Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@ugurluay

14.BÖLÜM(***Ne yapardım Bilmem?***)

“Kokun içime dolup taşarken,

Her şeyim SEN olmuşsun, deniz kokulu sevdam…

Gül yüzlüm, her şeyinle SEN BENİM olmuşsun…”

Sabahtan bu yana Cemre'nin sessizliği adamın içini burkarken sürekli dalıp gitmesi canını sıkmaya başlamıştı. Ne oluyordu bu kıza böyle? Sanki adam bırakıp gidecekti onu? Resti çeken de surat asıp afra tafra yapanda Cemre’ydi. Birde dalıp dalıp gitmesi yok muydu? Yoksa Toprak’tan ayrılacağı için mi üzülüyordu? Ah canım kıyamazdı ki Toprak’ı ona... İyice saçmalamaya başlamıştı, öyle bir şey olsa gayet soğukkanlılıkla hayatından çıkıp gideceğini söyler miydi? Dur bir dakika, yoksa bu kız Caner'den ayrı düşeceği için mi üzülüyordu? Bu yüzden mi bu kadar dalgındı?

Rüzgârda uçuşan perdeler gibi beyninde havalanan cümleler, cevapsız sorular ile köşe kapmaca oynarken vücudunu sinir krizi geçirme eşiğine getirip çoktan bırakmıştı. İstemsiz bir şekilde kaşları çatılırken ona eşlik eden yumruklarını çoktan sıkmaya başlamıştı. Kafasında koro halinde konuşan, "O senden değil, Caner'den ayrılacağı için üzülüyor," diyerek dalga geçen sesi yüreği ile bastırmaya çalışıp, duymazdan gelmeye çalışıyordu. Bu psikolojik baskıya dayanamayan varlığı, kendini durgunluk limanına çekerken, ruhu ıstırabını dindirmeye çalışıyordu. İçi boşaltılmış bir insan gibi adeta bir mumyaya dönüşmüştü. Ne olurdu onu biraz olsun tanımaya çalışsaydı? Ne olurdu onu hayatına biraz olsun dâhil olabilseydi? Ne olurdu? Ah!

***

Cemre, gece gördüğü rüyanın etkisiyle uykusuz kalmış bedenini kontrol edemez duruma gelmişti. Ellerinin titremesi, ayaklarının nereye gideceğini bilememesi, gözlerindeki damlaların hazır ol ‘da beklemesi ve psikolojik açıdan çöküntüye uğraması uykusuzluktan mı yoksa rüyanın etkisinden miydi? Bilemiyordu. Bunun olması imkânsız, hatta imkânsızdan da öte bir kavram varsa işte bu tam anlamıyla bu demekti. Cemre onu sevemezdi, ona âşık olamazdı. Dahası genç kız onunla asla evlenemezdi. Düşündükçe vücudunu bir titreme alıp götürüyordu. Bu işin içinden nasıl çıkacağını düşünürken, Toprak'ın yumruk olmuş ellerini görürken bir hışımla suratına bile bakmadan yanından geçişine şahit olmuştu.

'Ne oldu şimdi?' diye içinden sessiz çığlıklarını yükseltirken ellerini iki yana açıp arkasından baka kalmıştı.

***

Kamp alanından toparlanmaları ve araçlarla Trabzon'a doğru yol almaya başlamaları ile birlikte hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Gece bir hüzün gibi üzerlerine çökmeye başlarken, adamın yüreğine da acı giderek yerleşiyor ve canı hiç acımadığı kadar yanıyordu. Cemre, onun kızgınlığının sebebini bilir bir havada suskunluğunu bozmuyordu. Sürücü koltuğunun yanına oturarak arabayı adamın kullanmasını istediğini gözleriyle ona konuşmadan anlatmıştı. Artık onun suskunluğunu adamın kızgınlığı körüklüyordu.

İkisi de bir nevi pimi çekilmiş patlamaya hazır bir bomba gibi patlayacağı zamanı bekliyordu. Cemre, kafasını yan cama dayamış yine sabahtan bu yana yaptığı gibi dalıp gitmişti. “Yine o kılkuyruğu düşünüyordu,” Aklından geçen ile var gücüyle ellerini direksiyona sert bir şekilde vurdu. Direksiyondan çıkan ses ile yanında sessizce oturan Cemre birden korkarak irkildi.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun Toprak!" Gözleri korkudan irileşmiş bir şekilde ona bakarken sesindeki öfke tınılarını hissetmemek mümkün değildi.

"Ne oldu korktun mu?" diyen adam ukala cümlesine, havalı tavrı da ekleyince onun sinirden kıpkırmızı olduğunu görebiliyordu. O kadar kızmıştı ki adamı oracıkta öldürmediyse bu tamamen o anlık şansından kaynaklıydı.

"Sence?" O kelime öyle bir kelimeydi ki benimle dalga mı geçiyorsun sen? Diyordu adeta...

"Siz korkmazsınız Cemre Hanım, benim yanımda o kılkuyruğu düşünmeye cesaret edecek kadar cesur bir kızsınız siz!"

"Ne?"

"Yok bir şey diyorum, yok bir şey." Gözlerini de cümleleri ile birlikte devirdi.

"Toprak, bakıyorum da yine ayarların bozulmuş, istersen canını yakmadan fabrika ayarlarına geri dön. Ayarsız, üstüne bir de hödük halin hiç çekilmiyor doğrusu." Ellerini göğsünün altında birleştirip umursamaz bir havada yine yan camdan seyre daldı.

"Sıkıntı yok o zaman,"

"Ne?" Seyre dalan o gözler hiddetle ona dönerken bakışları ile çoktan buluşmuştu.

"Sıkıntı yok o zaman diyorum, beni çekmek zorunda kalmayacaksın. Nasıl olsa az sonra tırnak içinde söylüyorum, senin tabirin ile sonsuza kadar benden kurtuluyorsun." Kelimeleri tek tek söylerken adamın amacı belliydi, canı acıyordu onun da canı yanmalıydı. Yaktığı kadar o da yanmalıydı.

"Toprak!! Sinirden sıktığı dişlerini genç adama geçirmemek için kendini deli gibi zorladığına yemin edebilirdi.

"Ne? Ne var Cemre? Ne var?" Ama onda da buna pabuç bırakacak göz var mıydı? Tamam bir göz var ama o gözü şu an Cemre'yi korkutmak ve delirtmek için fal taşı gibi açmış bir halde kullanıyordu.

"Bakıyorum da sen yine saçmalama sınırlarını aşmaya başladın."

"Pardon! O sınırları sen mi aşıyorsun yoksa ben mi?"

"Of Toprak, of... Sus tamam mı? Az sonra yol da seninle birlikte bitecek. O zamana kadar ne olur varlığını benden esirge olur mu? Senin yanımda olduğunu unutmak istiyorum. Şu an olduğu gibi sonsuza kadar seni de varlığını da U-NUT-MAK İS-Tİ-YO-RUM." İşte bu konuşma çok ama çok ağır olmuştu. Her bir kelimesi Toprak’ın kafasına balyoz gibi inmişti ve yediği balyoz darbeleri psikolojisini yerin dibine gömerken çenesini kapatmasını sağlamaya yetmişti. Artık ona bakmıyordu. Daha doğrusu bakamıyordu. Öfkesinin kurbanı olup son anlarını da mahvetmeyi başarmıştı. Elinde kalan son dakikaları da kendi elleriyle yok etmişti. Toprak hakikaten sağlam bir dayağı hak eder duruma gelmişti. Cemre'yi tanıdığı günden bu yana nasıl bir insan olup çıkmıştı böyle. Sınır tanımayan, anlayışsız, kaba, bilumum öküz, kütük ve Cemre'sinin tabiriyle, tam bir hödük olup çıkmıştı. Tabi bunların tek sebebi Cemre'den başkası değildi. Bugüne kadar yalan aşkların kucağında oyalanırken aslında yaşadığı aşkların üvey evlat olduğunu Cemre'sini tanıdığında anlamıştı. Ona duyduğu aşk, gerçek saf aşk, maşallah öz evladı gibiydi... O Toprak’ın kendi kanı, kendi canı, kendi toprağıydı...

Düşünceler onu diyar diyar dolaştırırken, gelecekleri yere vardıklarını önlerindeki kafile aracının durmasıyla anlamıştı. Cemre'nin dediği gibi yol bitmişti. Yol ile birlikte artık genç adam da bitmişti. Git gide tükendiğini hissediyordu. Arabayı durdurduğunda nefes alıp verişi hızlanmıştı.

“Bu an gerçek olamaz,” diye iç geçirirken gözlerini bu gerçekliğin bir rüya olması için sımsıkı kapadı. Ama onun sesi bunun bir rüya değil gerçek olduğunu bir kez daha ona hatırlattı.

"Geldik." Bu ses son zamanlarda hiç duymak istemediği kelimeleri duyması için ne kadar da ısrarcı ve bir o kadar can yakıcıydı. Gözlerinin feri sönmüş bir halde, onun gözlerinde bugüne kadar görmediği ve şu an anlamlandırıp, çözemediği bir bakış ile genç kız Toprak’a bakıyordu. O kadar bitmiş, tükenmiş bir haldeydi ki o bakışların genç adama anlatmak istediğini anlamayacak kadar kafası ağırlaşmış, deyim yerindeyse kafası kazan gibi olmuştu.

"Evet, geldik," diye karşılık verirken ağzını açıp tek bir kelime bile etmesine fırsat vermeden bir hışımla nefes alabilmek için öfke ile Toprak kendini dışarıya attı. Bir saniye daha arabada kalırsa eğer sevdiği kızı kırmaktan, üzmekten, dahası öfkesine kurban olup kurban etmekten deli gibi korkuyordu. Yapabildiği en iyi işi yapmış, onu arkasında, arabanın içinde tek başına, ardında öylece bırakmıştı.

***

İnmişti. Cemre’nin ağzı bir karış açık kalırken, Toprak öylece hiçbir şey söylemeden, tek kelime etmeden arabadan inmişti. Cemre’nin konuşmasına bile fırsat vermeden, az önce bir öfke ile arabadan ardına bile bakmadan inmişti. Cemre ise yol boyu tüm cesaretini toplayıp ona gitmeyeceğini, gidemeyeceğini söyleyecekti. Onun için kalacağını dahası onu rüyasında gördüğünü, ikisi için bir umut ışığının doğduğunu, onu tanımak istediğini söyleyecekti. Ama o her zamanki gibi bir öküzlük gösterisi yaparak hödüklüğünü sergilemişti. Suratına bile bakmadan, genç kızı dinlemeden arabadan öylece inmişti.

“Toprak, sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun. Madem öyle istediğin gibi olsun. Dediğin ve senin de şu an istediğin gibi gideceğim ve giderken tam da senin yaptığın gibi ardıma bile bakmayacağım. Zaten senin gibi bir kütüğe âşık olma ihtimalim yüzde sıfır bile değil. Öyle bir ihtimal asla olmadı, olmayacak da. Rüya ise saçmalık. Tamamen gecenin vermiş olduğu akıl karışıklığı ile görülmüş bir rüya, rüya bile değil kâbus. Koskocaman bir kâbustu,” diye kendi kendine konuşurken onun gibi bir hışımla arabadan inip arabanın kapısını hiç de nazik olmayacak bir şekilde onun kafasına geçirir gibi sertçe kapıyı çarpmıştı, pardon kapamıştı. Tamam, kapattığı kapı birazcık yere düşmüş olabilirdi, yani kırılmış olabilirdi. Ama bu onun suçu değil tamamen arabayı yapan firmanın suçuydu. Sağlam yapamamışlardı. Arabanın kapısının yere düşüş istikametini izlerken Toprak'ın dehşet ile bakan gözleri önce yere düşen kapıya ardında da genç kıza döndü.

"Sağlam değilmiş," diyen genç kız umarsızca omuz silkmişti. Yanından geçerken tabi ki Toprak’a sertçe bir omuz atmayı ihmal etmemişti. Ayağına basması ise tamamen bu işin tuzu biberiydi. Farklı bir amacı yoktu yani tamamen masumane bir kazaydı. Sadece tatlı tesadüfçükler silsilesi...

***

Toprak, arkasından çarpılan kapının sesine dönmesi ile dehşete kapılması bir olmuştu. Cemre kapıyı mı kırmıştı? Yok artık daha neler? Yalvarırım Allah'ım ne olur gördükleri gözlerinin ona yaptığı bir oyun olsun? Aklı ona şaka yapıyor olsun, lütfen ya... Dehşete kapılan gözlerini uykudan uyanır gibi tekrar açıp kapadı. Bu gördüklerinin sadece bir rüya olmasını dileyerek gözünü açtığında bunların hepsinin birer gerçek olduğunu, acı gerçek ile yüzleştiğinde anladı. Bu kız kafayı mı yemişti böyle, bir gün önce attığı kafası kadar kocaman taş ile sürücü kapısını haşata çevirmişti. Şimdi ise diğer kapıyı kırmıştı. Allah'ım bu kızda nasıl bir güç vardı böyle ya Rabbi?

"Sağlam değilmiş." Umursamaz çıkan sesi Toprak’ı daha da zıvanadan çıkardı. Bir de utanmadan dalga mı geçiyordu? Kafa mı buluyordu? Anlamıyordu artık... Geçerken ona attığı sert omuz ile yerinde sarsılması bir tarafa, eğer sağlam durmasa yere yıkılırdı herhalde... Bu da yetmezmiş gibi bir de ayağına basıp gitmesi yok muydu? Yok artık ya, tut tut nereye kadar, kendini tuta tuta bir hal kalmamıştı artık. Toprak da insandı nihayetinde, ondaki de candı, sabır taşı olsa çatlardı bu kızın bu hallerine...

"Kırsaydın bari! Görünüşe göre kapıdan hızını alamamışsın. Nasıl olsa bu omuz, bu ayak bana lazım değil!" Öfkeli sesine daha fazla engel olamamıştı. Şeytan diyor yakala şunu, yatır kucağına, akıllanana kadar poposuna vur şaplağı. Bak bakalım bir daha böyle şımarık hareketler yapabiliyor mu?

"Bir dahakine kırma işlemini eksiksiz yaparım tatlım. Merak etme sen." Allah'ım bu kız Toprak’ı ölmeden mezara sokacak gibiydi.

Acıdan hissetmediği ayağı ile topallayarak, arabanın kırılmış kapısına doğru yönelirken, ne durumda olduğunu deli gibi merak ediyordu. Malum bu kızın eline ne değse ya kırılıyor ya parçalanıyordu. Şekil A, Toprak... Baksana kendisi bile sağlam kalamamıştı. Bir çarptı pir çarptı. Daha da kendisine gelememişti.

“Lanet olsun! Kapıyı ne hale getirmiş,” diye bir hışımla kırık kapıya bir tekme de kendisi savurmuştu. Düşene tekme atılmaz ama o kadar sinirliydi ki şimdi buna uyacak durumda değildi. Sinirini bir şeylerden çıkarması lazımdı yoksa Cemre elinde kalacaktı. Toprak da en zararsız olan kapıyı günah keçisi olarak seçerek savurdu tekmeyi. Garibin dili yok çekiyor, ne yapsın... Araba can çekişirken eminim onlardan kurtulacağı dakikaları hesap etmeye başlamıştı bile. Onu bu eziyetten kurtarmak için hemen telefonuna sarıldı.

Arabayı kiraladığı firmayı arayarak bu işi bir an önce halletmesi lazımdı. Telefon ederken bir yandan Cemre'yi göz ucuyla yakın takibine almıştı. Telefonun ucundaki kadına derdini anlatırken Cemre'nin kafiledeki diğer insanlar ile çocukça vedalaşmasını ve onlar için aldıkları hediyeleri dağıtmalarını izliyordu. Telefondaki kişiyle tam anlaşmayı sağlıyordu ki birden Cemre'nin yanında beliren bir herif, yapmaması gereken kusurlu bir hareket yaptı ve Cemre'nin gözlerini arkasından sessizce gelerek elleriyle kapadı. O kadar eğlenen bir havası vardı ki yapmaması gereken ikinci kusurlu hareketi yaparak onun Cemre'sinin gözleri kapalıyken yanağından öptü. O an, işte o an kanın beynine sıçradığı, kayışının koptuğu ve Toprak için dünyanın durduğu andı. Elindeki telefonun parçalara ayrılan sesleri kulağına gelirken zincirinden boşanmış vahşi bir hayvan gibi öfkesi artık durdurulamaz bir hale gelmişti. Gözleri kıpkırmızı, önüne geçen herkesi yıkıp ezip geçerek, ne düşündüğü ya da bu işin sonunda ona ne olacağı umurunda bile değildi. O Toprak’ın Cemre'siydi lan, onun Cemre’siydi...

"Lan sen benim nişanlıma nasıl dokunursun?" Dediği anda o herifi sırtından tuttuğu gibi kendine döndürdü. Ardından suratına öyle okkalı bir yumruk attı ki, yumruğunun etkisiyle tam Cemre'nin karşısına yere yığıldı. Üzerine bir daha atılıyordu ki oradaki kalabalık Toprak’ı kollarından tutup yerdeki adamın üzerinden çekip aldılar.

"Kızım, sen ne zaman nişanlandın? Ve bundan benim niye haberim yok?" diyen canına susamış ukala herifin sesini duyması ile Toprak’ı tutan kalabalıktan bir öfke ile tekrar kurtuldu. Yakalarından tutup ayağa kaldırıp havada silkelerken bir yumruk daha savurdu, "Lan nişanlanırken bir de sana mı soracak? Sen kimsin?" dediği anda ikinci yumruğu tekrar suratına indirdi. Öfkesi dizginlenemeyecek boyuta ulaştı. Onu durduran tek şey ise "Toprak yeter artık dur," diyen sesten başkası değildi. O ses Toprak’ın Cemre'sine aitti. Gözleri korkuyla açılmış ve yapma dercesine ona bakıyordu. Eli yumruk olmuş bir halde havada asılı kalmış Cemre’sine bakarken onun ne diyeceğini deli gibi merak ediyordu.

***

"Toprak yeter artık dur," bu yaptığı şey Toprak’ı durdurmaya yetmişti. Bir eli yumruk olmuş halde havada kalırken bir eli yerde ağzı burnu kanlar içinde yatan her şeyden habersiz Tufan'ın yakasındaydı. Kalabalık Toprak'ın bir anlık boşluğundan faydalanarak onu Tufan'ın üzerinden çekip aldı. Kalabalığın " Bırakın beni," diyen Toprak'ı ise dinlemeye hiç niyetleri yoktu. Cemre, kalabalığın Toprak'ı ayırmasıyla hemen Tufan'ın yanına gidip onun yerden kalkmasına yardım etti.

"Tufan, iyi misin?"

"Kızım ne ile besliyorsun sen bu azman ayıyı? Hem sen ne ara nişanlandın yav?"

"Ayı sensin lan. Sen benim nişanlımı nasıl öpersin lan. Senin kafanı koparacağım."

"Toprak, kes artık sesini. Ben senin nişanlın falan değilim."

"Cemree…"

"Ne? Ne Toprak? Ne hale getirdin çocuğu baksana..."

"Bir de ona mı acıyorsun? Ellerime sağlık, bırakın lan beni işim yarım kaldı. Daha kafasını koparacağım adi herifin..."

"Bırakın şunu," dediği anda Cemre, Toprak’ın dibinde bitip gözlerinin içine korkusuzca baktı. Onun öfkesi adamın hiddetini körüklemeye başlamıştı. Yanıyordu ortalık, cehennem ateşi gibi yanıyordu.

"Bıraktılar işte ne yapacaksın bakalım ayarsız dağ öküzü? Hadi, hadi yap ne yapacaksan?" Dediği anda kıpırtısız kalmış ve herkesi unutmuş sadece gözlerinin içine bakıyordu. Konuşamıyordu. Ama az sonra söyleyecekleri Toprak’ı yerin dibine sokmaya yetecekti.

"Kuzen, sen eve git. Ağabeyime de söyle benim küçük bir işim var. Onu halledip hemen yanınıza geleceğim. Ve sonsuza kadar bu dağ öküzünden kurtulacağız." Her kelimeyi gözlerinin içine bakarak tek tek söyledi. Vereceği tepkileri deli gibi merak etse de gözünü bile kırpmadan soğukkanlılığını koruyarak sesi bile titremeden konuşuyordu. "Kuzen," kelimesini duyduğu anda Toprak’ın gözleri irileşti ve o bakışlarda deli gibi pişmanlığı iliklerine kadar hissetti. Ama daha yeni başlıyordu ve arabada Cemre’yi dinlemeden inmenin cezasını Toprak Bey şimdi misli misli çekecekti. Bu iş bitecekse kökünden, sonuna kadar bitecekti. Cemre yüreğinde yeni başlayan her şeyi de kökünden söküp Karadeniz'in sularına bu kara gecede atacaktı.

Toprak konuşmuyordu. Tufan, kendini yerden toplayarak önce itiraz etse de Cemre’nin itiraz kabul etmeyen tavrı onu gitmeye ikna etmeye yetmişti. Tufan, olanları ağabeyi Cantuğ’a anlatmaya, dahası gidiş hazırlıklarını daha da hızlandıracağına yüzde yüz emindi. Cemre araya girmese Tufan ile Toprak büyük bir savaş ortamı yaratırlardı. Genç kızın araya girmesi Tufan'ı durdurdu. Yoksa o yumrukların karşılığı hastane de son bulurdu. Çünkü Tufan asla boş bir insan değildi. Şükürler olsun, zamanında ettiği müdahale ile polis ve hastane yollarını onlara göstermeyerek o yolları tümüyle kapatmıştı.

Tufan'ın gitmesinin ardından hala gözlerinin içine bakarken çivi gibi çaktığı bakışlarını genç adamdan ayırarak bir hışımla kolundan tutup Toprak’ı kalabalığın içinden çekiştirmeye başladı. Cemre nereye gittiklerini çok iyi bilirken Toprak ise bu durumdan hiç de hoşnut olmayan bir tavırla genç kızın ardından sürüklenerek geliyordu.

Karadeniz’in kara gecesinde, Toprak’ın tabiri ile gece gözlü hırçın güvercini bu işe tamamen son verecekti.

Loading...
0%