Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@ugurluay

24.BÖLÜM(***BURASI NERESİ?***Mudurnu***)

"Sen benim ayıkken kafamın güzel hali,

Gözlerimin keşfettiği en nadide parçasın,

Filmini izlemeden fragmanına hayran kaldığım,

Bahtına meylettiğim gözümün bebeğisin,

Feleğin çektiği en güzel kıyağım,

Gönül âlemimin kutsal emanetisin,"

"Sana inanmıyorum Toprak, burası bir harika..." Cemre konağın bahçesinde gezinirken adeta büyülenmiş gibiydi. Gözleri ile etrafı ziyaret ettiği her an keyfi yerine geliyor, mutluluk coşkusu, sevincine kucak açıyordu.

"Neden inanamıyorsun bakalım küçük cadı," genç kızın şaşkınlığını yok sayan Toprak, eriyip gittiği kızın ellerinden tutarak kendi sıcaklığını hissetmesini sağladı. Toprak’ın yaptığı bu hareket ile genç kız mekânın büyüsünden kurtulup, adamın etki alanına yavaş yavaş girmişti. Ruhunu şefkatli bakışlarıyla yıkarken adeta bedeni adamın etkisiyle temizleniyordu. Toprak, tutuşunu sıkılaştırıp onu kendine doğru tam çekmişti ki, Cemre kızaran yüzüne eklediği utangaç bakışlarını mahcupça aşağıya indirmişti. Kollarının arasına aldığı hırçın güvercini, birilerinin onları görme ihtimali ve tamamen yabancısı olduğu bu bahçe içinde, huzursuzca adamın kolları arasında genç kız kıvranırken, bay hâkimiyet yani Toprak halinden gayet de memnundu.

"Toprak, bıraksana ya, biri görecek şimdi..."

"Allah Allah, karım değil misin? Niye bırakacakmışım bakayım? Ne kadar sabrettiğimi bilse şu Mudurnu halkı, halime resmen acır be..." dediği anda kollarını iki yana açmış avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı.

"Hey Mudurnu, duy sesimi, ben bu hırçın güzele deli divane aşığım aşık... Onun aşkından yandım, bittim, kül oldum..." dediği anda, hiç beklemediği bir anda Cemre adamın ağzına ellerini kapatarak bağırmasını engellemeye çalıştı. Toprak, kokusunu duyduğu kadının ellerini dudaklarında hissettiğinde, birbirine âşık çiftin gözleri özlemle buluşmuştu. Cemre ise bu büyülü anı bozarcasına "Ne yapıyorsun sen ayarsız kütük?" diyerek telaşla karşılık vermişti. Cemre’nin, Toprak’a yakınlaşması, adamın o kadar çok hoşuna gitmişti ki, genç kızın bu açık davetini hemen kabul edip tekrar onu kolları arasına geri alıp onu aşk ile kendine hapsetmişti.

" Ah be güzellik, ömrümü korkusuzca ellerine emanet ettiğim can yârim benim..." diye iç geçirirken onun söylediklerinin adamın kafasında canlanmaya başlaması onu kendine getirmişti. "Bir dakika ya bu deli kız böyle bir yere getirmemi neden kendi beyninde şaşkınlıkla karşılamıştı ki acaba?" İç çekişleri bakışlarına yansımış olmalı ki Cemre daha fazla dayanamayıp utangaç bakışlarını yerden kaldırıp ona doğru bakarak konuşmaya başladı.

"Senin böyle bir yeri balayı için seçtiğine hala inanamıyorum." Toprak’ın kolları arasından kurtulmaya çalışan huysuz güvercininin konu değiştirme ustalığı resmen adamın gözlerini doldurmuştu. O ne kadar kaçmaya çalışsa da onu bırakmayacağını ima eden uyarı dolu bakışları genç kızın vücudunun tef gibi gerilmesine neden olmuştu.

"Allah Allah, sizin bu düşünceye kapılıp gitmenize sebep olan nedir acaba bayan güvercin? Öğrenebilir miyim acaba?" Deli kız ne olacak... Dur bir dakika ya Toprak böyle bir yeri seçemez miydi yani? Tipi mi müsait değildi? Ne demek istemişti ki bu kız ona? Lanet olsun jetonunun köşeleri eski halini mi almaya başlamıştı acaba?

"Hım... Düşünelim bakalım bir..." Yaramaz bir çocuk gibi yüzünü buruşturup düşünen bir çocuk edasıyla elleriyle çenesini sıvazlarken birden, "Buldum, buldum..." diyen çığlığı tüm bahçeyi doldursa da, Allah'tan tüm konağı bize özel olsun diye tamamen tutmuş olduğu genç adamın aklına gelirken içi bir nebze de olsa rahatlamıştı. Bu doğru hareketi için içten içe gururlanırken omuzlarının horoz gibi kabarmasına engel olamamıştı. Mükemmeldi ama kahretsin çok isabetli kararlar alıyordu şu ara... Toprak içten içe kendine kutlama törenleri yaparken, Cemre'nin kulağının dibinde sözüm ona ciyaklaması ile bulunduğu dünyaya geri dönmek mecburiyetinde kalmıştı.

"Yuh kızım ya, niye cırlıyorsun bendeki de kulak yani..." Cık cık cık diye ağzıyla çıkardığı sese, onu onaylamayan bakışlarını da eklemişti ki, "Toprak!" diyen tehditkâr sesiyle kurdun kuzuya dönüş hikâyesini, adamdaki canlı örneği ile bir kez daha yaşayarak görmüş oldu. Kuyruğunu kıstırıp kedi gibi " Tamam, tamam kızma hemen be güzelim... Söyle bakalım küçük hanım benden neden böyle bir yer beklemezdin. Cidden merak ettim doğrusu..." Yeter da, söyle de adamın içinde kök salan merak ağacının sebebini öğrensin bu gariban artık da... İnsaf yani bu kadar uzatılır mı? Toprak’ta ki de candı yani...

"Çünkü sen lüks hayata önem veren, deniz, kum, güneş üçlüsünün baştan çıkarttığı, yıldızların havada uçuştuğu otellere hayran olan bir adamsın... Hem ne bileyim öyle işte..." Toprak’ın duydukları hiç hoşuna gitmemiş dahası kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Ne yani bu kız onu hayali hayatların budalası gibi mi görüyordu. Toprak onun gözün de bu muydu yani?

"Kocanı çok yanlış tanımışsın karıcığım... Hem unuttun mu?"

"Neyi?"

"Ben de senin gibi Karadenizliyim..." Sözüne devam edemeden ağzı bir karış açık kalmış resmen kelimeleri, Cemre'nin kahkahaları ile adamın boğazına tıkılıp kalmıştı. Toprak’ın ağzından çıkan sözler ile kollarının arasındaki genç kızın attığı kahkahalar canını sıksa da onun böyle gülen yüzünü görmek adamın içinde tarifini edemeyeceği bir duygunun doğup büyümesini sağladı.

"Sen, sen mi Karadenizlisin?" Ne var ki bunda, bu kız Toprak komik bir şey söylemiş gibi niye kahkahalar ile gülüyor, dahası gülmekten konuşamıyordu. Tek kaşını havaya kaldırmış, sinirlendiğini belli etmeye çalışsa da bu kızın hiç oralı olduğu yoktu doğrusu...

"Ayh... Karnıma ağrılar girdi Toprak..."

"Allah Allah, ne var bunda bu kadar gülecek anlamadım ki..."

"Sen, sen," Cemre, işaret parmağı ile adamı gösteriyor gülmesine ara verip de konuşamıyordu bile... "Sen, Karadenizliyim deyince tutamadım kendimi kusura bakma," dediği anda Toprak’ın sinirlerinin zirve yapmasına sebep olan kahkahasının bahçe içinde yankılanmasına engel olamadı.

"Cemree…” Toprak’ın sesi öfkeli olduğu kadar tehditkârdı. O ses ondan mı çıkmıştı... Yürü be koçum kim tutar seni...

"Ayh, tamam, tamam Toprak ya, ben, ben sadece, Of, karnım..." Elini karnına götürmüş diğer eliyle Toprak’tan tutunuyordu. Artık tahammülünün son raddesine gelmişti.

"Ne var be, Karadenizliyim işte..."

"Çakma Karadenizli sen de..." dediği anda, Toprak’ın ağzı bir karış açık kalırken gözleri hayret dolu bakışlarının oklarını bir bir ona saplamaya başlamıştı. Tamam seviyordu ama bu, bu nedir arkadaş ya? Bu ne demekti şimdi ya?

"Tamam, sonradan öğrenmiş olabilirim ama..." Gülmesine ara veren, cadı kazanı yürekli acımasız güvercini, boğazını temizleyip sesini normal tona çevirmeye çalışarak söze resmen pençelerini çıkararak atladı.

"Ama, kendini buldun öyle mi?"

"Hayır! "

"Hayır mı?" diyen adamın asi güzeli artık kahkahayı tamamen kesmiş duyduklarının hoşuna gitmediğini gösterir bir biçimde duruşunu dikleştirirken onaylanmamak canını sıkmıştı.

"Kendimden öte ben seni buldum Cemre’m..." Duydukları gözlerini hortlak gibi açmasına sebep olurken buna hiç de hazır olmadığını belli ediyordu.

"Toprak..." He şaşkın ördeğim, heh, söyle...

"Gel bakayım sen şöyle," dediği anda, Toprak, onu kendine daha fazla çekmiş, çenesini onun başına dayamış, saçlarından derin nefesler alırken onun kokusunda dağılıp, bin parçaya bölünüyor adeta yok oluyordu. Onun etkisi adamı tamamen ele geçirmeye başlamışken daha fazla dayanamadı. Onu kendinden hafifçe uzaklaştırırken odak noktası gözlerinden, aşağılara, dudaklarına çoktan kayıp gitmişti. Yavaş yavaş esiri olduğu, taptığı o bal dudaklara doğru eğiliyordu.

Yüreğinin sesi kulaklarında bas bas bağırırken, vücudunun içten içe zangır zangır titremesine engel olamıyordu. Tam zaferine ulaşmıştı ki...

"Canım kulaklarımda atarken, soluksuz bıraktı bakışların,

Nefesimi kesti, o bakışların altında yatan gizemli imaların..."

Tam zaferine ulaşmıştı ki... "Eeee... Ne yapıyoruz bakalım bugün, hem ben çok acıktım." Diyerek adamın ruh halinin dağınık boşluğundan yararlanıp kolları arasından küçük yaramaz bir çocuk gibi kaçarak, sıcaklığını adamdan acımasızca çekip almıştı. Bir hiç gibi ortada kalan Toprak, elleri hava da gözleri sinirden kapanmış, dişlerinin gıcırdama sesi kulakları tırmalarken ağzından çıkan tek homurtu, “Kahretsin, bu, bu yapılır mı bana...” olmuştu. Bulunduğu anın tadını çıkaramadan kollarından kayıp giden deli kıza öfkesini yöneltmemek için ellerini iki yana indirip yumruk yapmıştı.

"Toprak, ben çok acıktım ya," diyerek aheste aheste onu ardında bırakıp bahçeye hazırlanmış kahvaltı masasına giderek umursamazca oturdu. Toprak, içinden kendine sabah yaptığı hareket için bin bir iyi dileklerini saydırırken, ortada bir hiç gibi kalmayı çoktan hak ettiğini, Cemre'sini ona yaptığı hareketin kralını yaptığı için içinden tezahürat yaparak alkışlıyordu. "Aferin sana kızım, ancak sen ortada mal gibi hem de bu vaziyette bırakabilirdin. Aferin sana..." diyerek içten içe kendine kızarken adam öfkesini dindirmeye çalışıyordu.

Cemre’nin umursamaz bir halde Toprak’ı ardında bırakıp hiçbir şey olmamış gibi kahvaltı yapmaya başlaması adamın sinirlerini alt üst etmeye yetmişti. Kendini toparlayıp ayaklarını sürükleye sürükleye masaya gidip bir un çuvalı gibi sertçe kendini sandalyeye bırakmıştı. Adamın hali genç kıza keyif mi vermişti yoksa ona mı öyle gelmişti. Bir dakika ya onun yanağında oluşan adamdan gizlemeye çalıştığı gülüş… Vay... Küçük hanıma bak hele, bir de dalga mı geçiyordu onunla... Sabır, sabır, sabır...

"Bugün neler yapıyoruz bakalım?"

"Ben tüm günümüzü yatak odamızda geçiririz diye düşünüyordum sevgili karıcığım. Hani yeni evlenenlerin, gerdek dedikleri ve bizim hala yaşayamadığımız gece var ya..."Toprak’ın sözünün bitmesiyle, genç kızın ağzındakinin yutarken boğazına kaçması ile öksürük krizine girip boğulma noktasına gelen bir Cemre vardı adamın karşısında. Oh olsun sana deli kız.

"Helal, helal..." diyerek, genç adam masada bulunan sürahiden bir bardak suyu genç kızın eline verirken sırtına yavaş yavaş vuruyordu. Öksürüğü geçip, nefes alıp verişini sakinleştirmeye çalışırken gözlerini fal taşı gibi açmış, kızararak yanan yüzüne elleriyle yelpaze yapıp vücut sıcaklığını azaltmaya çalışıyordu. "Ah be güzelim, kıyamam ben sana ya", diye iç geçirirken içindeki aşkı vicdanını körüklerken zaafı olan asi güzeline dayanamıyordu.

"Şaka yaptım be güzelim, sakin ol biraz... Tamam nefesini kestiğim doğru ama bu kadar da belli etme, ulu orta çok ayıp... Hem dikkat et kendini, sen bana bu gece lazımsın..." diyerek arsızca göz kırpmıştı.

"Toprak, uçan cisimleri tekrar görmek istemiyorsan sus istersen."

"Tamam kızma hemen, sustum." Dedi ve parmakları ile fermuar hareketi yapıp ağzının fermuarını kapatıyor gibi bir işaret ile Cemre’nin açmaya hazırladığı ağzını çoktan kapatmıştı.

***

"Buranın adı neydi Toprak?"

"Mudurnu..." Toprak, üzerinden saatler geçmiş olsa da genç kızın elinden ani kaçışı sinirini bozmaya yetmişti. Hemen eski haline dönemediği için ağzından çıkanları kontrollü ve sakin çıkarmaya çalışsa da sesinin tıslar gibi çıkmasına ve homurdanmasına engel olamıyordu. Kahvesini içerken hala içten içe kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Kızgınlığı Cemre’den çok kendineydi aslında. Çünkü Toprak bunu sonuna kadar hak etmişti. Tamam, bazen ayarı olmuyordu. Cemre'sinin dediği gibi ayarsız kütüğün tekiydi işte... Yont yont bir kütük ancak bu kadar ayarla, bu kadar dengeye sahip oluyordu işte...

"Peki, beni buralara getirdin. Neler yapacağız bugün?"

"Önce Emel Hanım ile görüşmeye gideceğiz, "Toprak, kahvesinden bir yudum daha alırken bir bayanın bulundukları ortamda isminin geçmesi genç kızı huzursuz etmeye yetmişti ki bu da adamı biraz olsun keyiflendirmeye yetmişti.

"O, o kim ki?" Ah be güzelim hemen de kıvama geliyordu, ama ona bu durumda daha fazla kıyamazdı ki, sonuçta balayındalardı değil mi? Tadına henüz bakamadığı balAYI....

"Turizm bürosundaki bayan, burası için onunla irtibata geçtim, sağ olsun çok ilgilendi. Tamam süper sürprizler yapıyorum ama benim de gücüm bir yerde biter netice de süper kahraman değilim değil mi? Cahil olduğumuz konuları işin ustasından öğrenmek lazım, o da bize bu konuda yardımcı olacak..."Toprak, genç kızın duydukları karşısında derin bir oh çektiğini duyar gibi olmuştu.

Asi güzelim benim ya... Kendisi de Trabzon da rehberlik yaptığı için gereksiz kıskançlık yaptığının hemen farkına varmıştı.

"Vay, hazırlıklıyız diyorsun yani..."

"Aynen, öğrenmeye aç bir cahil olduğum kesin..."

"Hadi gidelim o zaman," diyerek çoktan ayaklanmış adamı kolundan sürüklemeye başlamıştı bile...

"Hala inanamıyorum Toprak ya.. Sen gibi bir adam Mudurnu'da balayı planla... Pes doğrusu..."

"Cemre kızmaya başlıyorum artık bak! Sen Karadeniz'e ben de sana hayranım be güzelim. Anla artık bunu..."

"Hadi kalk, kalk ya, çok konuştun, gezmek istiyorum biraz." Dediği anda bir kaplan gücüyle adamın kolunu koparırcasına çekmeye devam etmişti.

“ Burayı seçmek ile büyük bir hata yapmıştı galiba...

Bizim şimdi, şu anda yatakta olmamız gerekiyordu, sokaklarda değil ya... Ben hiç böyle hayal etmemiştim. Onun şu an yorgunluktan hiçbir yere gidecek gücünün olmaması gerekiyordu. Ben gidelim dedikçe, onun hayır demesi gerekiyordu. Kahretsin! Hayaller ile gerçeklerin bu kadar birbirine zıt olması mı gerekiyordu?” Adamın aklında uçuşan cümleler ile kafası allak bullak olmuştu. İç karışıklığı diline dolandığından ağzından çıkan tek kelime iç sıkıntısını yansıtan derin bir, "Of..." olmuştu. Toprak’ın isyanlarına hiç de aldırmayan güvercini onu çoktan Keyvanlar Konağı’nın kapısından sürükleyerek çıkarmıştı.

"Ömrümün bekçisi, ruhumun kâşifi...

Beni benden öte tanıyan gece gözlü nazlı yârim."

Toprak, küçük bir kasabada, tarihin tüm kokusunu içine derinden çekerken, kasabanın sokaklarında sevdiği kadın ile birlikte el ele dolaşmak... Bu tarifi imkânsız ve asla paha biçilemez bir duyguydu onun için. Emel Hanım'dan gerekli bilgileri aldıktan sonra ellerine aldıkları broşürler ile ilk durakları saat kulesine doğru yol almaya başlamışlardı. Cemre, nazlı yâri, buraları o kadar çok beğenmişti ki onu bu kadar iyi tanımış olmak ve onun istediği gibi bir yere genç kızı getirmenin haklı gururunu içinde deli gibi davulla zurna ile kutlayarak yaşıyordu.

"Toprak, bak buradan gidilecek galiba, baksana tabela orayı işaret ediyor," dediği anda genç adamı kolundan çekerek, tarif ettiği yöne doğru onu sürüklemeye başlamıştı. Aman Ya Rabbim, bu kızda fil gücü mü vardı yahu, adam azıcık yok diyerek diretse de, utanmadan, çekinmeden kolunu koparıp alacaktı...

***

"Aman Allah'ım, burası nasıl bir yer böyle, çok ama çok güzel... Kasabanın tüm güzelliğini buradan daha net görebiliyorum. Çok harika görünüyor, etkilenmemek elde değil," dediği anda korkuluklardan tuttuğu ellerini iki yana açarak gözlerini kapatmış, tatlı esinti eşliğinde saçları uçuşurken temiz havayı en derinden içine çekiyordu. Kendini Titanic gemisinde mi sanıyordu bu kız acaba? İşi daha da öteye götürüp ileriye doğru hareketlenince, kalpten götürecekti bu kız Toprak’ı, yüreğine inecekti genç adamın.

"Kızım, dursana bir ya, düşeceksin şimdi. Yuvarlanıp gideceksin kayalıklardan aşağıya doğru..." Sesi panikten ne yapacağını bilemez halde etekleri tutuşmuş gibi çıkarken, yüreği bu manzaraya daha ne kadar dayanırdı bilmiyordu. Öldürecekti bu kız onu sonunda, o olacaktı...

"Saçmalama Toprak, korkuluklar var görmüyor musun?" Cemre, adamın verdiği tepkiye gülerek hayret dolu bakışlarla onun kendisine uzak duran endamını süzmeye başladı.

"Olsun, ne kadar güvenilir olabilir ki sonuçta onu da insanoğlu yapmadı mı? Sen yine de çok yaklaşma ya hadi gel otur şuraya yanıma," Eli ile oturması için bankı gösterirken yanına korkudan yaklaşamıyordu.

"Bir dakika ya, sen yoksa, yok artık canım..." Gülme ile alay arasında gidip gelen ses tonu adamın sinirlerini bozmaya yetmişti.

"Ne? Ben ne?" Toprak, kaşlarını çatmış bir halde genç kıza bakarken içten içe adam kendine “Yat oğlum yat, anlamazlığa yat bakalım...” diyordu.

"Olamaz değil mi?"

"Ne olamaz ya?" Aferin böyle devam, heyt be baban da mı oyuncuydu.

"Sen yüksekten korkuyor olamazsın değil mi?" Cemre, inanamaz gözler ile genç adama bakarken, genç kızı onaylamayan bakışlarını fırlatıp, tespitinin tamamen yanlış olduğunu hissettirmeye çalışsa da ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı doğrusu...

"Ne alakası var Cemre, ne korkacağım, hem sen böyle bir şeye ihtimal veriyor musun? Peh, ben, kıytırık bir yükseklikten mi korkacağım, hiç güleceğim yoktu doğrusu," Ah, ah gül sen Toprak gül, ağlanacak haline gül... İnandı mı ki acaba ya?

"O zaman gel yanıma," dediği anda bir adım daha korkuluklara uzandı. Ah be Cemre, Allah muhafaza ya, hiç dikkat etmiyordu kendine. Bulunduğu yerin tadını çıkar dediyse de bu kadar da olmaz ki ama...

"Toprak..."

"Efendim aşkım," Toprak, ağzından çıkan ve uzatarak söylediği abartılı cümlenin onu bu kadar utanıp kızartacağını bilse daha önceden bu kelimeyi kullanırdı. Bayılıyordu bu kızın ruhunun mahcubiyet ile dolup taşmasından, yüzünde oluşan kırmızılıklara âşıktı bu adam ya...

"Şey, Toprak saat kulesine çıkalım mı?" Gözlerini genç adamdan kaçırıp orayı, kayalıkların tepesindeki saat kulesini işaret ediyordu.

Gözünün kıyısının da kıyısıyla Cemre’nin işaret ettiği yöne doğru bakarak, "Galiba kilitli, baksana kapısı kapalı hem etrafta da ilgilenen biri yok gibi," tüm şirinliğini takınarak söylediği anda suratını ekşitip, gözleri yerdeki taşları incelemeye geçmişti.

"Hadi ya, neyse öyle olsun, ne yapalım artık..."

"Sen çok mu üzüldün bakayım?" diyen genç adam muzipçe eğlenerek ona takılmıştı.

"Yok, niye üzüleyim canım, sadece oradan bakılınca nasıl göründüğünü merak etmiştim. Önemli değil ama buradan bakılınca güzel görünüyor," dedi.

“Ah be güzel yârim, niye dayanamıyorum ki ben sana?” diye iç geçiren adam, hiç istemese de elini cebine atıp onun göreceği şekilde havada anahtarı sallamaya başlamıştı.

"Yoksa bu, bu tahmin etiğim şey mi?" Yapmaması gereken bir hareketi mi yapmıştı Toprak, Cemre genç adama neden öyle bakıyordu?

"Evet hayatım, sen istersin de ben yapmaz mıyım hiç?" Dediği anda havada uçan bir adet anahtarın Cemre'nin kucağına düşmesi ile genç adam neye uğradığını şaşırmıştı. Işık hızıyla mı ışın hızıyla mı olduğunu genç adam pek anlayamasa da halinden de pek şikâyetçi değildi doğrusu. Bilseydi böyle bir tepkiyi hak edeceğini bu numaranın bin bir versiyonunun bin bir filmini Toprak ona çekmez miydi?

"Sen, sen var ya sen bir harikasın, müthiş bir şeysin, bir acayipsin..."Allah'ım Toprak neler duyuyordu böyle, öldü de cennete mi düşmüştü. Bu kız neler söylüyordu böyle... Daha duyduklarını hazmedemeden yanağına konan kocaman ve sulu bir öpücük Toprak’ın transa geçmesini, Cemre'nin kolları arasında resmen taş kesilmesine sebep olmuştu. Evet o taş Toprak oluyordu. Küçük masumane bir öpücük ile kendinden geçip taş gibi orta yerde heykel kesilen bay Toprak...

"Toprak... Hu hu orada mısın?"

"Heh, ne ?" Yok, Toprak yok hülyalarda, rüyalarda, aradığınız Toprak’a şu anda ulaşılamıyor, hafiften uçuşa geçmiş bulunmakta...

"Beni bıraksan diyordum."

"Kim? Ben mi?" Ah onun yâri, onun kucağında nefesi kadar mı yakındı şu an ona...

"İyi misin sen?"

"Şey, bilmem, iyi miyim ki?" İyi olmaz mıydı ya, bundan iyisi Şam'da kayısı...

"Toprak, cidden iyi misin?"

"Kızım alıştıra alıştıra yap bunları bana, kalpten mi götüreceksin beni?" Yok artık Toprak ağzından çıkanın tartısı yok resmen ya…

"Ne diyorsun sen dengesiz herif?" Oh aldın mı kapak gibi cevabı...

"İltifatını hazmedemeden öpücüğün beni benden aldı kadınım..." Ayakta alkışlanarak yuhalanacak bir hareket yaparak az sonra yaşanılacak her şeyi sonuna kadar hak ettiğini resmen ağzından çıkan her kelime ile onaylamış bulunuyordu.

Adamın söylediklerinin genç kızın hiç hoşuna gitmediğini kucağında huzursuzlaşıp yere inmesiyle anlamıştı. “Allah'ım ya, hangi salak öyle güzel bir anı bozabilir ki, tabi ki bay ne dediğini bilmeyen ben... Ağzımdan çıkanları bir süzekten geçirmem lazım, yoksa demek istediklerim ile dediklerim tamamen birbirinden farklı olacak ki bu külliyen bana zarar veriyor...” Diyerek içten içe kendi ile savaş halindeydi.

"Tamam be, bir daha öpmeyiz, sevincimden bir an ne yapacağımı bilemedim, atlayıvermişim üzerine, refleks olarak yani... Sana özel bir şey değildi," dediği an adamın elindeki kulenin anahtarını kapan genç kız çoktan oraya doğru yönelmişti. “Kahretsin, bu neydi şimdi ya? Atarlı güvercin ne olacak...” ağzından homurdanarak dökülenler artık kızın duyamayacağı kadar sessizdi.

"Cemre, dur bir kızım ya hemen her şeyi yanlış anlıyorsun. Kızım dursana uçurum buralar, düşüp bir yerini kıracaksın." Kime konuşuyordu acaba Toprak, şuna bak hele, sıçraya sıçraya gidiyordu. Bir de ardına bakıp onu düşünse birazcık, çok değil ya birazcık... Bu adam uçurumdan tırsar mı, yükseklikten korkar mı? Of, of nasıl gidecekti, nasıl çıkacaktı Toprak oraya…

“Kahretsin, Emel Hanıma söylemeliydim. Orası olmaz demeliydim ya da en güzeli o anahtarı cebimden hiç çıkarmamalıydım. Erkeklik gururuma yediremediğim için telefonda onaylayıp geçmiştim ama bu kadar tepede olacağını bilemezdim ki canım. Hem, hem ben oraya çıkarken yanımda Cemre’m olacaktı ve ben onun elinden tutup çıkacaktım o kulenin tepesine. Of... Kopasıca dilim, ne dediğini bilmezse dilin, korkuyu çeker yüreğin işte...” Titrek adımlar, yarı açık gözler ile adım adım Cemre'sini takip etse de yüreğinin hoplaya zıplaya atmasına engel olamıyordu. Toprak bugün ölmezse daha da ölmezdi...

"Ne dediğini bilmezse dilin, korkuyu çeker yüreğin..."

"Toprak, sen iyi misin?" Diyen Cemre'nin sesi adamın kulaklarında çınlıyordu çınlamasına da, Toprak şu an pek de ona cevap verebilecek pozisyonda değildi. Gözlerini kapatmış, sırtını saat kulesine yaslayarak her an aşağıya düşecekmiş gibi dayamıştı. Toprak, korkudan ayakları tir tir titrerken, küçük çocuk gibi altına yapabileceği bu duruma kendini nasıl soktuğuna bir türlü inanamıyordu. Aşağıya doğru iki göz ile bakmayı bırak tek gözünün ucuyla dahi bir türlü bakamıyordu. Sanki o eller, o ayaklar... Aman Allah'ım resmen ona ait değillerdi. Allah muhafaza bir adım atsa titrek vücudu ile yalpalayıp kulenin tepesinden yukarıdan aşağıya doğru yere kapaklanacaktı. Yer ile kavuşup karşı konulmaz hasretinin dinmesi bu kadar yakındı yani...

"Toprak, iyi misin?" Bir de dalga geçer gibi iyi misin diye sormuyor muydu bu kız? He canım he, iyiydi şükür, sağ ol, sen nasılsın acaba? Tövbe tövbe ya... O gözler görmüyor muydu acaba adamın acınacak halde ve yardıma muhtaç olduğunu, resmen korkudan kıvranıyordu burada ya, of midesi de mi bulanıyordu ne? “Dur bakayım, birazcık açayım şu gözümün ucunu... Of başım, başım da fırıldak gibi dönmeye başladı... Allah'ım sana geliyorum tut yakala beni…” diyerek iç geçiren adam genç kızın, "Toprak..." Dediği an sesindeki sıcaklığı bir an elinde hissetmişti.

Elindeki sıcaklık ve vücuduna yayılan rahatlık ile birlikte, “Düşüp bayıldım mı yoksa ben?” diye bir an düşündü. Toprak’ın, vücuduna ılık ılık yayılan sıcaklık, tenindeki karıncalanmanın sebebi genç kızın parmaklarının etkisiyle oluşan ayartıcı dokunuş muydu? O sıcaklık, genç adamın gözlerini açmasını sağlarken ona bakan şefkat dolu bakışların yüreğine hapsolmasını sağlamıştı. Cemre’nin sıcaklığının adamın tüm vücuduna yayılmasıyla nefes alıp verişi yavaş yavaş düzene girerken, kalp atışının sakinleşmesini sağladı.

"Ben, ben kendimi şimdi daha iyi hissediyorum," boğazından çıkan cümlenin her kelimesini tek tek söylerken, vurguladığı her kelime ile de genç kızın yüzünde oluşan tebessüm daha fazla arttı. Onun yüzündeki sevecen tebessüm Toprak’ın yüzünde kocaman şapşal bir gülümseme yaratmıştı. Ne korku, ne keder... Ooo, vız gelir tırıs giderdi şu saatten sonra... Ey Aşk, sen nelere kadirsin...

***

(Üç Saat Sonra)

"Toprak, ben çok yoruldum. Saat kulesi, Yıldırım Bayezıd hamamı, Yıldırım Bayezıd Camisi derken... Yeter da, el insaf ben de insanım... Hani bazı fizyolojik ihtiyaçlarım da var benim. Yemek yemek, bir şeyler içmek gibi mesela..."

"Kıyamam ben sana ya... Gel hadi nazlı yârim, şu çay bahçesinde bir tost yiyip, çay içelim," diyerek omzuna kolunu atıp kendine doğru masumca çekmişti. Hızını alamayıp, başının üstüne, efsun kokusunun kaynağı saçlarına doğru kocaman öpücüğünü de çoktan kondurmuştu.

"Ciddi misin sen?" Diyerek kendini çekiştirip aşağıdan yukarıya kafasını döndürerek Toprak’a dünyanın en saçma şeyini söylemiş gibi bakmıştı.

"Niye, ne oldu ki?"

"Toprak, tamam ben böyle yerleri çok seviyorum ama hani biz, ikimiz balayındayız ya, hani ne bileyim ya sonuçta turistik geziye gelmedik ki biz," diye isyankâr bir havada çıkan sesine, kendini anlatamıyor olmanın sıkılganlığını da çoktan eklemişti.

"Hım, anladım ben seni, ama aşkım ya çok ayıp gündüz vakti," Toprak, yaramaz bir çocuk gibi aklından geçenleri yüzüne ve sesine yansıtmıştı. Cemre'nin duydukları ile ağzının yere düşmesi bir olurken, Toprak onun bu şaşkınlığını fırsat bilerek arsızca bir öpücük de yanağına kondurup onun daha da sinirlenmesine sebep olmuştu.

"Seni edepsiz kütük, başladın hemen sululuğa arsız herif," dediği anda kendini adamın kollarından kurtarmak için çırpınmaya başladı ama nafile bırakır mıydı kızım Toprak seni hiç...

"İyi de güzelim sen demedin mi balayındayız biz diye,"

"Tamam da imalat hatası kocacığım, ben onu mu kastettim," Cemre, ders anlatan bir öğretmen havasına girmiş, kalın kafalı öğrencisine iki artı ikinin dört ettiğini kanıtlamaya çalışır gibi bir hali vardı.

"Eeee neyi kastettin bakalım, benim jetonun köşeleri bazen böyle şakalar yapıyor biliyorsun,"

"O jetonun ne zaman doğru zamanda ve doğru yerde düştü ki, daha doğrusu senin o jeton düşüyor muydu ya?"

"Cemree…"

"Tamam ya sen de insanı çileden çıkarıyorsun, şuna bak, Toprak, biz neden normal bir balayı yaşayamıyoruz ki..."

" Normal balayı derken," diyen adam çapkın gülüşünü çoktan yüzüne yerleştirmiş, ayartıcı bakışları ile onu baştan çıkarmaya çalışıyordu. Konağa çok yakındılar, hemen şuradan atladılar mı hop, konaktalardı. Toprak kafasında konağa gitme planları yaparken hırçın güvercininin tepkisiyle birden irkilip neye uğradığını şaşırdı.

"Of Toprak delirtme beni, ya insan birazcık bazı şeylerin planını yapar, ne bileyim birazcık özel şeyler de beklemiyor değilim hani..." Toprak, duyduklarının şaşkınlığı ile bir yandan da içinde derin bir rahatlama olmuştu, “Ben de bir şey diyecek sandım ya...” diye iç geçirmişti.

"Allah Allah, Cemre biz evlendik güzelim ne gerek var bunlara..."

"Bu nasıl bir cümle ya, insan karısına hem de bunu bu şekilde balayında mı söyler, biraz bekleseydin de beş yıl falan geçseydi aradan."

"Hadi aşkım ya acıktım dedin karnını doyuracağım, hem bak bende çok acıktım."

"Toprak..."

"Efendim aşkım, birtanem, biricik karıcığım."

"Romantiklik dediğin o nikâh defterine imza atana kadardı galiba. Elde ettin işin bitti öyle mi?"

"Tamam kızım ya amma dır dır ettin. Söz senin o güzel hatırına bu kadar yokluk arasında bir mum bulur yakarım, söz... Hem seni daha elde etmiş sayılmam, bir beyaz mum hakkındır, o kadar da öküz değilim yani" diyerek bu defa onu çay bahçesine doğru sürükleyen Toprak olurken, "Ayarsız, kütük ne olacak," dediğini duymazdan gelmişti bile...

***

Cemre kaşlarını havaya kaldırmış, soru dolu bakışlarını Toprak’a yöneltirken kollarını göğsünün hemen altında birleştirmiş, çoktan bacak bacak üstüne atmıştı. Toprak, genç kızın sinirinin şiddetini salladığı bacağın ritminden anlayabiliyordu. Kızgın bir boğa gibi genç adama bakarken, "Ne? Neden bakıyorsun bana öyle?" diyerek Toprak anlamamazlıktan geliyordu.

"Şaka yapıyor olmalısın," diyerek ortada yanan kafası kadar büyüklükteki kırmızı mumu gösteriyordu.

"Aaaa sana da mum beğendiremiyoruz hatun, mum dedin, demedin mi?"

"Dedim, dedim de Allah aşkına Toprak bu ne ya, bu ne?" derken gözlerini açabildiği son noktaya kadar açmış hiddetini de sesi ile birlikte yükseltirken masalarındaki ışıl ışıl yanan mumu işaret ediyordu.

"Gayet romantik hareketler bunlar bence… Hiç üşenmedim de gündüz vakti sana gözleri kamaştıran, göz dolduran bir mum bulup da yaktım. Kendimi tebrik ve takdir ediyorum, aynı hareketi de senden de bekliyorum hatunum, hak ettim yani bunu ben..."

"Doğru, doğru hak ettin aslında ya, hak ettin, doğru söylüyorsun," dediği an ayağa kalkarak masanın ortasında yanan muma doğru yöneldi ani bir manevra ile genç kızın bir anda ne yapacağını anlayan adam onun elini bir refleks ile yakalamıştı bile...

"Kızım ne yapıyorsun sen ya?"

"Göz dolduran ışıl ışıl parlayan, kafan kadar kocaman, benim cüssemden büyük mumcuğunu kafana monte edeceğim, ne yapabilirim başka?"

"Allah'ım sabır ver bana ya, kızım mum dedin, yokluklar arasında çay bahçesinde kafam kadar mumu bulup yaktım sana, daha ne istiyorsun anlamadım ki?

"Kafan kadar mumu kafandaki eksik parçaları tamamlamak için senin o tahtası eksik kafana monte edeceğim,"

"Ya sabır,, seni memnun etmek de git gide zor oluyor farkında mısın?"

"Ne? Bir de sabır mı dileniyorsun?"

"Cemre geç otur şuraya ya, sana açlık yaramıyor cidden, bir şeyler ye de kan gitsin beynine,"

"Toprak, bırak şu kolumu," diyerek hala adamın elleri arasında kalan incecik narin kolunu hoyratça çekiştirerek çekip almıştı. "Romantikliğinin resmen dibine vurdun, dikkatini çekerim zirve yaptın demiyorum dibine vurdun, dibine..." diye haykırmaya başladı.

Toprak, şu aralar çok şanslıydı galiba... Çay bahçesinin içinde, dev bir ağacın üzerinde, zamanın akmayı bıraktığı bir noktada oturacak bir yer bulmak ve o masayı tercih etmeleri şu an dikkatlerin üzerlerinde olmamasını sağladı. Yoksa bu çay bahçesinde, bu ciyaklamaya orada bulunan herkes kafayı bir anda onlara çevirir dahası adamın kıza zarar verdiğini düşünerek bu küçük kasabanın insanı bir güzel meydan dayağına çekerdi onu. Şu aralar şanslıyım diyordu…Ama şans da bir yere kadardı, farkında olduğu bir şey varsa o da fena halde kaşınmaya başlamıştı. Toprak, sonunu pek de hayırlı görmemeye başlamıştı. Üstüne bu kadar fazla gitmese miydi acaba? Aman battı balık yan giderdi, o hallederdi ...

"Tamam karıcım benim, baksana etrafına ne kadar güzel bir yere getirdim seni..."diyen adam bulundukları yerden etrafı incelemeye koyulmuştu.

"Tepkimin bu kadar az olmasının sebebi buranın bu kadar güzel olmasından, seninle alakası yok yani, bil de ona göre hareket et," diyerek adamdan kaçırdığı gözleriyle etrafı incelemeye başladı.

“Ah o gözlerin benim mahzenimden başka dünyalara, benden uzağa kayıp gitmesi canını sıkmış olsa da sabır Toprak, sabır...”diye haykırıyordu yüreği…

"Allah'tan az tepki verdin he, bir de çok tepki versen ne yapardım acaba?" Toprak’ın ağzında homurtu eşliğinde çıkanlar, Cemre'nin ani bir hareket ile bakışlarını ona döndürmesine sebep oldu.

“O bakışlar aman Ya Rabbi, dehşet, öfke, kızgınlık, kan... Ne, kan mı? Amma da yaptın be oğlum ne kanı? Bir dakika bakayım bir daha ben?” Soru dolu bakışlarla adamın ne dediğini ve düşündüğünü sorgularken " Bir şey mi dedin sen?" diyen o gözün üstündeki kaşın kavisle yukarı kalkması pek de hayrı alamet değildi doğrusu. “Zorlama Toprak, şansını fazla zorlama, kaş yaparken göz çıkarma.

Yuh kızım nasıl bir kulak var sende ya, söylediğimi bırak, düşündüğümü de mi duyuyorsun sen, yok artık... Ayağını denk al Toprak çıranı yakacak bu kız senin...” iç sesi çılgınlarca isyan ederken dışından çıkan cılız ses yalnızca, "Yok, yok aşkım, ne güzel diyordum, baksana etrafa," Bir yerlerinden ecel terleri dökerken içinden bu ortamı bozacak bir dengesizlik yapmamak için bin dua edip içten içe hatim indiriyordu. Ne dilinin ayarı ne de hareketlerinin dengesi vardı. Hırçın güvercininin dediği kadar da vardı yani, ayarsız, dengesiz, kütük, he arada bir de öküzlük yaptığı da oluyordu yani...

***

Tostlar ve çaylar geldikten sonra Cemre'nin sinirleri uçuşa geçip yok olmasa da birazcık olsun yatışmış gibi gözüküyordu, en azından Toprak böyle umut ediyordu. Neyse hiç yoktan iyiydi değil mi? Karnının doyması, onun deyimiyle fizyolojik ihtiyaçlarının giderilmesi, genç kızın uysal bir kediye dönüşüp mayışıp kalmasını sağlamıştı. Uyuşuk gözler ile etrafı hayran hayran öylece inceliyordu. O uysallığın birden yerini hareketliliğe bırakması adamın dikkatinin ona daha fazla kaymasına sebep olmuştu. Toprak’a bakan o gece gözler daha fazla kararırken, yüzündeki pis sırıtış adamın hiç de hoşuna gitmemişti doğrusu... Bu bakış, bu gülüş, aman Allah'ım, hiç hayrı alamet değildi, bu çok açık ve net bir şekilde kızın gözlerindeki imalardan kitap gibi okunuyordu...

"Hayırdır, niye öyle bakıyorsun bana... Gözlerin sanki az sonra cinayet işleyecek soğuk kanlı bir katilin gözleri gibi bakıyor. Korkutuyorsun beni Cemre..." Toprak’ın ağzından çıkan sözlerin ardından üstüne doğru ani bir manevra yapan Cemre'den korktuğundan bir an refleks olarak ellerini yüzüne kapamıştı. "Dur, dur yapma, ne olur yapma Allah aşkına..." Ağzından çıkan saçmalıkların haddi hesabı olmadan sıralarken, kendisine yapılmış herhangi bir saldırının olmadığını çok sonra fark etmişti. Parmaklarını hafif yüzüne kapadığı elleri arasından aralamıştı, açabildiği o küçük aralıktan karşısında hayret ile ona bakan Cemre’nin "Sen kendinde misin?" bakışlarını gönderirken bu hareketler ile adamın ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.

“Yuh ya, küçücük kızdan mı korktum ben şimdi. Kız mı? Küçük masum bir kız öyle mi? Yok artık, o olsa olsa dişi kaplan, acımasız bir panter olur.” Neyse, yavaştan ellerini aşağıya doğru indirmiş yakalarını düzeltirken erkekliğini de yediremezdi yani, tamam karizması çizilmiş, tamam ya resmen ortadan ikiye bölünmüş olabilirdi ama ne yapsın adam korkmuştu yani, o kalbi olan bir adamdı, sonuçta bu hırçın güzelin geçmişte ona neler ettiğini çok iyi biliyor, başına gelebilecek bir felaketin farkındaydı. Ah, ah Toprak geçmişe dalmış hülyalı bakışlarla ona tuhaf tuhaf bakarken, Cemre'si ellerini yelpaze gibi açmış gözlerinin önünde bir aşağı bir yukarı doğru hareket ettiriyordu. Yüzünde oluşan hafif esintiye birde gece gözlüsünün, "Hu hu Toprak, orada mısın? Dünyadan Toprağa..." diyen kadifemsi sesi eklenince bir düzine saçmalığa devam etmiş olması tamamen bilinçsiz yapılan hareketlerdi.

"Heh, ne? Ne dedin? Duymadım?" transa geçtiği geçmişten saçmalıkların dibini sıyırarak çıkmıştı.

"İfadeni diyorum, alayım mı?" Cemre’nin tane tane söyledikleri adamın beyninde yankılanırken, "Bu kız neden bahsediyor acaba? "Diyen iç çekişleri çoktan birbirine üstünlük kurma çabası içine girmişti.

"Ne? Ne ifadesi Cemre?" Kesin beni zora sokacak bir şey yapacaktı bu huysuz güvercin, yoksa bu kadar karmaşık duyguyu arka arkaya ona ne diye yaşatsın.

Elini ani bir hareket ile oturduğu koltuğun yan tarafında duran bir adet tavlayı, abartmıyordu koltuğunun yanındaki tavla içinmiş tüm bu hareketlenme... Tavlayı, onu bile kucaklamadığı bir hasret ile kucaklamıştı. Yuh oğlum Toprak kızın elindeki tavlayı mı kıskandın, neler oluyor bu adama ya, insan tavlayı da mı kıskanır? Ne kıskanacaktı bee, alt tarafı tahtadan basit bit tavlaydı.

"İfadeni alayım mı?" diyen genç kızın tekrar eden sesiyle, adam kendi içindeki kıskançlık krizlerini o an yok sayarak kıza dönmüştü. Pis pis adama sırıtırken yüzünde acımasız bir şirinlik ile ona bakıyordu. Toprak, tavlayı gördüğünde az önceki yaşadığı tüm duygu karmaşasının kendisinde yarattığı fırtınalar kopartan anlar, yerini şimdi durgun havaya bırakmıştı.

"Hay Allah, ben de önemli bir şey diyeceksin sandım yahu," Gerilimin ardından yaşanan büyük bir rahatlama adamın içini bir nevi huzura kavuşturmuştu.

"Ooo bakıyorum da kendinize çok güveniyorsunuz Toprak Bey."

"Söylemesi ayıp, bu konuda elime kimse su dökemez ," diyerek yakalarını çekiştirip, duruşumu dikleştirirken çoktan karizmatik bakışımı yandan fırlatmıştı genç kıza...

"Görelim bakalım bay ukala Toprak Bey, kim kimin ifadesini alacak?"

"Tamam, anlaştık. Ama ortada bir iddia olmazsa olmaz,"

"İddia? O olmadan kazanamam diyorsun yani..."

"Ne alakası var ya, kazanacağımdan eminim diyorum, kazancımı neden kara dönüştürmeyeyim diyorum."

"Tamam, anlaştık, "dediği an elini adama uzatarak ciddi bir anlaşma içine girer bir havadaydı. "Ne istiyorsun bakalım," dediği an bu fırsatı kaçırmayıp elini okşar gibi yapışmıştı.

"Önce bayanlar..." diyerek Toprak, genç kızın ne istediğini bir an önce öğrenmesi gerekiyordu.

Kafasını düşünür gibi yukarıya doğru döndürmüş düşünce bulutları içinde kayboluyordu. "Hım, bir düşünelim bakalım, ne olabilir? Buldum..." Küçük bir çocuğun eline şeker verilmiş gibiydi sevinci...

"Çok merak ediyorum ne buldun acaba, gerçi boşu boşuna buldun ya neyse..." Cemre kendisiyle dalga geçildiğini anladığında hiç vakit kaybetmeden vermesi gereken en normal tepkiyi vermişti bile...

"Toprak..." diyerek yeri göğü inleterek haykırmıştı.

"Tamam ya, sen de iyice agresif olup çıktın başıma, ne dersem Toprak diye haykırıyorsun. Bir yerde bir düğmemi var Allah aşkına ya, yanlışlıkla basıyorum da otomatik olarak mı bağırıyorsun ne yapıyorsun anlamadım ki..."

"Of amma konuştun be, sussana iki dakika,"

"Tamam, tamam sustum söyle hadi, bak uslu uslu oturuyorum." Diyerek tüm şirinliğini takınarak ona dönmüş, otuz iki dişi ile birlikte sırıtıyordu.

"Heh, şöyle iki dakika susmuyorsun, mahalle kadınları gibi çen çen konuş sadece, boş adam sende..."

"Cemre..."

"Aaaaa adımı söyledi. Büyük gelişme, tek kelime ile de konuşabiliyormuşsun..."

"Kızım bana diyorsun, maşallah senin çenen açıldı."

"Tamam be, iki dakika konuşunca suç oluyor, göze batıyor zaten..."

"Of Allah'ım sabır ver bana ya..."

"Neyse sözün kısası, eğer ben kazanırsam, bana Mudurnu'dan gitmeden, romantiklik zinciri oluşturup zirveye tırmanacaksın. Ömrüm boyunca unutamayacağım çok özel bir an yaşatacaksın." Toprak’ta kızın kendisinden bir şey isteyeceğini sanmıştı, romantiklik onun göbek adıydı yahu, hem de söz konusu Cemre’nin mutluluğu ise bu onun için çok kolaydı...

"Tamam, anlaştık."

"Eeee, çok çabuk kabul ettin sen bunu."

"Kazanamayacağın için sıkıntı yok, çok düşünmeye gerek de yok. Ne dersen kabul edecektim zaten. Sonuçta bu oyunun galibi baştan belli, o da ben oluyorum." Derken başparmaklarını göğsüne doğru döndürmüş kendisini işaret ediyordu.

"Ukala dümbeleği sen de, çok güveniyorsun kendine, güvenzede olmaya çok meraklısın bakıyorum da."

"Güvenzede ne be?"

"Senin gibi bilmiş ukalalara, verdiğim dersten sonra düştükleri ruh hali diyeyim ben sana."

"Ohoo, düştü yine çenen, az laf çok iş hatunum," diyerek Toprak, genç kıza vermeye hazırlandığı tavla dersinin galibiyet hayallerini kurmaya başlamıştı.

"Ukala dümbeleği sen de... Ben de senin o çok şişmiş egonu alıp, koltuk altına yerleştirip sonra da arkandan ense traşına baka baka keyif çatmazsam bana da Cemre demesinler."

"Göreceğiz gece gözlü huysuz güvercinim benim."

"Göreceğiz, eee sen ne istiyorsun bakalım?"

"Ben ne istediğimi kazanınca zafer sarhoşu olduğumda söyleyeceğim."

"Yok öyle bir dünya, şimdi söyleyeceksin," dediği anda hala anlaşma amacıyla bana emanet ettiği elini hoyratça çekip almıştı.

"Ne o, korktun mu?" İşte bu onu gaza getirmenin en kolay yoluydu... Seviyordu bu kızı ya, istediğini yaptırabilmek çok kolay olmaya başlamıştı.

"Ne korkacağım be, tamam kabul, nasılsa ben kazanacağım," diyerek tavlayı açmış şekerli iki Türk kahvesi söylemiş çoktan taşları dizmeye başlamıştı.

“Vay be, bizim hatun bana kafa tutacak kadar tavla da mı biliyormuş? Hem de taşları yerlerine doğru dizecek kadar? Vay be...”

"Oyun oynama benimle...

Yanarsam, yakarım... Kırılırsam, kırarım...

Oynama benimle, canını acıtırım..."

"Ağzını kapat ağzını, sinek düşecek şimdi..." Bunu diyen kişi az önce Toprak’ı iki mars bir düz ederek, ezip geçen kişi miydi? Yuh yani, bu neydi ki şimdi ya, tamam düz olan ilk yenilgi nezaketen verilen bir hediyeydi de, iki mars nedir ya... Ağlamak istiyordu resmen, utanmasa bu dediğini yapacak bir ruh hali, moral bozgununa uğramıştı. Bu deli kıza karşı böyle bir yenilgi almış olamazdı değil mi? Aman Ya Rabbi... Cidden bu bir kâbus değildi, acımasız gerçeğin ta kendisiydi...

"Sen, sen az önce beni, iki mars bir de düz mü ettin?" Toprak, konuşurken hala yaşadıklarına inanamazken bir tavlaya bir de ona alaylı gözler ile bakan Cemre'sine bakıyordu.

"Aaa, Toprak biri göz kırpıyor bana oradan," diyerek yapılan hareketin hiç onaylamayan hareketler yaparken , "Kim o lan canına susamış insan evladı," dediği an vücudunu Cemre’nin gösterdiği yöne döndürerek ağacın tepesinden Cemre'min işaret ettiği tarafa bakmıştı. "Kim benim yanımda benim kadınıma kaş göz işareti yapabilir, ben o gözün ayarıyla oynayıp yerinden söküp almaz mıyım?" Öfkenin tüm vücudunu sarıp sarmalamasıyla hiddeti havada hissedilerek tutulur cinstendi. Toprak öfkesiyle yanıp kavrulurken koltuğunun altına sıkıştırılan bir adet tavla ile jetonun beyninde çıkarttığı "trink" sesini tüm hücrelerinde delercesine bir şiddette hissetmişti. Lanet olsun!

Dışındaki sessizliğin aksine gözleri kapalı içinden yüksek sesle resmen homurtular eşliğinde kendine saydırarak, kendi kendine tüm iyi dileklerini sıralamaya başlamıştı. Şu an Toprak, Mudurnu'da tam da zamanın durduğu, Cemre'nin onu iki mars bir düz ile mor renge buladığı yerdeydi... Köşeleri ile ünlü jetonunun beyninde yankılanan sesini dinliyordu gözleri kapalı...

Varlığını uzun süredir göstermeyen jetonun köşeleri artarak tuhaf sesler çıkararak beyninin ortasına düşmüştü. Kahretsin! Bu yenilgi ağır mı olmuştu biraz... Ne ağırı be, bu yenilgi onu yerin en dinine sokarken, varlığını resmen dünyadan silip süpürmüştü. Toprak koskocaman Hulusi'nin oğlu Toprak, bu yenilgiyi nasıl alırsın sen ya... Hadi yenilgiyi aldın, bu tongayı nasıl yedin sen? Bu tavlanın bu koltuk altında ne işi vardı yahu... Yuh bana resmen küçük bir kızın oyuncağı olup onun ile oynamasına seyirci kalmıştı.

Toprak’ın gözleri istemsizce açılırken, derin bir nefes alıp, yüzüne yapmacık bir sırıtış yapıştırıp yavaşça koltuğunun altından düşecekmiş gibi sıkı sıkıya tuttuğu tavla ile ona doğru döndü. Yüzünde öfkeli aptalca bir sırıtış, içinde yanardağ gibi patlayan bin bir hakaret ve bir düzine küfürü kendine sessizce sıralıyordu. Toprak’ın dönüşü ona yavaş yavaş olurken, genç kızı karşısında tam da tahmin ettiği gibi kolları göğsünün altında bağlamış, bacak bacak üstüne atarken onunla dalga geçen bakışlarında okuduğu tek şey, "Ben sana söylemiştim," olmuştu. Ukala, kendini beğenmiş bakışları ve için de barındırdığı bin bir imayı görmemek elde değildi. Şu an Toprak’ın utanması mı lazımdı? Evet, evet tam da şu an söylediklerinden dolayı utanması lazımdı... Ne utanacaktı be, o utansın, koca hiç yenilir miydi? İnsan utanır, utanmasa da acır haline be… Kocasıydı Toprak sonuçta... İnsanın kocacığı hiç bu hale getirilerek böyle madara edilir miydi? Hiç...

“Lanet olsun! Hala inanamıyorum... Canla başla mars olmamak için çalışmama rağmen bu hırçın güzel beni yenmiş miydi? Bu tavlayı ben kazanmalıydım? Bu iddia benim olmalıydı... Şu anda zafer sarhoşu olup Cemre'den çaldığım öpücükler ile galibiyetimi kutlamam lazımdı...” Kendini yuhlar eşliğinde içten içe kutlarken, "Gidelim mi artık?" diyen dış sesinin kedi gibi mırıldayarak çıkmasına engel olamamıştı. O ses ondan mı çıkmıştı? Neresinden çıkmıştı ki o ona ait olmayan ciyaklama? Hala elinden sıkı sıkıya düşecekmiş gibi ders kitapları gibi kavradığı tavladaki tutuşunu daha da sıkılaştırıp çoktan ayaklanmıştı. Bulundukları ağaçtan inmek için merdivenlere yönelip genç kıza arkasını döndüğünde tam adımını atmıştı ki söyledikleri o an adamın yerinde heykel gibi kıpırtısız kalmasına, taş kesilmesine sebep olmuştu.

"Sana ne demiştim bay ukala? Senin o egonu koltuk altına sokup ense traşını göreceğim dememiş miydim? Bak tam da bundan bahsediyordum küçük bey..." dediği an Cemre, adamın kulağının dibine kadar o baş döndürücü sıcak nefesi ile gelmişti. Toprak, merdivenlerden bir basamak indiği için genç kız ile boyları eşitlenmiş ve yüzleri ise o kadar çok birbirine yakınlaşmıştı ki onun o sıcak nefesini teninde hissederken kokusu aklını başından alarak onu büyülemeye yetmişti. Genç kızın kulağına doğru yaklaşması ile adam onun büyüleyici kokusunu tüm hücrelerinde en derinden sancılı bir şekilde soluyordu. Toprak, o an olacaklardan korkarken kulağında çınlayan genç kızın baştan çıkarıcı kısık sesi ile, "Toprak!, sakın benim ile oyun oynama... Yanarsam, Yakarım..." dediği anda adamın yanından o daracık merdivenden ona sürtünerek geçip gitmişti. Toprak’ı ardında öyle hülyalı bakışlarla kendisine bakarken şapşal gibi bırakmıştı.

Şapşallığının gidişi, onun etkisi ile kokusunun ve sıcaklığını yitirmesi ile oldu. O geçip giderken kafasında oluşturduğu binlerce sorunun başını çeken ise tek bir soruydu. "O, oyun oynama derken ne demek istemişti bana?" Ah be tatlı jeton, ah be gözüne kaşına kurban olduğu jeton... Bir kere yahu, bir kerede "trink" diye anında yerinde ve zamanında düş de adamı şaşırt, şu köşelere takılma be...

***

Hava çoktan kararmış, Mudurnu kendini hissettirmeye başlarken hafiften esen rüzgârı da tenlerinde tatmaya başlamışlardı. Gecenin serinliği karanlıkla dans ederken, Toprak gece gözlü yârinin elinden tutuşunu daha da sıkılaştırmış onu kendine çekerek başına, içindeki sevgiyi hissettirir gibi bir öpücük kondurmuştu. Konağa çok yaklaştıkları sırada adamın telefonuna gelen bir mesaj ile yerinde donmuş dahası hareket kabiliyetini yitirmiş gibi kala kalmıştı. Toprak’ta ki değişimi fark eden Cemre, kendini birden ondan çekip alırken adamın bu halinin onun pek de hoşuna gitmediğini anlamıştı. Huysuz güvercini soran gözler ile adama bakarken onu işkillendirmemeye çalışmadan bozuntuya vermemeye çalıştı. Köprüde olduklarından dolayı konağın kapısını bulundukları yerden görebiliyorlardı.

"Hayatım, geldik zaten sen gir içeriye ben geleceğim az sonra," diyerek vücuduna sirayet eden panik ile Toprak ne yapacağını şaşırmış haldeydi.

"Toprak, bir sorun mu var? Kimden geldi o mesaj?" Cemre, bir kaşını havaya kaldırıp, huzursuzca ve beceriksizce adamı sorgulamaya başladı. “Ah be güzelim bilsen, ah bir bilsen...” dedi ve derin bir nefes vererek iç geçirdi.

"Hayatım, önemli bir şey değil iş ile ilgili..." dediği an sözünü kesip genç kız sabırsızca konuşmaya başladı.

"Balayında iş ile ilgili bir mesaj... Bu pek de inandırıcı olmadı doğrusu. Seni renkten renge sokup cümlelerini ağzında gevelemene sebep olacak, benim yanımda panikletecek nasıl bir işmiş o Toprak?" dediği an yavaş yavaş sesi yükselmeye başlamıştı. Özellikle o son ağzından çıkan adamın adı var ya, o tam bir felaket habercisi bir tonda söylenmişti... Bunu bilmek için ise müneccim olmaya gerek yoktu, geçmişe dönüp bakmak yeterliydi...

"Cemre, güzelim abartma Allah aşkına ya, sen geç içeri bir görüşme yapıp geleceğim hemen ben."

"Tamam, benim yanımda yap görüşmeni, bekliyorum hadi," dediği an kollarını göğsünün altında birleştirmiş, istemsizce ayağını yere vururken kaşları bu işin sonunun pek hayır olmadığını gösterir gibi çoktan çatılmıştı. Küçük çocuk gibi Toprak ile inatlaşıyordu. Allah'ım sen koru adamı ya...

"Hayatım, anlamıyorsun, özel bir görüşme yapmam lazım. Bak hava da karardı, hem de serinledi. Boşuna bekleme şimdi. Geldik sayılır zaten, hadi gir sen içeriye, ben buradan bakıyorum sana..."

"Toprak, ne saçmalıyorsun sen ya, bu saatte kiminle görüşeceksin? Hem benden saklı nasıl bir özelin var senin?" Aman Allah'ım o ciyaklayan onun nur yüzlü, iyi huylu karısı mıydı? O Kadar laf etmişti adam yahu insan bir düşünür, hava dedi, serin dedi, karanlık dedi, üşüme dedi, sen git özele takılı kal... Ne desin şimdi bu adam bu kıza ya... Dünyada bir eşi benzeri daha yok yani...

"Cemre, iş ile ilgili diyorum, gir içeri," diyen adamın sesi yükselirken bu defa da Toprak sinirlenmişti. “Bir kere de kararlarımı sorgulamadan yap, itiraz etme be hatun... Kızım girsene içeriye yeter da....” diyerek hiddetlendi.

"Tamam, peki öyle olsun bakalım gizemli hödük, bunu sana fena ödeteceğim..." diyerek adamı göğsünden tutup geriye doğru ittirerek bir hışımla yanından geçip gitti. Of ne kadar da zor oldu ya.... Resmen canı tehlikedeydi... Birinin bu kızla en kısa zamanda konuşup "Kocaya Nasıl Davranılır?" dersi vermesi lazımdı...

Loading...
0%