü yıka da biraz kendine gel güzel kızım.” Dedi.

Birce “Tamam.” Diyerek lavaboya yöneldiğinde “Kızım o lavabonun musluğu bozuk sen en iyisi Emre’nin odasındakini kullan olur mu? Onun odasını biliyorsun zaten ben de şu ihtiyara bakayım, son zamanlarda iyice huysuz oldu çıktı.” Diyerek söylene söylene içeriye yöneldi. Birce itiraz etmeye çalışsa da sesini duyuramadı. Hatice Hanım ona göstermediği bilmiş bir gülümseme ile bahçede oturan kocasının yanına gitmişti. Birce üst katta olduğunu bildiği odaya yavaş yavaş çıkarken yüreği ağzında atıyor gibi hissediyordu. Odanın kapısına geldiğinde elleri titriyordu. Canı yanıyordu. Korkuyordu. O odada onun varlığının yokluğunu hissetmeye hazır mıydı? Bilmiyordu. Kapının kolundan tuttu ve yavaşça açtı. Sımsıkı kapattığı gözlerini açmaktan çekiniyordu. Kapıdan içeriye girdiğinde gözlerini usulca açtı. Onu karşılayan şey yokluğu olurken kokusunu derince içine çekti.

“Ah be Emre’m…” dedi fısıltı halinde “Bu aşk bizim hakkımızken bize yaşattığın bu ayrılık hak mıdır? Reva mıdır?” dedi gözünden bir damla daha yanağından aşağıya firar ederken yüreğinin sancıdığını hissetti. Son zamanlarda bu sızı, bu sancı fena halde can yakar olmuştu. Eli kalbinin üzerine giden kız usul adımlar ile sevdiği adamın odasını gezerken eski anıları gözlerinde canlandı. Ne güzel anıları olmuştu burada. Arkadaşlarıyla birlikte kaç defa onların bahçelerinde toplanıp eğlenceler düzenlemişlerdi. Kaç defa film geceleri yapmışlardı. Bu evde bile farkında olmadan o kadar çok güzel anılar biriktirmişlerdi ki, şimdi ise adam yokluğunun sert tokadını kızın yüreğine acımasızca indiriyordu. Onun çalışma masasına yönelen kız sandalyesine oturdu. Kokusunu içine çekip, onun odasında olmak darma duman etmişti kızı.

“Nerdesin be Emre’m, nerdesin?” diyerek isyan edercesine söylenmeye başladı. Geriye doğru yaslandığında gözü masanın üzerinde duran deftere çarpmıştı. Defterin arasında bir kalem vardı. İçindeki merak duygusuna engel olamayan kız kalemin olduğu sayfayı açtı. Sayfaların çoğu karalanmış, yer yer okunan bölük pörçük yazılar vardı. Birce sayfalara göz gezdirdiğinde okuyabildiği satırlar can yakar cinstendi.

“Sen varsın, yanımdasın diye mi seviyorum sanki seni? Sevdiğin kadar yanılıyorsun sevgili, sen yoksan da seviyorum ki ben seni… Sensizlikle gözümü korkutamazsın ki benim, ancak sınayabilirsin. Farz et ki gittin. Farz et ki yokluğuna acımasızca ittin beni. Sen gittin diye sevemeyecek miyim seni? Ah be sevgili! Seni sen varsın diye sevmiyorum ki ben, ben seni yokluğunda da sevmeye alıştım be sevgili…

***

Dilimden sana dökülen kelimeler “Uğurlar olsun.” Değil “Ömrüme hoş geldin.” Olsun istiyorum. Bunu mümkün kılacak da ben değilim sensin be sevgili!

***

Ben sana git demem, diyemem, dilim varmaz o kelimeyi sana söylemeye. Ama şayet gitmek isterse yüreğin tutmam, asla engel olmam da… Ardından sana kapılarımı kapatmamı bekleme, şayet fikrinde gitmek varsa, zikrine düşürdüysen eğer, o kapıları kendi yüzüne sen kapatacaksın. Git demem, ama kal da demem. Yola çıkmaksa niyetin, benden gitmekse fikrin, sana açtığım yüreğimin kapılarını ben kapatamam. Dedim ya sevgili benden gitmek istersen eğer o kapıları kendi ellerinle kendi yüzüne sen kapatacaksın. Ben değil…

***

Yarım yamalak sevdin sen beni, ben tamamlamaya çalıştıkça sen eksilttin her gün beni. Ben yetişmeye çalıştıkça sen azalttın beni. Yetemedim, yetişemedim, tükendim be sevgili. Ne sana ne de bitip tükenmek bilmeyen ardına bir zırh gibi saklandığın bahanelerine, yetemedim, yetişemedim e sonunda ben de tükendim be sevgili…”

Karalanmış sayfalar arasından okuduğu her kelime, her cümle kordan bir ateş olup yüreğine düştü. Fısıltı halinde dilinden dökülenler yaktı geçirdi ruhunu. Alevlerdeydi kız, bu okudukları seven bir yüreğe çektirdiği acının, çaresizliğin sadece kısa bir özetiydi. Peki ya bu okumaya bile dayanamadığı satırları yazan, yaşayan yürek, o hangi limana sığınıp nereye atmıştı can havliyle kendini. Yoktu ortalarda, bulamıyordu onu.

“Üç gün önce eve geldi.” Dedi Hatice Hanım kapıda dimdik dururken, kızın çalışma masasındaki halini ördüğü an daha fazla dayanamamıştı. Birce omuzlarını dikleştirip gözlerindeki yaşı elinin tersi ile silerek burnunu çekti. Yavaşça ayağa kalktı. Hatice Hanımın yüzüne bakacak cesareti yoktu. Sadece “Ben özür dilerim, bir an, kendime engel olamadım.” Dedi izinsizce masadaki defteri okuduğu için yakalanmanın vermiş olduğu suçlulukla. Hatice Hanım oğlunun yatağına oturdu. Kıza da gelip oturması için eliyle işaret etti. Birce bu sözsüz emre itaat etti. Üzerinde derin bir suçluluk ile gözlerini karşı duvara sabitledi. Hatice Hanım kızın bu hallerine içten içe güldü. O da ona ayak uydurarak gözlerini boş duvara sabitledi. Ellerini oğlunun yatağına yaslayarak sıkı sıkıya tuttu.

“Üç gün önce bir gece yarısı eve geldi. Saçı başı dağılmış bir haldeydi. Ben onu uzun süredir öylesine dağılmış görmemiştim. Ne olduğunu anlamak için odasına girdiğimde o defterde hırsla bir şeyler karalıyordu. Zor durdurdum onu, gözleri kan çanağı gibiydi. Dilinden dökülen tek bir cümlesi vardı. Ben onun için kocaman bir hiçim, sadece bu cümleyi sayıklar gibi fısıldıyordu. O gece sabaha kadar başında bekledim. Sabah olduğunda bir çanta hazırladı. Ne olur annem, hiçbir şey sorma bir karar vermem lazım. Döndüğümde tüm hayatımı etkileyecek bir karar ile döneceğim, dedi.” Birce bu sözler ile bir an nefesinin kesildiğini hissetti. Aniden kadına dönüp korku ve dehşet ile ona baktı.

“Hayatını etkileyecek derken.” Dedi aklına gelen bir gerçek vardı ki bu hiç de hoşuna giden bir şey değildi. Kadın kızın gözlerine baktı, ellerinden sımsıkı tuttu.

“Onun eğitimi için yurtdışına gidebileceğini biliyorsun değil mi? Ben bunu gerçekten istediğini bilsem onu kendi ellerimle götürürüm. Ama istediği bu değil, bunu çok iyi biliyorum. O istemediği bir hayata kendini sürgün etmek üzere. O gece gözlerinde vazgeçmişliği gördüm. Kızım, benim oğlum bu yaşına kadar bir tek kızı anlattı bana, bir tek seni anlattı. Gözleri bir tek sana döndüğünde ışıl ışıl parladı. Babasının evlendirmek amacıyla iş ortaklarının kızlarıyla tanıştırmaya kalktığında daha fazla dayanamadı. Sana ihanet ettiğini düşündü ve babasının karşısına geçti. Ben Birce’yi deli gibi seviyorum, bir gün evlenirsem eğer bir tek onunla evlenirim. Sen de yorulma başkasını umutlandırma, diyerek babasının karşısında dimdik durdu. Oğlum, benim biricik evladım seni gönlünün sarayında öylesine güzel ve özel bir köşke koydu ki sen yoksan memleketini, ailesini bile terk etmeyi göze aldı. Eğer gönlün ondaysa, bu gözyaşlarından anlıyorum ki sende onu seviyorsun. Yapmayın be kızım birbirinizi daha fazla heba etmeyin. O sana gelmese de sen ona git, o hayır dese de sen onu evete döndür. Gurur sokma aranıza, vazgeçme ondan, o öyle görünmek için seni zorlasa da sen asla vazgeçme, onun senden emin olmaya, senin onu sevdiğini bilmeye, senin ondan vazgeçmeyeceğini hissetmeye ihtiyacı var.”dedi.

“Ama onu bulamıyorum. Günlerdir arıyorum,yok,yok, yok. Bir umut buraya geldim ama burada da yok. Ben günlerdir onu göremediğim için ortalarda deli divane gibi dolaşıyorum ama ondan bir haber alamıyorum. Çıldırmak üzereyim. Bu kadar seven biri nasıl olur da beni görmemeye, benden uzak kalmaya dayanabiliyor. Aklım almıyor. Belki de gitti. Belki de vazgeçti benden. Beni görmek istemediğine göre…” dedi gözlerini kaçırarak itiraf eder gibi konuştu.

“Onun yerini bilse bilse Bertan bilir.” Dedi kadın hınzır bir tınıyla.

“Yok o da bilmiyor.” Dedi elleri ile yüzünü sıvazlayan kız derince bir soluk bıraktı.

“Bence ona barakasının nerede olduğunu sormalısın.” Dedi bilmiş bir edayla.

“Baraka mı?” diye karşılık verdi kız bin bir umutla.

“Bence şansını bir dene kızım,” dedi göz kırparak “Emre’nin yerini biz bilmiyorsak eğer sadece Bertan bilir. Biraz zorlaman, dahası beynini dırdırla yemen yeterli. Hele ki onun kadar sessizliği seven bir adam için dırdır çekilmez bir eziyettir. Emin ol senden kurtulmak için kendi elleriyle seni ona götürecektir.” Dedi.

Birce eline verilmiş bu umut ışığına delicesine sarıldı. Hatice Hanımın önerisi karşısında yaşlı kadına delicesine sarılıp onu öpmeye başladığında “Ah deli kız bıraksana beni yaşlı bir insanım ben şekerim, tansiyonum, kalbim var benim.” Diyerek kahkaha atarken onu kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

“Hadi daha oyalanma buralarda.” Diyerek onu oturduğu yerden kaldırdı. Kız büyük bir heyecanla yerinde kalkarken kapıya yöneldi. Tam çıkacakken aklına bir gerçekle kadına döndü.

“Ne oldu kızım, ne duruyorsun öyle?” dediğinde kız ona bakıp “Hikmet amcaya ne diyeceğiz, benim geldiğimi biliyor? Yanına gitmezsem ayıp olur, gidersem de yerimde duramam. Benim bir an önce Emre’yi bulmam lazım.” Dedi heyecan ve panikle. Kadın anlayışla bir gülümseme ile yanına geldi koluna dokundu.

“Sen onu merak etme ben hallederim. Bir daha ki sefere kahveni içer gönlü olur. Hem belki Emre’de tuzlu kahvenden nasiplenir de bu döktüğün gözyaşının intikamını ondan alırsın. Ne dersin?” dediğinde kızın yüzü ima edilenler ile kızardı. Gözlerini kaçırdı. “Şey, ben, tabi yaparım.” Derken yüzü yanmaya başlamıştı.

“Hadi, hadi git de bul şu haytayı, biraz daha beklersen havalimanından toplayacaksın hergeleyi.” Dedi. Birce duyduklarının ardından kalp atışlarının hızlandığını hissetti.

“Çok teşekkür ederim her şey için.” Dedi ve koşarak merdivenlerden aşağıya indi. Hikmet Bey Birce’nin gittiğini anladığında aşağıdan eşine seslendi “Ah hanım ah! Senden korkulur valla.” Dedi keyifli bir kahkaha attı. Hatice Hanım merdivenleri inerken “Ya ne yapsaydım? İkisi de sırılsıklam âşık birbirine, eh böyle güzel gelini bir daha nereden bulayım ben?” dedi.

“Aşk olsun o kadar gelin adayı getirdim önüne, ne sana ne de oğluna beğendiremedim.” Dedi. Aklına gelen yüzlerle suratının ifadesi hoşnutsuz bir hal alan kadın “Iyh onlar Birce’nin tırnağı bile olamazlar, hem oğlumun sevdiği başımın tacıdır. “ dedi.

“Eh hadi öyle olsun bakalım. Gelin gitti, bari bir hanım kahvesi içelim de keyfimiz yerine gelsin o zaman.”

“Tamam, tamam yapıyorum hemen ama önce Bertan’ı aramam lazım. Söylediklerimi yapması için ona da tehdit içeren cümleler kurmam gerekebilir.”

“Senden korkulur valla hanım.” Diyerek kahkaha atarak bahçeye yöneldi. Hatice Hanım ise son direktifleri vermek üzere Bertan’ı aramak için heyecanla telefona yöneldi.

Loading...
0%