@ugurluay
|
35.BÖLÜM(***Geçmişten Gelen Kara Gölge***) "Huzur denen gizli mabet, O kapılar bana hiç açılmayacak öyle değil mi? Varlığını bilip, seni yaşayamadan, yok olup gideceğim öyle değil mi?" Toprak'ın dokuz gündür ülke dışında olması, Cemre’nin kendisini yemeğe vermesine ve tam bir iş kolik olup çıkmasına sebep olmuştu. Kendisini o kadar kaptırmıştı ki ne aldığı kiloların ne de Mira'nın tüm iş yükünü kendi üzerine aldığının farkında bile değildi. Mira, Cemre’nin bu hallerinden pek şikâyetçi olmasa da, Umut, genç kızın kendini çok yorduğumu söylüyor, buda yetmezmiş gibi Toprak'ı arayıp "Şu karına bir laf anlat, utanmasa tüm şirketin işlerini yapar hale gelecek," diye peşi sıra bir yığın şikâyette bulunuyordu. Ardından Toprak'tan genç kıza gelen telefon ile de saatlerce uyarılar, bir düzine nasihatler ve bitip tükenmek bilmeyen nutuklar... “Ah be Toprak'ım sen olmayınca nefes alamıyorum ki ben, nefes alabilmem için yaşadığımı unutmam gerek buda benim için iş artı yemek demekti. Kafamı bir şeyler ile meşgul etmezsem ya aklımı oynatacağım yada oturup sabah aşkımın hasretinden kavrulurken salya sümük ağlayacağım, bunlara gerek kalmasın diye ne Umut'u ne de sevgili kocam Toprak'ın nutuklarını dinlemeye hiç niyetim yoktu.” Cemre, Toprak’ını kadar özlemişti ki, her şeye sinirleri bozuluyor, olur olmaz şeylere alınıp, saçma sapan zamanlarda ağlama krizlerine giriyor, alınganlıkta zirvelere oynayıp, trip krallığına kuruluyordu. Toprak'ın dönmesine, dile kolay gelen ama onun kalbine ağır gelen, ömründen ömür götürecek, koskocaman iki gün vardı. “Koskocaman iki gün, Allah'ım nasıl geçecek bu zaman,” diye iç geçirirken bir yandan dolmaya başlayıp akmak için hazırlık yapan gözyaşlarını geri ittirme çabaları ile boğuşuyordu. Of, az sonra gireceği toplantıya gözleri kızarık, burnu akan bir tercüman olarak girmek istemiyordu. Gerçi Umut girmesine gerek olmadığını, gün boyu yeterince yorulduğunu ve gözlerindeki mor halkaların gitmesi için dinlenmesi gerektiğini söylemişti ama şu an çalışmaktan daha iyi yapacak bir işi yoktu. “Oyalanırsam belki zaman daha hızlı akar gider,” diyen yüreğine onay verdiği sırada kapıya hiç de nazik davranmayan canı arkadaşı Mira, yine bir hışımla genç kızın hiç de şaşırmadığı dillere destan bilindik girişini gerçekleştirmişti. “Bu deli kıza kapıdan nasıl girileceğini, nasıl öğretecektim bir bilsem?” Diyen iç sesini o an yok saymaya çalışıyordu çünkü Mira, hiç ama hiç iyi gözükmüyordu. Rengi beyazlamış, sanki hortlak görmüş de korkudan genç kızın yanına kaçmış gibi tuhaf haller içindeydi, nefes nefese ona bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama Cemre’nin onu pek algılayabildiği söylenemezdi. Acaba bu deli kız yine ne yumurtlayacaktı, Cemre çok merak ediyordu doğrusu... Soluklarını düzenlemiş, elini karnına götürüp, Cemre Mira’nın görüş alanına net olarak girdiği sırada genç kız kaşların çatıp Cemre’ye, "Sen yine mi ağlıyorsun?" diyen kızgın tonunu hissetmemek elde değildi. İnsan az önce odaya destursuz dalmanın hesabını verir önce, hemen daldan dala atlamayı nasıl başarıyordu ki bu kız ... "Yok be nereden çıkardın, gözüme bir şey kaçtı sadece," diyerek sırtını ona dönüp gözündeki yaşları gizlice silmeye çalışsa da pek başarılı olduğu söylenemezdi doğrusu... "He he yedim ben de, kızım topla biraz kendini ya iki gün kaldı şunun şurasında, resmen yas ilan ettin, gören de yıllarca gelmeyecek sanır adamı." “Demesi kolay geliyordu tabi seni de göreceğiz Mira Hanım,” diyen genç kızın iç sesi sadece içten içe konuşmak ile yetinmişti. "Uf Mira ya, bırak sen onu bunu da bir kere şu kapıyı çal da gir bir daha ki sefere, cidden nezaket kurallarına bir gün uyduğunu görürsem şu dişimi kıracağım. " "Cemre, Allah aşkına bir sus ya benim kapı çalacak halim mi var, baksana bir ne durumdayım." Kesin kötü bir şey olmuştu, yoksa bu deli kız bu kadar hızlı bir önceki konuya dönüş yapamazdı. "Ne sorunu kızım ya, biz o kısımları atlayalı çok oldu, en son lügatimizden sorun kelimesini çıkarmadık mı biz?" "Hah hah hah , çok komiksin, ama şu an bu bünye bu komediyi kaldıramaz dahası az sonra duyacaklarından sonra senin yüreğin kaldıracak mı onu da bilmiyorum ya neyse?" "Of Mira ya söyle ne söyleyeceksen söyle uzatma lafı..." Amma gerilim yapmıştı ya en fazla ne olabilirdi ki, onlar neleri atlatmıştı, vereceği haber ne kadar kötü olabilirdi ki, en kötü ne olabilirdi ki yani... "Cemre, Eymen burada," “Yuh, yavaş gelsene kızım...” İşte bu isim duymayı beklediği şeyler sırasında en sonda bile yer alamazdı. Tek isim Eymen, o, o burada mıydı, ama nasıl olabilirdi böyle bir şey? Duydukları genç kızın vücudunun kaskatı kesilmesine sebep olurken, yüreğinde oluşan deli korkular aklında depremler yaratmıştı. Aklı, ruhum ve bedeni içinde kopan fırtınaların sebep olduğu yıkım ile birlikte darmaduman olmuş, felç geçirmiş gibi kala kalmıştı. Cemre acizdi, gerçekten bu çok fazlaydı. Kahretsin, bu, bu olamazdı. Bu kadarını yıllar sonra onun yüreği kaldırmaz, kaldıramazdı. Onun burada ne işi vardı? Allah aşkına her şey yoluna girmişken, Eymen belası da nereden çıkmıştı. Yok, yok bu dünyada cidden ona huzur yoktu. Taşlar yerine otururken ortaya çıkan Eymen de kimdi? Peki ya Cemre'nin hissettiği neydi? Korku mu? Heyecan mı? Yoksa daha fazlası mı? Geçmişten gelen kara gölge Eymen'in Cemre ile ne ilgisi vardı?
"Yıllar sonra yüzsüzlüğü ile karşımdayken, Akıldan yoksun gözleri yüreğimi korkutuyordu. İsmini anamazken cismi ile karşılaşmak, Gömdüğüm korkularımı gün yüzüne çıkarmış, Savunmasız küçük bir çocuk gibi beni ortada bırakmıştı..." Cemre’nin dişlerini sıkarken çıkardığı gıcırtılara engel olması çok zordu. Toplantı salonunda, yaklaşık üç saattir ağzını yüzünü dağıtmak istediği Eymen karşısında pis sırıtışlarını ona gönderip dururken bu toplantı bitmeyecekti. Kahretsin! Kâbus gibi genç kızın üzerine çökmüş, nereden çıktığını bilemediği, geldiği yere geri göndermek için neler vermezdi şu an... Adını duyduğu andan itibaren titreme krizlerine girdiği adam, saatlerdir utanmadan herkesin önünde onu süzüp duruyordu. Elinde sıktığı, sıkmakla da kalmayıp ellerinin arasında parçalanan kalem ile onun bakmaya hakkı olmayan sinsi gözlerini oymak o kadar çok isterdi ki, bunu yapmaktan o kadar keyif alırdı ki... Lanet olsun! Bu, bu adam nereden çıkmıştı? Geçmişin kara deliğine atıp üstüne sifonu çekeli çok olmamış mıydı? Hiçbir şey yaşanmamış gibi onu geçmişte silip atmamış mıydı Cemre? Of Cemre, ne yaşanmıştı ki bu adi herif ile aranda, sadece korkulu anlar ve canın pahasına gösterdiğin kurtulma çabaların... Üç saatin sonunda, Cemre’nin sinirle titremelerimi hisseden Mira, masa altında eliyle genç kızın bacağından sertçe tutmuştu. Biliyordu eğer burada bir olay çıkarsa bu hemen Toprak’ın kulağına giderdi. Ve bu hiç iyi olmazdı. Mira, ona destek olmaya çalışırken o pis herifin karşısında savunmasızca oturuyor olmak yeterince sakin kalmasını engelliyordu. Toplantıya girmeden önce Mira ile konuşmuşlardı. İlk önce bu adamın amacının ne olduğunu öğrenmeleri gerektiğine karar verdiler. O zamana kadar da ne Umut'a ne de Toprak'a hiçbir şey anlatmayacaklardı. Belki de de boşuna evham yapıyorlardı. Hiçbir şey korktukları gibi olmayacaktı. Eymen, belki geçen yıllar içinde iyileşmiş ve aklını başına toplamış olabilirdi. Sonuçta çok uzun zaman geçmişti yaşananların üzerinden, buraya gelmesi bile belki de yalnızca bir tesadüften ibaretti. O bile Cemre’yi gördüğüne şaşırmış olabilirdi. Tabi canım sonuçta üzerinden yıllar geçmişti. Her şey basit bir rastlantıdan ibaret olmalıydı, dahası mümkün değildi. Umut, Mira ve Cemre’deki tuhaf gerilimi hissetmiş olmalı ki konuşmaları normalin dışında seyrediyordu. Eymen'in konuşmalarındaki ukalalık ve toplantı boyunca genç kızı utanmadan süzmeye devam etmesi ise onun gözünden kaçacak ufak tefek şeyler değildi. Toplantı sonuna doğru Umut'un sesi ile birlikte kararları da değişerek ayağa kalkıp, şartlarda anlaşılmadığı için beraber iş yapılamayacağını söyledi. Bu Cemre’nin derin bir oh çekmesini sağlarken, bir an önce o toplantı odasından kendini atmak istiyordu. Mira ile birlikte Cemre odasına doğru alel acele hareketler içinde yönelirken, genç kız kolundan sertçe çekilmişti. Adım atması yaşadığı çekilme ile zorbalıkla engellenmişti. Cemre, odasının kapısının önünde "Ah!" diye inlemişti. Cemre’nin sesini duymasıyla kaşları çatık ona doğru dönen Mira, ne olduğunu anlamaya çalışırken şaşkın gözler ile baktıkları kişi baş belası Eymen'den başkası değildi. "Bak, bak, bak kimlerde varmış burada?" Hayır, Cemre’nin kurduğu bütün iyilik teorileri patlamış olamazdı. Bu soğuk el, bu bakışlar ve bakışların altında yatan bin bir ima... Bu gerçek olamazdı. "Bırak kolumu adi herif," genç kızın ağzından çıkanlar tükürür gibi çıkmıştı. Onun ismi onun cismi midesini bulandırıyor, geçmiş gözünde bir bir canlandıkça, içini kusma isteği ile dolmasına engel olamıyordu. "Aaa çok ayıp aşkım, insan uzun zamandan sonra sevgilisini görünce böyle mi davranır." Duydukları karşısında Cemre’nin nabzı atmayı çoktan bırakmıştı. Bu akıldan yoksun yaratık neler saçmalıyordu böyle acaba? "Ne aşkı, ne sevgilisi be, ne saçmalıyorsun sen? Bırak kolumu canımı acıtıyorsun." Cemre’nin ağzından çıkanlar adamın pek hoşuna gitmemiş olacak ki tutuşunu daha da sıkılaştırıp, kendine daha fazla çekerken genç kızın korkudan gözleri irileşmiş, onun iğrenç mide bulandırıcı kokusunu duymak zorunda kalmıştı. Mira ne kadar araya girmeye çalışsa da nafileydi. "Bıraksana kızı raporlu deli." Mira, Eymen'in ellerine sarılmış genç kızı bırakması için uğraşıyor çam yarması adi adam ile adeta savaşıyordu. "Vay vay vay, Mira Hanım, bakıyorum da formunuzdan hiçbir şey kaybetmemişsiniz. Cemre ve kendini onun koruma kalkanı olduğunu zanneden Mira'cık... Hep yanlış zaman, yanlış yer ve yanlış taraftasın Mira..." "Eymen, bırak Cemre'yi," dediği an Eymen, Mira'yı kapıya doğru hiç acımadan sertçe ittirdi. Canının acısıyla inleyen arkadaşının yanına gitmeye kalktığı an nefesini kesip canını acıtırcasına daha fazla sıktı kolunu ve zorla kendine çekmeye çalıştı. “Lanet herif, her dengesiz beni mi bulur, doldura doldura bitmedi çilem.” Cemre’yi kendine daha fazla çekip, onun tiksindiği nefesini kulağının dibine kadar yanaştırıp, iğrendiği o kokusunun genç kızın burnuna dolmasına engel olamamıştı. "Benden kurtulabileceğini mi sandın? Sana ulaşmama engel olabileceğine gerçekten inandın mı? Cemre, sen benimsin bunu o kalın kafana sok. Evlenmiş olman hiçbir şeyi değiştirmez. Sen benimsin..." Lafını daha bitiremeden ani bir hareket ile adam Cemre’den çekilmiş ve sert bir yumruk ile yere yığılmıştı. Cemre, sinirleri boşalmış, ağlamaya başladığı sırada Mira'nın şefkatli kolları genç kızı sarmış ve bitmek bilmeyen hıçkırık ve gözyaşlarımı dindirmeye, sakinleştirmeye çalışıyordu. Eymen'in üzerine çıkan ve yumrukları ile ağzını burnunu kıran Umut’tu. Umut, tehditlerini savururken, Eymen’in kanlar içinde kalan ve yüzü dağılmış bir şekilde sürünerek güvenlikler eşliğinde şirketten atılmasını hayal meyal hatırlıyordu. Mira kurtulamayacaklarını anladığı an koşarak Umut'a haber vermeye gitmişti. Canının yandığını gören Umut, hemen atılarak onu pelte çevirmişti. Ama kafasının karışık olduğu bakışlarından belli oluyordu. "Mira, neler oluyor? Nereden tanıyorsunuz siz Eymen'i? Cemre'den ne istiyordu bu adam?" diye arka arkaya sorular sorarken Cemre bitip tükenmek bilmeyen hıçkırıklarıyla ağlamanın kollarına kendini çoktan teslim etmişti. Hatırladığı tek şey ise kulaklarında yankılan Mira'nın "Cemre..." diyen inlemesiydi. “Kulaklarım da çığlık çığlığa sesler boğulurken ben huzur dolu bir sessizliğe doğru derin bir yolculuğa çıkmıştım. Karanlık... Görme yetim, işitme kaybıma eşlik ederken gördüğüm tek şey artık karanlıktı... Karanlık... Sadece huzur dolu, sessiz, koyu bir karanlık...” |
0% |