@ugurluay
|
19.BÖLÜM(***Aşk'ın Gözü Kör, Kulağı Sağır***) "Görmedi, Senden daha güzelini, daha özelini bu gözler görmedi, Duymadı, Senden başka her şeye ve herkese bu kulaklar sağır oldu, Bilmiyor, Ne senden önce ne senden sonrasını bilmiyor bu yürek..." Toprak, eline çay fincanını almış dudaklarına doğru götürürken bir yandan da gazetesine göz gezdiriyordu. En azından yanındaki genç karısının güzelliğinden etkilenmemeye çalışırken aklını toparlamaya çalışıyordu. Elinde öylece aheste salınan gazeteyi okuduğunu gösterir gibi gözlerini hareket ettirerek, okuyorum havası yaratmaya çalışıyordu. Ayfer Hanım daha kahvaltıya inmediği için Cemre gergin bir şekilde, diken üstünde otururken, Toprak gayet rahat sandalyesine yayılarak oturuyordu. Yalnız olmalarını fırsat bilen Toprak, o özlediği hırçın güvercinini eski haline döndürmek istiyordu. Bunun için sürekli fırsat kolluyordu. Son zamanlarda durgunlaşan genç kızın bu halini çözemeyen ve bu hallerine bin tane anlam yüklemeye başlayan Toprak, didiştikleri eski günleri arar olmuştu. Yandan bir bakış atıp genç kızı utanmazca süzmeye başladı. Cemre ise hiç oralı olmadan, dalgın bir şekilde önünde bulunan tabağın içindekileri didikliyordu. Yine ne düşünüyordu bu hırçın cadı acaba... Davranışları son zamanlarda değişmiş artık ona daha farklı bakmaya başlamıştı. Davranışlarından olmasa da bakışlarındaki farklılaşma Toprak'ı küçük çocuklar gibi sevindiriyor, geleceğe dair içinde umut pıtırcıklarının oluşmasını sağlıyordu. Toprak, genç kızın bakışlarındaki farklılaşmanın, hissettirdiklerinin sebebini anlayamıyor bir türlü anlamlandıramıyordu. Birkaç kere sormaya yeltenmiş ama kazandığı bu ilgi kırıntılarını da yitirmekten korktuğu için cesaret edememişti. Korkuyordu, ondan gelen iyi bir şey, güzel bir söz ya da bakışın bir anda yok olup gitmesine, bir sihir gibi ömrüne gelenlerin büyü bozulduğunda ortadan yok olup gitmesinden, ellerinin arasından kayıp gitmesinden deli gibi korkuyordu. Cemre, onun için varlığından habersiz yaşayan bir adamın benliğini, kendini bulmasını sağlayan bir candı. Toprak, karşı taraftan gelmeyen konuşmayı en sonunda kendisi başlatmaya karar vermişti. Çünkü biraz daha konuşmazsa, bu kızın sessizliği kendinde oluşan sinirin hat safhaya ulaşmasına sebep olacak, öfkesinin ise zirve yapmış haliyle elindeki gazeteyi paramparça edecekti. "Sohbetine de doyum olmuyor doğrusu..." genç kıza ters ters bakarken ağzındaki kelimelerin tıslama şeklinde çıktığının farkında bile değildi. "..." Lanet olsun! Şuna bak cevap bile vermemişti. Ne düşünüyordu acaba? Yoksa... Yoksa... Masa başında kendini kaybedecek kadar düşündüğü şey o kılkuyruk muydu? Kahretsin! Aklına gelen kişinin ismi ile gözünde canlanan cisminin ardından kanın beynine sıçraması ile adeta gözü dönmüştü. “Benim evimde, benim masamda, benim yanımda...” Aklına gelenler ile genç adam, elindeki gazeteyi buruşturup bir hışımla masaya sert bir şekilde fırlattı. Çıkan keskin ses ve masanın sarsıcı bir halde sallanmasıyla neye uğradığını şaşıran Cemre birden olduğu yerde irkildi. "Ne oluyor ya ?" diyen şaşkın ve ürkek bakışlarla genç adama bakıyordu. "Cemre..." Sesinin hiç de nazik olmayan hiddetli hali Cemre’nin anlamayan bakışları ile buluştuğunda kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. "Ne oluyor Toprak? Niye durduk yere bağırıyorsun?" dediği anda elindeki çatal bıçağı tabağa kızgın bir şekilde bıraktı. Etrafta birilerinin olmaması ise tamamen şanstı. Yeni evli bir çiftin, daha balayına bile çıkmamış olan çiçeği burnunda bir çiftin böyle kavgalarına şahit olmaları pek de hoş olmazdı doğrusu... "Kendin buradasın ama aklın nerede acaba?" "Doğru konuş Toprak..." Anlamaz gözlerle ona bakarken bakışları hesap sorar gibiydi. "Aklın nerede Cemre?" "Toprak, saçmalıyorsun..." konuşmadan sıkıldığını belli eder gibi kafasını yana çevirirken bıkkınca bir ses çıkardı. Bu tavrı adamın daha fazla sinirlenmesine sebep oldu. "Cemre..." Tamam, sesinin ayarını ayarlayamamış olabilirdi ama bu kızın başka birini düşünme ihtimali bile artık kanının deli gibi akmasına sebep oluyordu. Sadece bir ihtimalin onu bu hale getirmiş olmasına hala inanamasa da bu onun engel olabildiği bir duygu değildi artık. “Çünkü o, o gece gözlü yar benimdi... Her şeyi ile bana aitti, beni sevmiyor olabilirdi ama o benim karımdı. Bir gün beni sevecekti. O yüzden başkasını düşünmek bir yana bunun ihtimali için bile öfkemi kontrol edemezdim.” Yüreği aklı ile savaşırken ortamdaki gerilim yükselmişti. "Toprak, gerçekten saçmalıyorsun. Ben bu konuşmayı gerçekten yapmak istemiyorum. Gerçekten..." dediği anda ayaklanmış arkasını dönüp gitmeye yeltenmişti ki ani bir hareketle attığı ilk adımda kolundan canını acıtmak pahasına genç adam sertçe tutmuştu. "Ben mi saçmalıyorum? Ben mi saçmalıyorum? Allah aşkına Cemre... Yanımdasın ama yoksun. Konuşuyorum ama sana söylediğim her cümle duvara çarpar gibi bana geri dönüyor. Aklın nerede Cemre?" Genç adamın sıkı tutuşundan rahatsız olduğunu gösteren tehditkâr bir bakış göndererek geldiğinden bu yana gösterdiği masum kız tavrından sıyrılıp asi tavrıyla kolunu sert bir şekilde geriye doğru ittirdi. "Bırak kolumu ayarsız kütük... Aklımın hesabını sana mı vereceğim? Sanana ne? Aklım neredeyse nerede sana ne? Seni neden bu kadar ilgilendiriyor? Unutma hayatlarımız bize özel kalacak... Sen bana ben sana dâhil değilim. Paylaştığım tek şey soyadın..." Söyledikleri adamın sinirini en uç noktalara taşırken ona zarar vermekten deli gibi korkmaya başlamıştı. Derin derin nefes alırken kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. "Cemre beni delirtme!" Sesi koskocaman bahçede yankılanırken, vücudunun sinirden zangır zangır titrediğini hissediyordu. Kalbi kulaklarında atarken, az sonra sinirden kalp krizi geçirme ihtimali olduğunu fark etmesi çok da zor olmadı doğrusu... "Ne bağırıyorsun be ayarsız herif? Annen duyacak şimdi, kes şu sesini yoksa ben kesmesini bilirim." "Cemre aklın nerede senin? Kimi düşünüyorsun?" Toprak, inatçı bir çocuk gibiydi, takıldı mı takılıyordu işte... "Allah'ım sabır ver bana ya..." Saçlarını karıştırıp bir sağa bir sola giderek sakinleşmeye çalıştığını anlamıştı. "Bak, büyütecek bir şey yok tamam mı? Dalmışım sadece..." Bir eli belinde bir eli saçlarında deli dana gibi dolanırken ona laf anlatmaya çalıştığı hali ne kadar da tatlıydı öyle ya... Ama içindeki kıskançlık ateşi bu düşünceleri yakıp geçerken öfkesi yine tavan yapmıştı. "Dalmışsın, sadece dalmışsın öyle mi? Buna inanacağımı mı sanıyorsun, buraya geldiğimiz günden bu yana bambaşka bir insan oldun çıktın. Annemin yanında uysal bir melek, benim yanımda sert bir duvar... İnan ne düşündüğünü düşünmekten yoruldum artık Cemre..." "Toprak, abartacak ne var Allah aşkına... Sadece dalmışım, ayrıca anneni gerçekten çok seviyorum. Bana çok iyi davranıyor, bana şefkatle yaklaşan birine nasıl davranmamı bekliyorsun ki? Hem sen neden bu kadar hiddetlendin durduk yere?" Cemre, Toprak’ın gözlerinin içine bakarken ondan bir şey bekler gibi bakıyordu. Sanki söylemesini istediği, sabırsızca beklediği bir söz vardı. Umut kırıntılarına tutunmuş, gözlerinin içi ışıl ışıl genç adama bakarken titriyor ve ona farklı bir ısı ile bakıyordu. Toprak, bugüne kadar onun gözlerinden hissetmediği bir sıcaklığın gözlerinden vücuduna yayıldığını hissediyordu. Bakmıyordu adeta içine işliyor, ruhunu ve bedenini ele geçiriyordu. İlmek ilmek yüreğine akıyordu. Toprak’ın jetonunun köşeleri azalmak yerine her geçen gün daha da artması ise işini daha da zorlaştırıyor, saf saf genç kıza bakıyordu. Gözleri, gözlerinin içindeki gizliliğin anlamını çözmeye çalışırken o yine efsun bakışına eşlik eden tadına doyum olmaz sesiyle "Ortalığı ayağa kaldıracak kadar neden sinirlendin ki sen?" diye seslendiğinde genç adam kendine geldi. “Hakikaten Toprak, neden bu kadar sinirlendin,” diye kendi kendine düşünürken, nasıl da öfkesinin kurbanı olduğunun farkına varıyordu. Bir çuval inciri berbat etmek üzere olduğunu düşündüğü anda gözlerini onun gözlerinden hoyratça çekip almıştı. Daha fazla gözlerine bakarsa genç adam cevap vermeyi bırak, konuşmayı unutacaktı. Düşün Toprak, düşün... Şimdi bunu itiraf edemezdi. Ona söyleyip onu kazanma ihtimali varken şimdi, şu anda Cemre’yi kaybedemezdi. Caner'i düşündüğün için seni KISKANDIM diyemezdi. Daha aralarında başlayamayan bir şeyi, gün yüzüne çıkamayan yüreğindeki aşk tohumunu, içinde gün ışığını göremeden çürütemezdi. O yüzden en sağlam nedene bağlamalıydı olayı, tabiî ki onun dilinden dökülüp aklından onayladığı evlilik oyununa, evcilik anlaşmasına... "Ben, şey, o kadar dalgınsın ki çevreden farklı algılanıyor. İnsanlar tarafından gerçek bir evlilik yaptığımız düşünülüyor, buna annem de dâhil. Babamı yeni kaybettim Cemre, annem zaten yıkıldı. İçinde oluşan boşluğu bizim mutluluğumuz ile dolduruyor. Onu üzmek istemiyorum. Buradan çıkarkenki halimi çok iyi biliyor ve mutlu olamayacağımı düşündüğü için çok korkuyordu. Döndüğümde ise bambaşka bir mutluluk ile karşıladı bizi... Bizim gerçek bir evlilik yaptığımızı düşünüyor. Ama senin farkında olmadan dalıp gitmelerin, onun şüphelenmesine yol açabilir. Hem çevreye karşı benim yanımdaki tavırlarına dikkat etmeni istiyorum. Bazen bu evliliğin istenmeyen zoraki bir anlaşma olduğunu o kadar belli ediyorsun ki ben, ben çok zor durumda kalıyorum. Evet, bu evliliği vasiyet için kabul etmiş olabilirim ama sonuçta benim de bir itibarım var. Ben seni zorla o nikâh masasına oturtmadım. Evleniyoruz diyen sendin. Şimdi seni bu duruma zorla sokmuşum gibi davranma bana. Haksızlık yapıyorsun, beni de çevreme karşı mahcup ediyorsun." Yuh Toprak, nasıl bir konuşma yaptın öyle sen ya... “Ucuz yırttım,” diye düşünürken sesinin sert ve gergin çıktığının farkında bile değildi. Bakışlarını çekinerek Cemre'ye yönlendirdiğinde, onun çökmüş omuzlarını hayal kırıklığına bürünmüş bakışlarını gördüğünde Toprak neye uğradığını şaşırmıştı. Ne olmuştu ki şimdi? Toprak ne yapmıştı da bu kızı bu hale getirmişti? Onun söylediklerini adam kendi diliyle dökmüştü kulaklarının hizmetine... *** Toprak, az önceki tedirginliği üzerinden atıp artık daha sakin konuşmaya başlamıştı. Konuyu değiştirip Cemre’yi yaptığı konuşmanın etkisinden bir an önce çıkarması gerekiyordu. Genç kızın aklını dağıtmak için adam aklına gelen ilk soruyu sormuştu. "Cemre, bugün ne yapacaksın?" Ona o kadar şaşkın bakıyordu ki gözlerinden "Dengesiz misin oğlum sen?" dediğini duyar gibiydi. Yine de onun asi güzeli hemen kendini toparlayarak cevap verme çabaları içine çoktan girmişti. "Ben, şey... Mira ile görüşeceğim. İzmir'deydi yeni dönmüş. Onunla görüşeceğim." Mira mı? O da kimdi ki şimdi ya? "Mira? O kim? Daha önce hiç bahsetmedin..." Toprak’ın kaşları çatılmış genç kızın ona bakmayan gözlerine sert ve meraklı bakışlarını gönderiyordu. "Seninle çok fazla konuştuğumuz yok ki... Hem beni tanımıyorsun, hakkımda ne biliyorsun ki Mira'yı bileceksin?" Bu nasıl bir cevaptı şimdi ya... Sanki Toprak’a kendini açtığı, anlattığı vardı da, tövbe tövbe. Sabırların dibini sıyırır duruma da getirmişti ya genç adam tebrik ediyordu resmen onu. Bravo yani... "Seni tanımam için izin vermedin ki..." Sesinde engel olamadığı bir gerginlik oluşmuştu ki bu resmen hakkıydı… "Ne?" Hayretle gözlerini açmış ona bakıyordu. Dalga geçtiğini falan sandı galiba ama onun hemen durum kurtarma pardon kıvırma hareketiyle kendini soktuğu bu halden çıkarması lazımdı. "Yani seni tanıyacak zamanım olmadı. Neyse bu Mira kim?" Hah, Aferin Toprak asıl konuya odaklan, konuyu saptırma. "Benim üniversiteden arkadaşım, aynı evde kalmıştık. Arkadaştan, dosttan öte kardeşim sayılır." Vay, Selin ve Caner uyuz ikilisinden sonra yoksa bir uyuz daha mı çıkmıştı. "İzmir'de mi yaşıyor?" "Yok, aslında İstanbul'da yaşıyor. Kuzeninin düğünü için oraya gitmiş. Uzun zamandır yurt dışındaydı. İstanbul'a kesin dönüş yapmış. Onunla konuşmaya ihtiyacım var." Allah'ım bu anları Toprak’ın tarihe yazması gerekiyordu. Baksanıza güzel karısı ona tatlı tatlı açıklama yapıyordu. Bu ender görülen bir durum değil de nedir ya? Ağlamak istiyordu Toprak… "Hım, bugün onunla olacaksın yani…" "Evet, bir sorun mu var?" Gözlerini kısmış şimdi ona bakarken ağzından dökülecek kelimeleri analiz eder nitelikteydi. "Yok, sadece merak ettim. Şoföre söylerim seni istediğin yere bırakır." Aferin böyle devam, umursamaz tavırlarla yola devam... "Yok, gerek yok. Ben hallederim." Ne demek hallederim ya, vallahi kalpten götürecek bu kız genç adamı, Toprak izin verir mi kızım senin yalnız dolaşmana? "Sana halledemezsin demedim. Sadece aklımın sende kalmasını istemiyorum. Hem işin bitince akşama bana lazımsın." Sürprizi söylemese iyiydi ama onun yüreğindeki bakla ağzına düşünce engel olunamaz halde kıpı kıpır ediyordu onu, Toprak ne yapsın... "Ne? Neden? Niçin?" Yuh kızım makineli gibi saydırdın ya... "Çok soru soruyorsun." "Kim? Ben mi?" Ah şu gözlerini çakmak çakmak açıp ateşler içinde ona bakması yok mu? "Ah be güzel karıcığım..." Kaşınıyordu ya, resmen güzel karısının damarına basıyordu. "Bana yalnızken karıcığım deme!" Eyvah eyvah dişlerini sıkmaya başladı. "Neden? Karım değil misin?" İşte adamın bu çapkın ve ukala sırıtışını onun hiç sevmediğini adı gibi biliyordu. Biraz daha zorlarsa sert bir yumruğu gözü ile buluşturacağına yemin dahi edebilirdi. "Karınım ama gerçekte değil." Küçük çocuklar gibi yerinde tepinmesi genç adamı gülme krizine sokmaya aday olsa da şu an dudaklarını ısırarak bu durumu atlatmaya çalışıyordu. "Başladık yine ya..." "Neye başladık?" "İlk tanıştığımız zamanlarda nişanlım diyordum da sen nişanlım deme diyordun ya. Şimdi de karıcığım deme diyorsun. Dejavu yaşar gibiyim... Bakıyorum da benim jetonun köşeleri sana geçiş yapmaya başlamış. Üzüm üzüme baka baka kararır diye boşuna dememişler." "Of Toprak saçmalama lütfen! Yalnızken numara yapmana gerek yok. Zorlama kendini." "Ne zorlaması ya..." Ne zorlamasından bahsediyordu bu kız... "Tamam Toprak uzatmayalım." "Ben bunu zorla söylemiyorum çünkü..." "Tamam Toprak konuşmayalım bu konuyu daha fazla." Toprak, dilinin ucuna gelip de söyleyemedi, sözünü yine tıkadı hatunu ağzına. Ya görmüyor musun adamın halini, duymuyor musun sesini, tüm hücreleri ile seni sevdiğini, sana âşık olduğunu haykırıyordu. Deli kız niye böyle yapıyordu ki? Of…. Toprak, "Neyse, dediğim gibi," diyerek orada daha fazla duramayacağını anlayarak hareketlendi. Az önceki gibi tekrar öfke patlaması yaşamak istemiyordu. Bu ona da Toprak’a da daha doğmamış ilişkilerine de zarardı. Arkası ona dönmüş bir halde adam konuşmasını sürdürdü. "İşin bittikten sonra şoför seni benim yanıma şirkete getirecek. O zamana kadar ben işlerimi halletmiş olurum. Tamam mı KARICIĞIM!" son kelimeyi bastıra bastıra söylemişti. Onun damarına basıp anlaşmazlıklardan doğan anlaşma biçimlerine dönmek için çabalamıştı. O da aynı şekilde ve şiddetle "Bana KARICIĞIM deme!" diye haykırmamış resmen pöğkürmüştü. Cemre’nin verdiği tepki genç adamın hoşuna gitmiş, dahası bundan büyük bir haz almıştı. Dudakları yukarıya doğru arsızca kıvrılmış, gülmeye hatta kahkaha atmaya başlamıştı. Son anda aklına gelen şey ile birden ona döndü. Onun hala ayakta olduğunu ve sinirden kıpkırmızı olduğunu görünce aklındaki tilkiler fır fır dönmeye başladılar. Hemen onun yanına gelip, belinden sertçe tutup genç adam kendine şiddetli bir biçimde çekmişti. Toprak’tan beklemediği bu ani çekiliş ile ne yapacağını bilemeyen hırçın güvercini kendine geldiği anda yerinde tepinmeye göğsüne sert yumruklarını indirmeye başladı. "Ayarsız kütük bırak beni ne yaptığını sanıyorsun sen? Dokunma bana, çek o pis ellerini üzerimden." "Ay canım karıcığım kıyamam sana..." "Bana karıcığım deme dedim sana!" "Ah tatlım ne güzel de cilve yapıyorsun sen söyle." "Toprak saçmalama be ne cilvesi." "Çırpınmayı bırak güzelim kocan değil miyim sonuçta." "Toprak bırak beni yoksa kafanı kıracağım senin!" "Ah Cemre’m ne yapıyorsun sen bana böyle?" "Ben sana hiçbir şey yapmıyorum ayarsız kütük, tomruk herif bırak beni." Böyle dediği anda tutuşunu daha da sıkılaştıran Toprak, onun kendi gözlerine odaklanmasını sağlıyordu Yalnızca dikkatini çekmek istemişti, başta başka hiçbir niyeti yoktu. Toprak’ın ağzından dökülmüş olan son cümle, genç kızın hareketlerinin azalıp kıpırtısız kalmasını sağlamıştı. Şimdi sadece sevdiği adamın gözlerine bakıyordu. "Cemre’m yarın sabah babanlar geliyor. Uçağı ayarlattım. Sana sürpriz olmasını istiyordum ama dayanamadım. Nikâh yemeğimiz haftaya değil üç gün sonra planladığımızdan daha erken yapılacak. Onları özlemiş olabileceğini düşündüm." Dediği anda gözleri ışıl ışıl parladı. "Toprak..." Sesi titrek çıkarken cümlenin sonunu tamamlayamadı. Daha doğrusu tamamlamasına izin vermeden gözlerinde gördüğü, anlamak istediği anlamı o an aklına yapıştırırken dudaklarıyla dudakları birleşivermişti. Her şey o kadar ani o kadar hazırlıksız gerçekleşmişti ki ikisi de ne olduğunu anlayamadan bambaşka bir huzur âleminde bulmuşlardı kendilerini… Aklını peynir ekmek ile yemiş olmalıydı bu adam. Bu hareketi yapmış olmazdı değil mi? Cidden Toprak bunu korkmadan, çekinmeden, sonunu hiç düşünmeden yapmıştı. Plansızdı belki ama Cemre onun gözlerine ışıl ışıl bakarken Toprak’ın ona deli divane olup ateşler içinde yanan yüreği bu duruma daha fazla kayıtsız kalamazdı. Dudakları dudaklarına değdiği o an Toprak ölmüştü. Cidden o an ölmüş olmalıydı. Yeryüzünde gizlenmiş bir cennet varsa adam tamda şu an oradaydı. Soluğunun kesildiği halde yaşadığı, vücudundan ruhunun çekildiği anda yeniden can bulduğu yerdeydi. Hayatının anlamını kaybetmiş ve yüzyıllarca kaybettiğini ararken, umudunu kestiği anda ona kavuşmuş gibiydi. Tutuşunu gevşetmiş yavaşça ondan uzaklaşırken onun gözlerinin kapandığını ve dudaklarının aralandığını görmüş, Cemre’nin dağılmış halde olduğunu daha yeni fark ediyordu. Gerçi kendisinin de sevdiği kızdan farkı olduğu söylenemezdi. “Bu onun ilk öpücüğü olamazdı değil mi? Bir dakika ya bu olabilir miydi? Ben onun ilk öpücüğünü verdiği erkek olabilir miydim? Bu gerçekten olabilir miydi?” Beynimde binlerce soru dolanırken beklemediği bir hamle... “Ah!” diye bahçe içinde yankılan keskin bir erkek sesi… Ve Toprak Bey yerde... Elleri kasıklarında... Vücudunu az önce saran zevkin yerini şimdi büyük ve sarsıcı bir acının alması, bu bir tesadüf değildi... Bu, bu sadece hırçın cadısının uzun zamandan sonra kendine geldiği ilk anda kasıklarının arasına attığı sert tekmenin sarsıcı yankılarıydı. “Ah! Bu yapılır mı bana ya?” Yediği darbenin ardından vücudunu taşıyamayan ayaklarının iflas ettiği noktada önce dizlerinin üzerine çöktü. Elleri kasıklarında, bedeni yerde acıdan kıvranırken, Cemre aşağıya doğru eğilmiş adamın gözlerinin içine bakarak , "Bunu bir daha sakın deneme, bir dahakine bu kadar insaflı olmayacağımı garanti ederim!" Diyerek genç adamı yerde kıvranırken bırakmış ve çoktan Toprak’ın görüş sınırlarının dışına çıkmıştı. Ah! Kahretsin, bu nasıl bir acıydı böyle ve ben böyle bir tehlikeyi nasıl olurda düşünemezdim. Söz konusu Cemre ise nasıl tüm ihtimalleri önceden hissedip kendimi koruyamadım ki? Cevap basitti aslında, ona aşığım, çünkü aşkın gözü kör, kulağı sağırdı... Hırçın Cadı'dan Toprak'ına Anlamıyorsun, Ne bir adım ileri ne bir adım geri, Sende durdum, sende kaldım, Fark etmiyorsun. Durgunluğumu, suskunluğumu dillendiremiyorsun, Yüreğinden yüreğime ferahlık köprüsüyle ulaşamıyorsun. *** Yüreğimdeki aşk ziyafetini sunuyorum sana, Vaat ediyorum, Değerimi bil, değerini bileceğime söz veriyorum. *** Duvarlarım var benim, sert, sık taşlarla örülü, Zor, gerçekten zor o duvarları yıkmak. Duvarların ardında sınırlarım var benim, Sınırları geçsen sarp kayalıklarım var, Zor, bentlerimi yıkmak, Çok zor sınırlarımı geçmek, Sarp kayalıkları geçip bana ulaşmak çok zor, *** Gönüllüydün vazgeçtin. Mecbur kıldım, zorunlu gönüllü oldun. Şimdi ise en büyük hediyemi benden izinsiz çaldın. Rüyalarımın prensi ilk öpücüğümün hırsızı oldun. Beklemiyordum. Böyle hayal etmiyordum. Henüz değildi, daha değildi. Bu yüzdendir yakıcı cevabımın sebebi, hak edene hak ettiğini yaşatıyorum. Ne bir eksik ne bir fazla... Sende durduğum, kaldığım o noktada... |
0% |