Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm

@ugurluay

42.BÖLÜM(***İNCELDİĞİ YERDEN KOPSUN***)

“Bin bir vaat ve aşk sözcükleri… Kurulan hayaller, sınır ötesi sürprizler, alışılmadık tesadüfler… Başımı döndürüp beni benden aldın, hiç düşünme fırsatı vermedin. Bir uçurumun kenarına getirdin. Sana inandığım anda, güvenli sandığım kollarının arasından bıraktın, kendi ellerin ile beni uçurumdan aşağıya ittin. Gözlerim bir umut sana yalvararak bakarken, sen acımasızca arkanı dönüp gittin.”

Hastane odasında Cemre bir gülüp bir ağlarken eli karnında, gözleri geçmişe dalıp gitmişti. Şimdi anlıyordu o mide bulantısı, iştah açılması, ruh halinin dengesizleşmesi ve her zaman durduğu noktada şu an yellerin esmesinin sebebini…

Toprak’a âşık olduğunu anladığı o rüyada gördüğü ikiz çocuklar, onların çocukları, şu an karnında dünyaya gözlerini açmak için gün sayıyorlardı. Anne ve babasını dize getirmek, akıllarını başlarını almalarını sağlamak için onlara bir işaret göndermişlerdi.

“Benim meleklerim siz ayrılamazsınız diyorlardı. Daha çok küçüklerdi ama ben biliyorum benim ikiz çocuklarım olacak, yoksa o rüyanın başka bir anlamı olamazdı.” Diye kendi kendine konuşuyordu.

Doktor bu gece de her ihtimale karşı hastanede gözetim altında kalmasını istemişti. Yaşadığı ağır sinir krizinin bebekleri biraz tedirgin ettiğini söylemişti. Yaşadığı stresli günlerden sonra kendini fazla yıpratmasından dolayı bünyesi de zayıf düşmüştü. Bu geceyi nasıl geçirip de sabah edecekti, bilmiyordu.

Bebeklerinin haberini öğrenip de idrak ettiği o anlarda, sevinç çığlıklarına mutluluk gözyaşları da eklenmişti. Ağabeyi, Mira ve Cemre, bu haber karşısında adeta bir sevgi yumağına dönüşmüşlerdi. Cemre, gitmek istedi. Sevdiği adamın kollarına gidip, onun sevgisiyle onun gözlerinde yitip gitmek istedi. Ama kaşları çatık tonton doktoru ikna etmek pek de mümkün olmadı doğrusu…

“Bebekler için bu gece burada kalmak zorundasın,” dediği an yüzünün kızarmasına aldırmadan, şımarık bir çocuk gibi otuz iki dişini de görücüye çıkararak “Tamam,” demişti.

İçinde çiçekler açıp, tüm coşkusu çağıl çağıl yaşarken, dışarıda akıl almaz bir fırtına vardı. Döktüğü gözyaşlarına isyan eden gökyüzü “Yeter sen ağlama artık, senin yerine ben ağlarım,” diyordu sanki. Bardaktan boşalırcasına şiddetli yağan yağmur, sanki yüreğine yağıyor, onu arındırıyor bir yandan da ferahlatıyordu.

Mira, üzerine bir şeyler almak için eve, ağabeyi de doktorun çağırması sebebiyle onun yanına gitmişti.

Cemre’nin eli karnında, gözleri ışıl ışıl, yüzünde aptal bir sırıtış ile bir an önce sabahın olmasını ve gözlerini Toprak’ın yanında açmak istiyordu. Mira ve ağabeyini sıkı sıkı tembihlemişti, kesinlikle nerede ve nasıl olduğunu ona söylemeyeceklerdi. Gerçi ne yapmaya çalıştığını bilmeseler de bu durumdan gayet memnun oldukları belli oluyordu.

Of, nasıl sabah olacaktı bilmiyordu. Can sıkıntısı ile sarıldığı kumanda ile televizyonu açmıştı. Birkaç can sıkıcı haber kanalını geçip, gözü bir magazin programına takılmıştı. Hiç izlemeyi sevmese de şu an bu hastane odasında daha iyi yapacak bir işi olmadığına göre el mecbur izleyecekti. Saçma sapan birkaç magazinsel olayın ardından kim kiminle nerede yakalanmış, yok o kıyafet giyilir miymiş, yok sabaha kadar şu mekân da eğlenmiş… “Of, bana ne ya, bana ne?” diyerek rahatlamak için açtığı ama daha fazla sıkıldığı kanalı tam kapatmak için yeltendiği sırada gördükleri…

“Aman Allah’ım bu olamaz…”

“Toprak…” diyen iniltilerine, yanaklarına hasret kalmış gözyaşları çoktan kendini bırakmışlardı.

“ŞOK!ŞOK!ŞOK! Ünlü iş adamı Toprak CANDAŞ’ın gece geç saatlerde eski sevgilisinin oteline giriş yaparken görüntülerimize takıldı. Meçhul sevgilisi ile cam kenarında yaşadıkları yakınlaşma ise gözlerden kaçmadı. Babasının ölümünün ardından kısa bir süre önce Cemre BEYTER ile beklenmedik bir şekilde evlenen Toprak CANDAŞ’ın bu evliliği zoraki yaptığı ve evliliğinde mutsuz olduğu için eski sevgilisiyle görüşmeye devam ettiği ulaştığımız bilgiler arasında…

İHANETİN BELGELERİ…

“Eşini yurtdışında iş seyahatinde olduğunu zanneden Cemre BEYTER’in bu iddialara ve görüntülere ne söyleyeceği ise merak konusu…” Muhabirin saydıkları Cemre’nin kalbinin taş kesmesine sebep olmuştu.

“Bu, bu nasıl olur? Toprak’ın o otel odasında ne işi vardı? Hem, hem o kadın benim kocama nasıl sarılır, Toprak buna nasıl izin verdi? Allah’ım bu nasıl bir kâbus, nasıl bir acı böyle? Toprak, benim kocam, o gece o kadının yanından mı geliyordu? O yüzden mi? O yüzden mi beni görmezden geldi? O yüzden mi ben sarıldığım halde bana sarılmamıştı? Toprak, yoksa hala onu mu seviyor?” Cemre’nin beyninde uçuşan geçmiş bin bir tane sorunun cevabını bir an önce alması gerekiyordu? Ne döktüğü gözyaşları, ne doktorun söyledikleri, ne dışarıdaki hava, hiçbir şey ama hiçbir şey onu bir dakika daha burada tutamazdı. Hıçkırıkları boğazında yok olup giderken, baş dönmesine aldırış etmeden derin bir nefes alıp kolundaki serumu da söküp atmıştı. Eline geçirdiği bir hırkayı üzerine geçirip üstünü bile değiştirmeden, hastane kıyafetleri ile atmıştı kendini yağmurun acımasızca dövdüğü sokaklara…

“Vaatlerin büyüktü,

Ama sözlerinin altında hayallerim ile birlikte kalıp ezilen benim yüreğimdi…”

***

Cemre’nin nerede, nasıl, ne halde olduğunu bilememek, Toprak’ın gitgide canını acıtıyor ve onu tarifi imkânsız yangınların içine sürüklüyordu. Aradı, gidebileceği, gitme ihtimalinin olacağı her yere baktı, Mira’ya bile gitti ama karşısında duvar olan bir kapı, evin yanmayan ışıklarını gördüğü an yüreğindeki acı ve korku daha da arttı. İyice dengesiz bir ruh haline bürünmüştü. Çaresizlikten helak olmuş bakışları, acı çeken yüreği ve içkiden kaybolup giden aklını artık toparlamak ne mümkündü…

Elindeki içki bardağını tekrar ağzına götürdüğü anda zil çalmıştı. Bu zil, o olabilir miydi? Aman Ya Rabbi, “Cemre…” diye bağırarak sendeleyip düşmesine bile aldırış etmeden, koşar adım kapıya gidip onun gelme ihtimaline karşı heyecan ile bir umut kapıyı açmıştı. Kapıyı sonuna kadar açtığında, onu karşısında o halde gördüğünde bir an nefesi kesildi, ölüyordu sanki…

Cemre ise tek kelime ile perişan bir halde görünüyordu. Bu kıza ne olmuştu böyle, gözleri hayalet görmüş gibi açılmıştı. Dışarıda yağan yağmur yüzünden sırılsıklam olmuş, yağan yağmura rağmen Toprak, genç kızın ağladığını gözlerindeki kızarıklıklardan ve boğazından firar eden hıçkırıklardan anlayabiliyordu. Onun üzerindeki kıyafet… Lanet olsun! O, onun üzerindeki hastane kıyafeti miydi? Yoksa ona bir şey mi olmuştu? Beynine üşüşen düşünceler, yorgun düşen bedeni, gözlerinden firar eden yaşlar, aklını toparlayamıyordu.

Kahretsin! Neden yanında değildi, neden ellerini bırakmıştı ki… İç çekişleri, pişmanlıkları, keşkeleri, içinde dolup taşarken daha fazla dayanamamış ve onu kendine bir hışımla çekmiş, kolları arasına alıp sımsıkı ona, hasret kaldığı sıcaklığa, deli gibi özlediği kokusuna sarılmıştı. Onun Toprak’ı kendine getiren kokusunu derince içine çekerken, bir daha asla onu bırakmayacağını yüreğinden beynine haykırıyordu.

“Bırakmayacağım seni gece gözlüm, bırakmayacağım…” diye sessizce fısıldıyordu.

“Cemre’m, neredesin sen? Öldüm meraktan… Çok korktum, çok özledim, senin için çok endişelendim, çok, çok, çok…”diyerek hem kokluyor hem de saçlarından öpüyordu. Daha varlığına yeni alıştığı sırada, hiç de masum sayılmayacak sert ve ani bir hareket ile iki elini de adamın göğsüne yaslayıp genç kız onu kendinden hunharca geriye doğru ittirdi.

“O pis ellerin ile bir daha sakın bana dokunma…” Duydukları doğru muydu? Bu kız neler diyordu böyle? İçkinin izin verdiği sınırlarda sakin olmaya ve kızın ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Çok kötü görünüyordu ve kesin kötü bir şey olmuştu. Onu bu kadar ecirden sabırdan düşürecek mutlaka kötü bir şey olmalıydı.

İki elini de teslim olur gibi havaya kaldırıp , “Tamam, tamam dokunmuyorum,” diyerek o salona giderken onu takip etmişti.

Toprak, Cemre’nin salonun ortasındaki koltuğa oturup, ellerinin arasına başını alıp sessizliğe gömülmesine daha fazla dayanamadı. Allah aşkına neler oluyordu böyle?

“Cemre, neler oluyor? Neredesin kaç gündür? Aramadığım, sormadığım yer kalmadı. Kafayı mı yedin kadın, seni merak edeceğimi hiç mi düşünmedin? Bu, bu üzerindeki hastane kıyafeti de neyin nesi, neler oluyor Cemre?”

“Umurundaymışım gibi davranma bana…”

“Bu da ne demek oluyor şimdi?”

Toprak, şaşırmıştı, şu dünyada canından önce düşündüğü tek varlık mı söylüyordu bunu ona? Aklı almıyordu, bunu ona nasıl söylerdi? Cemre, Toprak’ın her şeyi olmuşken, bunu ona nasıl söylerdi? Canını yakacağını bilerek nasıl böyle konuşurdu?

“Sen açıklayacaksın bunu bana Toprak, tüm bu olanlar, bunlar ne demek oluyor?” diye haykırırken ellerini havaya doğru kaldırarak açmış ve gözlerinde bugüne kadar bir an olsun görmediği bir öfke ile karşılaşmıştı. Her ne olduysa Cemre’yi çileden çıkarmıştı. Toprak’ın bilmediği bir sebep vardı anladığı kadarıyla ve kaynağı tabi ki kendisiydi.

Neler oluyordu böyle, anlaşılan Toprak’ın köşeli yine iş başındaydı. Resmen beyin özürlü gibiydi ve Cemre’nin söylediği kısıtlı parçalardan bütüne ulaşmak için deli gibi gayret sarf ediyordu, ama maalesef ki o parçalar inat ile bir araya gelmiyordu.

“Cemre, söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Adam akıllı anlat şunu artık, sabrımın son demlerini yaşıyorum.” Bu söyledikleri ise onun sabrının zaten sonuna geldiğini gösteriyordu ki zaten ardından bir anda dibine kadar gelmiş genç kızın öfke saçan gözleriyle, gözlerinden öte yüreğine bakarken o hiç de beklemediği hamle ile onu yerinde sarsmayı başarmıştı.

Toprak’ın suratında hissettiği acı, onun elinin yüzüne sert bir şekilde inerek odanın içinde yankılanan ses, az önce Cemre’den yediği tokatın sesiydi. Yuh artık, bu kızın eli ne kadar da ağırdı böyle… Neler olduğunu bir anlasa bu kızın attığı tokatı hak edip etmediğini anlayacaktı ama… Kahretsin! Hiçbir şey bilmiyordu. Toprak, yüzünü ona çevirip genç kızın gözlerinin içine baktığında ona akan gözyaşları ile balkıyordu.

“Ben senin suratına attım bu tokadı ama sen, sen en büyük darbeyi benim yüreğime, en gizli mabedime indirdin darbeyi…” Söyledikleri adamın kulaklarına dolarken, beynine gitmeyen bir şeylerin olduğunu anlaması çok da zor olmamıştı. Cemre sözünü bitirir bitirmez bulunduğu yere çökerek ağlamaya başlamıştı. Toprak, çaresiz sadece baka kalmıştı.

Eksik bir şeyler vardı. Allah’ım düşür artık şu jetonunu, bu kız neden bahsediyordu böyle?

Loading...
0%