Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm

@ugurluay

45.BÖLÜM(***Samanlıktaki İğne Arayışı***)

“Samanlıkta iğne aramak değil,

O samanlığı, içimdeki ateş ile yakmak istiyorum…”

“Kafayı yemek üzereyim Umut, elimi neye atsam yok oluyor, dağılıyor, param parça oluyor.” Toprak’ın şirkete geldiğinden bu yana ağzından dökülenler yalnızca bundan ibaretti.

“Toprak, biraz sakin ol, bulacağız onu, güçlü durmaya çalış. Otelde neler yaşandı bir anlatın bana en baştan bakalım.”

“Umut, dayanamıyorum artık, bu bilinmezlik, bu belirsizlik beni kahrediyor anlasana, ölüyorum ya,” dediği an boğazından firar eden hıçkırıklara artık engel olamıyordu. Artık hiçbir şey ve hiç kimse umurunda değildi. Dünya yansın, yıkılsın, yanında Cemre’si, hayatının biriciği, baştan sona her şeyi olmadıktan sonra neye yere yarardı. Konuşmaları nefesi ile boğazında dolup, boğulmaya başlayınca göz ucuyla Mira’ya baktı. Onun da Toprak’tan farklı kalan bir yanı yoktu.

Mira, hıçkırıklar içinde ağlarken, elinde tuttuğu Cemre’nin fotoğrafını okşuyordu, bir yandan da “Neredesin Cemre, neredesin kardeşim,” diye fısıldıyordu. Bir umut, bir ip ucu için Mira ile birlikte çıktıkları yolda ellerine geçen tek şey koskocaman bir HİÇ oldu.

Mira’nın evde söyledikleri ile adamın aklım başıma gelmiş adeta o an bir aydınlanma yaşamıştı. Bu işin kumpaslar kraliçesi Alara’nın başının altından çıkabileceğini düşünerek daha birkaç gün önce adım attığı o lanet otel odasında bulmuştu kendini. Odaya girdiklerinde onları karşılayan boşluk ile neye uğradıklarını şaşırdılar. O odanın bomboş olduğunu gördüklerinde adeta beyninden vurulmuşa döndü. Yaşadıkları hayal kırıklığı büyük olsa da bu işin peşini bırakmayacaktı. O lanet kadını defalarca aramasına rağmen telefonuna bir türlü cevap vermemişti. Beyninin uyuştuğunu hissediyordu, o anlarda ise başına bela olacak diye düşündüğü Mira’nın aklına gelenler ile bir kez daha titreyerek Toprak kendine gelmişti. Apar topar resepsiyona indiler.

Resepsiyona gittiklerinde, onun hakkında bilgi almak için sorular sormuş ama karşılığında hiçbir cevap alamadıklarında, yüklü bir bahşişi çıkarıp adamın önüne attılar, adam gayet ciddi ve yalan söylemeyen bir ruh hali içinde böyle bir müşterinin hiçbir kaydının olmadığını söyledi.

Toprak, delirmiş gibi adamın üstüne atlarken “Dalga mı geçiyorsunuz lan siz benimle, ”dedi.

Toprak, tüm heybetiyle adamın yakalarını kavramış, kendine doğru çekerek onu sarsamaya başlamıştı.

“Ne demek lan böyle bir kayıt yok, daha birkaç gün önce yok dediğin kadının odasına çıktım ben, yalan söyleme dinime imanıma gömerim seni buraya, delirtmeyin lan beni artık, çıkar şu kayıtları,” dediği an Toprak artık durdurulamazdı. Ne gücü ne de tahammülü yoktu artık, öfke bedenini sarmış kavuruyordu.

Mira, Toprak’ın ellerine yapışmış, “Enişte, Allah aşkına ne yapıyorsun? Yalvarırım sakin ol, adam gerçekleri söylüyor baksana bilgisayarda ismi falan yok kadının. ”

Mira, adamın dikkatini bilgisayara çekmeye çalışırken, bir yandan da yapıştığı adamın yakasından onun ellerini kurtarmaya çalışıyordu. Bilgisayar ekranındaki tarih ve oda için yapılan kayıtları gördüğünde elleri gevşemişti.

“Bu nasıl olur?” diye kendi kendine konuşmaya başlarken, bunu fırsat bilen resepsiyondaki genç kıpkırmızı olmuş suratıyla, öksürükleri arasında boğazını tutuyor bir yandan da “Güvenlik,” diye haykırıyordu. Toprak ise o ekrana gözlerini dikmiş hala bunun nasıl olabileceğine inanamıyordu. Bu kadın buradaydı, daha birkaç gün önce… Lanet olsun! Neler oluyordu ve Toprak hala neden hiçbir şey anlayamıyordu. Delirmek üzereydi, bu da ne demekti şimdi böyle…

Toprak, saldırısı üzerine güvenlik görevlileri eşliğinde otelden atıldıkları sıralarda, adam sinirlerinin bu aralar zirvelerde kamp kurduğunu, orayı sevdikleri için de kolay kolay o tepelerden aşağıya inmeyeceğini anlamıştı. Öfkesi homurtular eşliğinde yankılanırken, huzursuzluğu ve şaşkınlığının da etkisiyle önünde duran arabanın tekerliğine sağlam bir tekme savururken, artık ettiği küfürlerin kimin kulağına gideceğini pek de umursayacak durumda değildi. Etraftaki insanlar otelden atılan bu perişan iki deliye bakarken, biraz ayıplama biraz da acıma hissi yüzlerine çoktan kaplamıştı.

“Kahretsin! Bu ne demek şimdi?” Anlayamıyordu, bu akıl almaz şeyler de neyin nesiydi? Tüm bu yaşananlar gerçek olamazdı değil mi? Toprak buraya gelmişti ve o kadın oradaydı.

Mira, alel acele Umut’u arayıp durumu anlatmış ve ondan yardım istemişti. Umut, halledeceğini söyleyip onları şirkete çağırmıştı. Ölüden farksız et yığını hali ile sürücü koltuğunun yanına kendini atmışken, yaptığı bu hareket Mira’yı sürücü koltuğuna oturtup arabayı sürmeye mecbur etmişti. Birbirlerine bile bakmadan, şirkete doğru yol alırken ona bir şey olma ihtimali Toprak’ı bin parçaya ayırıyor ve her bir parçada çılgına dönüyordu. Can parçalanıyor, cananının hayali gözlerinden silinip yok oluyordu. Ona ulaşamamak, ondan haber alamamak ölüm gibi, hatta ölümden bile beterdi. Bunun lisanında bir karşılığı yoktu. Bunu anlatacak sözü yok, tarifi yok, yok, yoktu işte…

“Neredesin be güzelim? Neredesin?” diye günlerini, saatlerini, saniyelerini geçiriyordu.

***

Beyninde binlerce soru ve açıklanamayan tuhaf olayları şimdi Toprak, karşısında kaşları çatık Umut’a anlatırken, “Ortada neler döndüğünü anlamasına yardımcısı olsun, bana bir yol göstersin,” diye bir umut, Umut’un gözlerinin içine bakıyordu. Belki de onu en iyi anlayacak adamdan yardım istiyordu. Yardım edemeyeceğini bilse de artık son çare herkesten yardım dileniyordu.

***
Mira, Umut’a telefon edip onları yanına çağırmıştı. Toprak, şirkete geldikleri zaman ayakları onu Cemre’sinin odasına yönlendirdi. Hala onun kokusu ile sarıp sarmalanmış, onun varlığını hissettiği odaya girmeye hazırlanıyordu. Sanki o hala orada oturuyor, hiç gitmemiş, hiç kaybolmamış gibi… Gülen gözler ile ona bakacak, coşkuyla hoş geldin diyerek, davetkâr tavırları ile ona yaklaşıp kollarının arasında yerini aldığında, arzulu öpücüklerini dudaklarına konduracaktı. Kapının koluna eli gittiğinde, parmaklarının her boğumunun titreyerek, nefesinin kesilmesine sebep olmuştu. Şimdi onun olmadığı, tamamen onunla dolu onsuz bu odaya nasıl girecekti? Buna hazır mıydı?

Aklındaki tüm soruları bir rafa kaldırıp, kapının koluna asılıp kendini içeriye savurur gibi attığında, ruhu tarifi imkânsız ıstıraplar içinde yoğrulmaya başladı.

“Çelik bakışlı, huzur yürekli kadınım neredesin? “ diye odaya girdiğinde onun olmadığı odada derince onsuzluğu, yokluğunu solumuştu.

Adımları titrek, ruhu derbeder, gönlü perişan, Toprak odanın içinde adım adım ilerlerken arkasından gelen Mira ve onu takip eden Umut’u göremeyecek kadar kendinden geçmişti. Bu oda adamı içine hapsederken, yüreğinin bir yanı huzur bulurken, bir yanı acılar içinde kıvranıyordu. Toprak kendini yokluğunun yoksunluğuna çekerken, Umut’un söyledikleri adamın beyninde yankılanıyordu. Yerinde sıtma nöbeti geçirir gibi onu titretmeye yetmişti.

“Toprak, konuşmamız lazım,” acaba bir haber mi var diye ani bir hareket ile ona dönmüştü ki yanına gelip omzundan tutarak onu oturtmuştu. Ama onun bu hareketleri Toprak’ın korkularının tavan yapmasına sebep oluyordu.

“Umut,” Korku dolu inleyen sesi yüreğini daraltırken, oturduğu koltuk altından çekilip de onu tepe taklak ederek, yere düşürecekmiş gibi parmaklarının her boğumuna kan oturacak derecede koltuğun kenarlarını sıkıyordu.

“Toprak, anlatacaklarımdan sonra sakin olmanı istiyorum. Bu iş biraz karışık gibi, kafa karıştırıcı tuhaflıklar var.”

“Umut, anlat artık neler oluyor? ”diye haykıran adamın sesi artık sabırsız öfkesini kusuyordu.

Gerilim yaşayacak gücü yoktu ve bir an önce konuşmalıydı artık.

“Tamam, tamam söylüyorum sen sakin ol önce biraz,” diyerek adamın karşısındaki koltuğa oturup tüm ciddiyetini takınarak Umut konuşmaya başlamıştı.

“Toprak, Mira beni arar aramaz bir şekilde birilerini araya sokarak otel müdürüne ulaştım ama öğrendiklerim hiç iç açıcı şeyler değil. Bu işin arkasında kim var bilmiyorum ama tehlikeli bir şeyler dönüyor. Toprak, Alara birilerinin gözetimi altında otelden apar topar ayrılmış. Onun kaydını alan resepsiyondaki çocuk ortalarda yok, giriş yada çıkışına ait hiçbir resmi kayıt yok. Her şey silinmiş. Bu durum midemi bulandırdığı için acaba yurt dışına mı çıktı diye düşünüp küçük bir araştırma yaptırdım. Ama Alara’nın Türkiye’ye ne girişi ne de çıkışı görünüyor. Kadın resmen sırra kadem bastı. Otelden görüntüleri istediğimde onun giriş çıkışlarına ait tüm kayıtların silindiğini öğrendik. Bu işe benim gibi otel müdürü de bir anlam veremedi.”

“Nasıl yani ya? Bu ne demek şimdi? O kadın oradaydı, ben onunla konuşmaya gittiğimde o odadaydı, çıkan haberleri, oteli sizde görmediniz mi? O kadın o oteldeydi, Türkiye’deydi.”

“Biliyorum, bunu tüm gazete ve internet haberlerinde görmüştük. İşin tuhafı kimliği belirsiz birileri tarafından Alara ile olan tüm görüntüler ve haberler de bugünden geçmişe doğru silinip yok edilmiş. Kimse bu konu hakkında tek kelime etmiyor. Alara ile ilgili hiçbir bilgiye ulaşamıyoruz. O kadın sanki hiç gelmemiş, daha birkaç gün önce büyük bir olay yaşanmamış, bunlar hiç olmamış gibi, çok tuhaf…”

“Allah’ım neler oluyor böyle? Nasıl bir cehenneme düştük ki kurtulmaya çalıştıkça batıyor, battıkça yanıyoruz. Cemre, ya Cemre?”

Toprak’ın soru dolu bakışlarına, Umut hüzünlü gözler ile karşılık vermişti.

“Maalesef Toprak, onun yada Eymen’in nerede olduğu hakkında bir bilgiye ulaşamadık.”

“Lanet olsun! Bir bir nereye kayboluyorlar bunlar?”

Toprak’ın bağırışları arasında, hiç beklenmedik bir şekilde kapı açıldı. Açılan kapıya doğru başlarını döndürdükleri an beklenmedik bir misafirin huzursuzca kapının önünde kıpırdandığını gördüler. Mira’nın haykırarak ayağa kalkması, Umut ve Toprak’ın gelenin kim olduğunu algılayamamaları onların ağzı açık ayran budalasına dönüşmelerini sağlamıştı.

Bu gelen davetsiz misafir kimdi?

Loading...
0%