Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm

@ugurluay


40.BÖLÜM(***Edilmeyen İtiraf***Pişmanlık***)

“ Safım… O kadar safım ki inandım… Dilinden yüreğime dökülen her söze inandım. Seni vatanım, kalbini başkentim ilan etmiştim. Adın lisanım, gözlerini duam kabul etmiştim. Nasıl inanmam ki sana… Baştan sona kendimi sende bulmuşken, sana inanırken aslında kendime güveniyordum. Aslında sana kızmıyorum, beni aldatan sen değil bendim aslında… Sen beni değil, ben kendimi kandırmışım… Ben kendi kendimi aldatmışım…

Saflığıma yanıyor, sana değil kendime kızıyorum…”

Cemre, kaçıncı defa baktığını hatırlamadığı, saate usanmadan bir kez daha baktı. Saat 03:23 oldu ve hala Toprak gelmemişti. Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. Defalarca aramasına rağmen adam telefonu açmamıştı. En son aradığında ise telefonuna ulaşılamıyordu.

Lanet olsun! Bu adam ne yapmaya çalışıyordu böyle… Cemre’nin kafasının içine binlerce soru hücum etmiş savaşıyordu. Gözlerinin önüne bugün gördüğü görüntüler gelirken zihni çoktan bulanmaya başlamıştı. Gözyaşları yüreğinden gözlerine ulaşma çabası içindeyken, mantıklı yanını devreye sokup, o görüntüyü yanlış yorumlamamaya çalışıyordu. Kendini dolduruşa getirmemesi lazımdı. Toprak, ona ne olup bittiyse her şeyi anlatacaktı. Yani inşallah, anlatacaktı, anlatmalıydı, Cemre onun karısıydı, bunları öğrenmeye, bilmeye hakkı vardı. Cemre, bu gece kocası için özel bir sofra hazırlamıştı. Toprak ona olanları anlattıktan sonra, Cemre de ona Eymen’i anlatacaktı. Onun Cemre’den bir şey gizlemediği bir noktada o Toprak’ın yüreğinden hiçbir şey saklayamazdı. Geçmiş yüreğine ne kadar korku salsa da, artık bu yüklerden sevdiği adam sayesinde kurtulmanın zamanı gelmişti. Arınmalıydılar artık geçmişin tüm karanlığından… Hiçbir sırrın kalmayacağına ve her şeyin ortaya çıkacağına olan inancının verdiği rahatlıkla, romantik bir masa hazırlamış, onun sevdiği elbisesini de giymişti. Bu elbiseyi yalnızca onun yanında giymesine izin veriyordu kütük kocası…

Aklına gelenler ile yüzünde oluşan tebessümle, geçmişe dalıp gittiği o esnada kapının kilidinin açılma sesini duyarak yerinde irkilmişti. Alel acele heyecan içinde koşarak kapıya gittiğinde, hiç de beklemediği bir ifade ile karşısında gördüğü adam Toprak mıydı? Bu adama ne olmuştu böyle, bu derbeder hali de neydi? Gözleri kıpkırmızı ağlamaktan kan çanağına dönmüş, üstü başı dağılmış ve ayakta zar zor duruyordu. İçki içmiş olamazdı değil mi? Suratının beş karış asık olmasını görmezden gelerek, günlerdir görmediği ve deli gibi özlediği kocasının boynuna kollarını doladığı an “Hoş geldin hayatım,” diyerek tüm neşesini ve coşkusunu onunla paylaşmak istedi. Ama kolları boynuna dolanmış halde asılı kalırken, Toprak’ta eksik ve fazla olan bir şeyler vardı. Fark ettiklerini ne kadar umursamamaya çalışsa da canını çoktan yakmaya başlamıştı.

Eksik olan kadının beline dolanmayan adamın kolları, fazla olan ise üzerinde kendi kokusuna tamamen aykırı olan iğrenç derecede ağır kokan kadın parfümüydü. Belinde hissedemediği ellerinin sıcaklığının yoksunluğu vücudunu üşütmeye başlamışken, burnuna dolan içki ile karışık iğrenç kadın parfümüne aldırış etmemeye çalışarak ellerini doladığı boynundan yavaşça çekip tekrar “Hoş geldin, “ diyebilmişti.

“Hoş bulduk,” diyerek ifadesiz ve tamamen aşktan ve özlemden eser olmayan adamın bakışları ve suratıyla kadını süzerken, “Bu saatte neden ayaktasın,” diyen sert ve soğuk sesi kadını bulunduğu yere adeta hoyratça çivilemişti. Salona doğru geçerken onun için giydiği elbisesine bile bakmaya tenezzül etmemişti. Toprak’ın davranışları, kadının içine taş gibi otururken, olanları idrak etmeyi, dahası hazmetmeye çalışıyordu. Toprak içeride hazırlanmış olan mumlar ile süslü masayı gördüğünde kadının yüzüne bile bakma ihtiyacı duymadan “Ben önemli bir şeyi mi kaçırdım? Bu masada ne böyle?” diye duygusuzca sorduğu soruya daha kadın cevap verememişti ki adamın dilinden dökülenler onun ağzının açık kalmasına sebep olmuştu.

“Her neyse Cemre ben çok yorgunum yatıyorum,” dediği an yatak odasına doğru yönelmiş ve ardında Cemre’yi beyninde uçuşan sorularla ve derin bir şüphe ile baş başa bırakmıştı. Az önce olanlar gerçek olamazdı değil mi? Sabah Alara ile buluşup gece yarısı eve üzerinde iğrenç bir koku ile geç gelip sevdiğim dediği kadını görmezden gelmiş olamazdı değil mi? Bu gerçek olamazdı, onun gözlerinin içine “Yalvarırım anlat,” diye baktığı o kısacık anlarda o suçluluk ile gözlerini kaçırmış olamazdı?

“Hayır, hayır Allah’ım bu gerçek olamaz,” diye iç geçirişleri arasında dizlerinin üzerine çökmüş sesini ona duyurmadan sessizce ağlamaya, hıçkırıklarını gizlemek için yumruğunu ısırmaya başlamıştı. Toprak, Toprak’ı ondan vazgeçmiş olamazdı? O, O kadın için Cemre’sine bu şekilde davranmış olamazdı. Bunu ona yapmazdı, yapamazdı.

Toprak’ın bu tuhaf davranışlarının sebebi neydi? Peki ya Cemre tüm bu yaşananlar karşısında tepkisi ne olacaktı?

***

“Bitmeyen duam, dilimden düşmeyen şükrüm… Yüreğimde aralıksız nefes alan sevdamsın… Hayallerime can veren, düşlerimde dünya kuran, o dünyalarda hayat bulan tek kadınsın. Korkularımın tek sebebi bir gün elimi bırakman. Kâbuslarımın sebebi ağzından dökülme ihtimali olan “BİTTİ” kelimesi… Karabasanlar uykularımı bölerken, güvendiğim tek şey sol yanımda senin için atan bir kalp… Sağ yanımda yastıktan bana bakan bir yüz, sıcacık bir çift göz…

Solum sağım seninle doluyken, korkular kurusıkı olup yüzüme tebessümü yerleştiriyor, sıkışan kalbimi rahatlatıyor…”

Toprak, Alara’nın odasından kendisini nasıl dışarıya attığını bilmiyordu. Kendine geldiği an allak bullak olmuş, dağılmış bir haldeydi. Toprak, o duruma nasıl düşmüştü, nasıl bu kadar aciz hale gelerek küçülmüştü? Aklını nasıl kaybetmişti ki çareyi Alara’da aramıştı? Tanımadığı sokaklarda, yaptığım hatanın vermiş olduğu pişmanlık ve acı içinde kıvranırken gözlerinin öfkeden dolmasına engel olamıyor, serseri mayın gibi ortalarda dolanıyordu. Saat gece yarısını çoktan geçtiği anlarda Cemre’nin uyumuş olmasını tüm kalbinden dileyerek, evin yolunu tutmuştu. Bugün olanlar ve öğrendiklerinin, gerçekliğe olan yakınlığı ve canını yakarak onu tüketen şüphe…

Alara’nın yanından çıkıp geldikten sonra, şu an hırçın güvercininin, huzur yüreklisinin yüzüne bakamazdı. Kapıyı anahtar ile açtığı sırada görmeyi deli gibi istese de, bir o kadar karşılaşmaya hazır olmayıp, deli gibi karşılaşmaktan korktuğu karısı karşısındaydı…

Cemre’sine çok yakışan, dışarda giydiği takdirde ona değen gözlerin katili olacağını bildiği elbisenin içinde, ışıl ışıl gülen gözlerle onu karşısında gördüğünde bir kez daha bu gece yaptığı hatanın acısıyla yanıyordu ve içten içe kendine küfrediyordu. Ona fark ettirmese de çoktan kıvranmaya başlamıştı. Soluğunun kesildiği an, sevdiği kadının hasret kaldığı sıcaklığı ile ellerini adamın boynuma dolamış bir halde “Hoş geldin,” demesi olmuştu. Gözleri istemsizce kapanmış ve onun özlediği ama hak etmediği kokusunu içine derince çekmemek için nefes almayı bırakmıştı. Hak etmiyordu. Ne kadar özlemiş olsa da bir saat öncesini düşündüğünde, Toprak bu nadide varlığı, kokusu ile baş döndüren çiçeği hak etmiyordu. Yaptığı hata onun kokusunu içine çekmesini yüreğine haram kılmıştı, üzerinde adi kadının kokusu varken ona sarılamaz, kolları onun narin beline dokunamazdı. Bu haksızlığı ona yapamazdı. Kolları ona dolanamazdı, Toprak bunu deli gibi sevdiği, uğruna her şeyini feda edeceği kadına, bu gece bunu yapamazdı. Ne kadar istese ve ne kadar özlese de Toprak Cemre’sine sarılamazdı.

Yüzüne, gözlerine bile utancından bakamıyordu. Gözleri “Anlat” diyordu. “Yalvarırım anlat,” diyordu. Ama şu an adamın olanları anlatacak, dilini döndürecek yüreği de gücü de yoktu. Kendisi olanları kabul edemezken, ona ne anlatabilirdi ki… Hiçbir şey…

Yanlış bir şey söylemekten korkuyordu. Salona girdiği anda günlerdir köpekler gibi özlediği karısının, onun için hazırladığı romantik masayı gördüğü an içinden ardı kesilmeyen küfürleri kendine sıralamaya başlamıştı.

“Lanet olsun! Benim Cemre’m, o benim karım, geçmişte ne olmuşsa olmuştu. O benim masumluğuna leke sürülemeyecek kadar narin, saf karımdı. Geçmişin bir önemi yoktu ben onun geleceğiydim. Geleceğinde benim olmam önemliydi, asıl olan gerçek bizdik geri kalan her şey yalandı…” İç çekişleri arasında yaptığı hatanın vermiş olduğu suçluluk ve düşünceleri yüzünden onun yüzüne bakamıyordu. Alara’nın kokusu üzerindeyken daha fazla onun yanında duramayacağını anlamıştı. Onun acı çekeceğini bildiği halde eli kolu bağlı Toprak’a ölüm gibi gelen o cümleyi kurup, zar zor da olsa yatak odasına çıkmayı başarabilmişti. Onun içinde olmadığı ama onun kokusunu buram buram içine çekip, onu kendine hapsettiği, varlığının sıcaklığını hissettiği odalarına… Kendini duşa attığı an gözümden dökülen yaşları soğuk su yok etmeye çalışsa da ona yaşattığı bu gece için kendini kahretmesine engel olamamıştı. Haksızdı, suçluydu ve çok pişmandı.

Geçmiş ile ortaya çıkan sırlar, yanlış anlamalar, hatalar ve pişmanlıklar… Toprak ve Cemre’nin aşkları için hayat karşısında vermeleri gereken kaç sınav daha var?

Loading...
0%