@ugurluay
|
22.BÖLÜM(***Huzur Yüreklim***) "Bu yürek göçebe değil, Yerleşik düzene geçsin artık huzur yüreklim, Al beni, Koy gönlünün en yakışan köşesine, Yerleştir, Aşkım gönlünde düzen tutsun artık..." Sessizce adım adım yaklaşırken Cemre'nin de derin düşünceler içinde kaybolduğunu fark etmişti genç adam. "Seni böyle göreceğim günlerin geleceğine asla inanmazdım Cemre," odanın içinde yankılanan o tanıdık ses Cemre'nin kendine gelip, birden sevinçle ayaklanmasına dahası gözlerinin mutluluktan dolmasına sebep oldu. Çünkü onun karşısındaki kişi babasından sonra deli gibi sevdiği adam, güvendiği ve yanında ağlayabildiği nadir insanlardan biri, ağabeyi duruyordu. "Ağabey..." Diye odayı inletirken karşısında ona titrek bakışlarla bakan Cantuğ'a bakıyordu. "Ama sen böyle melül melül bakarsan ben dayanamam ki..." dediği anda artık kendini serbest bırakmaya hazır bekleyen genç kızın gözyaşları yer çekimine doğru hücum etmişti... Kardeşinin gözyaşları karşısında savunmasız kalan Cantuğ, yapabileceği en doğru ve mantıklı şeyi yaparak, küçüklüğünden bu yana onu sakinleştiren davranışı yapıp ellerine iki yana kocaman açtı. Bu hareketin ne demek olduğunu anlayan Cemre, zaten bunu bekler gibi havada koşarak kendini ağabeyin kollarına bıraktı. Özlediği, korunduğu kollara kavuşmuş küçük bir çocuk gibi ağabeyinin ilgisini ve şefkatine deli gibi ihtiyacı vardı. Bu an iki kardeşin birçok şeyi geride bıraktığının ilk adımlarıydı. Cemre'nin Toprak ile birlikte gitmesinin ardından, Cantuğ alel acele Trabzon'dan Ankara'ya dönmüş ve uzun süre hiç kimse ile görüşmemişti. Belki gururundan belki de kız kardeşini kaybetmeyi hazmetmesi için kendine zaman tanımıştı. Onu paylaşmayı öğrenene kadar kardeşinden her türlü uzak durmayı kafasına koymuştu. Ama annesinden gelen telefon ile nikâh yemeğine çağırılması ve eğer gelmezse Cemre seni asla affetmez demesi üzerine aldığı tüm kararları yok sayarak gitmeye karar vermişti. Yola çıkarken aklında olan tek şey, "Eğer kız kardeşimin gözünde bir gram mutsuzluk görürsem çeker alırım onu herkesin elinden," demişti. Kendi kendine söz vermiş ve yola bu umuda sarılarak çıkmıştı. Ama kardeşinin o zibidiye olan bakışlarını o yanında yokken bile kardeşinin gözlerinde onun aşkını görmüş olmak bu umut kırıntısını da un ufak etmiş ve artık kabullenme zamanı diyerek kollarını iki yana açıp, kardeşini, gözünün nuru, canının bir diğer yarısını sevdiği adam ile kabullenip paylaşma zamanıydı. O zibidiye hala güvenmese de, her gördüğü yerde bir yumruk ile devirme hissi doldursa da içini, kız kardeşine güvenmek zorundaydı. Kardeşinin gözünün içinde gördüğü kendisinin ise yabancısı olduğu o ışıltıyı gördüğünde anladı. Belki bugüne kadar aşkı tatmamıştı ama kardeşinin gözündeki o farklı ışıltının sebebini anlayacak kadar da kardeşini iyi tanıyordu. İstemese de, o zibidiyi maalesef ki, zor olsa kabullenmek zorundaydı. "Barıştık mı?" diyen hıçkırıklar arasında konuşan Cemre'yi çenesinden tutarak kaldırıp yüzünü göreceği kadar kendinden uzaklaştırdı. "Küs müydük ki sulu göz, çirkindin daha da çirkin oldun. Bu ne hal böyle resmen göz zevkimi bozuyorsun," dediği anda ikisi de kahkahalar eşliğinde kendilerini tutmadan pervasızca gülmeye başladılar. “Sana hiç çok acımasız olduğunu söyleyen oldu mu?” “O biraz zor işte, bunu açık açık ancak sen söyleyebilirsin. Senin dışında biri bunu söylerse konuşacak bir ağzı kalmaz.” “Ağabey ya çok özlemişim seni,” dediği an güven duyduğu limana tekrar sığınmak adına genç kız ağabeyine sımsıkı sarıldı. “Çok korktum, gelmeyeceksin diye gerçekten çok korktum.” “Sence ben bunu kaçırır mıyım küçük cadı? Gerçi buradan seni kaçırmaya gelmiştim ama …” “Ya ağabey ya…” “Tamam cadı bırak da cümlemi bitireyim. Evet o niyetle gelmiştim ama gördüm ki seni buradan alıp gitmem sana kurtuluş değil ceza olur. Bakıyorum da ben gelene kadar kendini buraya bağlayacak sebepler bulmuşsun kendine…” “Ağabey sen?” Kızın söylediklerinin içinde o kadar soru ve ima, bir o kadar da merak vardı ki, Cantuğ kız kardeşini böyle bir günde daha fazla zorlamak ve üzmek istemediği için açıklama yapma gereği duydu. “Evet Cemre, ben ne kadar sevmesem de, kabullenmesem de, belki de o adi herife inanmam için yıllar gerekse de, senin gözlerinde gördüklerim… Ben bu gördüklerime, sana kıyamam ki, ben seni kurtaracağım diye sana acı çektiremem ki… Ben sana güveniyorum, gözünde gördüklerine inanıyorum. İşte sırf bu yüzden sesimi çıkarmıyorum ya. Tek istediğim mutlu olman. Ama aklından çıkarmamanı istediğim tek bir şey var, o da ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, bu adam seni bir gram üzerse anında bana haber vereceksin.” “Ağabey böyle bir şey olmayacak.” “Cemre senden söz istiyorum.” “Tamam tamam ağabey, böyle bir şey asla olmayacak ama için rahat edecekse söz, oldu mu?” “Heh oldu, içim şimdi daha rahat, çünkü bilirim verdiğin sözleri her zaman tutarsın,” dediği an adamın aklından geçirdiği kurnazlığa hayret ile şaşıran genç kızın “Ya ağabey çok fenasın sen ya,” diyerek koluna sert bir darbe indirdi. “Kızım yavaş olsana ya, gelinsin sen, gelin hanıma hiç böyle tavırlar yakışıyor mu, çok ayıp…” dedi ve odanın içinde karşılıklı sesli kahkahalar ile gülmeye başladılar. Ağabeyi ile uzun uzadıya yaptığı konuşmanın ardından Toprak'ın gelme vakti yaklaştığında onu görmeye henüz hazır olmadığını hisseden Cantuğ, "Senin ayarsız gelmeden çıksam iyi olacak, her ne kadar sesimi çıkarmıyor olsam da henüz onu görmesem onun sağlığı açısından iyi olur. Yoksa yemek başlamadan yumruklarım sayesinde hastaneyi boylayabiliriz," dediği anda kardeşinin alnından öpüp odadan dışarıya çıktı. Cemre ağabeyinde gördüğü değişim ile içi bir nebze olsun rahatlamış olarak kendini yatağa bıraktı. Derin düşünceler içinde yoğrulurken, kaybolup gitmesine ramak kalmıştı ki genç kız kapının tıklatıldığını duydu. Ardına kadar açılan kapının arkasında ise gönlü ile birlikte ruhuna da sahip olan adam vardı. Her şeye rağmen ondan vazgeçmeyen, genç kızın tüm sözlerini ve kendisine gelen her ters hareketini görmezden gelip yine ve yeniden genç kıza dönen adam, kalan ömrünün sahibi, Cemre'sinin sevdiği adamdı... Gözünün değil gönlünün sevdiği, ruhunun sahiplendiği aşkına âşık olduğu adam geldi. Ne oldu? Ne ara, nasıl oldu? Bilmiyordu... Adım adım genç kızı her şeyi ile ele geçirdi. Varlığını kabullenememişken genç kızda var olmasına bir türlü anlam verememişti. Olmuştu, olmuştu ama güzel olmuştu. Toprak’ın adımları ona doğru hızlanırken kalbinin hızlı atışlarına engel olamamıştı. Nefessiz kalıyordu genç kız, adeta bu adam onun soluğunu kesiyordu. Rüya gibi geçen o zaman diliminde uyanmamasını sağlayan ise Toprak’ın yakıcı sıcaklığını ellerinde hissetmesi ile olmuştu. "Bir an o deli arkadaşlarının bu odadan hiç çıkmayacağını düşündüm." "Heh... Ne?" Cemre o kadar şaşkın, bir o kadar da kendinden geçmişti. Telaş ile ağzından çıkanlara kendisi bile şaşırmıştı. "Gel buraya, o kadar özledim ki seni..." Dediği anda adam, genç kızı bir anda kendine çekip kolları arasına aldı. Bu, bu çok farklıydı. Nefesini saçlarında hissetmek, genç kızı içine çeker gibi koklaması, of... İşte bu Cemre’yi kendisinden alıp götürüyordu. Bu genç kızın dayanabileceği, savaşabileceği bir duygu değildi… Toprak, şu saate kadar dayanabildiğine hala inanamıyordu... Of... Bu kızın kokusunu içine çektikçe, ruhu kendisini bambaşka diyarlarda buluyordu. Sabahtan bu yana kadınının deli arkadaşlarıyla uğraşmak ve onun sevdiği kadınını rehin almalarına bu kadar sabırlı davrandığına bir türlü inanamıyordu... Toprak’a kalsa alıp kaçıracaktı hırçın güvercinini, bu tantanaya dayanacak hiç gücü, takati kalmamıştı... Bir an önce onunla gözlerden uzak yerlerde yalnız kalmak istiyordu. "Toprak, orada daha ne kadar beklemeyi düşünüyorsun." "Sonsuza kadar meleğim." "Ama gitmemiz lazım." "Kim demiş..." Dediği anda kapı tıklatılıp içeri giren münasebetsiz tabiî ki Mira'ydı... "Bay ateş ve bayan barut, biraz daha dışarıya çıkmazsanız ateşiniz ile bizi havaya uçuracaksınız haberiniz olsun." "Münasebetsiz cadı..." "O onu bana mı dedi?" Ağzı bir karış açık ellerini beline koymuş mahalle kadınları gibi çemkirmeye hazırlanıyordu. "Bak bakayım etrafına, burada senden başka münasebetsiz var mı burada?" "Şansını zorlama enişte aday adayı," "Aday adayı derken?" "Dikkatini çekerim daha hala adayın da adayısın, seni ortadan kaldırmam bir tek sözüme bakar. Benim ile tatlı tatlı geçinsen iyi olur." "Cemre, şu küçük aklının son kullanma tarihi geçmesin diyerek ömrünü uzatmak adına aklını derin dondurucuya atan arkadaşına bir şey söyle..." Toprak'ın sesi duydukları karşısında isyan eder gibi çıkmıştı. "Toprak saçmalama ya...” diyerek adama nazlı nazlı konuşurken birden Mira’ya dönüp kaşlarını çatarak, “Kızım basmasana sende adamın damarına damarına..."diye azarlar gibi söylendi. "Tamam tatlım ya iki dakika adamın canını okuyayım dedim, maşallah ona da izin vermiyorsun... Ay aman, tuzla da kokmasın haspam..." "Kız kıyamam ki ben ona..." Dediği an kocasının yüzünü şefkat ile okşamıştı. "Iyh vıcık vıcık, ben bu manzaraya daha fazla dayanamayacağım, midemi bulandırıyorsunuz. Biraz daha beklerseniz Cantuğ tekrar yukarıya çıkacak haberiniz olsun." "Hadi kızım, daha fazla uzatmadan uza bakalım hadi naş naş..." Toprak, gözlerindeki hiddeti, sesindeki tehditkâr sese yansıtmıştı. Mira, Toprak'ın sözlerine sinir olmanın ötesinde, farklı duygular içinde boğuşurken, en akıllıca şeyi yaparak genç adamı sinir etme kozunu kullanıp, zamandan çalarak, Toprak'ın isteğini gerçekleştirmeyip daha fazla küplere binmesini adım adım seyre daldı. "Sen sus aday adayı... Kız Cemre ağabeyini gördüm, aman Allah'ım o nedir öyle ya... Akıllara zarar bir yakışıklılık, gözleri kamaştıran bir karizma, ya Rabbim yaratırken resmen özene bezene yaratmış... Böyle bir ağabeyin olduğunu bilsem inan bir dakika durmaz yengen olur dahası kucağına bir düzine yeğen verirdim..." Hülyalı gözler ile hayallere dalarken Toprak'ın "Bak Cemre laf aramızda senin bu arkadaşın azmış bence biz bunu baytara götürelim tedavi ettirelim, maazallah çevreye zarar vermeden…" dediği anda Mira gözlerini pörtletip diken gibi sert ve acıtan bakışlarını genç adama fırlattı. "Cemre, bence aday adayı bu odundan bir cacık olmaz, sen aday olan Bertan'ı değerlendir, en azından bir kızla nasıl konuşması gerektiğini biliyor." Her bir kelimeyi bastıra bastıra genç adamın gözlerinin içine bakarak tek tek basarak söyledi. Her kelime Toprak'ın içine bir adım daha öfke doldururken, öfkesinin taşmasına sebep olan ise o isimdi? Bertan? Kimdi lan bu Bertan? Adını sanını duymadığı bu adam da kimdi? Tam da düğün günü nereden çıkmıştı bu Bertan? "Bertan kim lan?" Ani bir dönüş ile Cemre'ye bakan genç adam açıklama bekler gibi genç kıza bakıyordu. Bakışı hiç de öyle normal değildi, az sonra birilerini yok edecek kadar korkutucuydu o gözler… "Bertan kim kızım? Nerenden uydurdun iki dakika da?" Cemre, Mira’ya hiddet ile dönerek keskin bakışlarını genç kıza gönderirken “Neyin kafasını yaşıyorsun kızım sen?” der gibiydi. "Tanımıyor musun sen?" "Toprak saçmalama nereden tanıyayım ya? Mira’nın seni sinir etmek için yaptığı bir şaka... Değil mi Mira? Yaptığın koskocaman bir eşek şakası... " "Lan Mira oyarım kızım seni Bertan kim? Uydurmaca mı, gerçek mi?" "Ayh... Hiç güleceğim yoktu doğrusu... Oh olsun sana enişte adayı bey! Bir daha benimle konuşurken dikkat edersin. Ayarımı bozarsan ayarını bozarım oğlum işte böyle. " Mira'nın kahkahaları odada yankılanırken Toprak'ın içinde rahatlama yayılırken, suratında şapşal bir ifade, hala kızın daldan dala konuşmalarını safça dinliyordu. "Mira iyi misin kuzum sen?" Cemre, genç kızın hareketlerinin normal olmadığının farkına varmıştı ve endişe ile genç kızı süzüyordu. "Bilmiyorum ya... Ağabeyini gördüğüm andan bu yana iyi olduğum pek söylenemez doğrusu..." "Vay..." Adamın alaycı ses tonu odaya yayılırken gülmemek için dudaklarını ısırdığını Cemre görebiliyordu. "Toprak, lafa karışma, ezer geçerim seni," Toprak ellerini teslim olur gibi havaya doğru kaldırırken akıllandığını belli eden bir bakış attı. "Of çok karıştırdınız beni, aşağıda ilgilenmem gereken bir ağabey var siz de şansınızı zorlamadan gelin daha fazla tutamam Cantuğ'u..." dediği anda koşar adım kapıdan dışarıya çıktı. "Cemre, senin bu münasebetsiz cadı, ağabeyine mi asılıyor yoksa bana mı öyle geliyor..." "Bana yardım ediyor sadece..." "Nasıl yani?" "Onu tanıdıkça anlarsın Toprak, dilindeki ile aklındaki tamamen farklıdır. Zamanla bir şeyi söylerken aslında ne demek istediğini daha iyi anlarsın..." "Tuhaf arkadaşların olduğunu söylemiş miydim?" "Benim de normal olduğum söylenemez kocacığım," dediği anda gözünü kurnazca kırpmış ne demek istediğini genç adam anlayıp arsızca gülmüştü. "Hım... Doğruyu söylüyorsun aslında," dediği an, beklemedik bir hamle ile ayağına yediği tekme ile yerinde zıplamaya başladı. "Uf... Cemre ne yapıyorsun kızım ya canım acıdı... Cenneti göstermeden cehennemi yaşatmaya niyetlisin galiba..." "Canın yansın da boşa çalışan çenen kapansın diye yaptım." "Hoş geldin hırçın güvercinim, ben de ne zaman ortaya çıkacaksın diye bekliyordum..." Genç adam ani bir hareketle genç kızı kollarından çekip alnına nazlı bir buse kondurdu. "Ya bana güvercin deyip durmasana..." Genç kız huysuzca Toprak'ın kolları arasında kıpırdanırken genç adamın sevdiği kadını kollarından bırakmaya hiç niyetinin olmadığını sıkılaştırdığı kollarından göstermişti. "Tamam nazlı yârim, böyle özel bir günde yaşadığımız bin bir tuhaflığın ardından yediğim bir tekme yeter, bir ikincisine gerek yok doğrusu...” Cemre, daha fazla dayanamayıp kahkahaya boğulurken, Toprak kaşlarını çatmış ona doğru bakıyordu. "Gülmen bittiyse sevgili karıcığım aşağıda bizi bekleyen misafirleri bekletmeyelim," derken elini ona doğru nazikçe uzatmıştı. "Tabii ki müstakbel kocacığım gidelim hadi," dediği anda kendine uzanan eli tutmuş ve kapıya doğru yönelmişti. Kahretsin! Yine ne olmuştu da bu deli adam taş kesilmiş gibi hareket etmeden heykel gibi duruyordu. "Allah aşkına yine ne oldu Toprak..." Gözlerini fal taşı gibi açmış isyan eder gibi çınlıyordu sesi odada... Toprak gördükleri ve aklına doluşan bin bir düşünce ile adeta taş kesilmişti. “Lanet olsun bu kıza bu gelinliği alırken nerem ile düşünüp hangi akla hizmet ederek almıştım acaba...” Toprak içinde bin bir küfürü kendine saydırırken o gelinliği yalnızca kendine giyecek ve yüzlerce kişi görmeyecek düşüncesi ne ara hangi saçma sebep ile aklına yerleşmişti acaba... "Kahretsin! O gelinliği sana almamalıydım..." "Niye güzel olmamış mıyım?" "Sorun da o ya zaten, akıl alır derecede göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahipsin ve bunu yalnızca benim görmem gerekiyordu... Benim olanın bir gramını başka bir insanın gözleri görmemeli, benden başkasının gözüne haram kılınmalısın... Of... Bu gelinliği alırken herhalde aklımı yitirmiş olmalıyım. Lanet olsun bana..." dediği anda yüzü kararmış kaşları çatılmıştı. "Toprak saçmalama Allah aşkına herkes bizi bekliyor." "Cemre..." "Efendim kocacığım," derken o kadar işveli ve cilveliydi ki Toprak'ın kararan yüzü aydınlanmış, çatılan kaşlarının yerine yüzüne şapşal bir ifade yerleşmişti. "Hiç adil savaşmıyorsun karıcığım..." "Neden öyle diyorsun, kocam değil misin?" "Şaka yapmıyorsun değil mi?" "Toprak, saçmalama ya... Neden şaka yapayım..." "Sen bana cilveli cilveli kocacığım mı dedin?" "He Toprak he, kocacığım dedim, buna daha sonra şaşır, ağabeyim odaya çıkarsa iki yumruk ile kendine gelir ardından gözlerini hastanede açarsın, haydi ya gidelim artık..."dediği anda Toprak'ın tüm şaşkınlığını görmezden gelip sürükleyerek aşağıda kendileri için hazırlanmış bahçeye sonunda iniyorlardı. *** Rüyaları bile kıskandıracak, hayallerin ötesinde hazırlanmış bir bahçede tüm aile bireyleri ve Toprak'ın yakın çevresinin katıldığı bir yemekti. Yemekten öte bir nevi huzurun dalga dalga yayıldığı bir düğün gibiydi. Sakin ama bir o kadar da dolu dolu geçen bir nikâh yemeğiydi. Toprak annesinin gönlü olsun diye küçük bir mizansen ile nikâh tazelenmiş, annesi oğlunun ve gelininin o evet dedikleri ana şahit olmuştu. Ayfer Hanım’ın içi ne kadar yarım ve buruk olsa da biliyordu ki Hulusi Bey'de şu an oralarda bir yerlerde bu ana keyifli bir şekilde şahitlik ediyordu. Oğlunun görmeden seveceği kızı bilen adam yukarılardan bir yerlerden eseriyle gurur duyuyordu. Ayfer Hanım, sevdiği adamın yokluğunu derinden hissetse de ruhunu ısıtan, varlığını hissetmesi ile bir nebze de olsa onun toparlanmasını sağladı. Ayfer Hanım, Canan Hanım ile o kadar iyi anlaştılar ki Cemre bilmese yıllardır görüşen iki dost olduklarına inanırdı. Babasının sağlıklı olması ve yüzünün hiç olmadığı kadar gülmesi onun yüreğini daha da ferahlatmıştı. Cantuğ'un bile sakin olması onu rahatlatmış hatta Mira ile birbirlerine bu kadar yakın olmalarına şaşırmıştı. Arda'nın onlara bakan sert bakışlarını görene kadar Cemre'ye acaba dedirtmişti, ama Arda'yı gördüğü an bunun sadece onu çıldırtarak uzak durmak için yaptığını, dahası ağabeyini Toprak'tan uzak tutup onu adamın aşkına ikna etmek için uğraştığına artık adı gibi emindi. Hatta bir ara dansa kalktıklarında, Arda'nın çevresine sataşıp kavga çıkardığını, bir yandan da onları süzerek öldürücü bakışlar göndermesi Cemre’nin keyfinin daha da artmasını sağladı. Olanları keyif ile izlerken Cemre içinden, "Oh olsun sana Arda Bey, neler çektirdin sen benim Mira'ma," diye zafer nidaları atıyordu. "Oh olsun biraz da sen çek..." diye kahkahalara boğulurken Toprak, genç kızın sebepsiz kahkahalarına anlam veremiyordu. "Nikâh başladığı hızla devam ederken zaman da alıp başını gidiyordu. Konuklar bir bir mekânı terk ederken, Cemre yorgunluktan yıkılmak üzereydi. Kendisini annesi ve babasının masasına bir un çuvalı gibi bıraktı. Annesinin göğsüne yatarken onun kokusunu derince içine çekiyordu. O kadar özlemişti ki onları... "Çok özledim sizi," dediği anda annesinin yanaklarına sulu ve sesli öpücüklerini bırakmıştı bile... "Biz de seni özledik birtanem... Mutlusun..." "Evet anne, mutluluk buysa eğer ben her zerremin hissettiği kadar mutluyum..." "Biliyorduk, onun senin için doğru insan olduğunu biliyorduk." "O yüzden miydi? Ama nasıl?" "Çünkü seni tanıyoruz kızım..." Dediği anda kızına sarılmış, mutluluktan akan iki damla gözyaşını Cemre görmeden ortadan yok etmişti. "Sizi bırakmam, hemen geri dönemezsiniz..." Canan Hanım kızının bu isteğine imalı bir tebessüm ederken arkadan gelen o etkisi altında kaldığı büyülü sesin söyledikleriyle neye uğradığını şaşırdı. "Canan annemler hemen dönmeyecekler, biz dönene kadar burada kalacaklar." "Ne? Biz dönene kadar mı? Biz nereye gidiyoruz ki?" "Sürpriz aşkım," dediği anda Canan hanımın kolları arasından Cemre'yi çekip almış ona sımsıkı sarılmıştı. Cemre, duyduklarının şaşkınlığını üzerinden atamadan Toprak'ın hareketiyle utancından kıpkırmızı olmuş o an yerin dibine girmek istemişti. Tamam evlilerdi ama bu ayarsız herife ulu orta öpmek zorunda mıydı yani? Hem de annesi ve babasının yanında... Rezilliği zirvelerde yaşarken utançtan kızarmanın dibine vurmuştu. Of... Kütük ancak bu kadar nezaket kurallarına uyardı işte... Dengesiz, ayarsız herif ne olacak... Tüm yakın dostları ve ailesi Cemre'nin Toprak'tan kurtulmak için çırpınışlarını gülerek izlerken onların bu halini dişlerini sıkarak izleyen bir çift sinsi göz vardı. İçinde hesaplar yaparken hain planlarını uygulamaya koymak için kendine yeminler veren biri... Her şey yoluna girmeye başlamışken bir çift sinsi göz kime aitti? Ne planlıyordu? Planları başarıya ulaşabilecek mi? Ve bu planlar ne için, kim için ve kimlere, nelere zarar verecekti? |
0% |