@ugurluay
|
15.BÖLÜM (***AĞLAMA YAR***) Toprak’ın yaşadığı şok yetmezmiş gibi Cemre adamın kolunu çekiştirerek hiçbir açıklama bile yapmadan onu sürüklemesiyle adamın alt üst olan sinirlerinin daha da bozulmasına sebep olmuştu. Bir hışımla kolunu Cemre’den kurtarırken , "Cemre, bırak kolumu," diyerek bulunduğu yerden bir adım daha atmayacağını gösterir gibi ona dik dik bakıyordu. Cemre ise dindiremediği öfkesi ile ona öyle bir baktı ki, atmam dediği adımı ileri değil de geri atarak tırstığını belli etmemeye çalışıyordu. Tamam, Toprak az önce genç kızın kuzenini dövmüş, yani ağzı ile burnunun yerini birazcık değiştirmiş olabilirdi. Ama o adi herif de bunu sonuna kadar hak etmişti. Kuzeni bile olsa onun Cemre'sine dokunamazdı. Toprak’a bakan hırçın gözler, onu düşünce çukurunda debelenirken görünce, hiçbir açıklama yapmadan kafası ile 'Beni takip et,' der gibi bir işaret yapmıştı. Bu hareket iyiye mi, kötüye mi işaretti? Bilmiyor, bilemiyordu, açıkçası Toprak bilmek istediğini de pek sanmıyordu. “Allah'ım sen yardım et bana,” derken içten içe bildiği tüm duaları sıradan okumaya başlamıştı. Ne de olsa son zamanlarda bu konuda çok idman yapmıştı. Cemre, önünden yürümeye başlamışken genç adam onu tırsak ve titrek adımlarla arkadan takip ediyordu, başına ne geleceğini bilmeden, bilinmez bir yolculuğa, dahası onun için hiç de hayırlı olmayan bir sona kendi ayakları ile gittiğini, korkudan üç buçuk atan yüreği ile hissediyordu. Ecelini kendi ellerinle hazırlamak nedir diye sorsalar, tam da onun şu anda yaptığı şeyi anlatırdı. *** Uzun bir yürüyüşün ardından, arkasından Toprak'ın kendisini takip ettiğini hissederek istediği yere sonunda varmıştı. Geldikleri yer Hasan Bey’in arkadaşının teknesiydi. Çoğu zaman birlikte balığa çıkarlardı. Hasan Bey ve İdris kaptan Cemre’nin hevesini kırmayarak tekneyi kullanmayı ona öğretmişlerdi. Teknenin yanına geldiklerinde Toprak, "Burada ne işimiz var?" dese de onu duymazdan gelen genç kız, İdris kaptana seslenmeye başlamıştı. "İdrus kaptan, İdrus kaptan," Sesindeki tını öyle bir çıkmıştı ki öfkesi hala dindiremediği kadar sıcaktı ve gözlerinden yanan volkanları adam gecenin karasına rağmen anlayabiliyordu. Birkaç seslenme sonrası kaptan köşkünden çıkan İdris kaptan şaşkın gözlerle bir Cemre’ye bir de arkasında durup boş gözlerle etrafı inceleyen Toprak'a bakıyordu. "Cemre çizum, haçen bu saatte ha buraya ne araysun? Hemi de arkanda bir hamsiylan?" Gözleri tepeden tırnağa Toprak'ı incelerken soru dolu bakışlarını ona yönlendiriyordu. "İdrus kaptan, ha bize biraz müsaade edeceğsun. Tekne bağa lazum bir-iki saat..." Umursamaz davranıp önemli bir şey yokmuş gibi sıradan davranmak zorundaydı yoksa bu deli kaptan ne o tekneyi ona verirdi ne de Toprak'ı sağ bırakırdı. "Çizum delurdun mu sen? Bu saatte hemi de hamsi kiluklu bu herifnen,yoooo dünyada izun vermem," derken genç kızın arkasında duran Toprak'a keskin bakışlarını bıçak gibi göndermeyi ihmal etmemişti. "Dünyada izun mizun vermeyrum," derken kaşlarını havaya kaldırmıştı. Onu ikna etmek o kadar zordu ama neyse ki şu dünyada onu en iyi tanıyan insanlardan biride Cemre’ydi. Zayıf yönünü bildiği ve onu çok sevdiği için birazcık zaafından yaralanmayı planlıyordu. "İdrus kaptan, bu hamsiylan az bir işim var. Vereceğ musun? Yoksa cidip başka bir tekne mi arayayum?" Bu onun için çok büyük bir cevaptı. Onun teknesi yerine başka bir tekneyi seçmek onun gözünde ona hakaret etmek demekti. Cemre bunu İdris reise ne zaman söylese teknesinin anahtarı kuş misali ellerine konuverirdi. "Tamam, tamam delu çiz, benim de celmemi ister misun? Bu hamsiyi hiç cözüm tutmayi," ellerini arkasına alarak birleştirmiş, bir gözünü kısmış diğer gözüyle hala arkalarında ne konuştuklarını anlamayan Toprak'ı süzüyordu. "Marak etma İdrus kaptan, ben hakkundan celeceğum onin," dediği anda İdris kaptan tekneden halatları çözmek için çoktan inmişti. Cemre tekneye atladığı gibi şaşkın ördek gibi kendisine bakan Toprak'a "Hadi, atlasana hamsi," diyen sesi ona uzaktan geliyor gibi Cemre’ye bakıyordu. "Hadisene hamsi..." diye konuştuğunda söylediklerini yeni idrak etmiş gibi " Hah, ne? Tamam," diyerek tekneye atlamıştı. Cemre kaptan köşküne tırmanırken onu ne yapacağını bilmez bir halde alt katta bırakmıştı. Tekneyi çalıştırıp bildiği yöne doğru ilerlerken yanına geldiğini bile fark etmemişti. Zira genç kız, o kadar öfkeliydi ki kendini sakinleştirmek için içinden konuşsa da sakinleşmesi pek de mümkün değildi. *** Ne oluyordu? Bu deli kız ne yapmaya çalışıyordu? Dahası bu kız ona ne yapacaktı? Hem o bu tekneyi kullanmayı nasıl ve nereden biliyordu? Dut yemiş bülbül gibi tek başına kaldığı sırada, aklını başına toplayıp neler olduğunu sormak için onun bulunduğu yere doğru yöneldi. O kadar sessizdi ki, iddia ediyordu ki kafasının içinde şu an düşünce savaşı veriyordu. Çünkü kaşlarını çatmış, ileriye, gecenin göremediği karanlığına doğru bakarken içinden konuştuğunu artık anlayabilecek kadar onu tanıyordu. "Cemre, nereye gidiyoruz?" dediği anda ateş saçan öfkeli gözleri ile adama baktı ve sadece "Sus Toprak!" dedi. "Sağ kalmak istiyorsan sus," dedi. Aldığı cevap beynine öyle bir vurdu ki o an denizin dibinde adeta nefessiz kalmıştı. Bu tavırları ise git gide Toprak’ı da çığırından çıkarmaya başlamıştı. Cemre’deki sinir ise Toprak’taki de öfkeydi... Tırmanıyor adeta zirvelere tırmandırıyordu. Toprak da insandı nihayetinde ve bir yere kadar dayanırdı. Dayanamadığı noktaya geldiği an onu da hiç kimse tanıyamazdı, gözü gönlü her şeye, herkese kapanıverirdi bir anda… Tekneyi aniden durdurduğunda adama bakıp delici bakışlarını gönderirken bir hışımla omzuna çarparak sadece, "Beni takip et," dedi. Toprak "Eeee yeter artık be..." diye bağırarak peşinden gitmişti. Teknenin en tepesine çıktıklarında ikisi de artık öfkesini kusmaya hazır bir haldeydiler. İkisi de o kadar dolmuşlardı ki, yürekleri, beyinleri ve ruhlarının arınmaya, rahatlamaya ihtiyaçları vardı. Artık taşıyamıyorlar, yaşananlar ağır geliyordu. "Cemre, derdin ne senin söyler misin bana? Derdin ne? Ne bu afralar tafralar? Koldan sürükleyerek tekneye atmalar..." "Asıl senin derdin ne be? Sen hangi hakla benim kuzenimi döversin he? Hangi hakla?" "Kuzenin olduğunu bilmiyordum." "He yani kuzenim olmasa yaptığında haklısın öyle mi? Kuzenim olmasa ne olacak? Seni ne ilgilendirir ya? Sen kimsin be? Üstüne vazife olmayan şeylere niye burnunu sokuyorsun?" "Sen benim olana kadar, yanına yaklaşmaya çalışan erkek sineğe bile yaşama hakkı tanımam. Duydun mu beni? Tanımam!" "Allah'ım sabır ver bana ya... Benden sana ne Toprak? Sana ne?" "Sen benim evvelden yazılmış kaderimsin. Sen benimsin anladın mı? Benimsin... Dokunmayı bırak kuzenin bile olsa sana bu şekilde yaklaşamaz," diye tehditkâr konuşmuştu. "Ben senin hiçbir şeyin değilim. Ne seninim ne de senin nişanlınım. Ben senin hiçbir şeyin değilim." "Buna cidden inanıyor musun?" "Ne? Neye?" "Gerçekten hiçbir şeyim olmadığına inanıyor musun?" "İnanmadığım şeyi niye söyleyeyim sana?" "Kaçmak için..." "Ne saçmalıyorsun sen? Ne kaçması?" "Benden, duygularından, hissettiklerinden kaçıyorsun. Kendine itiraf etmekten deli gibi korktuğun aşkından kaçıyorsun." "Delirmişsin sen. Söylediklerin deli saçmasından başka bir şey değil." "Evet delirdim... Gözlerimiz birbirine değmeden bir vasiyet ile aşk yüreğimize değdi. Birbirimize ait olduğumuzu neden anlamak istemiyorsun Cemre?" "Toprak! Yeter, kes artık saçmalamayı... Söyler misin bana? Sen neden anlamak istemiyorsun? Benim sana âşık olduğum falan yok. Hayal dünyasında yaşıyorsun sen... Sana duyduğum tek şey öfke, kızgınlık daha fazlası yok, olamayacak da. Tek istediğim yakamdan düşmen, başka bir şey istemiyorum." "Yakandan düşme mi istiyorsun?" "Evet, düş artık yakamdan. Biz farklıyız gör artık bunu, gece ile gündüz kadar farklıyız. Bak etrafına hava karardı. Gece tüm karanlığı ile üzerimize çöktü. Gündüz yok, ışık yok, umut yok, anla artık bunu, anla..." "Asıl sen anla artık. Gece gündüzden, gündüz geceden vazgeçebilir mi? Onlar birbirini tamamlayarak bir bütün oluşturmuşlar, tıpkı biz gibi... Onlar kavuşamadı belki ama biz kavuşacağız, evleneceğiz Cemre’m..." "Toprak sana git dedim, gitmedin. Kaçtım, peşimden geldin. Anlaşma üzerine anlaşma yaptık, uymadın. Gideceğim dedim, yapmadığın çocukluk kalmadı. Peki, söyle bana bu yaptıklarının hangisi beni durdurdu. Hangisi beni durdurup yolumdan döndürdü. Ben sana söyleyeyim, hiçbiri... Ben seninle asla evlenmeyeceğim. Bunu o kalın kafana soksan iyi olur." Dediği anda telefonu çaldı. Önce duymazdan geldi. İkisi de bitmiş, tükenmişti. Karanlık, sessiz bir koyda, Karadeniz'in kucağında Cemre de Toprak da birbirlerine olan öfkelerini son haddine kadar kusuyorlardı. Bağırıyor, çağırıyor şimdiye kadar söyleyemediklerini söylüyorlardı. Canları yanıyor, can yakıyordular. Artık her şey, bu gecede bu karanlıkta son bulacaktı. Bildikleri, bilmedikleri, farkına bile varmadıkları, hissettikleri ne varsa, bu kara gecede kara sulara gömülür gibiydi. Tufan'ın hayatlarına gerçek bir tufan gibi girmesiyle alt üst olmuşlardı. Beklenmedik bir misafir her şeyi zamansız yerle bir etmişti. Geri dönülemez yollara girerken, birbirlerine söyledikleri sözleri ile içlerinde tarifi imkânsız yaralar açıyorlardı. Açtıkları yaralar ruhlarında kanamaya başlamışken, sormaya bile fırsat bulamadan Cemre'nin ısrarcı telefonu susmak bilmiyor tekrar tekrar çalıyordu. Cemre daha fazla dayanamadı, bir hışımla telefonu açarak hiddetle cevaplarken " Ne var?" diye bağırdı. Telefon konuşmasının başındaki hiddet gözle görülür derecede azalmıştı. Dahası Cemre'nin gözleri dolup boncuk boncuk akarken duvar gibi sert ve hissiz bir hale dönüşmüştü. Elleri titrerken, elinin altındaki telefon titreyen parmakları arasından kayıp gitmişti. Toprak ne olduğunu anlayamadan, şoka girmiş Cemre'nin omuzlarından tutarak onu sarsmaya başlamış, kendine getirmeye çalışıyordu. "Cemre iyi misin? Ne oldu? Cemre cevap ver canım? Ne oldu lütfen konuş?" diye onu kendine getirmeye çalışırken gözlerinden akan yaşlarla genç kız ona bakıyor adeta gözlerinin içi titriyordu. Titrek sesi ile diyebildiği tek şey sadece " Ba-Babam," oldu. Daha fazla konuşamadan hıçkırıklar ile ağlarken dizleri onu daha fazla taşıyamamış, sert bir şekilde yere düşmüştü. Hemen yere çöken genç adam ona sarılırken genç kızı sakinleştirmeye çalışıyordu. "Ağlama Cemre’m," diye onun sırtını sıvazlıyor saçlarını öpüyordu. Aklından Hasan amcaya ne olduğunu deli gibi merak ederken şu an bunu sormaya cesaret edemiyordu. “Allah'ım ne olur tahmin ettiğim şey olmasın. Benim yaşadığım acıyı Cemre’me bu kadar erken yaşatma. Yalvarırım Ya Rabbim, yalvarırım,” diye bin bir duayı içinden sıralarken Cemre'sinin acısını dindirmeye, onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Şu an istediği tek şey gözünden boncuk boncuk akan yaşları dindirmekti. Karadeniz’in kara gecesinde, yürekleri yakan kara bir haber… |
0% |