@ugurluay
|
38.BÖLÜM(***ŞÜPHE***YALAN***) “Gördüklerim yüreğimde derin yaralar açarken, Yaptığın söylediğin hiçbir şeyin gücü bende açtığın o yarayı kapatmaya yetmeyecek… Ne istedin benden, söyle ne istedin saf sevgimden? Az mı geldim sana da kendini başka kollara attın, Yitip gittiğin kollar sana hayat mı verdi? Söyle az mı yoksa çok mu geldim sana?” Cemre, Mira’nın tüm sövüp saymalarını kulak arkası etmişti. Cebinden acele ile çıkarıp sarıldığı telefona Toprak’ın numarasını elleri titreyerek tuşlamıştı. Duymuyordu artık Mira’yı, görmüyordu gözleri sevdiği adamdan başka bir şey… Gördüklerinin muhakkak bir açıklaması vardı. Toprak ona asla böyle bir şey yapmazdı. Mutlaka bir açıklaması olmalıydı. En azından Cemre bunu deli gibi umut ediyordu. Telefonun çalarak, melodisinin ona ulaşma aşaması Cemre de geçmek bilmez asırlara sebep olsa da, yüreği gelecek cevapta ve telefonun ucundan ona “Aşkım,” diyecek sese kenetlenmişti. Kulaklarına o lanet açılması için beklediği çalma sesi dolarken, Toprak’ın telefonunu eline aldığını görüyordu. Hadi Toprak aç şu telefonu diye yüreğinden çığlıklar yükselirken gözlerinden sicim gibi akan yaşlara bir türlü engel olamıyordu. Toprak’ın yerinde huzursuzca kıpırdandığını görmüştü. Merak ediyordu Cemre, hem de deliler gibi… Ama Toprak yapmaması gereken bir şeyi yapmış ve genç kızın aramasını meşgule almıştı. İşte bu genç kızın hiç beklemediği ve asla duymak istemeyeceği bir sesti… Telefonu meşgule alması ile gözlerini kapatıp hıçkırıklara boğulurken elinden kayıp giden telefona aldırış edecek durumda değildi. Hıçkırıklar boğazında yok olup giderken Mira daha fazla dayanamayarak ona sarılmış bir yandan Cemre ile birlikte ağlarken bir yandan da Toprak’a ağzına geleni sayıyordu. Allah’ım bu nasıl bir gündü böyle… Geçmek bilmeyen, can tüketen acı bir gündü… Gün bitmeden genç kızı bitiren bir gündü. *** Hani bazı anlar olur ve insan mutluluğu damağında ölesiye hisseder… Bu öyle bir mutluluktur ki insan onu kaybetmekten deli gibi korkar. En derinlerde sarsılmazca yaşadığı huzurun ve mutluluğun bozulmasından, arkasından kötü bir şey gelmesinden aklını alır gibi korkar ya, işte Toprak şu an tam da bunu yaşıyordu. İliklerine kadar hissediyor ve delirircesine korkuyordu. Yüreği sıkışıyor, nabzı atmayı bırakmak için fırsat kolluyor, nefesi ondan kurtulmak için kaçacak yer arıyordu. Her şey bu kadar güzel ve yolunda giderken, Cemre’si, birtanecik karısı ile birlikte aşkı, mutluluğu ve huzuru zirvelerde yaşarken, iş için gittiği yurtdışında köpekler gibi karısına özlem duyduğu, ona kavuşmak için zamanın ona yaptığı tüm Çin işkencelerine dayanmışken, hesaba katmadığı uğursuz bir mesaj ile beyninden vurulmuşa dönmüştü. Mesajı atan ahlaksız kadın şu an karşısında utanmadan otururken, sinirlerine hakim olması pek de mümkün değildi. Aldığı mesajda eğer bugün buraya onun yanına gelmezse, onunla konuşmayı reddederse, karısı ile tanışmaya gideceğini yazıyordu. Kahretsin, Cemre ile arası yeni düzeltmişken bu olamazdı. Mesajı alır almaz Toprak’ın bin defa aramasına rağmen, bir defa bile telefonu açmamıştı lanet kadın. Önünü ve ardını düşünmeden Cemre’yi kaybetme korkusu içinde dolup taşarken hiç kimseye haber dahi vermeden ilk uçakla Türkiye’ye geri dönmüştü. Alara denen adi kadına öfkesini kusmak istiyordu. " Lanet olsun, bu deli kadın nereden çıkmıştı şimdi… Hangi yüzle karşıma çıkma cesaretini gösteriyordu. Ya Cemre’m, ya onun karşısına çıkarsa, ya onun kırılgan yüreğine dokunur ve daha yeni indirdiğim gardını tekrar giymesine sebep olursa… Yıktığım duvarlar ya yeniden örülürse, ben buna dayanamazdım. Umut bana Cemre’nin neden benim ile aynı şirkette çalışmak istemediğini anlatmıştı. Ona güvenmediğimi düşündüğü için, Alara ile onu aynı kefeye koyduğumu düşündüğü için… Lanet olsun bunu düşünmüş olabileceğimi nasıl düşünür hala anlamıyorum. Hala kendime kızıyorum, ona böyle şeyler hissettirmiş olmama, onun saçma sapan bir kadın yüzünden gözünden döktüğü yaşlar için hala kendime kızıyorum. Benim ile şirkette çalışmama isteğini hep farklı şeylere yorduğum ve alakasız şeyler ile yorumlayarak zaman kaybettiğim için kendime çılgınlar gibi kızıyordum. Öğrendiğim günden bu yana ona güvendiğimi hissettirmek için elimden gelenin de fazlasını yapmaya çalışırken, tam da başarıyorum dediğim o anlarda Alara’nın ortaya çıkıp aslı astarı olmayan şeyler anlatarak Cemre’min aklını karıştırmasına izin veremezdim. İşte tamda bu yüzden onun iğrenilesi suratına katlanıyorsam sırf hırçın güvercinimin yüreğindeki huzuru bozmasına izin vermemek içindi… Alara pisliğini hayatımdan bir şekilde temizlemem gerekiyordu. Geçmişimden gelen, tamamen benim salaklığım ve hatam olan bir kadının gölgesini dahi sevdiğim kadına hissettirmemem gerekiyordu. Ne istediğini öğrenip onu bir şekilde hayatımızdan uzaklaştırmam gerekiyordu.” Aklında bin bir düşünce ile karşısındaki kadına iğrenir gibi bakıyordu. Toprak, onu geldiği çukura geri göndermeye gelmişken o saatlerdir karşısında onu sevdiğini, geri kazanmak istediğini, Cemre’nin sorun olmayacağını, Toprak’ın Cemre’yi sevmediğini, asıl istediğinin kendisi olduğu gibi bir dolu zırvalıkları sıralarken adam öfkesinin vücudundan çıkıp onu yok etmemesi için zor tutuyordu. Öfkesini serbest bıraktığı anda, en değerli varlığı olan Cemre’sinin adını, o pis ağzına aldığı için bile onu oracıkta öldürebilirdi. Kendini sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da mantıklı davranmak için büyük bir güç sarf ediyordu. “Karımın adını o pis ağzına alma,” diyerek daha fazla saçmalamasını bitirmek istedi. “Alara, lafı uzatmadan söyle, ne istiyorsun?” “Oooooo Toprak Bey, kartlarımızı açık oynayalım diyorsun yani…” “Lafı uzatma seni tanıyorum, ne istiyorsun açıkça söyle?” “Seni…” Yüzü kızarmadan söyledikleri adamın sinirlerini öyle bir bozdu ki sinir bozucu kahkahası herkesin dikkatini çekecek şekilde çoktan serbest bırakmıştı. “Ne saçmalıyorsun sen kadın, hangi yüzle benim karşıma çıkıp bu kadar saçma bir istekte bulunursun? Amacın ne senin?” “Toprak, sen bana âşıksın, geçirdiğimiz o güzel geceleri ne çabuk unuttun.” “Alara, sen cidden kendinde misin? Aylar önce beni param yok diye bırakıp giden sendin ve senin de dediğin gibi unuttum. Sana dair hatırladığım tek şey adi bir kadın olduğun.” “Adi kadın dediğin kadının kollarında zevkten kendini kaybettiğin dakikaları ne çabuk unuttun?” “Bak ne güzel söyledin, sen ancak öyle bir kadınsın işte, yaşadığın dakikaları bile çıkarın için dillendirecek seviyesiz ve ahlaksız bir kadınsın.” “Ne o, özlemedin mi beni?” “Alara sabrımı zorlama, benim senin gibilerle işim olmaz.” “O yüzden mi tek bir mesajım ile ayaklarıma kadar geldin?” “Bana bak aşüfte,” dediği anda Toprak acımasızca onun çenesinden tuttu. “Sabrımı zorlama,” dediği halde üstüne gelmiş, çoktan mantık sınırlarını aşmıştı. Midesi bulansa da o iğrendiği ağzını kendine doğru daha fazla çekerek gözlerinin içine tehdit edercesine bakmış, oradaki öfkesini hissetmesini sağlamıştı. “Karıma, Cemre’me bir adım yaklaştığını duyarsam, o iğrenç ağzından tek bir kelime onun kulaklarına ulaşır ve benim taptığım Cemre’min yüreğinde en ufak bir hayal kırıklığı, onun gözlerinde tek bir üzüntü kırıntısı görürsem… İnan bana seni, yeryüzünde öyle bir hale getiririm ki yaşadığına bile şükredemez hale getirim ve hayatına öyle devam etmek zorunda kalırsın. Seni mahvederim duydun mu beni?” diyerek haykırırken elindeki kadının çenesini tükürür gibi geriye doğru fırlattı. Tam o sırada telefonda gördüğü isim yerinde huzursuzlanmama sebep oldu. Şu an, şu durumda cevap veremezdi. Ne diyecekti ki, Alara çıktı geldi, seni üzmesine engel olmak için atlayıp İstanbul’a geldim? Ben döndüm ama sana haber vermedim. Şu anda da senden uzak durması için adi bir kadını tehdit ediyorum mu? Yok artık buna kim inanır? Hem Cemre’sinin bunu bilmemesi lazımdı, Cemre’nin Toprak tarafından sadece mutluluğu ve huzuru tatması gerekiyordu. Alara’ya, Cemre’ye herhangi bir şekilde yaklaşır yada bu konuda en ufak bir çaba ve girişimde bulunursa, karısından ve kendisinden uzak durmaz ise en iyi ihtimalle başına neler gelebileceğini açık bir tehdit ile hiç de şakacı olmadığını anlatarak hissettirmişti. Tam masadan kalkmıştı ki adi kadının arkasından söyledikleri, yerinde hareketsizce kalıp taş kesilmesine sebep olmuştu. “O çok güvendiğin, beni yerin dibine soktuğun karına Eymen’in kim olduğunu sorsana? O büyük aşk yaşadığı Eymen’in bugün şirkette, onun yanında ne işi varmış sorsana?” Toprak’ın duydukları, bu kadın ne saçmalıyordu böyle? Yalandı, yalandı değil mi? Hem Eymen de kimdi? Hem, hem o Cemre’sinin ilk erkek arkadaşı, ilk ve tek sevgilisi, kocasıydı. Onun Toprak’tan başka sevgilisi olmadı ki, olmamıştı değil mi? Bu olamazdı. Cemre Toprak’ına yalan söylemezdi. Söylemezdi değil mi?
Cemre gördükleri karşısında ne yapacaktı? Toprak’ın yüreğine ekilen şüphe tohumları filiz verecek miydi? Yoksa o tohumlar sökülüp atılacak mıydı? Bu iki deli divane âşık çift bu işin içinden çıkabilecek mi? Tam aşklarını yaşamaya başladıkları anda karşılarına çıkan engelleri yok edebilecekler mi? Peki sizce AŞK kazanacak mı? *** “Yüreğim keder ile boğulurken, iflah olmaz ruhum sana susadı. Kavruluyorum, kurtulamıyorum bu susamışlıktan, Kanım çekiliyor, kemiklerim sızlıyor, sana ihtiyacım var. Yoksunluğumun adı SENSİN … Bu yoksunluk ile alma canımı, dindir susuzluğumu. Çekip al, kurtar beni, Anlat tüm gerçekleri, kurtar bu yoksunluktan beni, Kavuştur ruhumu, hasret kaldığım huzurlu ruhuna…”
“Sana hala inanamıyorum Cemre… Hala o restorandan içeriye girip masayı kafalarına geçirmediğine inanamıyorum. Şaşılacak şey doğrusu… Tutmayacaktın beni, ben halledecektim o ahlaksızların işini oracıkta… İkisinin de imiğini sıkıp ruhlarına Fatiha okuyacaktım.” Arka arkaya binlerce cümle kurup, komplo teorileri üretmekten bir an olsun vazgeçmeyen Mira’yı, Cemre sessiz ve donuk bakışlar ile izliyordu. Cemre’nin gördükleri o an içinde tarifi imkânsız acıları ruhuna çektirirken, canı yanmış ve gözlerinden akıp giden sel gibi yaşlara engel olamamıştı. Şimdi ise ruhu bedeninden çekilmiş, arafta sıkışıp kalmış, çektiği ıstıraplar ile kıvranıyordu. İçi ne kadar yoğun ve şiddetli duygular ile çalkalansa da dışarıya yansıttığı ruh hali bir o kadar hissiz ve duygusuzdu. Hissizleşmişti. Adeta sinirleri uçup gitmişti. Yalnızca boş gözler ve donuk bakışlarla yerinde duramayan arkadaşı Mira’yı izliyordu. Bin bir cinayet ve intikam fikri ile aklını başına toplamasını ve silkelenip bir an önce kendine gelmesini istiyordu. Gördükleri karşısında kendini sıyırıp Toprak’ın o görmeye tahammül edemediği kadına olan yakınlığını görüp, sevdiği adamın kendi telefonunu meşgule vermesinin ardından, Mira’nın tüm itirazlarına ve gidip o restoranı onların başına yıkma fikirlerine rağmen, hemen oradan uzaklaşmıştık. Nefes almaya ihtiyacı vardı. Toprak’ı görmediği bir an ve yerde nefes almaya, sakin kalmaya, olanları hazmederek düşünmeye ihtiyacı vardı. “Kızım kime diyorum ya, bu sessizliğin ve hissiz, donuk bakışların korkutuyor beni, kendinde misin sen?” Cemre’nin yanına gelip iki eli birlikte omuzlarından kavrayıp onu kendine getirmek adına deli gibi sarsmaya başlamıştı. Cemre’den hala bir tepki alamadığı o anlarda kızın telefonu çalmıştı. İkisinin de gözleri planlamış gibi Cemre’nin telefonuna yöneldiğinde gayet serinkanlı bir havada kızın eli telefona gitmişti. Telefonun ekranında gördükleri isim Cemre’nin kaşlarını çatmasına, Mira’nın ise ağzından bir düzine sesli küfürün çıkmasına sebep olmuştu. İşaret parmağını dudaklarına götürerek Mira’ya susması için işaret yapmıştı. Onun bu hareketi genç kızın ağzının bir karış açık kalmasını sağlarken, ne yapmaya çalıştığını anlamadığını anlayacak kadar onu iyi tanıyordu. “Alo, efendim hayatım,” Cemre’nin ağzından dökülen kelimeler karşısında, Mira gözlerini fal taşı gibi açmış, aklını yere düşürmüşte onu yerde arar gibi saçma sapan hareketler yapıyordu. “Cemre, aşkım işler erken bitti o yüzden ben bu gece dönüyorum.” Cemre’nin duyduklarının, gördükleri ile çelişmesi hiç umurunda bile değildi. Yüreğinde filizlenmiş olan umut, onun kendisine her şeyi anlatacağını, her şeyin mantıklı bir açıklaması olduğunu söylüyordu. Tutunabildiği son dala da gücü yetene kadar tutunacaktı. Ondan gelecek bir ihaneti, açıklanamayan bir gerçeği yada yalanı kaldıramayacak kadar güçsüz kalmıştı. Bu defa kararlıydı fevri davranmayacak, yakıp yıkmayacaktı. Cemre sevdiği adama, Toprak’ına güveniyordu. Telefonda değil, geldiğinde tüm her şeyi ona anlatacaktı. Biliyordu, inanıyordu. Toprak’a güveniyor, en azından aklının ve gördüklerine inat yüreğindeki umut kırıntısına düşmemek için deli gibi sarılmak istiyordu. “Çok sevindim hayatım, kaç gibi evde olursun, ona göre hazırlık yapayım,” Mira’dan kısık sesle çıkan “Oha, yuh, birde beyzadenin ayaklarını yıkamak için suyun kaç derece olması gerektiğini sor,” diyen tüm konuşmalarını Cemre, genç kızın ağzına elini kapayarak engellemeye çalıştı. Toprak’ın kaçta evde olacağını öğrendikten sonra telefonu kapatıp bir katilin soğuk kanlığı ile ayağa kalkıp elleri ile yüzünü sıvazlayıp, güç toparlamaya çalıştı. “Kızım sen ne saçmalıyorsun? Ağzına geleni sayıp telefonu suratına kapatmak varken sen ona bir de geliyor diye hazırlık mı yapacaksın? Yok artık… Sen kendinde misin? Cidden telaşlanmaya başladım, gördüklerin akıl sağlığını yitirmene mi sebep oldu? Yoksa sen hafızanı mı kaybettin? Evet, evet kesin şoka girdin hafızanı kaybettin. Yoksa benim tanıdığım Cemre’nin vereceği tepkiler değil bunlar…” “Mira iki dakika sus Allah aşkına beynimi yedin.” “Kim ben mi yedim? Kızım asıl sen benim ömrümü yedin ömrümü… Ne yapmaya çalışıyorsun sen?” “Hiçbir şey…” “Ne?” “Duydun beni Mira, sende bende bugün olanlardan habersiz gibi davranacağız. Bugün gördüklerini unut ve hiç kimseye özellikle de ağabeyime sakın bu olanlardan bahsetme, tamam mı?” Cemre’nin sertliği ve gözlerindeki hissizlik Mira’yı korkutmuş olacak ki, durmayan dili hemen onu sorguya çekmeye başlamıştı. “Kızım iyi misin sen? Normalde senin o telefonu Toprak’a yedirmen gerekiyordu. Senin bu hallerin cidden korkutuyor beni…” “Korkma Mira, inan endişelenecek bir şey yok. Bu defa fevri davranıp hayatı ona da kendime de zehir etmeyeceğim. Her defasında verdiğim tepkiler bize zarar verdi. Çoğu zamanda pişman oldum. Bugün, bugün gördüklerimizin mutlaka mantıklı bir açıklaması olmalı. Ben inanıyorum ki Toprak akşam geldiğinde her şeyi bana anlatacak. Ben, ben bu defa bekleyeceğim. O beni üzecek bir şey yapmaz. Yapıyorsa da elbet bir sebebi vardır.” Söyledikleri belki akla yatkın şeylerdi ama aklı yüreğine ne kadar söz geçirebilecekti. İşte bunu kendisi bile bilmiyordu. Ve yüreğinin akıl engelini aşarak bir katliam çıkarması an meselesiydi. “Peki Cemre ya anlatmazsa, eve geldiğinde anlatmazsa o zaman ne yapacaksın?” Mira’nın söyledikleri genç kızın kulaklarına dolsa da yüreğine ulaşmasına engel olmak için elinden gelen tüm çabayı sarf etmişti. Hayır, o anlatacaktı. Tüm inkârı yüreğinden kulağına yükselirken içinde tarifi imkânsız bir korku oluşmuştu. “Yalvarırım Toprak, yalvarırım bana anlat. Bana yalan söyleme, anlat, her şeyi tüm gerçekliği ile açıkla bana, yalvarırım yüreğimde sana dair tutunduğum son dalı da kırıp atma,” iç sesi çığlık çığlığa bağırırken Cemre yalnızca Mira’nın cevap bekleyen gözlerine bakarak boynunu bükmüş konuşmasa da gözleri ile “ O anlatacak,” diyordu. Mira genç kızın bu haline daha fazla dayanamayıp, onu kolları arasına almış, şimdi iki arkadaş gözyaşlarına engel olamadan, sessizliğin destanını yazarken, yürekleri Toprak’ın geldiğinde her şeyi anlatmasını dair dualara dönüyordu. Toprak geri döndüğünde yaşadığı her şeyi anlatacak mıydı? Toprak, Alara’nın söyledikleri ile yüreğine ekilmiş olan Eymen şüphesini yok mu sayacaktı? Peki ya Cemre aklının sınırları içinde kalıp yüreğinin katliam çıkarmasını engelleyebilecek miydi? |
0% |