Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46. Bölüm

@ugurluay

46.BÖLÜM(***Darmaduman***)

“Bora amca!”

Mira’nın haykırışları, odanın duvarlarında acımasızca yankılanırken, Umut ve Toprak ayağa kalkmış, odanın kapısında duvar gibi dikilen ve huzursuz bakışlarıyla onlara bakan, beyaz saçlı, omuzları çökmüş, ne kadar dik durmaya çalışsa da aslında dağılmış, perişan bir halde karşılarında duran ihtiyar adama bakıyorlardı. Bu Bora’da kimin nesiydi? Burada ne işi vardı?

“Merhaba Mira, uzun zaman oldu görüşmeyeli,” yüzünde oluşturmaya çalıştığı buruk tebessümü, adamların kaşlarının çatılmasına sebep oldu.

“Müsaitseniz sizler ile görüşmek istiyordum,” diyen yaşlı adamın az sonra zor bir konuşma yapmak için hazırlandığı belli oluyordu. Kim olduğunu bilmedikleri adamın nezaketi ve endişeli gözler ile onları süzmesi Toprak’ın dikkatinden kaçmadı.

Mira kekeleyerek “Şey, tabi buyurun…” derken ona oturması için bir yer gösteriyor, bir yandan da yüzünde oluşan şaşkınlık ve korku belirtileri ile onları kontrol ediyordu.

Toprak ve Umut hala ortada dönenleri anlamaya çalışıyorlardı. Bu kız bu adamı nereden tanıyordu? Hem bu yaşlı adam onlar ile ne konuşacak olabilirdi ki? Maydanoz kılıklı, çenede yüksek lisans yapmış baldızın da resmen konuşmayacağı tuttu kardeşim, uyaran bakışlarla ona doğru Toprak baksa da tedirginliğini yok sayıp adama doğru bile bakmıyordu uyanık cadı. Mira, Toprak’ın bakışları ile kendisini kızgın yağlarda haşlayacağını biliyordu tabi…

Mira’dan öğrenemeyeceğini anladığı cevapları, galiba şimdi yabancı ihtiyar anlatmaya niyetlenmişti.

“Öncelikle size kim olduğumu anlatmalıyım. Ama ne olursa olsun sonuna kadar sakin kalmanızı rica ediyorum.” Bu adam neden bahsediyordu, karşısında oturmuş neler söylüyordu böyle… Aman Allah’ım yoksa adamın aklına gelen şey miydi? Yoksa Cemre’sinin başına kötü bir şey mi gelmişti?

“Ne olur, ne olur ona bir şey olmasın, bu kulaklar ona gelmiş olabilecek herhangi kötü bir şeyin ihtimal cümlelerini bile duymaya hazır değil, yalvarırım Allah’ım bana acı… Bana, bu aciz kuluna acı… Kötü bir şey ise duyurma Allah’ım yalvarırım…” Diyerek iç geçiren Toprak endişeli gözleri ve korku dolu bir yürek ile adamın söyleyeceklerini deli gibi merak ediyordu.

“Ben Bora Tarcan, Eymen’in babasıyım,” dediği an Toprak’ın ağzından acımasızca tükürerek savurduğu küfürlere engel olamayıp çoktan ayaklanmış, nasıl olduğunu anlayamadığı bir uçuş ile adamın üzerine uçmuştu.

“O adi, pislik oğlun nerede lan? Nerede sakladın o psikopat oğlunu?” diye adamın üzerinden zar zor Toprak’ı geriye doğru çekmişlerdi.

Umut, Toprak’ın omuzlarından, Mira belinden tutarak adamı geriye doğru çekiştiriyor, bir yandan da sakin olması için dil döküyorlardı, ama nafile… Şimdi durma zamanı değildi, elindeki adamı kaçıramazdı, günlerdir içinde biriken öfkesini karşısındaki adama kusarken artık durdurulamazdı.

“Onun kılına zarar verdiyse, o şerefsiz oğlunu öldürürüm duydun mu beni, gözümü kırpmadan, acı çektiğini göre göre öldürürüm o adi pisliği…”

Toprak, her öne atılmaya çalıştığı an, yaşlı ihtiyara ulaşamadan yanındakiler tarafından geri çekiliyordu. Allah’ım bu iki deli niye bırakmıyorlardı ki onu ya, şu adamın ağzını burnunu kırıp oğlundan alamadığı hıncını alsaydı bari… Ama yok, bırakmıyorlardı ki işini halletsin.

“Bırakın beni,” Toprak’ın haykırışlarına aldırış etmeyen Umut ve Mira, onu sakinleştirmek için konuşuyorlar, ama onların kelimeleri genç adama ulaşamadan gözünü bürüyen hırs ve öfke duvarlarına çarpıp buhar olup gidiyordu.

“Toprak bey, lütfen sakin olun. Sizi temin ederim ki oğlum şu an Cemre’ye zarar verecek durumda ve yakınında değil.”

Toprak, duydukları ile bir nebze olsun hareketlerini duraksatıp, sesinin kesilmesini sağlamıştı. Bu adam ne demişti böyle? Gerçek olabilir miydi? Nasıl güvenebilirdi ki ona, oğlunun geçmişte yapmış olduğu şeyleri düşününce şu an yapacak olanları düşünmesi bile yüzünün daha da allak bullak etmişti. Zihninde oluşan sorular onu boğuyor, ruhu gitgide parçalanıyor ve yok oluyordu.

“ Bu cehennem ateşi beni diri diri yakarken Cemre’nin yokluğunun acısı canımın acısından çok daha fazlaydı. Onun yokluğunun acısı, ihtimallerin sancısı yakıyordu. Tarifi imkânsız kıvranmalar ile sersefil oluyordum. Perişandım ve bir an önce artık elle dokunur bir şeyler öğrenmem lazımdı. Bu bilgiler artık akıl sağlığım için çok önemliydi. Zihnim bu kadar belirsizliği kaldıramayacak kadar yorgun, gözlerim ile görüp gerçekten yanımda olan varlığına emin olduğum somut gerçekler ile karşılaşmaya ihtiyacım vardı.” Toprak, bu düşünceler içinde kıvranırken Mira’nın, koşarak adamın dizlerine ellerine koyup, diz çökmüş yalvarır gibi konuşuyor, adeta dökülen gözyaşları ile ondan medet umuyordu.

“Bora amca, çok çok kötü şeyler oldu.”

***

“Sabrım un ufak oldu yüreği güzel kadınım,

Dayanmak ne mümkün,

Gel insafa, çık ortaya, sahip çık yetim kalmış yüreğime,”

“Bora amca, çok çok kötü şeyler oldu.”

Hıçkırıkları öksürüklerine karışırken daha fazla konuşmaya mecali kalmayan Mira, başını ihtiyar adamın bacaklarına koyarak küçük bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlamaya başladı.

“Biliyorum Mira, her şeyi biliyorum kızım,” diyerek dizlerinde ağlayan Mira’nın başını şefkat ile okşayıp ona güven veren bir ses tonu ile konuşuyor, ona garanti veren cümleler kuruyordu. Odadaki gerilim yavaş yavaş dağılırken Bora Bey, konuşmaya kaldığı yerden devam etmek istediğini belli eden bir boğaz temizleme sesi ile kulaklarımızı tırmaladı. Herkes dikkat kesilmiş, dermanlarının bittiği noktada denize düşüp yılan mı olduğunu bilemedikleri yaşlı adama adeta sarılmışlardı.

“Öncelikle oğlumun sebep olduğu, yaşadığınız her kötü an için sizlerden özür dilerim. Anlatacaklarım size biraz karışık gelebilir ama önce sizi temin ederim ki artık Eymen ve Alara’dan size bir zarar gelmeyecek.” Duydukları isimlerden sadece bir tanesini koro halinde haykırırken, “Alara mı?” şaşkınlıkları artık gizlenemez boyutlardaydı.

Eymen ve Alara mı? Nasıl yani? Kahretsin! Şimdiye kadar ayrı ayrı düşünüp yoğunlaştıkları konu aslında tek bir odak noktası mıydı? Bunu nasıl düşünememişlerdi, nasıl akıl edememişlerdi.

“Uzun zaman önce bir kalp krizi geçirdim, ağır bir tedavi sürecinden geçtim. Bu süreci fırsat bilen eski kız arkadaşınız, Cemre’nin geçmişini araştırarak bir şekilde oğluma ulaşmış. Eski kız arkadaşın Alara, sizin evlenmeniz ile deliye dönmüş ve adım adım sizi takip etmişti, tabi ruh sağlığı yerinde olmayan oğlumu da ikna etmesi çok da zor olmamış. Oğlumun Cemre’ye ayrı bir takıntısı var, bunun için uzun süredir yurt dışında tedavi görüyordu. Eski kız arkadaşınız sizin evliliğinizi hazmedemeyince, oğlumu da size karşı kullanmak istemiş. Oğluma ulaştığı an ise onu klinikten sahte evraklar ile çıkarmış. Tedavi görüyor olmamı fırsat bilip güya benim vekâletim ve düzmece evraklar ile o klinikten çıkmış. Eymen, Türkiye’ye dönünce şirketin başına geçmiş. Ben her şeyi kendime geldiğimde yönetim kurulu başkanından öğrendim. Eymen, herkesi tehdit ederek sizin şirket ile bir şekilde irtibata geçmiş ve sonra olanlar… Bu yaşananları telafi etmez ama çok, çok özür dilerim, bana ulaşmaya çalışmışsınız ama tedavim ağır bir süreci içerdiği için kendime gelip güç toparlayıp ayağa kalkmam çok uzun sürdü.” Adam yaşanan olaylardan ve oğlunun açmış olduğu yaralardan kendisini sorumlu tutan bir hali vardı. Hastaneden çıkar çıkmaz ilk önce Alara’yı otelden çıkardım ve gerekli olan her şeyi yaptım. Bana itimat edin, o kadın artık size yada karınıza asla zarar veremeyecek, asla bulunduğunuz ülkeye dahi gelemeyecek.” Dedi ve Alara ile son karşılaştıkları an Bora Bey’in gözleri önünde canlandı.

***

Alara, düğün günü mutlu gördüğü çifti sinsi sinsi izlerken, bin bir plan içine girmiş, kendine binlerce söz ve intikam yemin vermişti o gün. Şimdi ise yaptıklarının memnuniyeti ile otel odasında yatağına uzanırken, elindeki telefon ile internette dolaşıp kendisi ve Toprak ile ilgili çıkan haberlerin daha fazla yayılmasını sağlıyordu. İnternette bir virüs gibi yayılan haberler onu daha da mutlu ediyordu. Mutluluk sarhoşu olup zafer sarhoşluğu içinde kahkahaları attığı o sıralarda ise kapının gürültü ile kırılmasıyla Alara neye uğradığını şaşırdı. Odaya hiç tanımadığı mafya kılıklı tiplerin girmesi ile de yerinde irkilirken yüreği korku ile dolup taşmıştı. Kahretsin! Neler oluyordu böyle? Bu adamlarda kimdi?

Alara, beynindeki tüm cevapsız sorulara ise ayak seslerinin kulağına ağır ağır dolan adamı karşısında dimdik ve sağlıklı gördüğünde, önce gözleri fal taşı gibi açıldı. Ardından ağzı açılmışken, dilinden dökülen tek bir kelime vardı.

“Siz?”

Adam, sinsi ve tatlı bir tebessümü karşısında edepsizce duran kadına gönderirken, midesinin bulanma isteğine karşı koysa da tiksinmesine engel olamıyordu.

“Evet, ben,” diye karşılık verdi.

“Ama, siz, bu nasıl olur?” Kadın endişe ve korkunun sarıp sarmalandığı yüreği ile titrek bir ses ile karşılık vermişti.

“Demek ki böcek kadar aklınla planladığın, her ayrıntıyı yılan gibi sinsice düşündüğün anlarda, küçük bir ayrıntıyı kaçırmışsın. Beni hesap edememişsin.”

Alara, adamın konuşma tonundaki tehdidi hissediyordu. Her şey yoluna girmişken şimdi bu adam da nerden çıkmıştı? Bu adamın hastane de ölüm döşeğinde olup Azrail ile hesaplaşması lazımdı, onunla değil.

“Allah kahretsin, bu işi şansa bırakmamalıydım,” diyerek kadın tısladı. Bu adamı da zamanı varken hasta yatağında tümden ortadan kaldırmalıydı. Bu işi Azrail’e bırakmamalıydı. Bunu gözden kaçırdığına hala inanamıyordu.

“Lanet olsun!” diyerek ağzından bir yılan gibi tıslamıştı. Ağzından tıslayarak püskürttüğü öfke ve hayal kırıklığına Eymen’in babası Bora Bey’in verdiği tek karşılık ise odayı yararcasına attığı kahkahaydı. Alara, bu adamın attığı kahkaha ile bu gece orada hiç iyi şeylerin olmayacağını anlamıştı. Ama asla boyun eğmeyecekti, çünkü o kazanmıştı. Toprak, eninde sonunda ona geri dönecek ve kadın sonsuza kadar para içinde rahat bir hayat yaşayacaktı. Cemre’yi ise tamamen Eymen psikopatının insafına bırakıyordu. Toprak, Alara’ya döndükten sonra Cemre ile de Eymen ile de tamamen işi bitecekti. Kadın, aklına gelenler ile rahatlamış bir şekilde sinir bozucu bir halde kahkaha atarken ağzında yalnızca, “Kazandım,” çıkmıştı.

Bora Bey, onun bu çıkışına öyle bir güldü ki kadının kahkahası yüzünde donup kalırken, yüzünde ki neşe pırıltıları aynı hızla sönüp gitti.

“Kaybettin,” diyen Bora Bey, acımasızca bir alay ile ona karşılık verdi.

Alara, duydukları karşısında ne kadar bozulmamaya çalışsa da yüzüne zoraki bir gülümseme takınmıştı. Kulağında yankılanan gerçekler ile neye uğradığını şaşırdı. Bu ihtiyar bunak neden bahsediyordu böyle?

“Duydun beni sinsi yılan, kaybettin. Sen en başında kaybetmeye mahkûm, lanetli bir kadınsın. Oğlumu tüm iyi yüreği ile bana bağışlayan Cemre kızımın hayatını mahvetmenin bedelini çok ağır ödeyeceksin ve ben bunu zevk ile gözümü bile kırpmadan yapacağım. Götürün bu adi yılanı,” diyerek adamlarına emretmişti.

“Ne ? Ne oluyor? Bırakın diyorum, nereye götürüyorsunuz beni?” diye haykıran kadının, çığlıklarına aldırış etmeyen Bora Bey, telefonu eline alıp, birini aradı.

Telefonun ucundaki kişiye rahatlamış bir şekilde “Burada işlem tamam, siz ne yaptınız?” dedi. Aldığı cevap hoşuna gitmiş olacak ki, “Tamam, hiçbir yere ayrılmayın geliyorum,” diyerek otel odasından ayrıldı. Ayrılırken ise Alara’nın tüm kayıtları de onlarla birlikte uçup gitmişti. Hiç yaşanmamış, hiç var olmamış gibi…

***

Bora Bey, Alara ile yaşadıkları son konuşmaları zihninde canlandırdıkça beyninin bulanmaya başladığını hissediyor. Boray Bey, karşısındaki meraklı gözlerin yeniden farkına vararak onların tüm sorgulayan bakışlarını yok sayıp konuşmasına devam etti. Bora Bey, çok fazla ayrıntıya girip onları bu işe bulaştırmak istemediği belliydi ama onda öyle bir tavır vardı ki gözlerinde gördükleri soğukkanlılık… Ben düşünceler içinde olmuş yada olabilecek ihtimallerin içinde savrulurken Toprak’ı o girdaptan kurtaran yine Bora Bey’in sesi oldu.

“Oğluma gelince, onu sizin depodan kaçıran da bendim. Ne olursa olsun o benim evladım, yaptığı hiçbir şeyi bilinçli yapmıyor en büyük tesellim bu, ama ne durumda olursa olsun sizin tarafınızdan bakıldığında yaptıkları ve sizlere yaşattıkları kabul edilir şeyler değil. Bu yüzden onun ile ilgili de tüm işlemleri hallettim. Bundan böyle asla o klinikten çıkamayacak ve Türkiye’ye asla geri dönemeyecek,” sesi o kadar net ve kararlı çıkmıştı ki onlar şaşkınlık ile Alara ve Eymen arasındaki bağlantıyı çözmüş olduklarına şaşırıyorlardı.

Bora Bey, oğlundan bahsederken her ne kadar ona kızgın olsa da gözlerinin dolmasına engel olamadı. Onu uzun zamandan sonra bir depoda, dayak yemiş bir şekilde bulmak bir babanın yüreğine çok ağır gelmişti. Onu gördüğü anı hatırlarken gözleri dolmuş, yüreği hislenmiş ve yüzüne acı bir tebessüm yerleşmişti.

***

Eymen, Umut ile yaşadığı arbedenin ardından apar topar bir depoya kapatılmıştı. Adamın gözü karamış etrafa ettiği bin bir tehdidin haddi hesabı yoktu. Oradan kurtulduktan sonra ona bunu yapanların hesabını bir bir soracağını haykırırken, intikam yeminleri ve yapacağı işkenceler havada uçuyordu. Son çare olarak onu susturmak adına ağzını bantlamışlardı. Gecenin karanlığında dışarıdan gelen sesler ile daldığı uykudan uyanmaya çalışan Eymen, dışarıdakilerin silahlı çatışamaya girdiğini duyabiliyordu. Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadan önce silah sesleri kesilmiş ardından tanımadığı bir takımadamlar depoya girmişti. Ne olduğunu bile anlayamadan elleri ve ağzı çözülmüştü.

“Siz kimsiniz?” diye adamalara soru dolu bakışlarını gönderirken tanıdığı ama şu an orada olmasını beklemediği bir ses kulaklarında yankılandı.

“Yanlış soru evlat, doğru soru sizi kim gönderdi olacaktı.”

“Baba?” Arkasını döndüğünde pek de karşılaşmak istemediği babasını karşısında görünce kısa süreli bir şok yaşadı.

“Oğlum, seni burada görmek ne kadar güzel, hem de bu kadar uzun zamandan sonra.” Bora Bey’in sesi depo içinde yankılanırken Eymen’in bunu pek umursadığı söylenemezdi.

“Benim gidip Cemre’yi bulmam lazım,” diyerek hareketlenmişti. Babasının bir göz hareketi ile az önce onu kurtaran adamlar şimdi önüne etten duvar gibi örmüşler geçmesine izin vermiyorlardı.

“Söyle çekilsinler önümden,” diyen sesi babasına emrediyordu.

“Hiçbir yere gitmiyor musun?”

“Baba duymuyor musun beni, Cemre beni bekliyor. Neden bizi ayırıyorsun, yıllar önce de ayırdın şimdi de ayırıyorsun. Biz birbirimizi seviyoruz.”

“Cemre evlendi ve o kocasını seviyor.”

“Yalan söylüyorsun, o, o beni seviyor. Korkuttunuz Cemre’yi benden ayırdınız. Evli olması bir şeyi değiştirmez o benim, benim olacak anlıyor musun beni? Buna hiç kimse engel olamaz.” Dediği an önünde duran adamlara saldırmıştı.

“Cemre hamile, hem de sevdiği adamdan, o Toprak’ı seviyor, seni hiçbir zaman sevmedi.” Dediği an Eymen önce adamları vurmayı bıraktı. Sonra yavaş yavaş babasının yanına geldi ve gözlerinin içine baktı.

“Ben baba mı oluyorum?” dediği an Bora Bey’in gözlerinden yaşlar firar etmişti. Oğluna ulaşamıyordu. Ne derse desin adamın ağzından çıkan her bir cümle, oğluna ulaşana kadar onun yorumu ile aklına yerleşiyordu. Kabul etmiyordu, vazgeçmiyordu. Durumunun geçen sürede daha kötüye gittiğini ve Cemre’yi görmüş olması onu daha da kötü etkilemişti.

Eymen, babasının yakalarına yapışmış, “Baba oluyorum, Cemre’m hamile, baba oluyorum,” diye bağırırken Bora Bey ile birlikte gelmiş olan Eymen’in yurt dışındaki doktoru onun bu halinden yararlanarak koluna bir sakinleştirici yaptı. Eymen, sakinleştiricinin de etkisi ile durulmaya başladı ardından da hareketleri yavaşladı. Yavaş yavaş kendini az önceki sandalyeye babası yardımı ile otururken çok kısa bir süre içinde kendinden geçti. Oğlunun huzur ile gözlerini kapadığını anladığında doktora dönerek, “Eymen’i, Alara’dan farklı bir kliniğe yatıracağız. Onların bir daha asla yan yana gelmemesi lazım. Yeterince can yaktılar çünkü,” diyerek oğlunun uyurken yüzünde oluşan masum ifadeye bakıyordu.

***

“Lanet olsun! Tüm bunlar, tüm bu yaşananlar fazla, hem de çok fazlaydı. Bunların hepsi nasıl bizim başımıza gelmiş ve tüm bunlara nasıl seyirci kalmıştık… Hayatımız resmen bir filme dönüşmüş, entrikalar kol gezerken biz sadece bize bahşedilen rollerde tongaya düşe kalka oynamışız ve resmen kumpaslara kurban gitmişiz. İzlerken filmdeki karakterlere, ‘Yuh artık bu kadarına da inanılır mı? Bu kadar salak mısın? Nasıl buna da kandın?’ dediğimiz sahnelerdeki adamların ta kendisi olmuşuz da haberimiz yokmuş.

“Peki ya Cemre…” Toprak’ın sesi artık isyan bayraklarını çekmiş, Bora Bey’den gelebilecek bir umut kırıntısı dilenmeye başlamıştı.

Adamın az önceki netliği ve kararlılığı köpük olmuş, ardından yok olup gitmişti. Onun gözlerinde gördüğü, hayal kırıklığı bir yılan gibi vücuduna sinsice girip Toprak’ı kalbinden sokmuştu.

“Maalesef tüm aramalarımız sonuç vermedi.”

Bora Bey, Toprak’ın yüzüne bakmıyor, bakamıyordu. Allah kahretsin bu ne demekti, onunla ilgili nasıl konuşuyordu böyle… Sanki sanki…

Alara ve Eymen’in elinde olmayan Cemre neredeydi? Toprak kaybettiği Cemre’sini bulabilecek mi? Peki onu bulana kadar Toprak bu acıya dayanabilecek mi?

Loading...
0%