Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@ugurluay

21.BÖLÜM (***Özel , Güzel ve Unutulmaz***)

" Senin gözlerin benim gizli cennetim,

Bu gözler seni gördüğü an dünya nimetlerine gözlerini kapadı,

Bu yürek içine düşen kor parçası ile alev alev yandı,

Bahşettiğin cenneti cehenneme döndürme,

Gel, gel bana gece gözlü yârim...

Ruhum bedeninde can bulsun,

Gel bana ruhumun yâri,

Kalbim gözlerinde nefes alsın..."

"Tamam Mira, söylediklerin aklımda, sayende hafızama kazındı. Her şeyi harfiyen çok net hatırlıyorum. Tamam kızım ya amma uzattın... Arabadayım şimdi, gelmek üzereyiz galiba... Malum Toprak beyimizin emrettiği üzere istediği yere istediği şekilde şoförü ile gidiyorum. Tamam Mira ya, kapat artık çenen çok mesai yapmaya başladı. Arayacağım ben seni..." Cemre, Mira'nın havada uçuşan cümle ve sorularını duymazdan gelerek, cevap bile vermeden genç kızın suratına telefonu şak diye kapattı. O kadar çok gerilmişti ki Mira'nın saçmalamasını dinleyecek ne kafası nede cevap verecek gücü kalmıştı. Oturduğu arabanın koltuğu ne kadar konforlu olsa da genç kız o derece rahatsız oluyor adeta diken üstünde oturur gibi huzursuzca hareket ederek kımıldanıp duruyordu.

Cemre, gidiyordu. Kalbini çalan adamın karşına çıkıp hesap soracak, bunun bedeli olarak cezasını aklını alarak kesecekti. Gidiyordu, hızla yüreğinin hırsızı, rüyalarının beyaz atlı prensine, hayallerine süslemeye başlayan, ilk öpücüğünü çalan adama doğru adım adım değil bildiğin tam gaz süratle gidiyordu. Bu gece gittiği yeri bilmeden, bir bilinmeze doğru yaptığı yolculuk yüreğinin heyecan ile birlikte korku ile de dolmasına sebep oluyordu. Gittiği yerde ne olacak ne ile karşılaşacaktı bilmiyordu. Ama deli gibi merak ediyordu. Bu aklının çalıştığına şüphe ettiği ayarsız herifin kafasından geçenleri o kadar çok merak ediyordu ki... Onun için hazırlanırken aklından bu gece ile ilgili binlerce plan yapmış hepsine de mantıklı bir sebep bularak kafasından silip atmıştı.

"Cemre hanım geldik." Diyen şoförün sesiyle dalıp gittiği dünyadan aynı hızla geri çıktı.

"Heh! Ne?" Kaşlarını çatmış suratsız şoförün ne dediğini algılamaya çalışıyordu. Kafası Toprak ve gece ile ilgili o kadar meşguldü ki şu an algıda problem yaşıyordu.

"Geldik burası efendim."

"Burası neresi?"

"Bana buraya getirmem söylendi efendim. Daha fazlası hakkında bir bilgim yok." Ayarsız herifin suratsız şoförü ne olacak...

"Başımıza nasıl bir bela açıyorsun acaba Toprak Bey?" Cemre, fısıltı halinde mırıldanırken iç sesinin arabanın içinde yankılandığından habersizdi.

"Bir şey mi dediniz efendim."

Suratsız şoförün sesiyle kendine gelen genç kız duydukları ile aklından geçenlerin nasıl fütursuzca dilinden döküldüğünü fark etmişti. Cemre, durumu kurtarmak adına , "Yok, yok bir şey demedim. Teşekkür ederim," dediğinde sesi tıslar gibi çıkmıştı. Suratsız herif ne olacak... Acele hareketler ile elbisesine dikkat ederek arabadan inmişti. Az önce şoförün yanında aklındakileri seslendirdiği için kızaran yüzünün, gecenin karanlığı arasında gizlenmesi ise tamamen şanstı. Cemre, arabadan indiği anda aracın hareket ederek gözden kaybolması genç kıza ufak çaplı bir şok yaşatsa da kendini hemen toparladı. Malum önünde çözülmesi gereken kocaman bir bilinmezlik ve sorulması gereken bir kalp hırsızlığının hesabı vardı.

Cemre, üstüne çeki düzen verip arkasına ani bir dönüş yaptığında gördüğü ile kalakalması bir olmuştu.

"Yuh, burası neresi böyle ya..." Cemre, ilgi ile etrafı izlerken gözlerine bir türlü inanamıyordu. "Burası ne menem bir yer böyle... Aman Allah'ım..." diye iç geçirirken hayretle açılmış ağzını bir yandan da kapatmaya çalışıyordu. Şehir dışında gözlerden uzak, orman içinde, deniz kenarında bir mekâna, mekândan öte bir eve, evden de öte Cemre'nin hayallerinde yaşamayı istediği evine benziyordu. "Burası neresi böyle ya..." İç çekişlerini bir kenara bırakırken adım adım mekâna daha doğrusu hayallerine doğru ilerliyordu. Mavi beyaz ışıklandırmaların gözlerini kamaştırmasına hayran kalmıştı. Nasıl bir ışıklandırma, nasıl bir görsel şölendi bu böyle...

Cemre, kapıya ulaştığı anda kapıda karşılaştığı pembe bir zarf ile boğazından çıkan kendine has çocuksu kıkırdamasına engel olamadı. Bu ayarsız kütükcük ergenler gibi ona mektup mu yazmıştı? Ah kıyamam ne kadar da ormantik... Eline aldığı zarfın içini açtığında eline gelen resim ise karşılaşmayı ummadığı tek şeydi belki de...

Bu, bu resim... Bu resim Cemre'nin doğduğunda dünyaya ilk merhaba dediği anda babasının acemice çektiği, annesinin kucağında hastane odasında çekilen ilk fotoğrafıydı... Bu fotoğraf annesinin en nadide fotoğrafları arasındaydı ve asla kimseye vermezdi. Ailenin fotoğraf albümünde yadigârların arasında saklanırdı. O günleri annesi anlatırken hala gözleri dolardı. Adını nasıl koyduklarını ballandıra ballandıra anlatırdı. Ama bu, bu nasıl olabilirdi? Cemre'nin yüreğinde fırtınalar koparken aklına binlerce soru üşüşmeye başlamıştı. Gözleri fotoğrafla karşılaştığı andan itibaren gözlerinin yanmasına engel olmaya çalışıyordu. Ta ki arkasında yazılanları okuyana kadar... Resmin arkasında yazılanlar kalbinin bir an durduğunu hissettirmiş, soluksuz kalmasına sebep olmuştu. Onu kendine getiren ve hala yaşadığını hissettiği an ise az önce yanmasına engel olmak için çaba sarf ettiği gözlerin şimdi boncuk boncuk yaş dökmesiydi. Geri itmeye çalıştığı yaşlara engel olmak artık bu duygu seli ile imkânsızdı...

"Sen dünyaya geldiğinde bana çoktan yazılmıştın can yârim. Bana yazılarak benim için gönderilmiş bir meleksin... Hayata merhaba derken, ben sana senden uzakta ruhumdan ruhuna hoş geldin diyordum meleğim..."

Cemre olanlara bir türlü inanamıyor, aklı almıyor bir türlü mantık çerçevesine yatırıp anlam veremiyordu. Bu adam, bu fotoğrafa, nasıl, ne şekilde, ne ara ulaşmıştı böyle...

Cemre, kapının üzerindeki anahtarı titreyen eller ile çevirirken, fark ettiği başka bir ayrıntı içindeki fırtınaların şiddetini arttırırken, vücudunun sarsılmasına sebep oluyordu. O anahtarların ucunda sallanan bir güvercin miydi? Ve o güvercinin ağzında bir kalp, o kalbin bir yüzünde kendisinin diğer yüzünde Toprak'ın resmi mi vardı? Bu adam ne yapmaya çalışıyordu böyle Allah aşkına ya... Yüreğine mi indirecekti, genç kızı kalpten götürüp öldürmeye mi niyetlenmişti? Bu yaptıklarının başka bir açıklaması olamazdı. Ne demek istemişti tek kalpte biriz, biziz mi demek istemişti? “Allah'ım sen bana da yerinden çıkacak gibi atmaya başlayan ve zor zapt ettiğim kalbime de sabır ver bu gece bize yardımcı ol ya Rabbim” dedi. Anahtarları kapıdan çıkarıp Toprak'ın anahtarlıktaki resmini okşarken dudaklarının şefkatle yukarıya kıvrılmasına engel olamamıştı. Bu ayarsız adam resmen ayarlarıyla oynamıştı genç kızın... Bir duygudan alıp başka bir duyguya sürüklüyor, yaptıkları ile ani değişimler yaşatıyordu. Titrek bir o kadar da korkak adımlarla evin içine adım atmıştı. Adım attığı anda karşılaştığı manzara ise seyrine doyum olmaz bir manzaraya ev sahipliği yapıyordu. Kapının girişinden salonun ortasına kadar etrafta yanan mumlar ve yerlere serilmiş olan rengârenk güller... Sarı, kırmızı, pembe, beyaz, siyah, mor, mavi... Cemre, nutkunun tutulmasına saniye saniye şahit oluyordu. Mumların kendisini yönlendirmesiyle giriş yaptığı genişçe salonda kendini uçan kalpli kırmızı balonlar ve o balonların uçlarından sarkan fotoğraflar ve notlar karşılamıştı...

Ne? Fotoğraflar mı? Nasıl yani ya?

Cemre, hızla balonların iplerinden sarkan resimleri ve arkalarında yazılmış notları inceledi. Bu, bu olamazdı... Bu fotoğraflar onun bugüne kadar çekilmiş bütün resimleri... Bebekliği, çocukluğu, gençliği, Selin, Caner, Mira ve diğer arkadaşları ile tüm resimleri...

Hayatını balonların yanından geçerken bir kez daha yaşıyordu resmen... Hayatı, resim kareleri halinde gözünün önünden resmi geçit töreni yaparak geçiyordu... Ama neden? Tüm bunları ne için yapıyordu? Aklını alıp hesap sormayı planlarken, adamın yaptıkları ile dağılacağının hiç hesabını yapmamıştı ki...

Her bir resmin arkasında kendini Cemre'nin hayatına dâhil eden ya da edecek bir ima, bir söz, bir cümle vardı.

Cemre, kendini yönlendiren mumlar sayesinde evin bahçesine doğru yönelirken etraftaki güllerin kokusu heyecandan fazla mesai yapan kalbinin bir nebze olsun sakinleşmesine yardımcı oluyordu. Ama her tarafta bu kadar çok gülün olmasına anlam veremiyordu. Her yerdeydiler, her renkteydiler ve binlerceydiler ...

Cemre, mutlu bir o kadar da dağılmış vaziyetteydi. Bu olanlar asla tahmin edemeyeceği hayallerinin ve aklının ötesinde bir yerdeydi... Buraya gelmeden önce yaptığı tüm planlar, karşılaştıkları ile buhar olup uçup gitmişti.

"Bu adam benim tüm duvarlarımı bir bir yıkarken olacaklardan bir haberdi gerçekten... Başına bela almasına ramak kalmıştı ama haberi yoktu ayarsız kütükçüğümün..." diye iç geçirmişti.

Cemre, son bir güç ile bahçeye adım attığı andan itibaren kulağına dolan tulum ve kemençe ile teslimiyet bayrağını havaya kaldırmıştı. Teslimiyet bayrağının hızla göklere çekilmesine ise Cemre'nin yolunun sağlı sollu dış mekân volkanları ile havaya yaptığı görsel şölenli bir halde gözlere sunduğu şovla olmuştu. Söylenen türkü ile dış mekân volkanlarının birlikte ahenkle dans etmesi ise başka bir güzellikti... Karşılaştığı manzara onu alıp resmen Toprak'ın ruhuna götürmüştü. "Beni benden alıp ruhuna götürdün ya alacağın olsun Toprak..." diye iç geçirirken elindeki anahtarlarla kendine çizilen yolda adım adım ilerliyordu. Volkanların düz bir şekilde giderken birden ayrılıp kocaman bahçeyi kalp şeklinde çevreleyerek yanması ve görsel şovuna devam etmesi Cemre'yi adeta mest etmişti. Durmadan havalanan volkanlar Cemre'nin başına döndürmüştü. Volkanların tam ortasında ise kendisine otuz iki diş ile sırıtan ve Cemre'nin yüz halinden gayet memnun olan resmen genç kızın ayarları ile oynayan o adamı, Toprak'ı görmüştü.

Her yer güllerle kaplıydı, kokuları buram buram burnuma dolarken gözü sevdiği adamın gözlerine kilitlenmiş, içindeki aşkını, artık taşıyamadığı sevgisini ona akın akın aktarıyordu. Yüreğinden yüreğine duygu seli akarken, onu bir duygudan başka bir duyguya alıp atan bu adama gözleri o kadar çok şey söylüyordu ki... “İşte buradasın, tüm hayatımı, planlarımı alt üst eden adam, karşımda duruyorsun... Bunların anlamı ne? Bu kadar şey benim için mi? Ne olur yüreğimin aklıma haykırdıkları doğru olsun, ne olur Toprak bu defa tahminlerim doğru olsun... Ne olur...”

"Gözlerin benden başkasına bakmasın,

Efsun bakışların benden başkasına haram olsun.

Gönül fermanın benden başkasına okunmasın.

Aldığın nefes benim ile helal kılınsın.

Geçmişinde ben olamasam da geleceğin ben olacağım...

Gör, duy, bil, tanı artık beni gece gözlü nazlı yârim...

İliklerime kadar hissediyor, sana tapıyor, seni istiyorum..."

İşte karşısındaydı... Beklediği, deli gibi yolunu gözlediği, beklemekten bir an bile şikâyetçi olmadığı ve bir ömür yolunun bekçisi olmaya razı olduğu kadın karşısındaydı... İki cihanda da peşinde koşacağı tek kadın, tek huri, onun hurisi…

“Gözleri gözlerime kilitlendiği an ruhuma aktığını, sevgisini, aşkını yüreğime ılık ılık akıttığını tüm hücrelerimde hissettim. Başka bakıyor, bambaşka parlıyordu gözlerinin içi... O benim hayatımın sürprizi, Rabbimin bana en büyük lütfu, o tarifi imkânsız, yazılmaz, okunmaz, çözülmezim benim...” Gözlerinden ayrılıp baştan aşağıya arsızca onu süzerken adamın yüzündeki sırıtışın yavaş yavaş azalıyor dahası kaşları çatılıyordu. Kahretsin! Bu deli kız ne giymişti böyle, daha doğrusu yine niye giyinmemişti? Üstüne üstlük bu kıyafetle buraya mı gelmişti? Bu giydiğinin ne altı ne üstü vardı. Birde ikinci bir deri gibi mi sarmıştı, o elbise demeye bin şahit isteyen kumaş parçası...

"Of..." diyen içli bir o kadar da sesli verdiği derin nefese karşılık karşısındaki genç kadın da adamın bu halinden işkillenerek kaşlarını soran bakışlar ile çatmıştı.

Lanet olsun! Toprak, genç kızı sinir etmek için attığı mesajın başına böyle bela olacağını hiç ama hiç tahmin etmemişti. Asla onu dinlemeyen bu hırçın cadının bu gece onun sözünü dinleyeceği mi tutmuştu yani... Toprak genç kızı attığı mesaj karşısında rahibe kılığında beklerken, bu, bu da neyin nesiydi böyle? Elbise dendiği için hakaret davası açılacak ve en ağır cezaya çarptırılacak bu bez parçası ile mi gelmişti bu cadı buraya? Of Allah'ım sabır ver sen bu adama da nefsine de...

“Allah'tan gözlerden uzak bir yerdeydik de onu benden başkası görmeyecek,” diye düşündüğü o an kulağına dolan müzik ile yalnız olmadıklarının idrakine vardı. Müzik yapan erkek yoğunluktaki guruba kötü bir bakış attı. Kahretsin! Ne vardı kadınlardan oluşan bir gurup ayarlamamıştı ki...

Toprak'ın kötü ve tehditkâr bakışlarından rahatsız olup, bu bakışların anlamını çözen grup, başlarını önlerine eğip yalnızca kendi işleri ile meşgul olduklarını belli eden tavırlara bürünmüşlerdi.

Neyse bu da bir şeydir değil mi? Bu gece onlara ve yapacakları müziklere ihtiyacı vardı. İlkel duygularını dizginlemeye çalışırken bir yandan da Cemre'nin onda oluşturduğu o büyülü etkiyi ve içinde oluşan tutkuyu rafa kaldırmaya çalışıyordu. Yoksa bu kız bu haldeyken kaçınılmaz son, yatak odası olacaktı ve şu an durumları buna pek de müsait değildi... Yani henüz değildi... En azından şimdilik...

Toprak, aklından geçen hain planları, ilkel dürtü ve duyguları bir sandığa kilitlemeye çalışırken tekrardan genç kızın gözlerine odaklandı ve kendine adım adım yaklaşan genç kız ile şimdi karşı karşıyaydılar.

"Hoş geldin Cemre..."

"Hoş bulmaya çalışıyorum Toprak..."

"Otursana," Toprak, Cemre'yi centilmen bir erkek havasında, kütüklüğünden gram eser göstermeden kendileri için hazırlanmış masaya oturması için belinden nazikçe tutarak onu yönlendirmiş ve aynı rahatlıkla hemen karşısına oturarak yerini almıştı. İkisinin de bir süre için toparlanması gerekiyordu. Sessiz bir anlaşmaya bürünürken ikisi de bu durumdan gayet memnundular. Cemre karşılaştıklarını aklına ve yüreğine yerleştirip hazmetmeye dahası düşüp bayılmamaya çalışırken, Toprak konuya nasıl ve nerden bir giriş yapacağının planlarını yapıyordu.

Kulaklarına dolan türküler ise Toprak ve Cemre'nin tanıştıklarından bu yana hayatlarına tesadüf eden türküler ve şarkılardan ibaretti. Cemre, bahçeye girdiği anda çalmaya başlayan, "Kazım Koyuncu' dan Koyverdin Gittun Beni" şarkısı ile içinden coşup gelen anılara engel olamamış, eski anılar yüreğini coştururken aklında bir bir canlanmıştı. İkisi de derin düşünceler içinde toparlanmaya çalışırken yemeklerini sessizliği bölüşerek yemeye çabalıyorlardı.

***

Uzun süren sessizliğin ardından Cemre daha fazla dayanamamıştı. Çalan Karadeniz müziği içine ilmek ilmek işlerken daha fazla dayanamayarak, "Toprak..." diye içli bir şekilde ona sevgiyle seslenmişti.

"Efendim Cemre..." Toprak, genç kızın sesindeki sıcaklığı hissettiğinde yavaş yavaş cesaretini toparlamaya başlamıştı.

"Ben anlamıyorum, gerçekten tüm bu olanlara anlam veremiyorum. Bana lütfen bir açıklama yap, lütfen!" Sesi o kadar çaresiz çıkmıştı ki Toprak artık açıklama vaktinin geldiğini anlamıştı.

"Haklısın..." Uzun bir sessizliğin ardından, Toprak'ın işareti ile onun istediği şarkıyı çalmaya başlamışlardı. Toprak, ani bir hareket ile masadan kalkarak Cemre'den izin bile almadan elinden tutup onu sürükleyerek dansa kaldırmıştı. Dans ederken bir yandan da konuşmasına kaldığı yerden Cemre'nin soran bakışlarına gözlerine dikerek devam etti.

"Deli gibi merak ediyorsun biliyorum. Burası neresi? Kimin evi? Neden buradayız? Bu adam ne yapmaya çalışıyor gibi binlerce soru aklını istila ediyor. Merak etme tüm sorularının cevaplarını bu gece sana vereceğim ve yarın bambaşka bir sabaha göz açacağız."

"Ne? Ne demek istiyorsun Toprak?"

"Gece gözlüm, nazlı yârim sadece beni dinle olur mu? Lütfen! Soru sorma, cevap verme, sadece beni dinle..." Cemre'den dinleyeceği ile ilgili gözleriyle verdiği sözsüz onaydan sonra konuşmasına devam etti.

"Daha önce de söylediğim gibi bu gece özel, güzel ve unutulmaz olacak diye... Buraya bensiz gelmeni istedim. Bu ev senin hayatın Cemre, hayatına hoş geldin, bana hoş geldin meleğim... Kapıda ilk doğduğun anda çekilmiş olan, hayata merhaba dediğin anın fotoğrafı vardı. Bu evin kapısından girerken sen yeni doğmuştun. Ben o zamanlarda yanında, yakının da olamasam da bilmelisin ki doğduğun an bana, kaderime yazılmış olarak doğdun sen... Sen dünyaya benim için gönderilmiş tek masum melektin... Tıpkı kapıdan girdiğin anda, doğduğunda olduğu gibi yanında ben yoktum. Ama varlığın varlığım ile süsleneceği zamanı bekliyordu inan... Sen salona girerken etrafında yanan mumlar senin hayatının yavaş yavaş aydınlığını ve büyürken adım adım bana geldiğinin göstergesiydi. Sen bensiz büyürken etrafında bir sürü insan vardı. Ailen, arkadaşların ve dostların... Onlar ile çekilmiş fotoğraflarını zor olsa da toparladım. Hepsinde sende kendimden izler aradım ve hepsinin arkasına benden ayrı geçirdiğin zamanlarda sende bendeki izleri yansıtan cümleleri yazdım. Güllere gelince, buraya kadar olan etraftaki rengârenk güller... Deli gibi merak ettiğine eminim, bu kadar gül ve neden rengârenk, siyah gül bile var diye düşünüyorsundur. Doğduğun günden, benim senin hayatına girdiğim ana kadar geçen her bir gün için bir gül toplam dokuz bin iki yüz elli üç gül... Her günün farklı bir güzellikte olduğu için güldüğün, hüzünlendiğin, mutlu olduğun, ağladığın her güne farklı bir renk, her güne tek bir gül... Toplam dokuz bin iki yüz elli üç gül... Bensiz ve sensiz geçen dokuz bin iki yüz elli üç gül, dokuz bin iki yüz elli üç gün... Cemre’m, doğduğunda, bebekliğin, çocukluğun ve gençliğinde yakınında, yanında değildim. Geçmişinde olamadım, sana geç kaldım belki de... Ama bu bahçede ben varım, bu bahçe senin geleceğin ve ben senin geleceğinde olmak, sende kalmak istiyorum. Gittiği yere kadar değil, sadece bu cihanda da değil, ben seni iki cihanda da yanımda, yakınımda, yamacımda istiyorum. Gözlerin benden başkasına bakmasın, efsun bakışların benden başkasına haram olsun. Gönül fermanın benden başkasına okunmasın. Aldığın nefes benim ile helal kılınsın istiyorum. Geçmişinde ben olamasam da geleceğin ben olmak istiyorum... Gör, duy, bil, tanı artık beni gece gözlü nazlı yârim... İliklerime kadar hissediyor, her zerrem ile sana tapıyor, seni istiyorum... Çok sordum, çok araştırdım ama cevabını bulamadım. Toprak yanar mı dedim? Sorduğum herkes deli misin çocuk deyip gülüp geçti bana... Tüm dillerin lügatine baktım ama bulamadım. Toprak'ın yandığına dair tek bir iz dahi bulamadım. Yok, yok, yok... Aradım, taradım bir türlü bulamadım. Toprak yanmaz dediler... Ama sen, sen tüm bildiklerimi ters düz ettin. Yanmaz dediler yandım, güçlü dediler yıkıldım. Sen tüm bilinenler gibi beni de alt üst ettin. Bak bana yanıyorum, cayır cayır yanıyorum Cemre’m... Senin için yanıyorum. Benimle yanmaya var mısın gül yârim... Benimle bu yolda yanmaya, acısa da acıtsa da ayrılmamaya, bu yolda yanarken biz olmaya, bir olmaya var mısın? Bu Toprak, karşında yeni doğmuş, çırıl çıplak tüm masumluğu ile karşında duruyor... Şu ana kadar hatalar yapmış olabilirim, seni delirtmiş, öfkeden kudurtmuş olabilirim ama seni deli gibi seviyorum be ruh yarim... Nefes alma sebebimsin sen benim... Ben senden asla vazgeçmem, vazgeçemem, yalvarırım biz olma şansımızdan sen de vazgeçme... Seni istiyorum hırçın güvercinim... Her şeyinle... Kalbinle, ruhunla, her şeyinle seni istiyorum... Sadece benim olmanı, bana ait olmanı, bende can bulmanı istiyorum," dediği anda "Imera'dan Emri Olur" türküsü çalmaya başladı ve bu türkü aylar öncesinde Toprak'ın Cemre'ye herkesin içinde tanıştıkları günün akşamında sahnede ettiği evlenme teklifinden önce söylediği türküydü.

Cemre, duydukları karşısında gözlerine daha fazla hâkim olamazken, Toprak konuşmasını sürdürüyordu.

"Cemre, Cemre’m resmi olarak karım olsan da ruhunu bana verip gerçekten karım olmadın. Benim sinir halinde yaptığım saçma sapan konuşmalar yüzünden her şeyi berbat ettiğimi biliyorum. Ama düzeltmeye burnumu sürte sürte razıyım. Yarın ailen gelecek ve nikâh yemeğimiz gerçekleşecek... Beni benden alıp daha ilk karşılaşmada ellerindeki yağı üstüme sürerek yüreğimi çalan asi güzelim, ben sana ilk gördüğüm an vuruldum, âşık oldum. Seni deli gibi seviyorum... Benimle evlenir misin canımın yâri? Bu imalat hatası, fabrika atığı, mayasında birazcık da kütüklük olan bu ayarsız odunu kocan olarak kabul eder misin? Sahte değil en gerçeğinden bir evlilik ile gönlümün sultanı başımın tacı olur musun? Benimle yine ve yeniden evlenir misin?"

Cemre'nin gücü tükendi, nefessiz kaldı. Bu, bu çok fazlaydı, bu adam ona bu kadar güzel bakarken öyle bir yüreğini açtı ki Cemre yelkenleri suya indirmeyi bırak resmen kalbi Toprak'ın aşkı karşısında gönül teknesi alev aldı, yandı, tutuştu, alabora oldu... Ne diyebilirdi ki? Ne denebilirdi ki? Hiçbir şey diyemedi. Duydukları, duymak istedikleriydi ama bu adamın bu kadar şeyi en ince ayrıntısına kadar planlayıp bu şekilde karşısına çıkmasını hayal dahi etmemişti. Bu adam onun hayallerinin ötesinde ruhunu doyuran bir adamdı. Onun güzel yürekli adamıydı o... Ne diyebilirdi ki? Toprak ve Cemre dans etmeyi çoktan bırakmıştı. Toprak, Cemre'den cevap bekleyen heyecanlı bakışlarını gönderiyordu. Cemre ise konuşamıyordu, vereceği en güzel cevabı verirken içindeki tüm açlığıyla sevdiği adamın dudaklarına yüreğini doyurmak için kapanmıştı. Toprak hazırlıksız yakalanmış, asla böyle özel ve güzel bir cevabı beklemiyordu. Şaşkınlığını kısa sürede atarken Cemre'ye sarılıp tutuşunu sıkılaştırmıştı. Ne olduğunu anlamadığı bir anda havai fişeklerinin patlamaya başlamasıyla birlikte Cemre istemsiz bir şekilde Toprak’ından varlığını ani bir hareket ile çekip alarak ayrıldı. Toprak Cemre'nin varlığının kendinden çekilmesi ile birlikte üşümeye başlamış adeta ruhu çekilmişti.

Bu adam evet diyeceğini planlamış ve bunu da mı düşünmüştü. Deli adam ne olacak...

Havai fişekler bir yandan patlarken şimdi de evin arka tarafından binlerce balon havaya doğru serbest bırakılmıştı. Cemre ani bir hareketle Toprak'a dönerek soran bakışlarını ona yöneltmişti. Genç adam cebinden çıkardığı kırmızı kadife kutudan ışıl ışıl bir yüzük çıkarmış, genç kızın elini tutarak nazikçe ve yavaşça yüzüğü takarken konuşmaya başladı. " Onlar senin benden ayrı geçen günlerin, dokuz bin iki yüz elli üç baloncuk... Onlar artık çok uzaklara gidiyorlar, çünkü artık yanında, yarınında ben varım. Bensiz geçen günlerini biz artık geride bıraktık..." dediği anda ışıl ışıl gözlerle kendisine bakan genç kızın gözleriyle karşılaştı. Duydukları ile yüreğinin mest olduğunu hisseden Cemre bu adamı neden sevdiğini bir kez daha anladı. Bu adam onun ruhunu doyuran nefesini tamamlayan adamdı...

Toprak, Cemre'yi döndürüp arkasından boynuna doğru sarılmıştı. Kulağına eğilip fısıltı eşliğinde konuşuyor, nefesinin sıcaklığını hissetmek genç kızın içinde farklı duyguları uyandırıyordu.

"Şimdi yalnızca izle ve dinle ömrünün seyrine doyum olmaz yârim," dediği anda boynuna küçük masum ama genç kızda sarsıcı derecede etkili olan bir öpücük kondurdu.

Toprak, Cemre'nin arkasından onun boynuna kollarını dolamış, gökyüzünde ahenk ile uçan balon ve havai fişekleri izlerken, bu güzel ikili kulaklarına dolan Karadeniz türküleri ile anın tadını çıkarıyorlardı.

Toprak'ın dediği gibi olmuştu. Güzel, özel ve en önemlisi unutulmaz bir gece olmuştu. Ve yine onun dediği gibi yarın bambaşka güzel bir güne uyanacaklardı.

İki inatçı keçinin, inatlarını kırıp aşklarını kabul edip itiraf ettikleri anda her şey yoluna girmişti.

Ya da HENÜZ girmiş gibi GÖRÜNÜYORDU...

"Âşık olmak kolay da... Nefes olmak zordur hayatta,

Nefesin ile yaşatabilmek, nefesin ile o yüreği ısıtabilmek, bir nefes ile bir ömür bitirebilmek,

Arkadaş olmak kolaydır da... Ömürdaş olmak, nefesdaş kalabilmek zordur hayatta..."

"Kızım... Oha... Çüş..." Mira duydukları karşısında artık kendini tutamaz hale gelmişti. Bu adamın içinde ne vardı böyle ya...

"Mira yavaş gel kızım, ağzından çıkana dikkat etsene biraz, hiç ayarın yok senin de he... Nasıl konuşuyorsun sen öyle?" Yapmacık bir kızgınlıkla ona doğru bakarken gözlerini hortlak görmüş gibi kocaman açarak Cemre, Caner'i işaret ediyordu.

"Konuşana değil konuşturana bakacaksın Cemre... Ah bu devirde kalmadı öyle romantik erkekler..." diyen Selin, Mira'nın söylediklerini onaylar derecesinde bir baş işareti yaptı.

"Sende mi Selin ya... Yapma Allah aşkına..."

"Kızım kendinde misin sen? Söyler misin sen bugüne kadar böyle bir şeyi görmeyi bırak yaşayan birini dahi duydun mu? Duymayı geçtim, hayal dahi ettin mi? Bu, bu tamamen hayallerin ötesinde bir şey ya..."

"Tamam, ben bile bu kadarını hayal etmemiştim, hatta edemezdim ama yine de abartmayalım... Yaşandı ve bitti..."

"Selin bu deli kızım ya, biri bana böyle bir şey yapsa sabahı beklemeden..." Cemre cümlenin devamında gelecek olanı bildiği için utancından kızaran yüzünü saklayarak Mira'ya çemkirdi.

"Mira sus istersen abartma..."

"Bence de abartmayın kızlar... Ben hala o ayarsız, dengesiz herife güvenmiyorum," Caner ellerini kucağında birleştirmiş, kaşları çatılmış Selin'in az önceki laflarından rahatsız olmuş dahası alınmış olduğunu belirtir bir ses tonuyla konuşmuştu.

"Bakıyorum da kıskanmaya başladın Toprak'ı," Selin'in ani çıkışı ardından dudaklarından kaçırdığı sinsi kıkırdamanın Caner'i çileden çıkarmaya yetmişti.

"Ben mi? Onu mu? Heh... Hiç de bile, normal bir adam olsa neyse, bu adam anormal derecede anormal, elimden gelse onu tedavi edilmesi için bir kliniğe yatırır, arkadaşlarıma teslim ederdim. Hafıza kaybı yaşıyorsunuz herhalde, yaptıklarını ne çabuk unuttunuz. Nerede bir dengesizlik, bu ayarsız herif o an orada bitiyordu." Caner çaresiz bir halde isyan bayraklarını göklere çekmeye başlamıştı. Geçmişte yaşananları kızlara hatırlatmaya çalışsa da bunun boşa bir çaba olduğunu çok geçmeden de anlamış oldu.

"Son yaptığı resmen önceki yaptıklarını sildi süpürdü be Caner..." Diyerek kendini Cemre'nin yatağına hülyalı bir şekilde bırakan Selin'in sözlerinden sonra yaptığı harekete daha fazla dayanamayan Caner , "Demek öyle Selin Hanım?" diyerek elleri iki yanında çelik gibi yumruk olmuş vaziyette, önüne geçen herkesi yıkıp geçecek bir soğukkanlılıkla, ölümcül bakışlarını kızların üzerinde gezdirirken orada daha fazla kalamayacağını anlaşmıştı. Bir hışımla odadan çıkarken yıkılır gibi odanın kapısını sertçe çarptı. Odanın kapısının yerinden çıkarcasına çarpılmasıyla yatakta gözleri kapalı olarak hayallere dalan Selin, yatakta irkilerek gözlerini birden korkuyla açmış ani bir hareket ile bulunduğu yerden doğrulmuştu.

"Bu neydi şimdi be... Ne oluyor bu Caner’e bir anlasam? Son zamanlarda ağzımdan çıkan her erkek lafında deliye dönüyor," Diye Mira ve Cemre'ye bakarken, kızlar; "Ne bilelim, anlamadık," der gibi hayret dolu bakışlar arasında ellerini havaya kaldırırken Selin'e bakıyorlardı. Cemre her ne kadar anlamadık dese de aslında neler olduğunu çok iyi anlıyordu. Durum o kadar açıktı ki aslında ama Selin’in bunu görmeye, Caner’in de bunu itiraf etmeye pek de niyeti olduğu söylenemezdi doğrusu. Neyse zamanı vardı demek ki. Elbet bir gün bir yerde patlak vermesiyle her şey ortaya çıkacaktı ve Cemre o anda devreye girecekti. Ama o zamana kadar sesini çıkarmayacaktı, bazen bazı duyguların olgunlaşmaya, pişmeye ve emin olunmaya ihtiyacı vardır. Bu da öyle durumlardan biriydi, ayırt edilip emin olunması gerekiyordu. Ve o zamana kadar Cemre bu konu da kör, sağır ve dilsiz olacaktı. Tabi ki zamanı gelene kadar…

Selin, boş verin anlamında eliyle havada bir hareket yaparken," Neyse ben onun gönlünü sonra alırım, Seni bir erkek ile paylaşamayacak ya, ağabey havalarıyla birlikte koruma kalkanı ortaya çıktı işte. Huysuzluğu ondandır," diyerek hazırlanmaya kaldığı yerden devam eden Cemre'nin yanına geldi. Cemre, “Ah be kuzum seni mi beni mi kıskanıyor,” diye iç geçirirken dışına yansıyan sesi çıkmıyordu.

Cemre bir peri kızı gibi olmuştu. Kızlar gibi o da hala kıskançlığın içinde yuva edinmiş Toprak'ın böyle bir gelinlik almış olduğuna inanamıyordu.

"Of zaten bir ağabey var başımda Toprak'tan nefret eden, bir ikincisini daha çekemem doğrusu," diyerek ayna karşısında hazırlıklarını tamamlıyordu. Selin, Caner ve Cemre çocukluk yıllarından bu yana arkadaştan öte dosttular. Üniversite yıllarında her biri bir yana gitmiş olsa da buluşma noktaları hep Trabzon'du. Cemre'nin hayatına ne zaman ki Mira girdi, Selin ve Caner için o da Cemre'den farksız oldu. Birinin üzüntüsü hepsini aynı derce de yıktı, birinin mutluluğu hepsinin gönlüne huzur doldurdu. Hayat onlar için birlikteyken aktı. Bu birliktelik beden ile değil de gönül birlikteliğiyle devam etti. Onlar birbirini tamamlayan dört yüreği güzel dosttu. Hepsinin yüreğinde farklı acılar, hepsinin farklı ama bir o kadar da benzer hayatları vardı.

***

Cemre, dün geceden bu yana olanları düşünüyordu. Resmen bir romantik komedi filminin içine atmıştı birileri onu... Yaşadığı unutulmaz gecenin ardından sarmaş dolaş eve geldiklerinde içine korku dolarken, gelecek olanların endişesi yüreğinin yerinden çıkarcasına çırpınmasına sebep oluyordu. Şimdi ne olacaktı... Eve geldiklerinde Toprak'ın kendi odası yerine Cemre'nin odasına yönelmesi korkularının yersiz olmadığının göstergesiydi. Cemre, ne yapacağını bilemez bir halde adamın elinden tutup, onu odaya sürükleyen adama itaat etmekten başka çaresi olmadığını artık biliyordu. Korkak ve nasıl davranacağını bilmeyen aceleci adımlarla odasına girdiği anda derin bir soluk alıp gözlerini yummuştu. Elini bırakan Toprak'ın sıcaklığını yitirdiği an gözlerini açmış, şaşkınca sevdiği adamın kendine sırıtan otuz iki dişi ile karşılaştı. Cemre, anlamaz gözlerle ona doğru bakarken genç adamın bir adım yana doğru kaymasıyla yatağın üzerinde kocaman bir paket bulmuştu.

Cemre, " Bu da ne?” Der gibi bakarken Toprak yavaş ama bir o kadar etkileyici adımlarla ona doğru yaklaşmış ve sakin hareketlerle kulağında nefesinin sıcaklığını hissettirecek kadar yaklaşıp, "Ne düşündüğünü biliyorum ama daha değil asi güzelim, henüz değil... Bu senin, sen bana ruhun ile herkesin içinde beyazlar içinde tekrar EVET dediğin ana kadar özgürsün, ama sonra tamamen her şeyin ile benim olacaksın..." Cemre duydukları karşısında boğazında oluşan yumruyu yok etmek için okkalı bir yutkunma hareketi ile boğuşurken Toprak cümlesine devam etti, "Şimdi uyu meleğim, yarın uzun bir gün olacak, rahat uyu sevdiğim..." dediği anda boynundan, Cemre'nin yanıp kül olduğu o noktadan öpüp yine sakin adımlarla odayı terk etti. Cemre, derin bir oh çekerken bu adamın sürprizlerine şaşırmaya devam ediyordu.

"Rahat uyuyacakmışım, o nasıl mümkün olacaksa?" diye derin bir iç çekişin ardından ona yatak üzerinde göz kırpan büyük pakete doğru koşar adım daha doğrusu uçarak gitti. Paketi açıp içinden hiç beklemediği şeyi görünce artık gözlerinde tutmak istemediği yaşlar kendini öylece bırakmaya başlamıştı. Kutunun içindeki kartta yazılanlar Cemre'yi alıp başka dünyalara götürmüş, "Neden daha önce karşıma çıkmadın Toprak?" Bile dedirtmişti.

"Gece gözlü nazlı yârim, önceki düğünümüz tamamen senin eserindi. Ama bu defa benim istediğim gelinlik ile benim gelinim olacaksın... Seni bunun içinde görmek için sabırsızlanıyorum..." Toprak'ın notu Cemre'nin aklını başından almış dahası telefon başında delirmeye başlayan Mira'yı tamamen unutmasına sebep olmuştu. Unutulmak pek de Mira'ya yakışmayan bir kelimeydi ki zaten Cemre'nin telefonlara cevap vermemesi üzerine gün ağarıp horozlar daha mesaiye bile başlamadan, ezanlar bile okunmadan sabahın nurunda Toprak'ın kapısında Selin ve Caner'i de gaza getirmiş bir halde almışlardı soluğu. Toprak, kapının gürültüsüyle uyanıp, üç deli fişeği karşısında görünce diyebileceği tek şeyi hoşnutsuz bir şekilde söylemiş, "Merhaba" demişti. Pijamalı bir halde onlara kahvaltı yapmayı önerse de, "Cemre," diye evi inleten bu üçlünün ne yapmaya çalıştıklarına, bu saatte burada ne işleri olduklarına anlam verememişti. Tamam, bugün onların davetleri vardı ama bu saatte de değildi ki yahu, bunların bu vakitte ne işleri vardı burada... Üstüne bir de daha yeni uyumuş olan hırçın güvercinini uyandırmaya çalışıyorlardı.

Toprak, ne kadar diretse de Caner'in sert bakışlarını bertaraf etmiş, Selin'in merinos saçlarının sinirden tel tel havaya kalkmasını görmezden gelmişti ama hesaplayamadığı bir şey vardı, o da elde avuçta durmayan adının Mira olduğunu öğrendiği Cemre'nin daha önce görüştüğünü bildiği deli kızın genç adamı atlatarak elinin altından kaçıp koşar adım üst kata çıkmasına engel olamamıştı.

Deli gibi, "Cemre..." diye bağırırken bir yandan da odalara destursuz girmeye başlamıştı. Tabi ki Toprak da peşinde an be an onu durdurmaya çalışıyordu. Allah aşkına sevdiği kadının hiç mi normal arkadaşı yoktu ya? Kız resmen pire gibiydi, yetişmek ne mümkündü? Toprak, onu yakalayıp engellemeye çalışırken şimdi onun bu hareketine koro halinde eşlik eden Caner ve Selin de katılınca sayelerinde tüm ev halkı uyanmıştı.

Cemre, gözlerini ovuşturarak odadan çıkıp da, "Allah aşkına neler oluyor Toprak," dediği anda gözlerini açmış karşısında kendine kızgın bakan gözler ile karşılaşmıştı. Toprak ise Cemre'nin geceliğini görünce içinden sesli bir küfür sallarken herkesin sessizliği ve şaşkınlığı arasında pijamasının üstünü çıkarıp Cemre'nin beline etek gibi bağlamıştı. Cemre, uyku sersemi olduğu için kaş ile göz arasında beline bağlanan pijama üstüne anlam vermezken eli havada kalmış, kendine geldiği anda "Ne yapıyorsun Toprak?" diyebilmişti. Onun bu hareketi ile Caner, Selin ve Mira'nın gözlerini elleriyle kapamıştı. Zira Toprak'ın üst kısmı çırılçıplak kalırken gözlere açık büfe ziyafet verir derecedeydi.

"Oğlum, şaşırdın mı sen? Niye soyunuyorsun kızların önünde," Caner'in ani çıkışı ve hiddetli bakışları sert bir kaya gibi ortama düşmüştü. Toprak, karşısındaki kızgın adamın söylediklerini hiçe sayarak, içinde dolaşmaya başlayan kıskançlığın verdiği sıcaklık ve öfkeyle Cemre'ye dönmüş, sakin kalmaya çalışarak, " Aşkım, üstüne doğru düzgün bir şeyler giysene üşüteceksin böyle," dişlerini sıktığı için konuşmaları tıslar gibi çıkmıştı.

Ortama düşen buz gibi cümlenin etkisi ve takılı kalınan tek bir kelime, Caner'in ağzının bir karış açılmasına sebep olurken kızlar bunu fırsat bilip Caner'in elini bir hışım ile geriye doğru ittirerek koro halinde, "Aşkım mı?" diye evi inlettiler. Kızların cırlaması ve ardı arkası kesilmeyen sorularıyla uykusu tamamen açılan Cemre, sabah sabah başına gelen sıra dışı saçma sapan bu olaylar dizisi kafasının alamayacağı kadar absürttü. Toprak'ı bir kenara ittirip, "Allah aşkına biri bana burada neler olduğunu açıklayabilir mi?" diye bağırırken ellerine havaya kaldırmış, etrafındaki şaşkın ördek kıvamındaki insanlara bakıyordu. Etrafındakiler ise eğer şu an bir açıklama yapmazlarsa başlarına neler geleceğini çok açık ve net bir şekilde biliyorlardı...

***

"Diplerde yaşarsın bazen hayatı, bile isteye kör edersin kendini,

Görmezsin, görmek istemezsin,

Kabuğuna çekilmek, diplerde, karanlıkta yok olmak istersin bazen,

Beklersin, gerçekten senin sessiz çığlığını duyup,

Seni o girdaptan çekip çıkaracak kişiyi beklersin."

"Hala inanamıyorum ya, siz ne ara bir araya gelip de evi basmaya karar verdiniz." Cemre hayretle arkadaşlarının yüzüne bakıyordu.

Mira, daha fazla dayanamamış elebaşı olarak konuşmaya karar vermişti. "Kızım, Caner ve Selin zaten nikâh yemeğin için yola çıkmışlardı. Onlar bana geldiklerinde ben hala süs niyetiyle taşıdığın telefonuna ulaşmaya çalışıyordum. Malum ne Toprak'ın ne de senin pek ayarın olduğu söylenemez. Gecenin sonu nezarethane ya da mezarlıkta bitebilirdi. Zaten sana o akılları verirken benim aklım neredeydi bilmiyorum ya..."

"Ben biliyorum arka masadaki yakışıklıda..." Makyajını tazelemeye çalışan Cemre aynanın önünden ani bir dönüş yaparak arsızca ona göz kırptı.

"Ah! Bak hatırlattın yine içim cız etti," dediği anda elini kalbine getirmiş canı acır gibi bir yüz ifadesi yapıştırmıştı suratına. " Sayende... Yakışıklı kurdumu senin yüzünden kaçırdım." Derken ellerini kucağında birleştirip mutsuz bir surata onu suçlar gibi bakışlar eklemişti.

"Mira?" İşte bu ses içinde bin tane soru barındırırken Selin'in sesi odada cırlar gibi yankılanmıştı. "Kızım ne yakışıklısı ya ne ara, nasıl olur? Hiç bahsetmedin bundan bana aşk olsun? Dur bir dakika, Arda mı yoksa? Kızım var ya ona yüz verirsen gözlerini oyar, kemiklerini kırar, un ufak ederim seni! Ellerini beline koymuş mahalle kadınları gibi çen çen çen... Mira araya girmese sabaha kadar bu sorgu sual devam ederdi. Soluksuz sorgulanmaya ve üstüne yürünmesinden pek haz etmeyen Mira daha fazla dayanamadı... "Kızım bi dur da... Amma çene yaptun, bu nedir da?" Şirinlik yaparak Selin'in hoşuna giden ve dayanamayacağı şive ile konuşmuştu.

"Bana bak Mira bu şekilde konuşup yumuşayacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun."

Beklediğini ele geçiremeyen Mira gözlerini devirmiş kendine kızgın gözler ile bakan ve her saç telinin havaya sinirden kalktığını gören Mira şebekliğe devam ediyordu."Hih hih hih..." Mira'nın sesi gülme ile tırsma arasında bir yol izlemişti.

"Şebeklik yapma kırarım kafanı!"

"Tamam ya şansımı denemiştim sadece..."

"Mira, cevap ver bana, o yakışıklı kurt diye bahsettiğin çapkınlar kralı Arda mıydı?"

"Of ne Arda Mert'i ya, o ancak benim önemsemeyip bir kenara attığım defterlerim gibi olabilir. Eski, önemsiz ve gereksiz... Boş ver, diğer yakışıklı da uçup gitti zaten, önümüzdeki maçlara bakacağız. Malum önümüzde bir yığın yakışıklı bizi bekliyor. O kadar süslenme boşuna gitmesin değil mi?"

"Öyle diyorsun ama onunla gelmişsin buraya ona nasıl bir açıklaman var acaba?"

"Hiç sorma Selin ya, tamamen kalastan bozma kuzenim Umut'un yüzünden, bilirsin Umut beni kuzenden öte kardeş gibi görür. Onun yediği haltları düzeltmekle meşguldük yurtdışında, kısıtlı bir süre onun için Arda'ya dayandım. O günden sonra da sülük gibi yapıştı bırakmıyor. Dediğine göre Umut'un isteğiymiş buraya yalnız gelmemi emretmiş beyimiz, Arda beyde sadece bu emri yerine getiriyor. Öküz herif tüm kızları süzer durur gece boyu..." Belli etmemeye çalışsa da konuşmaları cümlenin sonuna doğru sinirden tıslar gibi çıkmıştı.

"Vay kıskanıyoruz da he..." Selin bu itirafa gülsün mü ağlasın mı bilemedi.

"Ne kıskanacağım kızım ya, saçmalama, ne hali varsa görsün, işim olmaz onunla..." Sözler dilinden dökülse de yüreği bambaşka şeyler haykırıyordu.

Cemre, "Bence de işin olmasın seni ağabeyim ile sonunda tanıştıracağım." Mira'nın kafasını dağıtmak adına aklına gelen ilk şeyi söyledi.

"Sen daha Cantuğ ağabey ile tanışmadın mı?" Selin duydukları karşısında şok olmuş gibi bir nida yükseltti.

"Yok, o mertebeye inşallah bugün ulaşacağım. Çok merak ediyorum yakışıklı ağabeyin nasıl biri bakalım."

"Arsız seni, insan bir utanır, kızarır..."

"Ne kızaracağım yahu, Arda kızlara bakarken iyi de ben yakışıklı adamlara bakarken mi suç?"

"Bak döndü dolaştı yine laf Arda'ya geldi. Resmen gündüz vakti uyanıkken onu sayıklıyorsun ya..." Selin daha fazla dayanamamıştı genç kızın acı çekmesine.

"Tamam ya bir şey demedik. Buluttan nem kapıyorsunuz hemen siz de, hem nereden geldik bu konuya biz..."

"En son sabahın köründe evi basmanızın sebebini anlatıyordun."

"Heh.. İşte Caner ve Selin Trabzon'dan ayaklarının tozuyla bana gelince, birazcık da beni telaşlı görmüş olabilirler hani..."

"Birazcık mı?" Cemre inanmaz gözler ile genç kıza bakarken Selin, yaşananları en alt seviyeden anlatan Mira'ya ağzı bir karış açık hayretle bakıyordu.

"Tamam, birazcıktan biraz fazla canım ne olacak ki ondan... Neyse Caner'e şey söylemiş olabilirim, ama valla çok sakin söyledim..."

"Ne söyledin Mira?" Artık duyacaklarına şaşırmamak için kendine sözler veren Cemre bu deli kızın Caner'e nasıl ve ne şekilde konuştuğunu deli gibi merak ediyordu.

"Şey... Dün geceden sonra kütüklükten romantikliğe hızlı bir geçiş yaparak terfi eden odunun ile buluşacağını söylemiş olabilirim. He araya bir de adamın kasıklarına attığın sert darbeyi sıkıştırmış olabilirim. Tabii Caner ve Selin bunu öğrenince yerlerinde duramadılar ki ben buna dünden razıydım. Öyle işte atladık geldik. Senin kütük karşımızda taş gibi dikilince de birazcık, hani ucundan onu atlatmış ve ev halkını nazikçe uyandırmış olabilirim. Hih hih hih..." Mira yaptıklarını ört bas etmeye uğraşırken gülmemek için kendini zorluyordu. Aklına gelen bir fikir ile Cemre'nin öfkeden kırmızıya dönmeye başlayan suratını bertaraf edecek tek şey tabi ki onun ormantik kocasıydı. "Cemre, senin adamın yaptığı neydi öyle ya, pijamayı bele bağlamalar falan..." Meraklı olmaya çalışırken kahkahasına engel olamamıştı. Mira'nın tahmini doğruydu ve hedefi tam on ikiden vurmuştu. Zira söyledikleri karşısında ona kahkaha ile eşlik eden kişiler Cemre'nin yanında bulunan Selin’di.

"Ne yaparsın ancak bu kadar oluyor işte... Kıskançlık damarlarında dolaşan asil bir kan gibi, bundan gurur duyuyor." Cemre, Toprak'ın sabahki tavırlarını düşündükçe gülmemek için kendini zor tutuyordu. Deli oğlan hiçbir şey düşünmeden bordo renkli askılı ve şortlu geceliğinden açıkta kalan bacaklarını kapatmak için üst pijamasını çıkarıp beline bağlamış üst kısmı görünmesin diye resmen genç kızın önüne siper etmişti kendini.

"Kızım amma çene yaptınız ya... Aşağıda yakışıklılar kazık oldular, gidelim de gözleri gönülleri açılsın biraz."

"Of Mira ya, iki dakika saçmalamadan dursan diyorum."

"Ne var Selin ya, Cemre kaptı cillop gibi romantik yakışıklı karışımı herifi, biz kaldık ayaza, vakit kaybetmeyelim haydin ya," derken Selin'in elinden tutup onu çekiştiriyordu.

"Kızım dursana ya, ayaklarımdakiler bildiğin apartman katı yavaş ol, daha yakışıklı görmeden hastaneyi boylamak istemiyorum."

"Off Selin... Ne zaman büyüyeceksin sen ya?"

"Kim ben mi? Kızım önce bir aynaya bak ya..."

"Kızım ne konuştun be... Şu enerjiyi çenen yerine ayaklarına göndersen şimdi bir düzine yakışıklı ile sohbet ediyor olurduk. Biz hala gelin hanımın odasında evde kalmış kızlar modundayız, hadisene be kızım." Mira, Selin'i odadan çıkarmak için arkasından ittirmeye başlamıştı şimdi de.

"Of tamam Mira ya... Çekiştirmesene," kapıdan koşar adım çıkan kızlara hayretle bakan Cemre tam gülümsediği anda kapının aniden geri açılmasıyla yerinde irkildi.

"Cemree..." Ciyak ciyak sesi çıkan bu kız Mira'dan başkası değildi.

"Ne var Mira, ne oldu yine?"

"Hiç... Seni seviyorum tatlım..."

"Ben de seni seviyorum tatlı cadı..."

"Bu arada ayakkabının en silinecek noktasına kurşun kalem ile üçümüzü de yaz."

"Kurşun kalem mi? Üçümüz mü?" Cemre, doğru mu duymuştu? Bu deli kız yine hangi yaratıcı fikri ortaya atacaktı acaba?

"Tabi kızım tükenmez kalem kullanma sakın he, silinmez milinmez maazallah... Üçümüz derken Selin, ben ve tabiî ki gurubumuzun korumacı ayıcığı Caner."

"Ay Mira Caner ne alaka ya, bak duymasın ona ayıcık dediğini uçurur seni... Hiç güleceğim yoktu. Ayıcık nedir ya?" Cemre kahkahalarını daha fazla içinde tutamadı, odanın içinde yankılanmaya başlayan kahkahalarını Mira'nın ciddiyet ile devam ettiği konuşması böldü.

"Sen yaz biz işimizi garanti altına alalım, başımıza kalacak yoksa ayıcık, uğraşamam onunla hiç..."

"Tamam tamam hadi git, şimdi yazarım ben."

"Bu arada senin yakışıklı kocanı da gönderiyorum hemen yanına, malum saatlerdir rehin aldık seni, öfkeden kudurmuş olabileceğini tahmin ediyorum. Cidden kuduz aşıları tam mıydı onun, değilse gitmeyeyim yanına yani..."

"Mira..."

"Tamam kızım ya şaka da yapamıyoruz artık, düğün stresi dedikleri bu olsa gerek... Ah ah sen çok değiştin, evlilik seni çok değiştirdi kızım ya..." Cemre tam ağzını isyanla açacaktı ki Mira bunu anlayıp, "Haydin ben kaçtım," dediği anda kaş ile göz arasında kahkahalar arasında kaybolup gitti.

Cemre, deli dolu bıcır bıcır arkadaşının arkasından sadece tatlı bir tebessüm ile bakıyordu. Mira'yı düşündü Cemre... O geceden sonra bambaşka bir hale bürünen ve çoğu zaman umursamaz tavırlar takındığına şahit oldu. Biliyordu o güldükçe aslında ağladığını, başka erkeklerden bahsederken içinin yırtılırcasına acıdığını, Arda dediğinde yüreğinde kabuk bağlayamayan yaranın her defasında kanadığını ama tamamen ters tepkiler verdiğini biliyordu.

Ama biliyordu, bu da geçecekti. Sonuçta acı çekse de öldürmezdi. Çünkü o Arda ile asla olmazdı, olamazdı. Cemre bin bir düşünce içinde gezinirken kapının aralandığını ve ona doğru sessizce yaklaşan kişinin adımlarının farkında bile değildi... Ona adım adım yaklaşan Cemre'nin fark edemediği kişi…

Loading...
0%