@ugurluay
|
Emre’nin verdiği süre sonunda hazırlanan Birce aynada kendisine baktığında gördükleri karşısında şaşkına döndü. Daha birkaç saat öncesinde pijamalarıyla paspal bir halde kapı önünde bırakılan kız şimdi beyazlar içinde zarif bir elbisenin içindeydi. Ve aynada gördüğü yüz sanki kendisine ait değildi. Eğilerek aynaya büyük bir ciddiyetle “Bu ben miyim?” diyerek şaşkınlıkla baktı. O sırada içeriye giren İrem ile bir anda şaşkına döndü. “İrem senin ne işin var burada?” dedi. İrem, Birce’nin kardeşi Gülce’nin okuldan arkadaşıydı. “Aman Allah’ım sen ne kadar da güzel olmuşsun böyle.” Diyerek sorduğu soruyu duymazdan gelerek onun yanına kadar geldi. Elinden tutup ayağa kaldırdı ve kendi etrafında döndürdü. Birce onun samimi tavrı ile ve tanıdık birini görmenin mutluluğu ile biraz olsun rahatladı. “Teşekkür ederim. Emre nerede? Sen nereden buldun beni? Gülce de mi burada yoksa?” dedi arka arkaya sorduğu sorular karşısında kız bir an ne diyeceğini bilemedi. Ufak bir bocalamanın ardından ezberlediği metni okur gibi “Bizi Emre gönderdi. Hasan dışarıda bekliyor. Bizi o götürecek.” Dedi. “Hasan mı? Nasıl yani? Emre gelecekti.” Dedi gözlerine hüzün çökerken anında yüzü bir anda düşmüştü. “Aaa asma hemen suratını.” Diyerek eliyle yanağını okşadı. “Bugün senin en mutlu günün lütfen yüzün gülsün.” “En mutlu günün derken.” Diyerek sorgulayıcı bakışlarını anında kıza çevirdi. İrem devirdiği potun büyüklüğü altında kalırken “Of ya ben beceremem ki böyle şeyleri hadi bak Hasan bekliyor kapıda geç kalmadan çıkmamız lazım. Yoksa bizi mahvedecekler.” “Kim?” “Of Birce ya zorlamasana beni ben bir çuval inciri berbat etmek istemiyorum. Hadi çıkıyoruz artık buradan.” Diyerek onu omuzlarından tutup dışarıya çıkarırken kuafördeki bayanlara “Her şey için teşekkürler.” Dedi. “Kızım ücretini ödemedik kadınların.” “O iş çoktan halloldu. Hadi şimdi gidiyoruz.” Diyerek kızı sürüklercesine dışarıya çıkardı. Kapıda takım elbise ile Hasan’ı gördüğünde şaşkına döndü. Dört yıldır bu çocuğu Gülce sayesinde tanımıştı ve bir kere olsun takım elbiseli görmemişti. “Hasan.” Dedi gözlerini kocaman açarak “Sen.” Dedi işaret parmağıyla onu göstererek “Sen takım elbise giymişsin.” Dedi ağzı açık kalarak şaşkınlıktan adım atamamıştı. “Hah bir sen kalmıştın bu tepkiyi vermeyen sen de ver tam olsun. Gülce cadısından büyük emir geldi. Kolaysa giyme…” dedi huzursuzca homurdanarak yüzünü ekşitti. “Of amma da konuştunuz, geç kalıyoruz, bizi bekliyorlar. Alt tarafı kızı alacaktık iki dakikada ortamı sohbet havasına dönüştürdünüz. Hadi binin arabaya yolumuz uzun.” Diyerek Birce’yi kolundan sürükleyerek daha fazla konuşturmadan arabaya bindirdi. Birce’nin yüreği deli gibi çırpınırken yüzünde aptal bir sırıtış peyda olmuştu. Bu kadar hazırlık tek bir şeye işaret olabilirdi. Derin bir nefes alıp vererek kendisini sakinleştirmeye çalışıyor bir yandan da gözlerini yoldan ayırmıyordu. Acaba bu unutulmaz teklif için nereye gideceklerdi? *** “Geldik.” Dedi Hasan. Birce rüyada gibiydi. Şile’ye gelmişlerdi. Hikâyenin aslında başladığı yerdi burası. Şile. Birce’nin Emre’ye olan ilk gerçek adımıydı. En zor zamanında uzattığı elini tuttuğu yerdi. İnsanlar en iyi zamanlarınızda her zaman yanınızda olur ama kötü zamanlarda yanınızda olanlardır size gerçek değeri verenler. Gözyaşınıza omuz olanlardır gerçekte yanınızda olanlar. Yavaşça indi arabadan. Akşamın karanlığı çökse de yolunun aydınlatılmış olduğunu görebiliyordu. Yüzünde delicesine bir mutluluk ışıldarken gözü İrem ve Hasan’a döndü. “Artık zamanı geldi.” Dedi İrem “Seni bekliyor yolu takip et.” Diyerek göz kırptı Hasan. Bembeyaz elbisesinin uçuşan eteklerinden tuttuğu sırada başına yerleştirilen çiçeklerle oluşturulan taç ile gözleri İrem’i buldu. “Bunu da unutmayalım.” Diyerek tatlı bir gülümseme ile karşılık verdi. Birce ayağındaki ayakkabıları çıkararak kumsalda meşalelerle oluşturulan upuzun bir yolun başındaydı. Yolun iki tarafı ışıl ışıl fenerlerle ve mumlarla süslenmişti. Sanki gökyüzündeki yıldızlar kızın ayakları altına serilmişti. Gözleri akmak için çoktan ışıldamaya başlamıştı. Emre’yi bulunduğu yerden görebiliyordu. Giydiği takım elbise ile nefes kesici görünüyordu. Yolun sonunda elinde çiçeklerle onu bekliyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile genç kız adım adım ona gidiyordu. Kulağında çalan müzik onu geçmişe götürdü. Bir şarkılık bile ömründe hatırım yok mu demişti Emre? Bir şarkılık değil bir ömürlük hatırı vardı adamın ömründe. Adım adım ona giderken Niyazi Koyuncu’nun Pervane şarkısı kulaklarında yankılanıyordu. Adım adım adama doğru giderken o gün canlanıyordu gözünde. Emre’nin sözleri kulağında yankılanıyordu. “Bu hikâye, bizim hikâyemizi benden, en baştan dinleyeceksin Birce. Ama yavaş yavaş öğreneceksin her şeyi, bu gece hikâyemizin temellerini anlatacağım sana gerisini de zamanla öğreneceksin.” Demişti o zamanlar. Zamanla öğreneceksin demişti ve zamanla da aşkını öğretmişti. Şimdi yolunun her iki tarafında alev alev yanan meşaleler, etrafında ışıl ışıl yanan mumlar ve fenerlerin arasından sevdiği adama ulaştığında gözleri aşkla parlıyordu. “Emre…” dedi kız söyleyecek söz bulamıyordu. Ne diyebilirdi ki? “Hoş geldin Birce’m.” Dedi çiçekleri ona uzattı. Belinden nazikçe tutup kendisine çekti ve alnına masumane bir öpücük kondurdu. Kız alnında hissettiği sıcaklığın ilk defa böylesine sahiplenici olduğunu hissetti. İlk defa yüreğine delicesine titretmişti. Farklıydı. Çok farklıydı. “Tüm bunlar, çok güzeller.” Dedi yanağından aşağıya bir damla yaş firar etti. Emre o yaşın akıp gitmesine engel olmak adına kızın yüzünü avuçladı ve başparmaklarıyla akan yaşı silip attı. “Ağlama hayatım, artık mutluluk için bile ağlama. Bu gözyaşları için artık hiçbir bahaneye izin yok. Anlaştık mı?” Genç kız başını olumlu anlamda aşağıya yukarıya sallarken “Tamam.” Dedi. “Şimdi sana bir soru sormak istiyorum. Ama inan ki vereceğin cevaptan delicesine de korkuyorum. Birce’m, hayatım, sevdam, ömrüm, sahip olduğum en özel varlığım, içimdeki solan çiçekleri bir bir yeşerten kalbi güzel nur yüzlüm. Kalbimin ibadetiydi seni sevmek, semaya açılan avuçlarımın duasıydı beni sevmen. Geceye yazılan düşler gibisin, ve ben seninle yazılanları okumayı yeni baştan öğreniyorum. Öğretiyorsun bana her şeyi, en önemlisi de kendini… Gözlerimizin aynı çatı altında aşkla buluşmasına, ellerimizin sevda dilinde kavuşmasına izin ver. Benimle evlen Birce’m, bana hayatımın en anlamlı evet cevabını ver bu gece. Benimle evlenir misin?” dedi tek solukta. Birce biliyordu, bekliyordu böylesine bir teklifi, bu kadar hazırlık boşuna değildi. Öylesine bir gülümseme oluşmuştu ki yüzünde adamın gerginliğinin farkında değildi. Heyecandan cevap vermeyi unuttuğunda arkasından kardeşinin “Kızım çocuğun yüreğine inecek bir cevap ver artık.” Diyen sesini duydu. Birce aniden arkasını döndüğünde Gülce, Bertan, Halil, Akın, Selim, Hasan, İrem ona bakıyorlardı. Birce sevdiği adama dönüp “Evet.” Diye haykırdı “ Seninle evlenirim.” Diyerek boynuna atıldığında alkış ve ıslık sesleri aynı anda yükseldi. Emre kıza delicesine sarılıp onu döndürmeye başladığında ıslık sesleri ve alkışların sesi kesilmemişti. Erkekler ellerindeki konfetileri bir bir patlatırken gençlerin eğlencesi görülmeye değerdi. Emre bir an duraklayıp aklındaki planın daha nihayete ermediğinin farkına vardı. Cebinden çıkardığı kutuyu yavaşça açtı. Kutunun içinde bir çift alyans vardı. “Eee hadi şu yüzükleri takalım da nikâha geçelim.” Diyerek araya giren Gülce’nin sözleriyle kardeşi “Ne nikâhı?” diyerek küçük bir nida kopardı. Gülce ellerini beline yerleştirip Emre’ye döndüğünde “Kıza hala bu gece evleneceğini söylemedin mi sen?” dedi. “Bir müsaade etseydin de ben söyleseydim.” Diyerek kızdığını hissettirmeye çalıştı. “Aman sen söyle dur,ver şu yüzükleri hazırlayalım. Hasan kırmızı kurdele, makas ve tepsi hazır mı?” dedi. Hasan aldığı emir karşısında koşar adım “Hemen getiriyorum.” Diyerek arabaya yöneldi. Birce anlamaz gözlerle Emre’ye döndüğünde adam onu daha sakin bir yere çekti. “Bu da ne demek oluyor Emre? Ne nikâhı?” “Güzelim hani sen evet dedin ya az önce…” “Tamam evet dedim ama bu kadar hızlı, bu kadar çabuk, ailelerimiz bile yanımızda yokken nasıl olur?” “Birce, bak her şey çok ani oldu ama başka çıkar yol yok. Nikâhımızı kıyalım ailelerimizin karşına el ele çıkalım. Ne kadar ciddi olduğumuzu o zaman daha iyi anlayacaklar. Sonra da onların gönüllerini almak için onlarında senin de istediğin gibi bir düğün yaparız. Sana sözüm olsun. Ama ne olur bu gece ikinci defa o masada bana evet de, her şeyi hazırladık.” “Ama…” diyerek fısıltı halinde konuşurken aklı allak bullak olmuştu. Ailesine bunu nasıl yapacaktı? Bir yanda sevdiği adam bir yanda ailesi vardı. İşin içinden çıkmak çok zordu. “Birce, senin elimden kayıp gitmene seyirci kalamam.” Dedi yalvarırcasına. Birce’nin kararsızlığı canını yakmıştı oysa ki o kadar emindi ki onun evet diyeceğine. Ama her şey hayallerdeki gibi olmuyordu. Onun gözlerindeki kırıklıkları görmeye daha fazla dayanamayan adam sırtını kıza döndüğü an Birce ona hak verdi. Belki de adam haklıydı. Belki de her şey çok daha güzel olabilirdi. “Eğer istemezsen seni zorlamayacağım.” Dese de yüreği bu karara asla onay vermiyordu. “Emre.” Dedi kız “Ben sana ne zaman hayır diyebildim ki.” Dediği an adam ona hızla döndü. Yüzündeki gülümseme adamın cesareti oldu. “Ne yani? Benimle bu gece burada evlenecek misin?” “Evet.” Diyerek başını aşağıya yukarıya salladığında Emre ondan uzak durmaya daha fazla dayanamayarak koşar adım dibinde bitti ve onu kolları arasına aldı. “Ah Birce’m, teşekkür ederim, çok teşekkür ederim, bir bilsen bana neler verdiğini, bana dünyaları bağışladın.” Diyerek saçları arasına minik buseler kondurdu. Gülce her zamanki gibi romantizmin ortasına giren çalı dikeni gibi “Eee çifte kumrular anlaştığınıza göre yüzükleri takalım hızlandırılmış bir şekilde nişanınızı yapalım. Aynı hızla nikâhınızı da kıyıverelim.” Dedi. Emre Gülce’nin bu hallerine alıştığı için sadece gülümsemekle yetindi. Gülce’nin elinde tuttuğu tepsiye göz ucuyla baktı. Bu kız bu kadar zahmete boşuna girmezdi. Bakalım aklından hangi tilkiler geçiyordu. Emre tepsi üzerindeki yüzüğü aldı ve sevdiği kadının gözlerinin içine bakarak “Ömrümün içinde açan en nadide özel çiçeğim bu yüzük parmağında olsun ya da olmasın fark etmez sen benim iki cihanda yanımda olmasını dilediğim en büyük duamsın.” Dedi ve kızın parmağına yüzüğü taktı. Kırmızı kurdelenin ucundaki diğer yüzüğü alan Birce adamın gözlerinin içine bakarak “Senin varlığın, senin nefesin, senin sıcaklığın, senin olan her şeyin yüreğime, ömrüme, ruhuma sonsuza kadar hoş geldin.” Diyerek onun parmağına alyansı taktı. Alkışlar yükselirken ıslıklar da ona eşlik ediyordu. Gülce tepsiyi acele ile Bertan’a verip makası eline aldı. “Eee bu ailenin şu anki tek büyüğü ben olduğuma göre bu kurdeleyi kesip nişanınızı yapmak da bana düşer.” Dedi ve kurdeleyi kesmeye çalıştı. Ama yüzünden zorlandığını gören Emre “Baldız kessene kurdeleyi ne oldu?” diyerek ona baktı. “Enişte makas kesmiyor.” Dedi yapmacık bir tınıyla. “Nasıl kesmiyor, ver bakayım ben deneyeyim.” Diyerek elinden almaya çalıştığında “Yalan mı söylüyorum kesmiyor işte.” Diyerek onun anlaması için kaş göz işareti yaptı. Olayın ne olduğunu anlamayan Emre “Ne o kaşın gözün ayrı oynuyor senin?” dedi. “Ya sabır!” dileyen kızın yanına gülerek gelen Bertan “Makası biraz keskinleştirelim o zaman.” diyerek cebinden çıkardığı bahşişi Gülce’ye uzattı. “Neyse azıcık kesecek galiba.” Dediğinde Emre pes artık bakışlarını baldızına gönderdi. Herkesin kahkahaları eşliğinde “Kızımızı üzersen iki elim yakanda olur bilesin. Hadi hayırlı uğurlu olsun.” Diyerek ikilinin parmaklarındaki alyanslara bağlı kurdeleyi kesti. Alkışlar havada uçuşurken Emre sevdiği kadının dudaklarına tutku dolu bir öpücük kondurdu. “Oooo…” sesleri yükselirken arkadan gelen nikâh memurunun sesiyle herkes ona doğru döndü. “Geç kalmadım değil mi?”diyen adama “Tam zamanında geldiniz.” Diyerek karşılık veren Bertan adamı meşaleli yolun sonunda hazırlanmış beyaz tüllerle süslenmiş çadırın altındaki masaya yönlendirdi. Emre ve Birce el ele onları takip ederken yeni gün ile birlikte hayatlarında bambaşka bir sayfa açılacağının farkındaydılar. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. İyi mi? Kötü mü? Orası da meçhuldü. |
0% |