@ugurluay
|
28.BÖLÜM(***Saf Öfke***) " Sen saf öfkemin baş tacısın, Keskinliğimi bileyen en nadide varlığım... Sen ceza desem de en büyük ödülüm, Rabbimin en kıymetli hediyesisin..." "Yuh, ayarsız enişte bey, dingonun ahırı mı sandın sen burayı da izinsiz dalıyorsun benim odama? Yavaş olsana biraz…" Mira, kapının şiddetle açılması ile oturduğu yerden fırlayıp ayağa kalmış, bir de o küçük boyuna bakmadan havaya kaldırdığı burnu ile Toprak'a diklenmeye, dahası üstüne yürümeye başlamıştı. Burun buruna gelen bu iki delinin az sonra burada bir dünya savaşı çıkarmaları an meselesiydi. Cemre, korkunun tüm hücrelerine nüfuz ettiği o anlarda kendini serseri mayın gibi nerde patlayacağını bilemez bir halde gözü öfke bürümüş iki delinin aralarına kendini çok da düşünmeden atmıştı. İki deli fişek arasında patlamasa da az sonra patlatılacağından adı gibi emindi. Çünkü Toprak’ın hali hal değildi. "Sen sus süpürgeli baldız, bunlar hep senin başının altından çıkıyor zaten." Toprak, işaret parmağı ile Mira'yı tehdit ederken pek de itiraz kabul eder bir havası yoktu. "Yok canım, zorbalar gibi kızı odaya kilitle, mağara adamı gibi çalışmayacaksın diye emret, sonra tut tüm suçu bana hediye et, yok öyle yağma enişte bey... Ben sana bu kızı yedirtmem, her şeye, herkese sağır olan kulakların duydu mu? Ben bu kızı sana yedirtmem." Gözlerini açabildiği son noktaya kadar açmaya zorlamış, adamı korkutmaya çalışma pahasına sesini en yüksek perdeden çıkarmıştı. Cemre’yi de kollarından tutup ortadan sertçe çekip alırken arkasına bir süs eşyası gibi yerleştirdi. "Pardon, kimi kime yedirtmiyorsun sen, karım o benim karım," Toprak, Mira'nın yaptığı hareket karşısında o kadar öfkeye boğuldu ki o öfke onunla birlikte Cemre’yi de nefessiz bıraktı. Ani bir hareket ile Cemre’yi kolları arasına hapsederken Mira'nın şaşkınlığını ezip geçmişti. Cemre’nin olanlara o kadar canı sıkılmıştı ki arada kalıp pinpon topu gibi bir ona bir buna gitmek hiç ona göre değildi. Az sonra Mira'ya tekrar çekilmek istemediğinden Toprak'ın kolları arasından kendini hiç acımadan çekip almıştı. " Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz Allah aşkına, çikolatayı paylaşamayan iki yaramaz çocuk gibi niye çekiştirip duruyorsunuz beni," dedi. Küskün bir tavırla Cemre, kollarını göğsünün altında birleştirip onlara arkasını dönüp hiç de ondan beklenmeyecek bir kırgınlık ile oturmuştu. “Bu ne canım böyle... İkisi de laftan anlamayan kazık kadar çocuk, ne çocuğu be bunlar olsa olsa bebek olur, bebek, mız mız bebekler ne olacak?” diye haykırırken yandan yandan onları süzmeye başlamış, biraz olsun sakinleşmelerini bekliyordu. "Kalk gidiyoruz Cemre," diyen Toprak’ın sesi genç kızın kulaklarında yankılanırken, onu kolundan tutup setçe kendine doğru çekiştirmeye başlamıştı. Cemre, adamın sakinleşeceği anı beklerken, adam yine zıvanadan çıkmak için kendine farklı bir yol arayışına girmişti. "Ya bıraksana beni gelmiyorum seninle hiçbir yere, tabi geleyim de beni haşla, üstüne bir de helvamı kavurt afiyet ile ye dimi, yok canım o kadar da uzun boylu değil, gelmiyorum işte...” "Cemre, delirtme beni gidiyoruz diyorsam gidiyoruz." Şakaydı değil mi bu ya? bu gözlerini pörtleterek bakan adam, onun kütükçük kocası olamazdı değil mi? Cemre bu adamı tanımıyordu yahu... Kim bu gözlerindeki yabancı Toprak? "Bende sana GEL-Mİ-YO-RUM dedim, anladın mı?" Heyt be, Cemre'di o da Cemre, her dediğini yapmazdı Toprak’ın, hem de o ona böyle dehşet içinde bakarken, onunla gelecek kadar akıl sağlığını yitirmemişti daha, tırsıyor muydu ne? "Allah'ım hadi anlıyorum bu kadını bana ceza diye gönderdin, birazcık merhamet edip de şu keçiye birazcık insaniyet ve merhamet de gönderseydin." Toprak, ellerini havaya açmış dert yakınır gibi gözlerini yukarıya dikmiş ciddi ciddi Cemre’yi şikâyet ediyordu. "Ne? Ne ? Ne? Ne? Sen bana keçi mi dedin?" Resmen ona, resmi karısına o, o kütük, keçi mi demişti? "Bak bakayım etrafına senden başka inatçı keçi mi var?" Toprak, gözlerini Cemre’ye çevirip bir de dalga geçer gibi konuşmamış mıydı? Şeytan diyordu, tövbe tövbe günaha sokacaktı bu ayarsız adam Cemre’yi... "Toprak," Cemre’nin hiddetli haykırışı odanın içine yayılmıştı. "Sus Cemre sus, sabrımın son demlerindeyim. Allah'ın cezası kadın, ikinci kattan sen nasıl kaçarsın, ya bir yerine bir şey olsaydı, ya düşseydin, ya canın acısaydı, söyler misin bana, ben o zaman ne yapardım hiçbir fikrin var mı senin?" Cemre, duyduklarına inanmıyordu. Ay, kıyamazdı ki Cemre ona ya... Cemre, adamın, gözündeki o saf korkunun, yüreğinden acıta acıta geldiğini hissetmişti. Ah ayarsız kocası, kaçtığına değil de oradan düşerse ona bir şey olur diye mi korkmuştu? Cemre’nin İçine tarifi imkânsız bir mutluluk dolarken, ona böyle bir korkuyu yaşattığı için içten içe kendine deli gibi kızmaya başlamıştı. Cemre, tüm bu öfkeyi, adamın dediği her cümlenin her bir kelimesini sonuna kadar hak etmişti. Tamam, adam sınırlarını zorlamıştı ama Cemre’de başka bir çözüm yolu bulup böyle çocuk gibi davranmamalıydı. Pişman mıydı? Hem de delicesine pişmandı, sevdiği adamın canını bu kadar acıttığı, onu bu kadar üzüp, yüreğini korkudan nefessiz bıraktığı için deli gibi pişmandı. "Ama beni buna sen mecbur ettin. Beni odaya sen kilitledin," sesi titrek bir o kadar da çaresiz kaldığını belirtircesine üzgün çıkmıştı. "Cemre, gidiyoruz bunları evde konuşacağız," diye genç kızın kolunu çekiştirdiği vakit, Umut elindeki dosyalar ile Mira'ya bir şey sormak için odaya giriş yapmıştı. "Mira, bu sözleşme metninde bir sorun var galiba," diyerek girdiği kapının eşiğinde kafasını dosyalardan kaldıran Umut, Cemre’nin kolundan çekiştiren Toprak'ı görünce kaşları çatılmış, “Neler oluyor burad?” der gibi bakıyordu. "Mira bir sorun mu var?" Gözlerini onlardan bir an bile ayırmadan, Mira'ya sesiyle hitap etti. Kaşları çatılmış Toprak'a bakarken, gözleriyle resmen onu tehdit ediyordu. Toprak’ın da ondan az kalır yanı yoktu doğrusu... “Allah'ım inanamıyorum bu işler bu hale nasıl geldi böyle...” diye bezgince gözlerini deviren Cemre’nin ağzından kelimeler artık fısıltı halinde dökülüyordu. "Şey, ıh, kuzen, yok bir şey ya, yani önemli bir şey değil. Tanıştırayım bu Toprak, Cemre'nin kütüğü, şey pardon ya kocası diyecektim." Mira, birden öne atılıp alel acele telaşla yaptığı açıklama ve bir düzine saçmalamanın ardından Umut pek de tatmin olmuş görünmüyordu. "Var, evet bir sorun var. Cemre, yani benim KARIM" diye bastırarak söylediği son kelimede Toprak Cemre’nin gözlerinin içine öyle delici baktı ki o an genç kız onun o saf öfkesiyle buhar olup uçmak, yok olmak istedi. Gözlerini genç kızdan çekip restleşmeye meylettiği Umut'a dönüp "Burada çalışmayacak, yürü Cemre gidiyoruz." Dediği an genç kızı sürüklemeye başlamıştı. Tam kapıdan geçerken onları durduran ise Toprak'ın koluna yapışmış bir adet Umut eliydi. Toprak hiddetle önce karısına, ardından kolundaki adamın eline ters ters bakarken, genç kız içinden bin bir duayı hatim etmeye başlamıştı. Bu işin sonu hiç ama hiç iyi değildi. "Dur bakalım aslanım, bu ne hiddet böyle, biraz sakin ol. Bak karını da korkuttun, gel biraz konuşalım seninle, hem Cemre'de biraz sakinleşmiş olur," dediğinde Toprak bir an Cemre’nin gözlerinin içine bakmış, orada oluşan korku pırıltılarını gördüğünde gözlerinde bir an suçluluk kırıntıları oluşmuştu. Toprak’ın tutuşundaki gevşemeyi genç kız hissettiğinde adam gözlerini istemsizce karısından Umut'a döndürmüştü. Toprak öfkeliydi, canı burnunda atıyordu. Nefes aldığı her saniye burnundan soluyor, burnundan çıkan her bir soluğun alev saçtığını hissediyordu. Cemre’yi odada göremediği an tepesinden aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Çok korkmuştu. Onun camdan aşağıya çarşaflara sarılı bedenini düşündükçe, onun elinin kayıp düşme ihtimali zihninde canlandıkça kendine öfkeleniyor, dilinin ucuna gelen her bir küfürü dilinde döndürmese de yüreğine ağır darbeler şeklinde indiriyordu. Acımıyordu kendine, her şeyi hak etmişti. Onu yalnız bırakmamalıydı. Böyle bir ihtimali düşünemediği içinde kızıyordu kendine. Odaya hiddetle girdiğinde onun sağ salim karşısında kanlı canlı gördüğü an, yüreğinin adeta yeniden nefes almaya başladığını hissetmişti. Onun olmadığı mekânda soluğu kesilmiş, onu gördüğü an tekrar nefes almaya başlamıştı. Bu kadar kısa zamanda bile deli gibi özlemişti kadınını. Bir an önce eve gitmek istese de, karşılaştığı adamın söylediği gerçekleri yeni yeni fark etmişti. Cemre’si, gözünün nuru, korkuyordu, kendisinden deli gibi korkuyordu. Toprak, karısının gözünde gördüğü gerçek ile kendini biraz toparlamış ama sakinleşmeye ihtiyacı olduğu için de adının Umut olduğunu öğrendiği adamın teklifini kabul etmişti. "Tamam, haklısın galiba, biraz sakinleşmeye ihtiyacım var," dediği an Cemre’ye dönerek, "Cemre, ben biraz sonra gelirim, sende sakın kaçma beni burada bekle olur mu?" dedi. Cemre’nin şaşkınlığının tam ortasında, adam genç kızı kendine doğru çekip kolları arasına aldı. Alnına masum bir öpücük kondururken, derince içine çektiği kokusunu, hissettiğini genç kız hissettiği an, ruhu da kokusu ile birlikte sevdiği adama akıp gitmişti. Cemre daha yaşadığı anın rüya mı gerçek mi olduğunu sorgularken, birbirine karışan duygularının sersemliğini de üzerine alınarak dolaşıyordu. Toprak'ın sıcak varlığını genç kızdan çekip alması ve Umut'un Toprak’ı yönlendirmesi ve çıkıp gitmesi ile ürkmüş ve irkilerek ortada kala kalmıştı. Umut Cemre’ye küçük bir göz kırpıp, "Mira, sen Cemre ile ilgilen ," demişti. Umut da Toprak’ın peşinden çıkıp gitmişti. Cemre olanların şokuyla bir heykel endamesinde ortada kalakalmış, az önce yaşanılan şeyin ne olduğunu düşünürken, Umut ve Toprak'ın ardından öylece baka kalmıştı. Cemre, “Bu neydi şimdi Allah aşkına?" diyerek Mira'ya döndüğünde ağzı bir karış açık kalan Mira, ellerini açmış, “Bana mı soruyorsun? Ben nereden bileyim? ”der gibi omuzlarını kaldırıp bırakmıştı. Cemre’nin içinden bir ses, “Hiç de iyi şeyler olmayacak,” diyordu, en azından Cemre için... Ama Cemre yine de içinde henüz öldürmediği minik Polyana’nın sözlerine kulak vermeyi tercih ediyordu. Ne diyordu onun minik Polyana’sı: "Her şey güzel olacak..." “Hadi canım oradan... Bende Cemre isem az sonra ben polis karakoluna, Mira hastane yollarına düşecekti yada tam tersi... Allah'ım sen yardım et bize... Of of of...” diye vızıldarken kendini koltuğa sertçe bırakmıştı. |
0% |