@ugurluay
|
31.BÖLÜM(***En Kıymetlim***) "Gözümden ayıramadığım, Sözümden düşüremediğim, Öfkemden esirgeyip gönlüme taht kurduğum, En kıymetli varlığım, sen benim en değerlimsin..." Mira ve Cemre, toplantı salonunun tam ortasında, heykel gibi taştan kesildikleri sırada olanları idrak edemeyen beyinleri hata verip tüm yaşam belirtilerine adeta reset atmıştı. Lanet olsun! Bu adamın burada ne işi vardı? Kendilerine gelmelerini sağlayan ise Umut'un sert ve otoriter sesinden başka bir ses değildi. "Hanımlar geç kaldınız, isterseniz oturun da devam edelim." Sesi tedirgin, kaşları olacakları bilir gibi çatıktı. Allah aşkına o devam mı edelim demişti, bir de oturun, yanlış duymuş olamazdı, yanlış görmüyor, yanlış algılamıyordu değil mi? Mira ve Cemre, birbirlerine tekrar ürkek bakışlar ile bakıp olanların bir korku filmimi yoksa kâbus mu olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Bir an gözleri ile anlaşıp birbirlerinin koluna can yakan cinsten sertçe bir çimdik attılar. Yoksa bu gerçek olamazdı. "Ah!" diyen inlemelerine, şirket çalışanları ile birlikte iki sinsi, düzenbaz adam da kıkırdayarak utanmadan gülmüşlerdi. "Toprak..." Koro içinde yükselen sesler sadece Cemre’ye ve Mira'ya aitti. Toprak'ın burada ne işi vardı? Biri kamera şakası falan mı yapıyordu? Var ya bu bir kamera şakasıysa sonu çok fena olacaktı. "Buyurun benim..." diyen Toprak'ın ukala sesiyle kızlar ağızlarını bir karış açıp onun pis sırıtışını izler konuma geçmişlerdi. "Bu nasıl olur, sen burada?" diyen kızların sesleri birbirine karışıyordu. "Hanımlar, birbirinizi gerçek dünyaya döndürme çabalarınız bittiyse, yerlerinize oturun, malum ciddi bir toplantının tam ortasındayız şu anda," diyen kişi Cemre’nin beynine reset atan adamdan başkası değildi. Bir dakika ya o, o ne demişti? O utanmadan bir de ciddiyetten mi bahsetmişti? Hem de utanmadan, ben senin o ciddiyet denen dilini alır... Tövbe tövbe ya Cemre’yi dinden imandan çıkaracaktı bu ayarsız kütük... Mira, "Kâbus değil! Bu yüzleşmemiz gereken acı kâbusun ta kendisi, al çözdün sonunda neler döndüğünü," diye fısıldarken, "Korku filmi falan da değil," diyerek haykıran kişi ise Cemre’ydi. "Cemre, Mira oturun artık zaten geç kaldınız," diyen Umut'un kaşları çatılmış onlara gayet de güzel emir veriyordu. O kütük gibi, an itibariyle hissedemediği ayaklar ona mı aitti, nasıl sandalyeye sürünerek gitmişti, hayret ediyordu kendine... Birazcık Mira'nın katkıları olmuş olabilirdi. O destek vermese yıkılması an meselesiydi. Cemre olanları izlerken, bir yandan da ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yabancı bir filmi ona tercüme eden ise yanındaki can dostu, tek destekçisi Mira'dan başkası değildi. "Cemre, anlaşma sağlandı," diyen Mira’nın sözleri, genç kızın yere çakılışının nişanesi olmuştu. Neler dönüyordu burada ve neden her şeyden onun en son haberi oluyordu. Cemre bu adamın karısı değil miydi? Kimdi, neydi Cemre, artık bilmiyor, bilemiyordu? El sıkışmalar, imzalar, falanlar, filanlar... Eee şimdi ne olacaktı? Kocası olacak adam resmen haftalardır, onunla dalga geçer gibi saman altından su yürütmüştü. Şimdi bir de onun çalıştığı şirket ile ortak iş mi yapacaktı? “Ah, ayarsız kütük, nasıl kandım ben sana da, senin tatlı oyunlarına, ah! Ah! Ah! " diye homurdanmaya devam ederken kafasını masaya vurmamak için kendini zor tutuyordu. Toprak'ın sıcaklığını teninde, nefesini boynunda, kokusunu burnunda, varlığını yüreğinde hissettiği an, “Ne oluyor?” diyerek birden bulunduğu yerde irkilmişti. Etrafına baktığında ise toplantı salonunda Mira, Umut, Toprak ve kendisinden başka kimsenin kalmadığını gördü. "Cemre Hanım, nasıl bu kadar saf olabildiniz? Seni gözümün önünden ayırabileceğime nasıl inandın? İnsan en kıymetlisini kurda kuşa yem eder mi hiç? Cık cık cık... Seni geç buldum ama erken kaybetmeye niyetim yok... Seni, odanda bekliyorum kıymetlim, gözümün can ışığı, öfkeni yok et de öyle gel yanıma," dedi. Cemre, adamın ağzından çıkıp gelenler ile sandalyeye çakılı kalmıştı. Toprak, odadan çıkıp giderken masadan destek alıp allak bullak olmuş surat ile Cemre ayağa kalkmaya çalışıyordu ki, "Cemre, Mira oturun iki dakika konuşmamız gereken bir konu var." Umut'un sesi sert olduğu kadar şefkati de barındırıyordu. "Bence de konuşalım kuzen, az önceki şaklabanlık neydi öyle bir açıklama bekliyorum senden." Mira, bir kolunu sandalyenin yaslanma kısmına dayayarak mahallenin bıçkın delikanlıları gibi boşta kalan elleriyle hareketler yapıp kuzenine hesap soruyordu. "Bu konuşmayı yapmak için geç kalmadınız mı Umut Bey?" "Cemre, alınıyorum bak, bey mi olduk şimdi?" "Tamam, şöyle diyelim o zaman bunu bana nasıl yaptın Umut ağabey?" "Hesap ver kuzen, bize bunu nasıl yaparsın sen ya?" Mira birden hiddetlenip Umut'un önüne doğru kendini savururken yakalarından tutup çekiştirmeye başladı. Umut, yakalarından Mira'nın ellerini silkeleyerek konuşmasına devam etti. "Söz verdim." "Ne? Söz mü verdin?" diye odayı inleten kızların nidaları salonun içinde yankılanırken, daha önce kaynağını bulamadığı kötü kokuların merkezine ulaşmaya başlamıştı. "Bakın kızlar o günü hatırlıyorsunuz değil mi? Toprak'ın bir öfke ile gelip Cemre'yi sürükleyerek götürmeye çalıştığı günü?" "Evet, tam bir hanzoluk örneği sergilemişti bizim enişte bey." "Mira, sen fazla oluyorsun, nasıl konuşmalar bunlar böyle?" "Ay toz kondurma sen anlaşmalı kazmana." "Mira..." "Offf tamam sustum be devam et ne haltlar karıştırdığınızı, bu işler bu raddeye nasıl geldi?" "Her neyse o gün Umut çok kötüydü, öfkeden gözü dönmüştü. Onu benden daha iyi hiç kimse anlayamazdı. Onunda öfkesine aşkını kurban etmesine göz yumamazdım. Gerçekten seni çok seviyor Cemre. Öfkesi ile yaptığı bir hata aşkını, yani seni ona kaybettirecek, ikinizi birden yaşananlar yıkıp geçecekti. Ben bunun ne demek olduğunu acı bir tecrübe ile öğrendim. Yaptığım tek bir hata, öfkemin kurbanı olmam, varlığından haberimin bile olmadığı bir zamanda evladımı aldı benden. Ben sizin acı bir tecrübe yaşamınızı istemiyorum. Bu yüzden onunla bir anlaşma yaptık. O senin burada çalışmana izin verecekti, bende onunla iş anlaşması yapacaktım." "Ama, ama bu çok saçma..." Duydukları, bunlar ne kadar saçma şeylerdi böyle... "Kuzen, ne zamandan beri duyguların ile iş hayatını birbirine karıştırmaya başladın. Yanılıyorsam hatırlat ama sen iş hayatında asla duygusallığa yer vermezsin. Hangi dağda kurt öldü de Toprak'a yardım etme kararı aldın?" "Gerçekten seven çaresiz bir kalp için, öfkesine istemeden aşkını kurban edecek biri için, seven kalpler konusunda hassasım biliyorsun." Diyerek göz kırpmıştı kuzenine. "Yuh yani kuzen, kendi yaşadıklarını nasıl bu duruma uyarlayarak bize sorma gereği bile duymadan böyle bir karar alırsın, anlamıyorum. Hem bir dakika ya, bu anlaşmaya benim onayım yok, sonuçta bende hissedar değil miyim burada?" Aklına yeni bir fikir gelmiş gibi burnunu dikleştirip göğsünü kabartmıştı. "Pardon, bunu söyleyen kişi tüm anlaşmaları annesine okutup, kendisi okumadan imzalayan kız mı söylüyor? Sen merak etme kuzen annen senin yerine okudu ve bu anlaşmaya sende çoktan imza attın bile," dediği an Cemre’nin göremediği kişi Mira şu andan koltuğuna pısıp o koltukta yok olamaya çalışıyordu. Deli kız, masanın altında yerin dibine geçmek için bir adet oyuk arıyordu. "Bir şey mi dedin kuzen, sesin kısıldı sanki bir an," diyen Umut Mira'nın tüm tutunacak dalları ile birlikte umutlarını da kırıp yok etmişti. "Ah ulan ah o anlaşmaları üşenip okumayarak, anneme gönderen beynime, o imzayı atan elime şey edeyim ben..." "Söyle söyle utanma zaten iyice ağzın bozuldu senin, Mira toparla kendini biraz, ağzından çıkanı kulağın duysun ," diyen Umut artık sinirlenmeye başlamıştı. "Hih hih hih, tamam kuzen ya sende hemen agresife bağlıyorsun, şaka yaptım ben şaka, şaka..." "Neyse hanımlar, anlaşma imzalandı. Gerekli hazırlıkları yapın," diye cümlesine devam ettirirken, Cemre zar zor kalktığı ayaklarına şaşırarak, gözlerini onlara hiç döndürmeden masaya bakarak, " Umut ağabey, bugüne kadar benim için yaptığın her şey için teşekkür ederim. Ama ben bu şartlar altında sizinle daha fazla bu şirkette çalışamam," diye tam adımını atıyordu ki, "Cemre, saçmalıyorsun şu an, neden böyle yapıyorsun? Toprak seni çok seviyor, tüm bunları sana zarar vermemek, korumak adına, gözünden bile sakındığı için seni her an görebilmek için yapıyor. Neden anlamak istemiyorsun, niye böyle davranıyorsun anlamıyorum seni." Cemre’nin sırtı onlara dönük, gözlerini kapatmış derin bir nefes alıp söyleyeceklerinin kendine bile itiraf etmekten korktuğu şeyler olması canını acıtıyordu. "Anlıyorum Umut ağabey, anlıyorum. Anladığım için canım yanıyor zaten. Siz anlayamıyorsunuz, bilmiyorsunuz, o bana güvenmiyor. Geçmişinde yaşadığı hayal kırıklığı ile bana güvenmiyor. Terk edilme korkusu o kadar onu sarmıştı ki, sürekli kontrolü altında olmamı istiyor. Güvenmediğini hissetmek, dahası bunu anlamak canımı acıtıyor. İşte bu yüzden burada kalamam, onun bana güvendiğini hissetmeye, bilmeye ihtiyacım var. Sevdiğini biliyorum, inanıyorum ama hissetmek istediğim bana olan güveni, şu an için olmayan güveni... Bu yüzden gitmem lazım, burada olmaz, hem evde hem işte birlikte olmaz," diyerek arkasından seslenenlerin hiç birine aldırış etmeden göz yaşlarını silip odadan kendini dışarıya atmıştı. “Neden güvenmiyorsun bana Toprak? Neden eski kız arkadaşın ile aynı kefeye koyuyorsun beni? Neden güvenmiyorsun, neden?” diye hıçkırıklar arasından firar eden her bir cümel canını daha fazla yakıyordu. |
0% |