Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@ugurluay

26.BÖLÜM(***Hain Plan***Kaçış***)

Toprak ve Cemre, rüya gibi unutulmaz bir balayı yaşadılar... Bu pek de inandırıcı bir cümle olmasa da en azından balayları daha büyük bir kâbusa dönüşmemişti... Söz konusu Cemre ve Toprak olunca yaşananların rüya olması imkânsız, unutulmaz olması hayatın en büyük gerçeği haline dönüşüyordu... Onların tanışmaları, yaşadıkları, aşkları gibi balayları da tamamen kalıpların dışında, sıra dışı olmuştu... Küçük bir kasabada, ömürlerinin yoldaşı olma yolunda gerçek ve en sağlam adımları atarken, ömür tomurcuğu olup hayatlarında açtılar birbirlerinin... Gerçek anlamda bir evliliğin, birbirine sahip olmanın, sahip çıkmanın ne demek olduğunu tattıkları, bin bir yıldızın altında birbirlerine olan teslimiyetleri ile gerçekten karı koca olduklarını vücutlarında, nefislerinde, yüreklerinde, tutkunun esiri olarak hissederken, birbirlerine ait olmanın muhteşem tadını tadarken hazzın ve zevkin doruklarına ulaşarak vardılar.

Ömürlerinin daha da hızlı akmaya başladığı o geceden sonra, Toprak ve Cemre ertesi sabah bambaşka bir güne, bambaşka bir dünyaya göz açtılar. O günü takip eden günlerin ardından önce Gölcük'ün büyüleyen atmosferinde kaybolup gittiler. Ardından Abant'a Toprak'ın tüm at fobisine rağmen fayton gezisini zar zor da olsun tamamladılar. Cemre'nin ısrarları ve geçtiği dalgalar sayesinde kendini faytonda bulan Toprak, faytondan inene kadar ecel terleri dökerken, Cemre'nin içi mutluluktan coşmaya başlamıştı. Abant'ta fayton gezisi her ne kadar Toprak için zor geçmiş olsa da en güzel anlarına bir anı daha eklemişlerdi.

Tabi ki didişmeler, sataşmalar, oyunlar, kavgalar ve bir düzine yanlış anlama ile atılan tripler eşliğinde aşklarını uyumsuzluklarla ve zıtlaşmalar ile yaşayan hırçın güzel Cemre ve Toprak için balayının ardından geri dönülen yer İstanbul oldu...

Bir Ay Sonra

"Ben o iş görüşmesine gideceğim Toprak, bunu anlasan iyi edersin." Gözlerini fal taşı gibi açmış adama korkusuzca bakarken bunun olacağının kesinliğini kanıtlar gibiydi.

"Hayır, gitmeyeceksin, izin vermiyorum." Ooo kızım Toprak altta kalır mıydı? Onun ses tonu onun tabiri ile cevabını hiç geciktirmeden yapıştırmıştı yüzüne karşı...

"Senden izin istediğimi hiç mi hiç hatırlamıyorum doğrusu..." Kaşlarını yukarıya kaldırırken yavaş yavaş eller kollar da hareketlenmeye başlamıştı. Cemre delirmek üzereydi, bu adam yaptığı konuşmalar ve kullandığı sözler ile onun giderek sinirlerini bozuyordu.

"Cemre, beni delirtme, hep o Mira cadısının başının altından çıkıyor bunlar değil mi? Bir göreyim onu, onun saçlarını tel tel sökmezsem bana da Toprak demesinler." Toprak, gözünün önüne Mira'yı getirmiş, saçlarını tel tel söktüğünü hayal eder gibi parmakları ile tavuk yoluyormuş gibi canlandırma yapmıştı. Bunu gerçekten yapacağı blöfüne onu inandırmaya çalışıyordu.

"Mira ile ne alakası var ya, ben zaten iş arıyordum biliyorsun, bana uygun pozisyon açılınca kız geldi bana söyledi. Ne var bunda?" Bak bak bak ne de normal bir şeymiş gibi konuşuyordu. Oh gün boyu Toprak’tan daha çok görecekti Cemre’yi bayan süpürgeli cadı ve akşama kadar adam ile ilgili olmayan teoriler üretip beyin yıkayacaktı maydanoz kılıklı kız, acaba Toprak böyle bir şeye izin verir miydi? Zaten köpek gibi özlüyordu hırçın güzelini, çoğu zaman işleri evden yönetiyordu ona olan özlemini dindiremediğinden ama nerede onun huysuz hatununda bunu anlayacak yürek...

"Tamam, iş mi istiyorsun sen? Gel bizim şirkette çalış, hem gözümün önünde olursun, hem de..."

"Allah'ım sabır ver bana ya, Toprak ben ne anlarım otomotivden, parçadan purçadan..."

"Bak ne kadar da güzel anlıyorsun, adını söylesen yeter hayatım. Hem anlamana da gerek yok aslında, maksat çalışmak değil mi? Oyalanacağın bir iş bulurum ben sana?" Of dilinin ayarı yok bu adamın ya, Toprak bunu dememeliydi işte, bu denir miydi ya? Resmen kaşınıyordu resmen...

"Toprak, delirtme beni," diye bağırdığı anda eline aldığı yastığı ona doğru, tamda kafasına isabet ederek fırlatmıştı.

"Çocuk muyum ben be, birde dalga geçer gibi sana oyalayacak iş bulurum diyor ya..." Allah'tan artık sert sürt şeyler fırlatmıyordu. Tabi canım olacak o kadar kocasıyız sonuçta... O kadar mertebemiz arttı, kütüklükten, kütük kocalığa yükselmek böyle bir şey olsa gerek...

"Kızım yavaş olsana ya... İş miş yok konu kapanmıştır." Toprak’ın, tek tek söylediği kelimelerin üzerine bastıra bastıra konuşmuştu ki artık daha fazla uzatmasın ve bir an önce konu kapansın istemişti. Yeter da...

"Bak hayatım tamam sakin olalım biraz, mantıklı düşünelim."

Toprak’ın, tepkisinin sertliği bu defa Cemre’nin yumuşaması ile sonuçlanmıştı. Vay be sert erkekti Toprak, nasıl da hayali yumruğunu masaya vurdu, hizaya getirdi hırçın güzelini... Vurdu masaya yumruğu, bitti dedi ve hizaya geldi hatunu... Heyt be sert erkekti vesselam...

"Bence de ne bu agresiflik yahu bir sakin olsana..." Duruşunu dikleştirip, kaşlarını çatmıştı ki onun tatlı dili ile yelkenleri suya indirme sırası şimdi Toprak’taydı.

"Bak hayatım, balayından geleli tam bir ay oldu. Balayından geldiğimizden bu yana aileler, arkadaşlar, yeni eve geçme telaşı, evin eşyası, düzeni anca her şey bitti. Ya anlamıyor musun sıkılıyorum evde tüm gün."

"Ya sen sıkılıyorum desene bana, ben hemen can sıkıntını geçirecek aktiviteler gerçekleştirmende yardımcı olurum sana," derken arsızca ona gülmüş, çapkınca üzerine doğru oturduğu koltukta eğilmişti, tam öpecekti ki birden Cemre’nin yerinden kalkıp , "Edepsiz kocacığım ben onu mu kastediyorum? Sürekli kafanın çalıştığı tek yere odaklanmasan olmaz değil mi? Anca o iş, anca o iş..."demişti.

"Of Cemre, ben seni tanımadığım yerde, ne idüğü belirsiz insanların arasında çalıştırmam, ben seni hiç çalıştırmam, çalışmayacaksın anladın mı? İhtiyacın mı var?" Cemre’nin, elinden kaçıp gitmesi ve adamın hevesinin kursağında kalması adamın sinirlerini alt üst etmeye yetmişti.

"Bu ihtiyaç meselesi değil, o kadar sene boşuna mı okudum ben? Hem yabancı yerde değil Mira'nın kuzeninin şirketinde çalışacağım. Hem Mira da yanımda olacak. Şirkette o da hissedar biliyorsun. Aslında bir nevi Mira’nın şirketinde çalışacağım da denebilir." Mira'nın adını duymak iyice adamın sinirlerini germişti. Bu kızın ölümü cidden onun elinden olacaktı... Neydi bu kızdan çektiği böyle ya? Düşmüyordu yakalarından bir türlü…

"İşte tam da bu yüzden, o Mira cadısının çalıştığı yerde çalışamazsın. Onun senin patronun olmasına, onun emri altına girmene izin vermem. O gıcıklığına sana sürekli iş verir, her organizasyonumu burnumdan getirir. Hayır, hayır, kabul etmiyorum, onunla çalışmazsın, aslında sen hiçbir yerde çalışmazsın. Ya benimle çalışacaksın ya da kırıp dizini oturacak ve evde beni bekleyeceksin. Seçim senin hatunum. Bak o kadarda modern bir adamım seçenek sunuyorum sana."

"Toprak, yeter artık sana sormuyorum, sadece bilgin olsun diye haber veriyorum. Ben bugün o iş yerine gidip görüşeceğim. Tam da şu an hazırlanmaya gidiyorum." Diyerek ayaklanıp yeni evlerinde ikinci katta bulunan yatak odasına doğru gitmek için merdivenlere yöneldi.

"Peki öyle olsun tatlım, sen son sözünü söylemiş olabilirsin ama ben daha söylemedim," diye ayaklanmış ve aklına gelenler ile çok eğleneceğiz diyerek onun arkasından gitmeye karar vermişti. İçi içine sığmayan bir coşku boğazında tutmaya çalıştığı kahkahalar ile aklındakini uygulamaya geçirecek olan hain emellerine doğru adım adım ilerliyordu.

“Allah'ım bana verdiğin bu çılgın zeka için bin şükür Ya Rabbim,” diye sessiz ve sinsice gülerken hain planları çoktan eyleme dökmeye başlamıştı bile…

***

Cemre, Toprak ile yaptığı amansız mücadeleden bir şey elde edemeyeceğini anladığında daha fazla onun yanında durmaya tahammülü kalmamıştı. O kadar sinirleri bozulmuştu ki Toprak’ın bu hallerine ve dozu aşan kıskançlıklarından artık bezmişti. Zorluyordu, Cemre’yi zorluyor ve boğuyordu. Cemre bin bir düşünce içinde Mira’nın yanına gitmek için odasında hazırlanmıştı. Ayna da son görüntüsüne baktığından yüzünde oluşan memnuniyeti gizleyememişti. Toprak, onu bunu mini elbise ile gördüğünde daha fazla delirecekti. Oh olsundu ona, Cemre eve kapatılacak kız mıydı? Asla… Cemre böyle tehditlere asla pabuç bırakmazdı. Gideceğim derse gider, görüşeceğim derse görüşür, çalışacağım derse çalışırdı. Buna hiç kimse, sevdiği adam da dâhil olmak üzere hiç kimse karışamazdı. O kadar sene boşuna okumamıştı. Evde oturup akşama kadar koca yolu bekleyecek göz de yoktu onda… Cemre tüm hazırlıklarını tamamlayıp, çantasını da eline aldığında artık gitmeye hazırdı. Yüzüne yerleştirdiği sinir bozucu gülüşünü de suratına ekledikten sonra yavaş adımlar ile kapıya yönelmişti. Tam kapının kolundan tutmuş açmaya uğraşıyordu ki… Kahretsin! Cemre ne kadar uğraşırsa uğraşsın kapı bir türlü açılmıyordu. Zorluyor, sarsıyor, çekiyor, yok ama olmuyordu. Kapı bir türlü açılmıyordu. Aklına gelen ve şu anda tamda karşılaştığı acı gerçek ile yüzleştiğinde “Toprak…” diye bağırırken çoktan sinir küpüne dönmüş küçük çocuklar gibi yerinde tepinmeye başlamıştı.

"Toprak..." Diyen, yeri göğü aynı anda inletme kabiliyetine sahip karıcığının sesini Toprak duyduğunda amacına tam olarak ulaşmanın haklı gururu ile içinde mutluluk naraları, dışında horoz gibi kabarma hareketleri ile yüzyılın buluşu aklına gelmiş gibi kapının arkasında zafer dansı yapmaya başlamıştı.

"Ah be güzelim kaçın kurasıyım ben, gidilmeyecek diyorsam gidilmeyecek, o kadar," diye yatak odasının kapısının önünde eğlenceli bir şekilde ona seslenirken, adam içinden de bu mutluluğu zirvelerde yaşıyordu. Tamam, hırçın güvercinini gitmemesi için elinden kolundan bağlayacak değildi, o kadar insafsız değildi canım, ama bu onu odaya kilitlemeyeceği anlamına da gelmiyordu... “Zekâma hayranım, bana verdiğin bu zehir gibi akla bin şükür Ya Rabbim...” diye çoktan dua etmeye başlamıştı.

"Toprak, aç şu kahrolası kapıyı, çocuk musun sen be? Aç şu kapıyı diyorum sana yoksa sonu kötü olacak." Cemre, Toprak’ın hiç de aldırış etmediği halde sertçe kapıya vuruyor, tekmeliyor, ciyak ciyak bağırıyordu. Ama Toprak tabi ki bu durumu umursamıyordu.

"Tatlım, duyamadım ne dedin? Sesin bana ulaşmıyor, malum aramızda kapı var..." derken artık tutmaya çalıştığı kahkahalar arsızca boğazından firar ederken onun sinirler içinde odada bir şeyleri kırıp dökmeye başladığının seslerini duyuyordu.

"Lanet olsun sana Toprak, senin o farklı çalışan beyninin her bir boğumunda seni boğmazsam bana da Cemre demesinler, bunu senin yanına bırakır mıyım ben. Aç şu kapıyı, aç..." Kapıyı savurduğu tekmelere eşlik eden küfürler ev içinde yankılanırken Toprak sadece gülmekten ağrılar giren karnını ovuşturmak ile ilgileniyordu.

"Hayatım, karıcığım bak kim arıyor? Ara bozucu maydanoz kılıklı baldız Mira... Bak çok ayıp oldu. Açayım da görüşmeye gelemeyeceğini, çok pardon ya gelmeyeceğini, çalışmaktan vazgeçtiğini, kocanın dizinin dibinde oturacağını söyleyeyim. Hatta dur bir daha onunla görüşmek istemediğini de ekleyeyim."

"Toprak, canını okuyacağım senin, beni burada ne kadar tutacaksın he söylesene..."

"Aklın başına gelene kadar..."

"Allah'ın cezası adam, aç şu kapıyı..."

"Çalışmayacağına söz verirsen açarım," Bir umut kapının ardında ondan gelecek cevabı beklerken verdiği cevap adamın sinirlerini zıplatmaya yetmişti.

"Ben sana böyle bir söz vermem, tutmayacağım bir sözü vermeyeceğimi bilmiyor musun?"

"Verdiğin sözleri tuttuğun için istemiyorum şart koşuyorum. Kusura bakma tatlım, o odadan bana söz vermeden çıkamazsın, açmıyorum kapıyı boşuna evi inletip durma..."

"Bak yine arıyor ayarsız baldız, nasıl bir arkadaşın var ya bir rahat huzur vermiyor, dur bir cevaplayalım şu telefonu ben de telefondaki cadının ağzının payını vermem lazım..." dediği an Cemre'nin telefonunu cevaplamak için, açma kısmına dokunarak açtı. " Her şeye maydanoz olan baldız niye arayıp duruyorsun ya, açmıyorsak müsait değilizdir demek ki, biraz anlayış baldız biraz anlayış netice de yeni evliyiz biz ya..."

"Sana da merhaba dengesiz eniştecik, telefonu Cemre'ye ver sana ayıracak daha fazla vaktim de nefesim de yok..."

"Kusura bakma dili süpürgesinden uzun baldız, şu anda hiç mi hiç müsait değil, benim için hazırlanıyor..."

"Saçmalama be senin için niye hazırlansın, o bugün benim ile görüşecekti ondan hazırlanıyordur."

"Sen öyle san cazgır baldız, daha çok beklersin? O bugün iş görüşmesine falan gelmiyor, dahası koca sözü dinleyip çalışmaktan vazgeçti."

"Sana inanmıyorum, söyle ona hazırlansın almaya geliyorum."

"Sen bilirsin Mira’cığım, geldiğinde senin için hiç hoş olmayacak bir manzara ile karşılaşabilirsin. O yüzden gelmeni pek tavsiye etmiyorum," dediği an karşı taraftan cevap bile beklemeden Toprak telefonu şak diye kapatmıştı.

"Şimdi bir saat ima ettiğim ile kendine gelemez," diye iç geçirirken içinden tutamadığı kahkahalar evin içinde yankılanmaya başlamıştı.

“Ayarsız baldız, sürekli onun yarattığı sorunlardan kavga etmekten yoruldum yahu... Oh olsun ona... Bizim bu deliyi bir an önce baş göz etmemiz lazım karıcığım şuna bak ya gitsin kocasının başının etini yesin düşsün yakamızdan artık... Haklı değil miyim huysuz güzelim..." diyerek onu onaylaması yada bir ses vermesi için kulağını kapıyı dayayıp, içerden bir ses gelmesi için pür dikkat dinliyordu. İçeriden gelen seslerin bu kadar kısa sürede kesilmesi pek normal değildi ama vazgeçti herhalde diyen düşünceler içini rahatlatmaya yetmişti... Tabii canım bağır bağır yoruldu, uyuya kaldı herhalde... “Canım ya kıyamam ki ben ona neyse çok ses çıkarmadan salona geçeyim de oda biraz dinlensin bir kahveyi hak edecek performans sergiledim doğrusu... Ödül vakti...” diyerek mutfağa bir kahve hazırlamak için yönelmişti.

İki Saat Sonra

İki saattir yatak odasından çıt sesin çıkmaması, adamın içindeki endişe, korku, şüphe hepsinin şaha kalkmasına neden olmuştu. İçini yiyip bitiren kurtlara daha fazla engel olamamıştı ki koşar adım merdivenlere tırmanıp, kapıyı açtığında başına geçecek yada başına doğru uçuşa geçecek cisimleri düşünmeden, beceriksizce cebinden çıkardığı anahtarları, anahtar deliğine yerleştirmeye çalışırken panikle titreyen ellerinin arasından kayıp giden anahtarların yere düşüşü ağzından edepsiz homurtuların çıkmasına ve kendine sağlam bir küfür etmesine sebep olmuştu. Acele ile yerden anahtarı alıp yüreğine dolan, “Acaba ona bir şey mi oldu ?” korkusu içini yakıp kavurmaya başlamıştı.

"Allah seni bildiği gibi yapsın Toprak, ya ona bir şey olduysa," dediği an açtığı kapının ardında onu karşılayan şey bomboş bir odaydı. Toprak, gördükleri ve göremedikleri karşına şoka girmişti. Pencerenin önünde uçuşan perdeler ve o perdeden aşağıya sarkıtılmış birbirine düğümlü çarşaflar…

Toprak’ın kasılan vücudu, çatılan kaşları ve gerilmeye başlayan çenesine, seğirmeye başlayan bakışları eşlik ettiğinde yatağın üzerinde fark ettiği bir ayrıntı acele ile adamı oraya yönlendirmişti. Yatağın üzerindeki ona Abant'tan aldığı küçük ayının önüne bir not yapıştırılmıştı. O notu okuduğu an artık tahammül sınırlarını çoktan aşmış durumdaydı. "Cemre, seni bir elime geçireyim parçalayacağım," diye bu defa evi inleten kişi Toprak olmuştu.

" Ayıcık kocacığım beni kilitli kapılarla durduramayacağını bilecek kadar tanımış olman lazım ;)" diyen notu adam elinde buruştururken, artık sınır tanımayan kızgınlığı, öfkeden kudurmaya başladığını içten içe yana yana hissediyordu.

Loading...
0%