Yeni Üyelik
65.
Bölüm

FİNAL

@ugurluay

İNAL

Bir Hafta Sonra


Birce elleriyle yüzünü kapamış ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Netin doğru neyin yanlış olduğunu artık anlayamıyordu. Odasının kapısı teklifsizce açılıp içeriye giren Gülce şaşkınlıkla “İnanmıyorum sen hala hazırlanmadın mı?” diyerek küçük çaplı bir yaygara kopardı. Birce elleri arsındaki başını kaldırıp kardeşine baktığında derin bir nefes bıraktı.

“Ben galiba yapamayacağım.” Diyen titrek sesine ışıldayan gözleri eşlik ediyordu. Kardeşinin bu halini içten içe anlasa da şu an hak vererek onu yüreklendirmek istemiyordu. Gözlerini kısarak acele ile yanına oturdu. Ellerini avuçları içine alarak “Bu da ne demek oluyor kardeşim?” dedi. Ne demek istediğini anlasa da ona biraz zaman tanımak sağlıklı düşünmesine yardımcı olmak istiyordu.

“Babamın bu evden çıkıp gidişini hala unutamıyorum. Nerede? Nasıl? Ne yapıyor hiçbir şey bilmiyoruz. Şimdi o yokken, ben baba evinden babasız çıkmak istemiyorum.” Dedi boğazından firar eden hıçkırığa engel olamazken yanaklarından aşağıya yaşlar çoktan kendini bırakmıştı. Gülce kardeşinin bu haline daha fazla dayanamadı ve onu kolları arasına alarak sımsıkı sarıldı.

“Biliyorum ikizim, biliyorum kardeşim ama sen de bizi anla herkes bir an önce bu düğünün olmasını istiyor. Biliyorsun herkes babamı arıyor. Hem belki inadı kırılır dayanamaz da düğüne gelir.” Dedi.

“Bu kadar zor olmak zorunda mıydı Gülce? Bitmedi mi çilemiz artık. Biz sadece mutlu olmak istedik, asla daha fazlası değil. El ele olalım yüzümüz gülsün istedik ama olmadı. ”diyerek içli bir şekilde ağlamaya devam etti. Gülce kardeşini kendinden biraz uzaklaştırıp gözyaşlarını öteledi ve onun gözlerinin içine bakarak yüzünü avuçları içine aldı.

“Bak bana güzel kardeşim ağlama artık, sana söz veriyorum bundan sonra her şey çok güzel olacak. Ben inanıyorum ki bu düğüne babam da gelecek. Hem sen babamızı annemden daha mı iyi tanıyorsun?” diyerek dalga geçercesine konuştu. “Bu düğünün hemen yapılmasını isteyen kişi hem annem hem bizim üçüz çılgın bakireler, onlar bu düğün derhal olacak dedilerse mutlaka bir bildikleri vardır.” Dedi kıkırdayarak.

Birce’nin yüzünde ansızın bir gülümseme yayılırken odaya giren davetsiz misafirler kızların bakışlarını kapıya yönlendirmesine sebep oldu. İtiş kakış içeriye girenler üçüz halalardan başkası değildi.

Huriye “Bana bak Nuriye o elbiseyi ben giyeceğim.” diyerek kardeşinin elindeki elbiseyi çekiştiriyordu.

Nuriye elbiseyi kardeşinin elinden almaya çalışırken “Heh elbiseyi giyecekmiş, sen o kilolarla anca çuval giyersin. Bu elbiseyi ben giyeceğim en güzeliniz benim, bu elbise ancak bana yakışır.” Dediği an Düriye elinde bir makasla geldi bir Nuriye’ye bir Huriye’ye baktı. İki kardeşte Düriye’ye göz ucuyla endişeli bir şekilde baktı. “Şaka yapıyorsun değil mi?” dediklerinde kadının suratında sinsi bir gülüş peyda oldu ve kimsenin anlamadığı bir hızda elbiseyi ortadan ikiye kesip attı. Onun bu hızının farkına varamayan Huriye ve Nuriye elbisenin ellerinde kalan parçaları ile yere hızla düşerken Gülce ve Birce gözleri önünde gerçekleşen bu şaka gibi sahneye kaşları yukarıya kalkmış bir halde bakıyorlardı. Düriye zafer kazanmış bir halde makasının ucunu üflerken “O elbiseyi ikiniz de giyemeyeceksiniz çünkü en güzel elbiseyi ben giyeceğim.” Diyerek kahkaha atarak odadan çıktığında yerde ellerindeki elbise parçalarıyla kala kalan halalar önce birbirlerine sonra kapıdan çıkıp giden kardeşlerine baktılar. Gözlerini kısıp ellerinde kumaş parçalarını fırlatan ikili koşar adım Düriye’nin arkasından giderken ikisinin de dillerin de tek bir cümle vardı. “O elbiseyi ben giyeceğim.”

Gülce kardeşine bakma gereği bile duymadan gözleri kapıda “Hadi sen evlendin kurtuldun da ben bu delilerle tek başıma ne yapacağım?” dedi dehşete kapılmış bir şekilde. Birce onun bu haline katılarak gülmeye başladığında az önceki hüzünlü havadan eser kalmamıştı.

***

Birce aynanın karşısında bembeyaz gelinlik içindeki yansımasına bakıyordu. Babasının varlığının eksikliğini yürekten hisseden kızın canı yanıyordu. Gelinliğini bile gidip seçmek istememiş ve bu işi de Gülce ve İrem halletmişlerdi. Düğün bir hafta içinde planlanırken Emre’nin kan kardeşi Bertan ve tayfası, Gülce’nin dostları İrem ve Hasan imdatlarına yetişmiş ve ne yapılması gerekiyorsa her şeye yetişmişlerdi. Emre Birce’nin isteğine saygı duyup düğünü ertelemek istediğinde hem kız tarafı hem erkek tarafı katiyen bu teklifi kabul etmemişler ve bir an önce düğünün olmasını söylemişlerdi. Aydın Beyin hiçbir yerde bulunamaması ise canını fena halde sıkıyor sevdiği kızın gözü yaşlı kendisini eksik hissederek baba evinden çıkıp hayatına gelmesine gönlü razı gelmiyordu. Ama şu an için elden gelen bir şey olmadığından sadece her şeyin bir an önce kazasız belasız gerçekleşmesi için dua ediyordu. Birce’yi az sonra odasından almaya gidecek, gözünün ve gönlünün sultanı sevdiği kızı hayallerindeki gibi beyazlar içinde görecekti. Emre aynadaki yansımasına bakarken Birce’de kederli bir şekilde son hazırlıklarını tamamlıyordu. Kapının tıklatılması ile zamanın geldiğini anlayan kız derin bir nefes alıp verdi. Gelinliğinin etek uçlarından tutup dönerken kapıda olduğunu düşündüğü Emre’ye “Gel.” Dedi. Kapı açılırken Birce olduğu yerde dönmüş eteklerini düzenleterek doğrulduğunda karşısında takım elbiseli ışıl ışıl gözlerle kendisine bakan babasını görmeyi beklemiyordu. Karşısında babasını gören kızın bir anda nefesi kesilerek eli kalbinin üzerine gitti. Tekrar gözleri dolup taşmaya başlayan kız gördüklerinin hayal mi gerçek mi olduğunu anlamaya çalışırken dilinden tek bir kelime çıkmıştı.

“Baba…” dedi bir adım dahi atmaya cesaret edemiyordu. Ya yok olursa, ya hayal ise düşüncesi zihnini allak bullak ediyordu.

“Kızım.” Dedi adam titreyen sesiyle.

“Geldin mi? Gerçek misin? Burada mısın?” dedi elinin tersi ile gözyaşlarını silerek.

“Geldim meleğim, geldim babacığım.” Dedi küçüklükte onlara hitap ettiği gibi seslenince Birce “Baba, babam…” diyerek koşarak kendisini babasının kollarına bıraktı.

“Kızım benim, affet beni babacığım…” diyerek sarıldığı kızının saçlarını okşamaya başladı.

“Hoş geldin babam, hoş geldin…” diyerek babasına sarılıp küçük çocuklar gibi onun kolları arasına sığınıp babasının kokusunu derince içine çekti. Çok özlemişti onu, kollarına sığınıp minik kızı olduğunu hissetmeyi çok özlemişti. Onlar baba kız birbirleriyle özlem giderirken “Öhö öhö…” diyerek yapmacık bir öksürük ile araya giren sese doğru döndüler.

“Ayıp oluyor ama baba, senin tek kızın yok ki, Birce’nin bir de polislikle kafayı bozan bir ikizi var ne çabuk unuttun? Aşk olsun.” Dedi şaka yollu bir dargınlık hissettirir gibiydi.

Aydın Bey’in suratında şefkatli bir gülümseme oluştu ve bir eli Birce’ye sarılıyken diğer kolunu kaldırıp Gülce’ye gelmesi için işaret etti. “Gel deli kız seni unutmak ne mümkün? Kendini her durumda hatırlatmayı başarırsın sen.” Diyerek ona gülümsedi.

Gülce bu işareti bekliyormuş gibi koşarak babasına sarıldı. Bir kolunun altında Gülce, diğer kolunun altında Birce, sevginin babalığın ne demek olduğunu yeni baştan öğreniyor gibiydi. Onlar sevgi yumağı olmuş bir haldeyken Nur Hanım ve üçüz halalar kapıda belirdi. Hepsinin gözleri dolu doluydu. Nur Hanım elindeki kırmızı kurdeleyi eşine göstererek “Artık zamanı geldi Aydın Bey.” Dedi.

Deli divane olduğu kadının sesindeki kırgınlığı hisseden adam “Kızlar gönlünü almam gereken güzel yürekli bir kadın daha var.” Diyerek onlardan ayrılırken kızlar ve halaları ilgiyle bu âşıkları izlemeye koyuldular.

Aydın Bey bir iki adımda karısına ulaşıp onun ellerini avuçları içine alarak üzerine minik buseler kondurdu. “Biliyorum yıllarca seni gereksizce üzdüm. Aşırı kıskançlık ve korumacılığım ne kadar artsa da sen bana hem anlayışla hep sevgiyle yaklaştın. Galiba bu sevgi ve anlayış giderek ben de şımarttı ve alışkanlık haline dönüştü. Ne zamanki yokluğunu gerçek anlamda hissettirdin işte ben o zaman sudan çıkmış balığa döndüm. Senin aslında beni var eden yegâne varlık olduğunu anladım. Sen olmayınca kendimi yok olmuş gibi hissettim. Affet güzel gözlüm, affet tüm yaptıklarım için, tüm hatalarım için affet.” Dedi ve gözleri affetmesi için yalvarır gibiydi.

Nur Hanımın yüzündeki gülümseme onu affettiğini gösterir gibi ışıldarken Gülce arkadan “Öp öp öp…” diyerek elleriyle alkış tutup tezahürat yapmaya başladı. Nur Hanımın yüzü kızarmaya başlamışken “Aydın Bey çocuklara maskara ettin bizi bunu sonra konuşalım.” Dediğinde gözlerini kaçırdı. Aydın Bey yalnızca onun duyabileceği şekilde ona doğru eğildi ve fısıltı halinde “Haklısın özel olarak ve yalnızken konuşalım.” Diyerek karısına göz kırptı.

Nur Hanımın kalbi hızla atmaya başlarken vücudunu ateşler basmaya başlamıştı. Elindeki kırmızı kurdelenin varlığını hatırlayan kadın kocasının eline tutuşturup takması için birkaç cümle geveledi. Zira şu an kendisi sağlıklı cümleler kuracak berrak bir zihne sahip değildi. Elindeki kırmızı kurdele ile Birce’nin karşısında dikilen adam kızının gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı.

“Bugün baba evinden çıkacaksın güzel kızım. Babalar için çocukları asla büyümez, hele kızları asla... Anneniz size hamile olduğu haberini verdiği an öyle bir mutluluk yaşadım ki o andan sonra tek bir isteğim vardı. Sizlere iyi bir baba, annenize çok daha iyi bir eş olmak. Kucağıma sizi ilk aldığımda ise tüm o gücüm kuvvetimi anında yitirdim. Koskoca Aydın Bey küçücük bebekler karşısında adeta aciz kalmıştım. Miniciktiniz, küçücük ve korunmasız. O günden sonra her Allah’ın günü gözümü yeni güne açtığım o anlarda içim titrer, yüreğim korkularla dolardı. Size bir şey olma korkusu sürekli beni sarıp sarmalardı. Bu korkularla büyüttüm ben sizi, bu korkularla sarıp sarmaladım daha doğrusu sizleri de korkularım içine mahkûm ederek koruyorum diye boğduğumu yeni anladım. Affedin kızım, her biriniz beni affedin. Ama şimdi baba evinden kendi kanatlarını takıp uçmaya hazırlanırken benim her ne olursa olsun ardında yıkılmayacak bir dağ gibi durduğumu unutma. Ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın koşup geleceğin, sığınacağın her zaman senin açılan bir kucağım olduğunu unutma.” Dedi ve elindeki kurdeleyi yavaşça kızının beline dolarken Birce ellerini babasına yardımcı olmak adına kaldırdı. “Bu evden çıkışın asla gerçek anlamda bir çıkış değil. Telinle duvağınla çıktığın bu ev, baba ocağın her zaman senin evin olarak kalacak.” Dedi ve boğazı daha fazla konuşmasına müsaade etmedi. Kelimeler düğümlenmiş sesi kısılmış ve gözünden bir damla yaş akıp gitmişti. Birce daha fazla dayanamadı, babası kurdeleyi bağlar bağlamaz onun kollarına “Babam.” Diyerek bıraktı kendini. Herkes gözleri yaşlı bir halde baba kızın veda hüznünü derinlerde yüreklerinde yaşıyorlardı. Ve Birce baba evinden eksik olarak değil babasının tüm heybetini ardında hissederek kırmızı kuşağıyla onun kolunda çıkmıştı.

***

Aydın Bey oturduğu yerde karısının elini avcunun içine almış gençlerin düğünde eğlenmesini seyrediyordu. Herkeste bir rahatlama derin bir mutluluk vardı. Aydın Bey “Şükürler olsun…” diyerek mırıldandığında karısı gülen gözlerle “Efendim hayatım ne dedin?” dedi. Karısının gözlerine gülümseyerek bakan adam “Bugünüme, şu anıma şükrediyorum Nur.” dedi büyük itirafını dillendirdi.

“Biliyorum ne yeri ne zamanı ama gerçekten merak ediyorum Aydın, ne oldu, nasıl oldu da o çıkıp geldin?” dedi.

“Ne o gelmem mutlu etmedi mi seni?” dedi yaramaz bir çocuk gibiydi.

“Aydın onu söylemek istemediğimi biliyorsun.” Diyerek yapmacık bir kızgınlıkla ona baktı.

Bu cümleyi elbette duyacağını biliyordu. Hüzünlü bir gülümseme ile gözlerini karısından bu anın gerçek mimarına döndürdü. Hikmet Beye…

Hikmet Bey bunu hissetmiş gibi dünürüne bakışlarını döndürdü. İki adam uzaktan uzağa birbirlerinin ne demek istediğini anlamış gibiydiler. Saatler öncesine yaşanan konuşma olmasaydı ve otogarda Aydın Beyi yakalamasaydı şimdi kızının düğününü göremeyecek ve yıllarca bunun pişmanlığını yüreğinde derinden yaşayacaktı.

Üç saat önce

Elinde tuttuğu biletine boş gözlerle bakarak İzmir otobüsünün kalkmasını bekleyen adam bir bankta oturmuş ve kederli bir halde düşünüyordu.

“Ne o korkaklar gibi kaçıp gitmeyi mi layık gördün kendine?” diyen sese kaşları çatık bir halde başını kaldırıp baktığında kendisine öfke ile bakan Hikmet Beyi görmeyi beklemiyordu. O yokmuş gibi davranıp muhatap almamaya karar verirken ayağa kalktı ve gitmeye yeltendiği sırada “Belki bilmek istersin bugün kızının düğünü var.” Dedi ve istediğini aldığını Aydın Beyin atamadığı adımın anladı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes bıraktı “Beni baba olarak görmeyen bir kızın düğünü umurumda bile değil.”

Hikmet Bey’in bardağının taşmasına sebep olan son damlası da bu cümle oldu. Bir hışımla adamın karşına dikildi.

“O kız senin kızın be adam ne halde olduğundan haberin var mı? Sen gittiğinden bu yana ağlıyor, düğünden bizi vazgeçirmek için ne diller döktü de bizi ikna edemedi. Babam olmadan baba evinden çıkmak düğün yapmak istemiyorum diye ağladı. Sen mi kızının umurunda değilsin, güldürme beni be adam. Ne yaptığını görmüyor musun? Çocuklarımız gizlice evlendiyse bir dönüp kendimize bakmalıyız değil mi? Bu çocukları nasıl bir çaresizliğe sürükledik ki gizlice evlendiler.”

“Ben hiçbir şey yapmadım.” Dedi inatla.

“Emin misin? Geriye dönüp bir bak istersen. Şimdi bile kızının ardında durmak yerine eline aldığın bir biletle çekip gitmeye çalışıyorsun. Sen kocaman bir korkaksın Aydın Bey, kızının en güzel gününü bile cehenneme çevirecek kadar da zalim bir adamsın.” Dedi ve arkasını dönerek gitmeye çalıştığı an “Korkağım anladın mı Hikmet Bey, ben yıllarca nasıl korkularla uyandım haberin var mı senin?” diye hiddetle bağırdığı an adamın duvarlarını yıkmaya başladığını hissetmişti.

Hikmet Bey adama dönerek onun yanına gitti ve daha sakin bir yere götürerek birer çay sipariş etti. Aydın Bey omuzları çökmüş bir halde boş bakışlarla önüne gelen çaya bakarken birden konuşmaya başladı.

“Biz küçük yaşta annemizi ve babamızı kaybettik. Huriye, Nuriye, Düriye daha ilkokula gidiyordu. Biz akrabalarımızın yanında hep birer sığıntı gibi yaşadık. Ben o gün kendi kendime bir söz verdim ve her şeyden ailemi koruyacaktım. O gün bugündür deli gibi çalıştım. Babamın da hatırı sayılır bıraktığı mirası yaşlarımız geldiği an eşit miktarda kardeşlerime paylaştırdım. Sonra kız kardeşlerim büyüdükçe inatla büyüdüklerini kabul etmedim. Her biri evlenme niyetine gittiği an o işi bozmak için her şeyi yaptım. Görüştükleri kişilerin hep sakladıkları yüzlerini ortaya çıkardım. Tek derdim onlara gelecek bir zarardan onları korumaktı. Bir iki derken bir baktım kardeşlerim bana düşman kesilmiş. Sonra büyük bir karar alıp üçü de İstanbul’a taşındı işte ben o zaman gerçek anlamda bir darbe almıştım. Sonra Nur girdi hayatıma sonra Gülce ve Birce… Kardeşlerimin İstanbul’a gidişi kızlarım üzerinde daha fazla baskı kurmama sebep oldu. Ama bilmiyordum ki ben baba olmanın ne demek olduğunu, ailenin gerçekten nasıl korunduğunu… Sadece niyetim onları korumaktı…” Dedi başını önüne eğip karşısında onu anlayışla dinleyen adama bakmadı.

“Bak Aydın Bey, belli ki zor bir yaşam sürmüşsün. Zamanında yaptığın yanlışlar kız kardeşlerinin senden başka bir şehre göç etmesine sebep olmuş. Aynı hatayı tekrar yapma. Kızların ile arana soğuk duvarlar örme. Evet bize göre hata yapmışlar ama kendileri için doğru olanı yapmışlar. Her zaman bizim doğrularımız onlar için doğru olmayabilir. Hem anne baba olmak yanlış da yapsalar onların arkasında durup doğru yolu onlara göstermek değil mi? Sen şimdi böyle yaptın diye yıllar sonra kızının da kendi çocuğuna, senin torununa böyle davranmasını ister misin? Senin yaptığını doğru kabul edip yıllar sonra çocuğunun karşısına dikilmesini ister misin? Bırak gururu bir kenara çocuklarımıza doğrularını yanlışlarını gösterelim. Yalnız güzel günlerinde değil kötü günlerin de yanlarında olalım. Gerekirse ağlayacakları omuz olalım. Hadi Aydın Bey kızların, kardeşlerin, eşin seni dört gözle bekliyor. Bugünün güzel bir anı olarak kalmasını sağlayacak tek kişi şu an sensin bunu anla ve ona göre karar ver. Elindeki bileti alıp otogara giderek ömür boyunca bu özel güne şahitlik etmeyerek kızını da üzdüğün için pişmanlık mı duyacaksın yoksa ailene gerçek anlamda bir adım atarak gerçek anlamda bir şans isteyerek af mı dileyeceksin?” dedi ve ayağa kalktı.

Hikmet Beyin bu sözleri adamın yüreğinde tarifi imkânsız bir güç ve coşkusunun serbest kalmasını sağladı. Ayağa kalkarak elindeki bilete şöyle bir baktı ve bir hışımla yırtarak masaya fırlattı. Hikmet beye dönerek gülen gözlerle “Eee düğün nerede?” dedi. Hikmet Bey duyduğu cümle ile dünürü ile çok iyi anlaşacağını anlamıştı.

***

Aydın Beyin gözlerinde o anlar canlanırken kulağına dolup taşan Onur AKIN’ın “Seviyorum Seni” şarkısı çalarken karısına dönerek “Bu dansı bana lütfeder misiniz hanımefendi?” diyerek ayağa kalkmış ve eşine elini uzatmıştı. Nur Hanım gülen yüzüyle eşinin bu nazik davranışı karşısında biraz şaşkınlıkla baksa da onu geri çevirmeden elinden tutup dans pistine doğru gittiler. Birce’nin gözü anne ve babasına kaydığında yüreğinde derin bir huzur hissetti. Gözleri âşık olduğu adama döndüğünde başını onun sol yanına tam kalbinin üzerine dayadı. Onun kalbinin ritmini dinlemeyi çok seviyordu. Emre sonunda hak ettikleri mutluluğu yaşadığı için çok huzurluydu. Sevdiği kadının kulağına yavaşça eğilerek kendileri için anlamı büyük şarkının sözlerini aşkla fısıldıyordu. Herkesin mutluluğu ortama yayılırken gelecekte kaderin onlar için planladığı çok güzel bir hayat vardı. Mutluluk kaderlerine yazılmış bir tılsım gibi her geçen gün hayatlarında can bulacaktı.

SON

Loading...
0%