Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@ugurluay

3.BÖLÜM(***Emrin Olur***)

“Bir vasiyet ile doğdun kaderime sen, hiç hesapta yoktu ne gözlerin ne de sözlerin,

Yüreğimi adadığım kadın yalan olmuşken, tek gerçeğimin sahibi oldun sen.

Senden gelen ölüm de hayat da… Her şey kabulüm gece gözlüm.

Emrin olur, dilinden dökülen her kelime, başım gözüm üstüne…”

Toprak, yeşillikler içinde, rengârenk ışıklarla süslenmiş bahçeye adımını atarken etrafı ilgiyle süzüyordu. Burnuna dolup taşan enfes çiçek kokuları ile kendinden geçmesine engel olamıyordu. Gördüklerine inanamıyor şaşkınlığını ve hayranlığını gizleyemiyordu. Daha önce o kadar çok davete, organizasyona katılmıştı ama bu, bu tarifi imkânsız bir organizasyondu. Genç ve yaşlı kesimi ortak nokta da birleştirip, onlara hitap eden bir ortam hazırlanmıştı. Davete katılan her bir kesime hitap eden adeta tek tek düşünülmüş ince ayrıntılar göze çarpıyordu. Çalan müzikler ise bir yayla şenliği havasında ortama can verirken Karadeniz müzikleri kulaklara ulaşırken, etrafa tuhaf derecede bir coşku veriyordu.

Toprak, gördüklerinden ve kulağına gelen müziklerden o kadar çok etkilendi ki yavaş yavaş içindeki asi Karadenizli farkında olmadan ortaya çıkmaya başlamıştı. Daha bugün öğrenmiş olsa da, çakma da olsa sonuçta o da bir Karadenizliydi. Bugün öğrenmiş olması ise hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Damarlarında dolaşan Karadenizli kanı resmen şaha kalkmış onu bilmediği bir ruh haline alıp götürüyordu. Toprak, içinden istemsizce akıp gelen bu hallerine şaşırsa da bundan hiç rahatsızda değildi. Hatta bu durumdan gayet keyif aldığı da söylenebilirdi.

Ceza diye gördüğü vasiyetin kendisi için mükâfata dönüşmüştü. Ardı arkası kesilmeyen olaylar silsilesi içinde kaybolup giderken aradığı tek bir şey vardı, o da onu kendinden geçiren gece gözlü kızın bakışlarını onca insan arasında bir tılsım gibi bulabilmekti. Hırçın güzel Cemre’nin yakalayıp o gözlerde karargâh kurarak onu kendine hapsetmekti tek amacı… Toprak, derin düşünceler içinde yoğrulurken kendini zor da olsa toparlamaya çalıştı.

Çalan tuluma kemençe eşlik ederken, genç adamın elinde olmadan ayakları ve omuzları hareket etmeye, vücudu hafiften horon antrenmanlarına çoktan başlamıştı. Etraftaki sıradan ama etkileyici ortamı izlerken Hasan Bey’in sesiyle birden yerinden irkildi. Müziğe ve horona içten içe o kadar kendini kaptırmıştı ki, onun ani ruh halinin değişikliklerinden korkmamak elinde değildi.

“Toprak Bey oğlum, bu taraftan gideceğiz.” diyerek genç adamı gitmesi gereken yöne doğru eliyle yönlendirdi. Hasan Bey’ in diğer kolundaki eşi Canan Hanım, sade ve şık krem renginde yaşına uygun bir etek-ceket takım elbise giymişti. Saçını da arkadan ensesinde küçük bir topuz yapmıştı. Hasan Bey ise lacivert bir takım elbise giymiş göğsündeki cepte ise eşinin kıyafetine uygun krem renginde bir mendil vardı. Toprak, vizon rengindeki pantolonun üzerine lacivert bir spor ceket içine beyaz bir gömlek giyerek etraftaki çapkınca onu süzen genç kızların arsızca göz süzmelerine maruz kalırken o, gece gözlü kızın gözlerindeki hırçın bakışlarını arıyor, etrafa sabırsızlığını hissettirecek şekilde heyecanlı bir şekilde bakınıyordu. Tam bu esnada ay ışığı gibi parlayan gözlerle kendilerine doğru gelen genç kızı gördüğünde, aradığı o gece gözlere çoktan kendini bırakmış, derinliklerine dalmaya başlamıştı bile.

“Aman Allah’ım bu, bu nasıl bir güzellikti böyle?” diyerek fısıltı halinde konuştu. Gözleri genç kıza sabitlenirken adımlarının hareket edemediğinin farkında bile değildi.

Cemre’nin güzelliğinin etkisi altında kalan adam kızın gülen bakışlarının efsununa hapsolmuştu. Etrafındaki diğer kızlara haksızlık olduğunu düşünmek hiç de abartılı bir cümle olamazdı. Kendilerine doğru gelen kızın üzerinde su yeşili straptlez bir elbise vardı. Elbisenin üst kısmına nispeten alt tarafı, upuzun şifon ile yerlere ulaşıyordu. Elbisenin üzerinde ise beyaz gecede ışıl ışıl parlayan taşlar vardı. Saçları dağınık bukleler ile omuzlarından aşağıya dökülürken, küçük parlak bir toka ile yanlardan alınan birkaç tutam saç tepesinde tutturulmuştu. Asi birkaç tutam saç ise yüzüne doğru kıvır kıvır inerken rüzgârın esintisi ile havada ahenk ile uçuşuyordu. Boynunda sade küçük pırlantalarla işlenmiş bir kolye, kulaklarında ise elbisenin rengine uygun taşlı sallanan küpeler vardı. Bileğini ışıltılı ince bir bileklik sararken zarifliği gözle görülür derecede ortaya çıkıyordu. Gülen gözlerle onlara doğru gelirken hafif makyajı ile doğallığını sergiliyor, yürümüyor adeta uçarak geliyordu.

Sanki ona doğru geliyor ve tüm güzelliğini onun için sergiliyordu. Zaman durdu, akmıyor herkes ve her şey bir bir mekandan silinip adeta yok oldu. Sadece o ve Toprak, sadece onlar vardı. Kalbinin atışlarını kulaklarında hissediyordu. Bu, bu nasıl bir duyguydu böyle? Vücudu adeta zangır zangır titriyordu. Eğer şu an ben Toprak’sam, bu tepkilerini tanımadığım, anlam veremediğim adam kim? Allah’ım neler oluyor bana böyle? Diye düşünürken Cemre’nin sesiyle genç adam bulundukları mekâna şiddetli bir iniş gerçekleştirerek adeta yere çakıldığını hissetti. “Gerçek hayata hoş geldin Toprak, lanet olsun her şey anlık bir hayal miydi yani? Bu kız o güzel bakışlarını bana bahşetmemiş miydi?” düşündükleri ile içinde oluşan memnuniyetsizlik yüzüne çoktan yansımıştı.

“Hoş geldiniz annem benim.” diye sarıldığında annesinin yanağına masum bir öpücük kondurdu. Ardından babasına sarılarak, “Tatlı ihtiyarım, onur konuğum hoş geldin.” diye sarılıp genç adama arkasını döndüğünde gördüğü muamele karşısında bozulan adam, o an beyninden vurulmuşa döndü. Bu da yetmezmiş gibi sırtını döndüğü an gördükleri karşısında bugüne kadar hiç bu kadar yakıcı derecede hissetmediği bir duygu içine dolup taşmıştı. Bunu henüz kabul etmek istemese de hissettikleri yeni tanıştığı ve uzun bir sürede onu yalnız bırakmayacak duyguları katıksız yakıcı kıskançlıktan başka bir şey değildi.

“Ben, bunu elbise diye imal edip satana da alıp giyine de, tövbe tövbe Allah’ım sen bana sabır ver ya Rabbim! ”diye mırıldanırken aklına hücum eden düşünceler arasında kaşları çatılmış, yüzünün asılmış olduğunun farkında bile değildi. Bu elbisenin arkası ince taşlı üç bantla, buna bant da denmez sanki incecik iple sarılmış resmen bu kızın sırtı açıktı ve çevrede onu aç gözlerle yemek için hazırda bekleyen bir sürü insan görünümlü hayvan serseriyle doluydu. Kaşları çatılmış sinirli sinirli ona bakarken, duru bir tatlılıkla içine dolan bir ses duydu. Bu ses, içine ateş gibi düşen o gece gözlü, dağ kızının sesiydi.

“Oooooo Toprak Beyimiz de davetimize teşrif etmişler. Sizi burada görmek şaşırtıcı beyefendi.” derken elini genç adama hoş geldin der gibi uzatmıştı. “Ne o, dağ kızıyla işler yolunda gitmedi galiba, soluğu burada aldığınıza göre.” derken gözünde sanki ufacık bir merak kırıntısı gördü ya da gördüğünü sandı çünkü o anda genç kız çoktan hınzırca gülmeye başlamıştı. Hiç bozuntuya vermeden bir an önce konuşmaya başlamalıydı zira aklındaki planı uygulaması için biraz zamana ve onun uysallığına ihtiyacı vardı.

“Bu sıcak karşılamanıza teşekkür ederim Cemre Hanım, bilseydim böyle sıcak bir şekilde karşılanacağımı daha erken gelir, hatta burada sabahtan nöbet tutmaya başlardım.” diye konuşmaya devam ederken onun sıcacık narin elinden tutmuştu. İtiraf etmeliydi ki bile isteye Cemre’nin elini uzun süre avucunun içine hapsetmişti. O elin sıcaklığı tüm vücuduna yayılırken, bedeninin kasılmaya ve o an hiç de istemediği farklı tepkiler vermeye başladığını fark etmişti. Huzursuzca yerinde kıpırdanan kızın kendisine tuhaf tuhaf baktığını fark etmişti. Malum o kadar uzun süredir elini tutuyordu ki kız da bu durumdan rahatsız olduğunu belirtmek adına huzursuzca yerinde kıpırdanıyordu. Ama Toprak’ın bu duruma pek de aldırış ettiği söylenemezdi. Hatta büyük bir keyif bile aldığı söylenebilirdi.

“Bir şey mi oldu Cemre Hanım?” Derken ona çapkın bakışlarını göndermekten kendini alamıyordu.

“Elim!” diyen kızın ne demek istediğini bir türlü anlayamamış daha doğrusu anlamazlıktan gelerek durumu bir nebze de olsa daha uzatmak istemişti.

“Ne?” Kendinden o kadar geçmişti ki bir an ne demek istediğini anlayamadı. Onun gözlerini takip ederek gözleriyle işaret ettiği noktaya gözlerini çevirdiğinde ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyordu daha doğrusu safa yatarak yeni fark ediyormuş gibi hissettirmeye çalışıyordu. Artık kaçış yoktu.

“Elim diyorum, elim. Bıraksanız da bir rahata kavuşsa, malum bu el bana daha lazım.” derken eline hapsolmuş olan elini göz hizasına kadar kaldırmış bırakması için adeta gözleriyle emir veriyor, elini okşamadan rahatsız olduğunu uyaran bakışlar ve ses tonundan anlıyordu.

“Pardon, ben şey, bir an dalmışım. Kusura bakmayın lütfen!” Cemre elini adamın elinden sertçe geriye doğru çektiğinde Toprak vücuduna yayılan tüm sıcaklığın ruhundan acı çeke çeke çekildiğini hissetti. Lanet olsun daha bugün tanıdığı bir kızın onu bu kadar etkilemesi normal değildi.

Cemre’nin yönlendirmesiyle yerlerine ailesi ve Toprak yerlerine oturmuşlardı. Çok geçmeden konuşmalar, teşekkürler başlamıştı. Gecenin amacına uygun birkaç konuşmanın ardından açılış dansını yapmak için projenin başlamasına vesile olan ve bu proje için yüklü miktarda bağış yapan Cemre BEYTER açılış dansı için sahneye davet edildi. Cemre’de bu dansı hayatındaki en büyük aşkı babasıyla yapmak istediği için babasına doğru yöneldi.

“Gecenin ilk dansını bana lütfeder misin tatlı ihtiyarım?” Cemre babasının omzuna başını yerleştirip arkasından ona sarılmış, masum bir çocuk edasıyla onu ikna etmek için tatlılıkla babasına sarılıyordu.

“Kızım senin de dediğin gibi bu adam dans için fazla ihtiyar, sen bu dansı benim misafirim Toprak Bey oğlum ile yaparsan beni çok mutlu edersin.” Cemre’nin görmediği bir anda Hasan Bey Toprak’a göz kırpmıştı. İlk defa ne yapması gerektiği ile ilgili yaşlı ihtiyarın ona verdiği tüyoyu anında anlamıştı. Kendine coşkulu bir şekilde içten içe tebrikleri yağdırırken Cemre’nin hayret dolu bakışlarına maruz kalmıştı.

“Ne?” diyen Cemre’nin isyanını duymazdan gelerek anında yerinden kalkan genç adam itiraz etmesine fırsat vermeden, elinden tutarak, onu konuşturmadan piste çoktan sürüklemişti. Şu an tek düşündüğü ise aklındaki fikri bir an önce uygulamaktı yoksa bu gece bitmezdi, daha bugün tanıştığı kız için, ona bakan gözler için her an katil olabilirdi.

“Toprak Bey!”

“Yalnızca Toprak dersen mutlu olurum.”

“Allah’ım sabır ver ya, durur musunuz? Lütfen, ne yapıyorsunuz?” dediğinde piste çoktan çıkmışlardı. Tüm gözler onlara bakarken Toprak, baştan çıkarıcı bir gülüşle ona bakıyordu.

Cemre’nin hiç beklemediği bir anda onun hırçın bakışlarına aldırmadan bir anda sert bir şekilde onu kendine çekmişti. Cemre ne olduğunu bile anlamadan meraklı gözler önünde daha bugün şanssız bir şekilde tanıştığı yabancı bir adam ile zoraki bir şekilde dans etmeye başlamıştı.

“Sen, sen tam bir ayarsız öküzsün, özünün bu olduğunun farkındasın değil mi?” diyerek hiddetle çıkan sesine sinirden, öfkeyle kızarmış gözleri eşlik ediyordu.

“Şu sinirden pörtlettiğin gözlerini normale döndür istersen, etrafa gülümse tatlım. İnsanlara benim cazibeme dayanamadığını bu kadar belli etme.” derken arsızca ona aldırış etmeden konuşuyordu. Aldığı cevapla daha da sinirlenen Cemre yerinde tepinmemek ona haddimi bildirmemek için kendini zor tutuyordu.

“Sen, sen tam bir…” sözünü bitiremeden araya girdi.

“Evet, ben tam bir beyefendi, nezaket abidesi, yakışıklılıkta sınır tanımayan tam da senin tipinde biriyim, değil mi ?” Derken inci gibi parlayan otuz iki dişini birden onun güzel bakışlarına sunuyordu.

Cemre, bu ayarsız adamı fabrika ayarlarına döndürmek için bacak arasına tekme atmamak ya da yüzüne şöyle okkalı bir Karadenizli kızı tokadı çakmamak için büyük çaba sarf ediyordu. Ama yok yapmayacaktı, sinirlendiğini daha fazla gösterip ona istediğini vermeyecekti. Az önce olanları unutup sinirlerini yok saymaya çalışırken sakinliğini korumaya çalışarak konuşmaya çalıştı.

“Eeeee Toprak Bey, sizin şu dağ kızı ile işler nasıl gitti? Yağlı kapıyı bulunca bırakmaz diyordun. Nasıl oldu da senin gibi zengin birini bırakıp böyle bir davete, aç kurtlar sofrasına tek başına gönderdi?” Kurnazca bakışlarını ona doğru yöneltirken şimdi sinsi sinsi gülme sırası ondaydı. Toprak sarf ettiği sözleri Cemre’nin ağzından duyunca adeta bozguna uğradı. Hiç bozuntuya vermeden soğukkanlılıkla konuşmaya başladı.

“O iş biraz karıştı.” Dediği anda aklına gelen düşünceler ile kaşları istemsiz bir şekilde çatıldı.

“Hım, desene evdeki hesap çarşıya uymadı.” Hiç beklemediği anda kahkaha atmaya başlayınca genç adam hafiften bozulmuştu. Ama aklına gelen görüntü ile çevresine baktığında, çatık kaşlarının yerini şimdi muzipçe bir gülüş aldı. Çünkü tam da şu an etraftaki meraklı gözler, onların aralarında bir şeylerin başladığını, hatta birbirine kur yapan âşık bir çift gibi görmeye başlamıştı. Toprak bunu düşünüp hayal edince, gecenin geriye kalan kısmının bu vesileyle daha rahat geçeceğini umuyordu. Yüzündeki ve yüreğindeki bariz belli olan rahatlamanın sebebi o kızın ona ait olduğunu gösteren görüntüydü.

“Demek sen Hulusi amcanın oğlusun. ”derken babasının oğlu olmayı ona yakıştıramamış, onu küçümseyen bir bakışla karşılaşmıştı.

“Sen, sen benim babamı tanıyor musun?” Tabi ya nasıl tanımasın ki babasının kardeşim dediği insanı tabi ki tanıyacaktı. Hem Hasan amcası ona ne demişti, Cemre’den baban hakkında öğreneceğin çok şey var demişti. Peki, ama babasıyla ilgili bu kızdan ne öğrenebilirdi? Ne kadar tanıyor olabilir ki babasını? Cemre’nin sesi aklındaki tüm her şeyi bir anda alt üst etti.

“Hulusi amcayı kim tanımaz, tonton ihtiyarımdı o benim.”

“Tonton ihtiyar mı?”

“Evet, benim babamla kardeş gibiydiler. Biri tatlı biri tonton ayrılmaz ikilimdi onlar benim. Az tavla turnuvası yapmadık aramızda, gerçi yenilince ikisi de çocuk gibi küserlerdi bana. Sonra da gözleme ve çay ile kandırırdım onları. Peki o ne zaman gelecek? Normalde bu zamanlarda burada olurdu.” Derken Toprak kızın gözlerinde kendini belli eden özlemi görmüştü.

“Cemre, babam sizlere ömür, yakın zamanda kaybettik babamı.” Toprak’ın değişen yüzüne, bozulan cızırtılı sesi de eklenince bir an zor konuştu. Boğazına kocaman bir yumru oturmuş adeta sözcükleri boğazında düğümlenirken nefesi onu boğmaya çalışıyordu. Tek nefes ve bir seferde söylediği gerçekler; dilinden duygusuzca çıksa da, içinde dolup taşan hasretlik ve vedalaşamamış olmanın acısı, vicdanı ile el ele tutuşmuş alacaklı olduğunu ona belli ediyorlardı.

“Ben, ben bilmiyordum Toprak, başın sağ olsun.” Dediğinde gözlerinin buğulandığını, yüzünün acı ile dolduğunu hissetti. Gerçekten de babasını çok sevdiğini yüzünde okuduğu hasret ve özlemden anladı. Ah gece gözlü yârim benim, babamı da severmiş, hem de benden önce ben onu tanımadan severmiş yârim, hırçın güvercinim benim. Bir an önce icraata geçmen lazım Toprak, fırsat bu fırsat diyerek konuşmaya başladım.

“Cemre, aslında sana bir şey söylemem lazım. Ben aslında buraya o yüzden geldim. Babam ölmeden önce senden bir şey istedi. Onun isteğini yerine getirip onun mezarında huzura kavuşturmak ister misin? Onu mutlu edip ruhunun rahat etmesini sağlar mısın?”

“Tabi ki isterim, o benim Hulusi amcam, onun istediğini elimden gelen bir şey ise tabi ki yapmak isterim.” Tam cesaretini toparlayıp ağzını açmıştı ki arkadan karizmatik bir ses kulağını tırmalayarak doldurdu. Daha vasiyeti bile söyleyememiş olmanın siniri yüreğini doldururken Cemre’nin yüzünde gördüğü tatlı tebessüm, bu defa da Toprak’ın yüreğini tarifi imkânsız bir kıskançlığa bıraktı.

“Cemre, dans edelim mi?” diyerek uzattığı el Toprak’ın görüş alanına girdiği an genç adamın içi o eli kırma isteği ile dolup taşmıştı.

“Caner nerelerdeydin sen bakayım?”

Toprak, Caner’in kolları arasına gitmeye yeltenen genç kızın belinden tutuşunu gitmesine engel olmak için daha da sıkılaştırdı. Cemre bir adım dahi ileri gidemedi, git gide canı yanmaya bile başlamıştı. Toprak’ın bu tavrına karşı yüzüne çoktan öfke bulutları yerleşmeye başlamıştı.

“Koçum görmüyor musun biz şu an dans ediyoruz zaten?” Homurtularına eşlik eden sert bakışlarına engel olması şu dakikadan itibaren pek de mümkün değildi. Bu kahrolası adam bir an önce buradan gitmezse onun boynunu şuracıkta kırabilirdi, ta ki Cemre’nin ruhunu büyüleyen ona sakinleştirici etkisi olan o tatlı sesini duyana kadar.

“Toprak Bey, konuşmamıza sonra devam ederiz.” derken dans etmeyi bırakmış ve onun kollarından Caner denen o lavuğun kollarına çoktan bir kuş misali uçup gitmişti. Bu adamın ismini bir yerde daha duymuştu Toprak ama bir türlü nerede duyduğunu hatırlayamıyordu. Trabzon’a adım attığından bu yana resmen çarpılmış gibiydi, resmen Cemre etkisine tutulmuş gibiydi. Elleri arasından tüm sıkı tutuşlarına rağmen kendine meydan okuyarak çıkıp giden genç kıza bakıyordu.

Toprak, Cemre’ye değdiği anda adeta onu kendinden etti. “Beni sersemletti kendimden geçirdi. Bu nasıl bir şeydi böyle, anlamıyorum, anlamak da istemiyorum.” diye düşünürken birden bulunduğu ana geri döndü. Havanın sıcaklığına aldırış etmeyen vücudu bir anda buz kesti, gördükleri ile kaskatı bir taşa döndü. O lavuğun eli Cemre’nin sırtına değdiği anda tüm sinirleri damarlarına baskı yapıyor, canı ruhunu teslim eder gibi içinde çırpınmaya başlamıştı. Onun o elini kırmak, kırmayı bırak onu bulunduğu o yere gömmek istiyordu. İçindeki öfkeye hâkim olamadan kendini bir anda hiç düşünmeden sahneye attı zira bu manzaraya daha fazla dayanacak yüreği kalmamıştı. O herifin elinin bir saniye daha kızın tenine değmesine izin veremezdi. Bu yüzden sabahtan bu yana aklına gelen fikri zamansızca uygulamaya geçirmeye karar verdi.

“Ha bir kişi ha bin kişi öğrensin ne önemi var, aslında herkesin öğrenmesi daha da işime gelir.” diyerek aklındaki düşünceler ile sahneye atılmıştı. Sahneye atlaması ile birlikte müzik bıçak gibibir anda kesildi ve şaşkın tüm gözler ona döndü. Tam da tahmin ettiği gibi müziğin durmasıyla zevkle kırmayı düşündüğü o lavuğun eli Cemre’nin belinden yavaşça aşağıya doğru indi. Toprak eline mikrofonu aldığında ise Cemre’nin gözlerine bakarak, “Cemre BEYTER bu şarkı sana.” Diye haykırdığı anda Hasan Bey’den öğrendiği, Cemre’nin çok sevdiği İmera’nın Emri Olur şarkısını söylemeye başlamıştı. Başladıktan sonra ise orkestranın ona eşlik ettiğini çok sonra fark etmişti.

İMERA – Emri Olur
Taş bassın yerime dedi, gönlüne,
Emri olur başım gözüm üstüne,

Bakmasın demiş bir daha yüzüme,
Emri olur inansın bu sözüme.
Almasın demiş adımı diline,
Vay ben ölem, atın toprak üstüme.

Taş bassın yerime dedi, Gönlüne,
Emri olur başım gözüm üstüne,

Bakmasın demiş bir daha yüzüme,
Emri olur inansın bu sözüme.

Almasın demiş adımı diline,
Vay ben ölem, atın toprak üstüme.

Şarkıyı bitirdiği anda tuhaf ve bir o kadar şaşkın gözler ile ona bakan gece gözlü kızın gözlerinin içine baktı, aklına gelen fikri artık yüksek perdeden seslendirmesi gerektiğini tüm yüreğiyle hissetti.

“Cemre’m benimle evlenir misin?”

Herkes şok olmuş bir şekilde “Aaaaa!” sesleri ortamda yükselirken, ağızlar gözlerle aynı anda ve oranda açılmış sahnedeki bu çılgın aşığa bakıyordu.

Cemre bulunduğu yerde yaşananlara anlam veremezken bedeni taş kesilmişçesine hiçbir tepki veremiyordu. Cemrenin annesi ise Toprak’ın ne için geldiğini bilse de kızının verdiği tepkiden korkar bir şekilde tedirgindi. Hasan Bey ise yerinde sessizce ondan beklenmeyecek bir şekilde kıkırdamaya başlamıştı. Normal şartlarda ağzını burnunu kırması gerekirken bu delikanlıya içi farklı bir şekilde ısınmıştı. Hem Hulusi’nin oğlu oluşu hem de bu delikanlıyı sevmişti, kendini görüyordu bu genç delikanlıda. O da ilk görüşte âşık olup aynı gün yayla şenliğinde yapılan bahar pikniği için geziye gelen karısına evlenme teklif etmişti. Toprak’a kendi hikâyesini anlattığında onun da böyle bir delilik yapacağını hissetmişti. Bu yüzden yerinde kıkırdamaya devam ederken, Cemre kendine dönen gözleri fark etmeden taş kesilmiş, hareketsiz bir şekilde duran bedenini Toprak’ın cümleleriyle dibinde olan yerin daha da dibine geçmek istedi.

“Cemre’m cevabını bekliyorum. Evet mi?” diye mikrofonla yeri göğü inletecek şekilde haykırmıştı.

Cemre bu kepazeliğe bir son vermek için “Toprak!” Diye hiddetle bağırmıştı. Toprak, hemen olay çıkmasın diye soğukkanlı biraz da yüzsüz davranarak konuşmaya başladı.

“Sayın konuklar, verdiğim geçici rahatsızlıktan dolayı çok özür diliyorum. Müstakbel nişanlımdan cevabını şimdi almam lazım. Utandı hırçın güvercinim haydi siz eğlenceye devam edin. Orkestra haydi çalmaya devam et sende.” diyerek mikrofonu bırakıp kendisinin bile anlayamadığı bir hızda Cemre’nin yanına uçarcasına gelmişti. Yanındaki Caner denen o adama tepeden bakmaya çalışarak “Nişanlımdan uzak dur.” der demez Cemre’nin de o herifin de konuşmasına izin vermeden Caner’i omzundan geriye doğru ittirdi. Ardından Cemre’nin elinden tutup onu sürükleye sürükleye, konuşmasına müsaade etmeden, gözden ırak bahçenin kuytu bir köşesine, bir ağaç dibine götürdü. Burada istediği kadar bağırıp çağırabilir diye düşünmüştü. Daha fazla dayanamayan Cemre elini adamın elinden bir hırsla çekti ve Toprak’ı anlamadığı bir güç ile geriye doğru ittirdi. İtiraf etmeliydi ki ondan o kadar güçlü bir tepki beklemiyordu.

“Hani hafiften tırsmadım da değil, şimdi bu beni var ya, yandın oğlum Toprak yandın,” diye düşünürken sağlam durup soğukkanlı olmaya, taviz vermemeye karar verdi. İşaret parmağını onu sorgular gibi havaya kaldırıp yaramaz küçük bir çocuğu azarlarcasına aşağı yukarı sallarken hiddetle hırçın gözlerindeki sert bakışlarını Toprak’a yönlendirdi.

“Sen, Sen….” Derken gözlerindeki hiddete, sesindeki keskin tınıya rağmen hala ona doğru bakıyordu. Ne kadar tırssa da onun güzelliğine tezat olan tavrına gülmemek için kendini zor tutuyordu. Hatta kendini bıraktı, onun tüm sinir oklarına rağmen kahkahalarına engel olamıyordu.

“Şimdi başlıyoruz.” diye aklından geçirirken verdiği tepkinin devamını ve alacağı cevabı deli gibi merakla bekliyordu.

Loading...
0%