@ugurluay
|
27.BÖLÜM(***Kuru Cesaret***) "Can yakıyor be güzelim, Cesaretim sana karşıysa eğer, Korkum alev alev yanıyor, Kül olup, yok oluyor, can yakıyor." Cemre, "Kızım sol kulağım fena halde çınlıyor ya... Biri beni kötü anıyor galiba," diyerek elinin avuç içini kulağının üzerine kapayıp, normalden daha uzun süren çınlamanın geçmesi için birkaç küçük dokunuş yaparak, çınlamayı geçirmek için hamlede bulundu. "O dengesiz kocan anıyordur, ondan başka kim olacak, seni kilitlediği odada göremeyince eşek gibi anırıp, yeri göğü inletiyordur. Allah'ım hala inanamıyorum, seni resmen küçük çocuk cezalandırır gibi odaya kilitlemiş dengesiz adam... Gerçi niye şaşırıyorsam, ondan beklenen hareketler bunlar, “dedi. Mira, kollarını göğsünün altında birleştirip, aklına gelen adam sayesinde yüzünü ekşiterek, koltuğuna doğru geriye yaslanmıştı. Cemre, Mira’nın konuşmalarından daha fazla galeyana gelmişti. Toprak’ın onu odaya kilitlemesinin ardından, buna dayanamayan Cemre, aklına gelen en uç noktadaki fikre sarılıp, çarşafları birbirine bağlayarak, odanın camdan aşağıya sarkıtmıştı. Yaşadığı sinir hali gözünü o kadar döndürmüştü ki, ikinci kattan aşağıya düşüp başına bir şey gelme ihtimalini aklına bile getirmeden, sarkıttığı çarşaflar sayesinde kolaylıkla kendini bahçede bulmuştu. Korumaları atlatması ise hiç öyle sandığı kadar zor olmamıştı. Bahçe duvarını da aştıktan sonra soluğu Mira’nın yanında almıştı. O kadar sinirlenmişti ki öfke ile ağzına geleni söyleyerek, başından sonuna biraz da abartarak Mira’ya anlatmıştı. Hali hazırda Mira da hemen başlamıştı Toprak’a yüklenmeye… Cemre, başta ne kadar sinirli olsa ve öfke ile hareket edip evden kaçmış olsa da şu an için yaptığının pek doğru olduğundan da emin değildi. Ama ne var ki şu an bunu Mira’ya anlatacak durumda değildi. Çünkü daha az önce esip gürleyen kendisiyken şimdi “Acaba fazla mı ileri mi gittim?” diyemezdi. İşte sırf bu yüzden Cemre, "Aynen, sınırını çoktan aştı canım, ama ben böyle bir şeye pabuç bırakır mıyım hiç?" demişti. İyi de bu gidişin bir de dönüşü olacaktı. Sende pabuç bol bırakaydın iyiydi ya neyse, şimdi Mira'nın yanında oluşturduğu havasını yok etmesine gerek yoktu. Bol keseden sallayıp, atmaya, kuru cesarete devam edecekti, sonuna kadar, sonuçta şu an Toprak burada değildi. "Tabi daha tanımıyor seni," dedi, bilmiş bilmiş konuşuyordu Mira. Bilseydi acaba Cemre’nin içinde yavaş yavaş oluşmaya başlamış korkuları böyle konuşur muydu acaba? "Zamanla tanıyacak, bir şeyi istediğimde sınır tanımadığımı öğrenecek." Cidden boyundan büyük konuşmaya başlamıştı. Bu laflar bir beden büyük kızım senin diline. Tamam, bir sinir ile o çarşafları bağlayıp kendini camdan sallandırırken hedefe kitlenip sonunda olacakları düşünmemişti. Gerçi şimdiden bir yerleri yusuf yusuf diye inlemeye başlamış olabilirdi. “Aman neyse canım ben alırım onun gönlünü, kıyamaz orijinal kütüğüm bana, alırım ben onun sinirlerini,” diye iç geçirirken içten içe planlarını hazırlamış ve çoktan kıkırdamaya başlamıştı. “Kızım sen niye kıkırdıyorsun öyle,” diyerek Cemre’nin tuhaf gülüşünün altından farklı manalar aramaya başlamıştı. Çünkü bu gülüş normal bir gülüş değildi. Mutlaka altında bir art niyet aranmalıydı. Sırf bu yüzden Mira, genç kızın üzerine gitmeye kararlıydı. “Hiç öyle içimden geldi.” Diye karşılı verdi. “Hiç öyle, içinden geldi öyle mi?” derken Mira, pek de Cemre’ye bu duruma inanmadığını belli eden bir bakış fırlatmıştı. “Her şeyin altında bir şey aramasan olmaz değil mi? Hem aynı şirkette çalıştığımıza mutlu olmuş olamaz mıyım?” diye karşılık verdiğinde durumu kurtarma çabaları içinde ecel terleri dökmeye başlamıştı. "Ay evet, inanamıyorum kızım ya sonunda aynı şirkette birlikte çalışacağız," Cemre, yoğun ve iç hesapları ile dolu bir düşünce denizinden çıkmaya çabalarken, Mira'nın deli danalar gibi üstüne atılmasıyla içindeki fırtınasının yerini, korku seli alıp gitmişti. "Kızım dur bir nefes aldır canım, Toprak'tan önce sen öldürmeye heveslisin bakıyorum da eniştene de bırak biraz," Diye konuşurken üzerindeki tatlı cadıdan kurtulma çabaları sarf ediyordu. Toprak’ın adını duyduğu anda Mira, turşu yemiş gibi suratını ekşitip, "Hele bir dokunsun sana, canını okurum o enişte beyin, mahvederim onu, duydun mu beni mahvederim." Dedi. Az önce bir coşku, bir hiddet Cemre’nin üstüne atlayarak kalktığı masasına sakin ve emin adımlar ile geri döndü. Konuyu değiştirip onu da eski havasına sokmak için Cemre hemen "Açıkçası görüşmenin bu kadar rahat geçeceğini ummuyordum." Mira’nın ilgisini hemen kuzeni Umut'un noktasına doğru çekerek Cemre, genç kızı oraya odaklamıştı. Ki zaten genç kız öz ağabeyi gibi sevdiği Umut'un adını duyunca hemen ani bir duygu değişimi ile resmen Cemre’nin gözünün önünde ölü toprağını üzerinden silkip atarak az önceki coşkulu ve neşeli haline geri dönmüştü. "Kızım benim kuzenimin tercümanlar yüzünden başı bayağı ağrıdı, düşün bir tercüman bir şirketi nasıl maddi zarara uğratır. O yüzden tercüman konusunda güveneceği insan arıyor. Birazcık da başını ben ağrıtmış olabilirim, ufak tehditler de savurmuş olabilirim," dediği an kendine has yaramaz çocuk gibi kıkırdamaya başlamıştı. “Ah Mira ah, neler yaptın kim bilir adamcağıza beni bu işe sokmak için.” "Neyse en son beynini ütüleyip ona yavaştan yedirmeye hazırlanıyordum ki akıllı kuzenim dilimin terbiyesi ile yola gelip pes etti. Bir nevi benim referansım ile işe girdin diyebilirim. Gerçi ne referans ne referans..." Dediği an birden ciddileşip masanın üzerinden Cemre’ye ardılarak yakalarına yapıştı. "Cemree, kızım eğer bu işte çuvallarsan seninle birlikte beni de kovacağını söyledi. Teyzemi meyzemi dinlemem kovarım seni dedi, malum o da hanzogillerden olduğu için kadınların çalışması değil dizini kırıp evde oturup kocasına yemek yapıp çocuk bakması taraftarı... Sağlam bir tehdit ile ürkekçe de olsa bir anlaşma yaptık. Korkmadım desem yalan olur valla..." "Allah'ım ya, kızım sen dur durak bilmez misin?" "Şaka kız şaka, kızım rahat diyorsun da dile kolay on tane mülakattan geçtin Umut bu işi başaracağına inanmasa asla seni işe almaz beni de bir güzel falakaya yatırırdı. Bu muydu senin bana ballandıra ballandıra anlattığın yetenekli arkadaşın diye..." "Yok artık, amma da abarttın ya ne falakası?" "Umut'tur, delidir ne yapsa yeridir... Kuzenim diye demiyorum ağır psikopattır he... Biliyorsun Beren ile olan hikâyelerini, onun yüzünden ayağımın tozuyla evime, anama, yemeklerine doyamadan te yurtdışına çıkmak zorunda kaldım, yediği haltı düzeltmek için, gerçi Arda şaşkalozu da oradaydı ya neyse..." "Mira, bu ara o adi herif ağzından hiç düşmüyor bakıyorum da, çevrende ateşi görmüş kelebekler gibi yanacağını bile bile peşinde pervane oluyor hayırdır. Geldiğimizden bu yana bin bahane ile kaç defa odana gelip gitti gözümden kaçtı sanma... Birde baygın baygın bakıyor ya sana şeytan diyor geçir kafasına delgeçi, zımbayı artık Allah ne verdiyse..." Geçmiş aklına gelince Cemre, kaşlarını çatmış şimdi de Mira’dan yapacağı açıklamayı bekler haldeydi. "Saçmalama Cemre o kendi çapında eğleniyor, ama benim eğlenecek, hem de onunla, ne vaktim, ne hevesim, ne de isteğim var. Geçmiş, gitmiş, bitmiş bir şey o benim için..." "Dikkat et de geçmiş dediğin şey geçmemiş olmasın." Cemre’nin, uyaran bakışları ona doğru birer ok gibi uçup giderken, sesinde ki tını çoktan ulaşması gereken yere ulaşarak amacına ulaşmıştı. "Kızım bırak Arda'yı mardayı ya, bizim asıl konumuza dönelim, Of hala inanamıyorum hep hayallerimizdeki gibi birlikte çalışacağız. Bu muhteşem ötesi…" "Pardon ama Mira biz seninle ne zaman birlikte çalışma hayali kurmuştuk ki, ben pek hatırlayamadım da, yani hayal repertuarımda hiç yoktu." Cemre, ilk defa duyuyormuş gibi şaşkınca bir havaya bürünüp genç kızın sinirlerini bozmayı hedeflemişti. Mira ise Cemre’yi susturup kaldığı yerden devam etmeye çok istekliydi. "Kızım sussana sen bir ya, kurmammış olabilirsin ama ben kurdum, senden düşünce gücünle yani düşünmesen de olur be, ben senin yerine düşünüp, hayal kurdum senide beleşe hayalime ortak ettim daha ne istiyorsun. Hem gel beleşe yerleş, hem de şikâyet et. Oh hayat sana güzel, rahat sende valla." "He sen kurdun ama bunu ben hiç bilmedim öyle mi? Pardon ettiğin düşünce akımı ile hayallerini beynime empoze ettin." Dediği an Cemre, kahkahalar atmaya başladı. "Offff Cemre ya o gıcık kocanla kala kala iyice ona benzedin. Ne demişler üzüm üzüme baka baka kararırmış ama siz hiç çekilmez bir çift oldunuz ya..." "Tamam, tamam kızma hemen tatlı cadı. Ben seni sevdiğimden takılıyorum öyle." Genç kızın gönlünü almaya çalışan Cemre tatlı bakışları ile Mira’nın asılan yüzünü güldürmeye çalışıyordu ki, odanın kapısı bir hışımla sertçe çarpılarak açıldı. Karşısında gördüğü kişi, pek de şu an için görmek isteyebileceği bir kişi değildi. Yok, bu olmamalıydı, bu kadar erken, bu kadar hızlı ve hazırlıksız olmamalıydı. Bu gerçek olamazdı. İçinde büyüyen korkunun aklına oynadığı koca bir hayal, halüsinasyondan başka bir şey değildi. Karşısında tüm heybeti, öfkesi ve az sonra Cemre’yi çiğ çiğ yemeye hazırlanan, kırmızı gören boğalar gibi gözü dönüp, burnundan öfkeyi soluyan, kafasında dumanlar çıkaran, sinirden kıpkırmızı rengine dönüş yaşayan Toprak duruyordu. "Eeee Cemre Hanım yolun sonuna geldik? Yaşamak güzel şeydi doğrusu... Ama ben bunu hak ettim mi? Bilmiyorum yahu hak ettim mi? Hak etmiş de olabilirim, hak etmemiş de olabilirim. Orası şu an karışık bir mevzu. Ama yine de bu kadar öfkeyi hak etmiş olamazdım, yani, galiba... Sonuçta ben evlenmeden önce de böyle değil miydim? Evet, böyleydim. Önceden hoşuna gidiyordu, gülüyor bana şakalar yapıyordun da şimdi ne değişti de bu saf öfke niye?" Diyen genç kızın iç sesi bangır bangır içten içe tribini atarken, dışından şu an pek de o davalara doğru yol alamayacağını anlamış bulunmaktaydı. Ah Cemre ah, kim dedi sana Toprak'ı bu kadar zorla diye... Heh, Aferin ayıkla şimdi pirincin taşını. |
0% |