@ugurluay
|
49.BÖLÜM(***Hasat Zamanı***) “Yüreğimin miladı olan yerdeyim, Aşkına teslim olduğum, duvarlarımı yıktığım, Ayın yıldızlarla dansı altında teslimiyet gecemizin yaşandığı, Beklediğim ama gelmediğin yerdeyim.” Şimdi gönlümün hasat zamanı, Aklımın yüreğim ile hesaplaşma vakti,” Cemre, derin derin içine soluyordu mis gibi kokan, onu ondan alan ve ruhuna iyi gelen temiz havayı… Düşünüyordu, yaklaşık iki haftadır buradaydı, belki de ona şu an için en iyi gelecek tek yerde, yüreğinin miladı, hayatının başlangıcı, en mutlu olduğu, gerçek aşkı tattığı yerdeydi, Mudurnu’da… Gönlünün kasabası Mudurnu’da… Toprak ile balayı yaptıkları küçük kasabada, Keyvanlar Konağının bahçesinde oturmuş, havanın serinliğine aldırmadan üzerine aldığı şalla birlikte, sandalyeye kendini bırakmış, gökyüzünden ışıldayarak ona gülümseyen yıldızları seyrediyordu. Gecenin karanlığı keskin soğuk ile birleşmiş onu titretmeye başlasa da Cemre’nin buna pek de aldırış ettiği söylenemezdi doğrusu… Gözlerini kapattığı anda buraya ilk gelişini hatırladı, nasıl da perişan bir halde, kendinden geçmiş bir şekilde gelmişti buraya. Toprak ile büyük kavgalarının ardından, bilinçsizce kendini sokağa atmış, nereye gittiğini bilmeden ağlayarak adımlamaya başlamıştı sokağı… Birden onun dokunuşu ile sarsılmıştı. “Gitme demişti bana, gitme… Bana sırtını dönme, böyle bu şekilde gitme, demişti.” Gitmeyecekti, onu orada o şekilde bırakıp gidemeyecekti, ta ki elleri karnını bulup dokunuşları ile irkilip titreyerek Cemre’yi kendine getirene kadar… O anlarda, onun Cemre’nin karnıma dokunduğu yerde canının var olmaya çabaladığını anladığı an, Cemre’ye yaşattıkları gözünün önünden bir film şeridi gibi akıp geçti ve Cemre’de nereden geldiğini anlayamadığı bir güç ile adamı silkeleyerek yere düşürmüştü. “Hiçbir şeyi hak etmiyorsun,” dediği an biraz ilerlemişti ki bir araba yanı başında durmuştu. Cemre’ye dokunan eller tanıdık, ihtiyacı olan güven ve şefkati yüreğinden hissettiren tanıdık bir dokunuşa, sıcaklığa aitti. O kişi ağabeyinden başkası değildi. Hiçbir şey söylemedi, sormadı, tam da istediği gibi gözyaşlarının sorgulamadan, buna sebep olan adama hesap sormadan, onu orada öylece bırakıp, alıp Cemre’yi götürmüştü. Toprak’a dönüp bakmadı bile, bakarsa eğer gidemeyecekti… Bakarsa eğer onu bırakacak gücü bir daha kendinde bulamayacaktı. O gece dağıldığı, tükendiği, aşkının verdiği en büyük sınavın gecesiydi ve Cemre öyle bir gecede ağabeyine tüm yaşadığı her şeyi anlattı. O gece ağabeyine, Toprak’ın yanına gitmemesi için yalvarmak zorunda kaldı. Öfkeliydi ve o öfkesi Toprak’ı yakacaktı, o yanarken Cemre’nin kül olmaması elde değildi. Ağabeyine, Toprak’ı çok sevdiğini söylediği an, gözlerini kapatmış derin nefes alıp vermesi ile birlikte, attığı adım ayaklarında taş olmuş ve olduğu yerde kalakalmıştı. O gece ağabeyi içinde Cemre içinde çok ağır, zor ve gözyaşı dolu bir geceydi. Öğrendiği bir gerçek ise daha da sarsılmasına sebep oldu. “Babam ve annem bana Toprak ile evlenmem için oyun oynamışlar ve ağabeyimi bu oyuna boyun eğmek zorunda bırakmışlardı. Ağabeyim benim üzüldüğüm tek bir ana şahit olursa bu yalanı açıklayacağını söylemiş ki beni bu halde gördüğü an artık gerçeklerle yüzleştirme kararı almıştı. Allah’ım bu nasıl bir geceydi böyle…” diye iç çekişmelerim hesaplaşma boyutuna ulaşmıştı. Cemre, ağabeyine, beni bulduğunu hiç kimseye söylememesini ve annemleri de bir şekilde idare etmesini söylemişti. Buna Mira’da dâhildi. Mira, canı, arkadaşı çok üzülecekti ama başka çaresi yoktu. Mira, yufka yürekliydi ve Toprak’ın acı çektiğini görünce dayanamaz her şeyi ona anlatırdı. Ağabeyine o gece her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattı, Eymen’i, Alara’yı, Bora Bey’i, Umut’un o adi herifi dövüp depoda sakladığını, internette çıkan haberleri, resimleri… Başta çok kızsa da bu işi halledeceğini söyleyip, çıkıp gittikten sonra Cemre’yi otel odasında tek başına yorgun ve bitkin bir şekilde uykunun kollarına teslim etmişti. Sabah olup da Cemre gözlerini açtığında, ağabeyini başında saçlarını okşarken buldu. Ağabeyi ona Bora Beyi bulduğunu, onunla görüşüp Eymen’in yerini söylediğini ve babasının onu oradan kaçırdığını anlattı. Eymen’in kaçırıldığını duyunca Cemre, ürküp ürperse de ağabeyi alnımdan öptü. “Korkmana gerek yok, o artık sana asla yaklaşamayacak ve Alara aşüftesi… O lanet kadın Eymen ile iş birliği yapmış, seni de Toprak’ı da oyuna getirmişler, ama tüm bu gerçekler o fırsatçı herifin yaptıklarını temize çıkarmıyor,” dediğinde kadının içi titremişti. Ne olursa olsun içi hala ona gelebilecek tek bir kötü sözü kaldıramıyordu. Ağabeyi ile çok fazla Toprak hakkında konuşmak istemiyordu, canı yanıyordu. Gün boyu düşündü ve gitmesi gereken yeri sonunda çok iyi biliyordu. Ağabeyini ikna etmesi biraz zor olsa da sonuna onu razı etmişti. Ağabeyinin gözetimi altında Mudurnu’ya korumalar eşliğinde getirilmişti. Şimdi ise Cemre’nin dışımda kimsenin kalmadığı bu konakta sadece sahipleri ile yeniden nefes almaya çalışıyor, bedeninde can bulmaya çabalayan bebeklerini o hengâmeden sağ salim çıkardığı için bin şükür ediyordu. “Yaralıydım; yüreğimden, canımdan, ruhumdan yaralıydım… Buraya, onun vazgeçme dediği yere gelmiştim. Hayatıma yön vermek için evliliğimin miladı olan yere gelmiştim. Aklımın sesi yüreğimi delip geçmiş artık onun sesini duyurmamak adına susturmuştu onu. Son bir umut geldiğim buralarda, gelmesini beklediğim adam gelmemişti.” Cemre, kararını vermişti artık, bu kararlılıkla eline aldığı yeni telefonunda tuşladığı numara ve karşısında özlediği o şefkatin tonu yüreğini rahatlatmıştı. Karşısındaki sesin olumlu verdiği cevap ile hareketlenmiş aldığı kararı uygulamak için odasına doğru çoktan yola çıkmıştı. |
0% |