Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@ugurluay

29.BÖLÜM (*** Anlamsız Tuhaflıklar***)

"Bir düzine tuhaflığın anlamı yoktu belki sana göre,

Adını koyamadığın her şeyin bir sebebi vardı be güzelim,

Unutma,

Söz konusu sen isen hiçbir şey sebepsiz değildir,"

(İki Hafta Sonra)

"Of içim sıkılıyor Mira, tüm alıcılarım kapandı resmen, olanlara anlam veremiyorum. Bir akıl ver bana Allah aşkına," Cemre, başını oturduğu koltuğunun arkasına yaslayarak, gözlerini kapatmış derin iç çekişleri arasında, karşısında çaresizce ona bakan, verecek hiçbir cevabı olmayan, sessiz sinema moduna geçiş yapmış Mira'nın, oflayıp puflamalarını dinliyordu.

"Kızım bir cevap bir tepki versene, duvara mı konuşuyorum burada ben?" Cemre, hiddetle masaya vurdu. Mira’ya doğru eğilerek, gözlerini pörtleterek açmış, karşısında sus pus oturan ve verdiği ani tepki ile korkudan irkilmiş bir halde kendisine bakan arkadaşına bakıyordu.

"Kızım ne yapıyorsun sen? Ne diye korkutuyorsun beni? Verecek bir cevabım bir aklım olsa önce kendime kullanırdım. Tövbe tövbe ya kelin merhemi olsa önce kendi başına sürer." Korkuyla karışık alaylı cümlesine hak vermemek elde değildi. Bu sıralar onunda kafasının yerinde olduğu pek söylenemezdi. Malum püsküllü Arda belası canlanmıştı. Pardon resmen hortlamıştı. Neyse ki şu an o gereksizi düşünerek, birde dillendirip aklı karışık olan Mira'nın beyninin uçuşa geçmesine şahit olamayacak kadar kafası dolu ve bedeni de bir o kadar yorgundu.

Cemre, duruşunu dikleştirip, masaya dirseklerini koyarak, işaret parmakları ile başını iki yanını ovalamaya çalışırken, günlerdir yapmaktan bıkmadığı analizlerini Mira'nın beynini yeme pahasına tekrar dillendirmeye başladı.

"Şimdi geriye dönecek olursak, ben çalışmak istedim, Toprak kesinlikle hayır diyerek beni sadistçe odaya kilitledi. Dur durak bilmeyen ben ne yaptım peki? Tabi ki ikinci kattan çarşafların yardımıyla kaçışa geçtim. Başarılı oldum mu?" dedi.

Ayağa kalkıp geçmişi tekrar her adımda kare kare beyninde canlandırıyor adeta o anları tekrar yaşıyor gibiydi. Koltukta bunları yine ve yeniden dinlemeye başlamış olmaktan sıkılan, umursamaz havaya bürünen Mira'nın dikkatini üzerine çekmek için onun gözlerinin seviyesini inip " Tabi ki oldum. Çünkü ben Cemre'yim, benim göbek adım başarıyken geçmişim Toprak'a karşı kazanılmış zaferler ile doludur." Diye göğsünü kabartmış gurur pırıltılarını gözünde bir bir canlandırırken, birden gerçek dünyaya inip, asıl konusuna dönmesini gerektiğini belirten Mira'nın boğaz hırıltısını duydu.

"Her neyse biz konumuza dönelim." Umursamaz bir dudak büküşle konuşmaya devam edecek iken Mira araya girip genç kızın sözünü kesti.

"Bence de asıl konumuza odaklanalım, senin başarıların ve zaferlerini bir ara detaylıca konuşur müzakere ederiz tatlım."

Mira, günlerdir aynı analizleri yapıp hiçbir sonuç elde edememekten yakınır bir göz süzmüştü.

"Mira..." Bu kız Cemre’yi ecirden sabırdan bir gün düşürecekti ama dur bakalım ne zamana denk gelecekti.

"Tamam kızım ya amma agresifleştin sende heh, adam izin verse bir dert vermese bir dert, garibim eniştem yaranamıyor da sana."

“Mira, şansını zorluyorsun.” Cemre’nin hiddetini gözünde gören Mira, ona sesini kestiğini gösteren bir bakış gönderdi. Geri adım atan Mira'nın gözlerinde korku ışıltılarını görünce keyiflenmemesi elde değildi. Ah be deli kız ne var bu kadar korkacak...

"Neyse sonra ne olmuştu hatırlayalım?" dedi ve kaldığı yerden sözüne devam etmeye çalıştığı sırada Mira lafa karışıp "Sonra, bizim ayarsız enişte benim odamı dingonun ahırı sanıp odaya dalarak seni götürmeye, pardon sürüklemeye çalıştı."

Kız otomatikleşmişti artık, onun için en zevkli cümle buymuş gibi her defasında bunu bıkmadan usanmadan tekrarlıyordu. Cemre, ayakta dolaşmaya devam ederken camın kenarına geldi. Kollarını göğsünün altında birleştirip, gözü uzaklara bakarken çoktan derin düşüncelere daldı.

"Tamam, her şey buraya kadar normaldi, olması gerektiği gibiydi. Her şey normaldi ama ya sonra, sonra olanlar neyin nesiydi? Allah'ım ne ile nasıl sınıyorsun beni?" Ellerini yüzüne kapatarak olanları idrak etmeye çalışıyordu.

Toprak, Umut'un odasına girip çıktıktan sonra, suratında kocaman bir sırıtış ile bambaşka bir havaya bürünmüştü. O da yetmezmiş gibi o günü takip eden her yeni bir gün tuhaf bir sakinlik alıp başını gitmişti. Olanlara anlam vermek, yaşananlara bir şeyler yüklemek anlamsızdı. Adam resmen Umut'un odasına girdikten sonra, garip bir aydınlanma yaşamış, ilkellikten medeniyete adım atmıştı. Cemre’nin yanına gelip "Yeni işin hayırlı olsun birtanem, "diyerek ona sarılmıştı. Cemre ise o odadan bir cenaze bir adet katil çıkmasını beklerken karşısında birbirleriyle şakalaşamaya başlayan, el sıkışan iki dost çıkacağını tahmin dahi edemezdi.

Cemre, o anları akıp giden bir filmi izler gibi aklına getirdikçe işin içinden bir türlü çıkamıyordu. Dışarıda, o kadar dışarıda kalmıştı ki başını ve ortasını kaçırdığı filmin sonunu izleyerek, ne olduğunu anlamaya çalışan salaklar gibiydi. Akıl özürlü olmuştu da onun mu haberi yoktu. Bu neydi ki şimdi ya? Cemre daha ne olduğunu anlayamadan bir düzine onların birbirlerine söyledikleri nezaket sözcükleri ardından, Umut'un "Hayırlı olsun Cemre kocandan da izin aldığımıza göre yarın iş başı yapıyorsun, tamam mı?" dediği an genç kızın omzuna dostane bir dokunuş yapıp birde ona göz kırpmıştı. İçinden "Eyvah," nidaları yükselirken, az sonra Toprak'ın Umut'u yere sereceğini tahmin ederek gözlerini kapatmış, olacakları görmek istemezken hiç beklemediği bir kahkaha genç kızın kulaklarında yankılanmıştı. O kahkaha onun kocasına mı aitti? Onun Toprak'ı, onun kocası, kıskançlıkta çığır aşan, herkesten ve her şeyden onu kıskanıp, uçan erkek sineği bile yok etme kararı almış kocası, Umut'un bu sözlerine, dokunuşuna ve göz kırpmasına kahkaha atıp, birde ona dönüp, "Karımı fazla yorarsan külahları değişiriz dostum," demişti.

“Bir dakika ya dostum mu demişti o? Az önce öldürmeye niyetli olduğu adama dostum mu demişti o? Var ya ben kesin öldüm, öldüm ve bunlar sadece benim hayal ürünüm, yada hesaba çekilmeden önce Rabbimin bana küçük bir mükafatı olmalı, yoksa bu olanların gerçek olma ihtimali yok, ihtimalcik bile değil, bu nedir ya?” aklından geçirdiklerini sadece ağzı bir karış açık seyirci olarak izleyebilmişti. Yaşananlar hala bir hayal gibiyken Mira'nın sesi onu kendine getirmeye yetmişti. Günlerdir genç kız olanları çözmek adına dalıp gidiyordu.

"Bence abartıyorsun Cemre, demek ki bizim kalastan bozma enişte bey yaptığı hatanın farkına vardı." Ağzından çıkan cümlenin tek bir kelimesine dahi inanmadığını anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu.

Cemre, arkasını dönüp, koltukta sıkıntılar içinde boğulmaya başlayan Mira'nın gözlerine öyle bir baktı ki, aklından geçenleri diline dökmeden anlayıp alaycı bakışını da görünce ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp, "Tamam, tamam bu söylediklerim pek inandırıcı olmadı bu ama ne biliyim başka bir açıklama bulamıyorum ki..."

"Kesin yine bir şeyler planlıyor," Eli ile çenesini sıvazlarken bir ip ucu bulmaya odaklamıştı kendini...

"Kızım aynı evde yaşayan sensin, bir şeyler çevirse anlarsın herhalde, anlarsın değil mi?" Gözlerini kısmış ondan cevap bekler gibi bir yan bakışla elinin ayağının çoktan dolaşmasını sağlamıştı.

"Ih, şey, anlardım herhalde," Kıvır Cemre, bu deli kız evde olanları anlarsa seni tefe koyar, bir güzel oynatır, üstüne bir de dilinden ebedi billah kurtulamazsın.

"Bu ne demek şimdi Cemre," kuşku ile gözlerini ona döndürürken, Cemre kızaran yanakları, bozaran suratı ile alev almış gözlerini çoktan ondan kaçırmaya başladı.

"Şey, bir şey demek değil her şeyin altında bir şey arama sende be," Aferin zeytinyağı moduyla dikkat dağıt.

"Aha, bu bakış, bu kızarma, bu yanma ve kaçış... Aman Allah'ım onun arkandan ne iş çevirdiğini düşünemeyecek kadar meşgul mü oluyorsun sen evde, hem de onunla, hem de iki haftadır, yuh kızım ya..." Uf, anlamıştı işte, işin yoksa haftalarca utandırmak için sürekli laf sokmalarına maruz kal bakalım Cemre hanım.

"Mira..." Diyen sesi odayı inletirken bir anda kapı tıklatıldı, bulunduğu yerden kapıya doğru ani bir dönüş yapıp "Gel," dedi. İçeriye giren kuryenin elinde kırmızı beyaz güller ile dolu süslü bir buket diğer elinde ise küçük kalpli bir kutu vardı.

"Cemre hanım, bu sizin için," diyerek ona doğru yönelmişti. Garibim kurye her gün gelip gitmekten artık onu tanır olmuştu.

"Bir de bu var tabi... Of Toprak of," Bıkkınlıkla odayı inleten cümlelerine, bir de gözlerini devirerek eşlik etmişti. İşe başlayalı iki hafta olmuştu, Toprak aralıksız her gün çeşit çeşit çiçekler, meyve sepetleri, kurabiyeler, çikolata buketleri gibi çeşitli hediyeler gönderip onu bunaltır derecede bir ilgi manyağı yapmıştı. Cemre, boğulmaya başlamıştı artık, sıradan bir günü olmaz mıydı insanın yahu... Söz konusu Toprak ise bu pek de mümkün değildi doğrusu...

Anlamsız tuhaflıklar yaşıyordu, hayatımın şu evreleri tam bir muammaydı. Toprak işe başlamasına ses çıkarmamış, iki haftadır çalışıyordu. Gün içinde sürekli hediyeler ve çiçekler, akşam eve gittiğinde de romantik sürprizler ve uykusuz geceler...

“Allah'ım neler oluyor bir anlasam dişimi kıracağım.” Diye iç geçirirken, genç kızın burnuna hiç iyi kokular gelmiyordu, gelmiyordu ama o kokunun kaynağını da bulamamıştı, ama henüz bulamamıştı. Elbet bulacaktı ve bu işi, bu anlamsız tuhaflığı bir an önce çözecekti. Sadece biraz, birazcık zamana ihtiyacı vardı.

"Cemre çiçekçi dükkânı açtın da benim mi haberim yok."

Mira, odanın dört bir tarafında duran vazolar içinde bulunan rengârenk gülleri işaret ediyordu.

"Kızım saçmalama ya," dedi.

Kuryenin elindekileri bir hışımla alıp masaya fırlatır gibi koyarken, imzayı da bir hışımla atmıştı. Kuryenin eline bir bahşiş tutuşturup onu gönderirken, arkasındaki sabırsız ve açgözlü arkadaşının masanın üzerinde bulunan kutuya iştahla saldırdığını gördü.

"Ne var acaba," diye hışımla kutuya çoktan yönelen Mira iştahla resmen saldırmıştı.

Paket ile cebelleşerek adeta amansız bir mücadele içine girmişti. Bu savaşı kimin kazanacağı ise baştan belliydi, tabi ki açgözlü Miracık...

"Ah, bu defa neyli gönderdi ki bizim enişte bey, kalas malas ama bak kız her gün bir sürü şey gönderiyor, o da olmasa aç kalacağız," diyerek kutuyu açmaya çalışırken " Ah en bi sevdiğim," diye iç çekişler arasında fıstıklı kurabiyeleri, çikolataları ağzına doldurmaya çoktan başlamıştı.

Boğulma ihtimalini hiç mi hiç düşünmüyordu bu deli kız, ağzı dolu dolu bir şeyler homurdanarak ona bakıyordu. Cemre, çiçekleri koklarken birden öksürük krizine tutulmuş Mira’nın boğulma tehlikesi ile karşı karşıyayken girdiği krizin, ağzındakilerden değil de elinde tuttuğu nottan dolayı olduğunu anlamıştı. Onu öksürükler içinde ardında bırakan Cemre genç kızın elindeki kâğıdı hızlı bir şekilde çekip almış ve çoktan okumaya koyulmuştu.

Not: Tatlım, bu gece için enerji toplaman lazım, bunlar yeterli olmaz belki ama eve geldiğinde geri kalan enerjiyi benden tamamlayacağına garanti ederim ;)

Cemre, notun üzerinde yazılanları görünce neye uğradığını şaşırdı. Yüreğinde volkanlar patlamış, vücudu alevler içinde yanıp kavrulmuş, kalbinin ritmi bozulmaya başlamıştı. Bu deli adam utanmadan ona neler yazıp gönderiyordu böyle? İnsan bunları yazdırıp göndermeye utanırdı yahu? Cemre tam da şu anda alev alev yanıyordu ama bilmediği bir şey daha vardı. Bilmediği şey birinin daha alev alev yandığıydı. O kişi şu anda öfke ile kavrulan ve kızgınlık ile gözleri parlayan Mira’dan başkası değildi.

“Bu da ne demek oluyor Cemre, bu ayarsız ne demek istemiş sana böyle.” Dedi

Cemre, ne diyebilirdi ki, böyle bir notu utancından nasıl açıklayabilirdi şu anda bu deli kıza, söyleyebildiği en masumane pembe yalana sığınarak sadece “Şaka…” diyebilmiş ve ardından zoraki bir gülümsemeyi suratına yerleştirirken elindeki not kâğıdını ortadan kaldırmaya, yok etmeye uğraşıyordu. Peki bunu kurnaz tilki Mira yer miydi? Tabi ki hayır…

Loading...
0%