Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@ugurluay

5.BÖLÜM(***Anlaşma***)

“Yüreğim gözlerinle yapmış anlaşmayı,

Bir fındığın lafı mı olur Sevdiğim?”

Ne diye Hacer teyzenin lafını dinlememişti ki. Gerçi dinlese ne olacaktı? Söylemiş olsa bile ihtimal dahi vermez yine atardı kendini o bahçeye.

Toprak bahçeye ilk adımını attığı anda daha Cemre’nin kara gözlerini göremeden, uçuşa geçerek ona doğru havalanmış parlak bardağı görmüştü. Bardağı görmesi ile yıldızları görmesinin aynı ana denk gelmesi ise bir tesadüf değil, tamamen cam bardağın etkisiydi. Kafasına yediği bardak ile başından hafif sızmaya başlayan ıslak, sıcak yapışkanımsı sıvının farkına ise elini değdirdiğinde anladı. ‘Bu kız kafayı mı yedi yahu, öldürecek mi beni?’ diye iç geçirirken içerideki Hacer teyzenin lafını dinlemediği için kendine saydırmaya çoktan başlamıştı bile. Tabiî ki içinden saydırıyordu, maazallah karşısında duran, ona öldürecekmiş gibi bakan bu deli kız, kendisine saydırdığını sanıp bu defa direkt olarak onu öldürür, üstüne bir de hiç acımadan onu bu bahçeye gözünü kırpmadan gömerdi.

Toprak, düşünceler içinde boğuşmaya devam ederken ona doğru bir fişek gibi gelen yastığı ani bir refleks ile havada yakalayarak ikinci saldırıyı bertaraf etmişti. Bu kadarı da fazlaydı ama karşısındaki kız çıldırmış sanki sinir krizleri geçiriyordu ama Toprak da bir yere kadar dayanırdı. Sonuçta onun da sabrının da sinirinin de bir sınırı vardı ve bu kız o sınırı aşmakta çok çaba sarf ediyor, Toprak’ı ölümüne zorluyordu.

“Deli kız, sen ne yaptığını sanıyorsun?” Gözlerini hayret ile açmış soran gözlerle ona bakıyordu.

“Bana mı soruyorsun ne yaptığını sanıyorsun diye? Söyleyeyim o zaman, haddini bilmez bir adama haddini bildiriyorum.” dediği anda masada bulunan içi su dolu sürahiyi bir hışımla eline aldı.

“Buradan baktığımda canıma kastın olduğunu ve beni öldürmeye çalıştığını görüyorum.” derken sorgular gibi birden kıstığı gözleriyle onun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu ki; sinsi sinsi gülmeye başladığı anda amacının ne olduğunu anlamıştı. Elini kaldırıp : ”Yok, hayır o kadar da uzun boylu değil küçük hanım, çocuk musun sen? Saçma…” Daha cümlesini tamamlayamadan elinde tuttuğu sürahinin içindeki buz gibi suyu ona doğru acımasızca fırlattı.

“Allah kahretsin!” tamam bu kıza âşıktı ama sırılsıklam âşık olduğunu bu şekilde öğrenmek pek de hoş olmamıştı yani. En azından vücudunun bu durumdan pek haz etmediğini söyleyebilirdi. Gece gece bu hırçın güzel ona resmen soğuk duş aldırmıştı.

“Kızım ne yapıyorsun?” Hiddetle bağıran Hasan Beyin sesini, Canan Hanımın çığlığı böldü. Biraz daha erken gelseler olmuyordu sanki genç adam resmen sudan çıkmış balığa dönmüştü. Yine de şükretmek lazım, en azından sürahiyi kafasına yemeden kurtulmayı başarmıştı. Beterin beteri var derler sonuçta.

Cemre, tam sürahiyi Toprak’ın kafasına atmak için havaya kaldırmıştı ki babasının ”Cemre…” diyen hiddetli sesi ve annesinin çığlığı ile havaya kaldırmış olduğu sürahiyi aşağıya doğru yavaşça indirdi. Toprak, bulunduğu yerde derin bir oh çekerken, yüreğinin de yusuf yusuf ederek ecel terleri dökmeye başladığını yeni yeni fark ediyordu.

“Kızım çocuk musun sen? Ne yapmışsın misafirimize böyle?” Derken sesindeki kızgınlığı hissedilir seviyedeydi. Yaşadıklarının şokuyla Toprak adeta dut yemiş bülbüle dönmüş, bir türlü sesini çıkaramıyordu. Cidden şu raddeden sonra başına gelebileceklerden fena halde tırsıyordu. Hasan Bey’in sesiyle korkuyla yerinde irkildi.

“Oğlum sen iyi misin? Hay Allah şu üstünün başının haline bak?” diyen yaşlı adam mahcup bir ifade ile genç adamın yüzüne bakıyordu. Toprak ise ortamı sakinleştirmek ve Cemre’sine gelebilecek herhangi bir öfke kıpırtısına engel olmak adına yaşananları biraz dalgaya vurmaya karar vermişti. “İyiyim iyi Hasan amca, sıcaktı zaten iyi geldi, serinledik güzel oldu.” diye her ne kadar istemese de kendini zorlayarak sinirden gülmeye çalıştı. Gerçekten şu an öyle bir haldeydi ki ağlanacak haline güler olmuştu, şansa bak ki vurulduğu hatunun içinden resmen Zeyna çıkmıştı, iyi mi? Şanslı adamdı vesselam, arasa, tarasa bu kadarını bulamazdı.

“Oğlum kaşın açılmış, kanıyor.” diyen Canan teyzenin sesinde bariz bir şefkat hissediliyordu. Ah kıyamazdı ya, annesi olsa bu kadar içli çıkardı sesi, kıyamazdı ki Toprak Canan annesine… Ah, Canan annesi mi? Hadi inşallah, inşallah o günler de gelecekti elbet, malum mu olmuştu ne? İçi coşup gelmişti bir anda.

“Kızım koş içeriden pansuman için bir şeyler getir.” Kızına direktif verdiği sırada Cemre elindeki sürahiyi sert bir şekilde masaya bırakarak ellerini göğsünün altında birleştirdi.

“Kafasını koparmadığıma şükretsin, bir de beyimizin ayağına gidip pansuman malzemesi mi getireceğim? Hıh, çok beklersiniz. Ona hemşirelik falan yapmam ben, az yesin de kendisine bir hizmetçi tutsun.” Dediğinde gözlerini bıkkın ve sinirli bir şekilde diğer tarafa devirirken fındık burnunu asi bir şekilde dikleştirdi.

“Cemre!”Hasan Bey’in sert ve keskin sesi bahçede yankılanırken göz ucu ile de Toprak’ı süzüyordu. Bu aile haykırışları ile genç adamın bir gün yüreğine indirecekti, Cemre’nin kime çektiğini ise şimdi daha iyi anlıyordu.

“Baba, inanamıyorum sana ya, sen bana bunu nasıl yaparsın? Bu, bu adam herkesin içinde bana evlenme teklif etti. Sen ağzını açıp da tek bir laf etmedin. Ah, ağabeyim burada olacaktı ki bu hödüğün ağzıyla burnunun yerini değiştirirken ben de keyiften dört köşe olmuş bir şekilde izleyecektim.”

“Kızım anlamadan dinlemeden konuşma, bir dinle bizi. Ben senin zarar göreceğin bir şeye müsaade eder miyim?”

Cemre, babasının sözünü yüksek perdeden öyle bir sesle kesti ki, onun bu tepkisine ağzıyla gözlerinin aynı oranda açılarak tepki vermişti.

“Biz mi, biz mi dedin sen baba? Daha bu sabah tanıştığın, bu ayarsız adam ne zaman senin biz kavramının içine girdi. Dahası ben ne zamandan beri senin biz kavramının dışına çıktım. Daha bugün tanıdığın dengesiz adamı bana mı savunuyorsun? Kızına, biricik kızına karşı…”

“Kızım.” diyen Canan Hanıma ise Cemre hiddetli bakışlarını göndermeyi ihmal etmedi.

“Anne, peki ya sen? Sen nasıl sessiz kaldın tüm bu rezilliğe? Bu kepazeliğe nasıl sessiz kalarak izin verdin? Küçük kızının, yerin dibine geçmesine, bana kıymalarına nasıl izin verdin, nasıl seyirci kaldın?” Sesi çaresizlikten öyle isyan ediyordu ki o an bunu ona yapmış olduğu için Toprak kendine kızıyordu, genç kızın bu hali içini öyle bir burkmuştu ki onu o an kolları arasına alıp sarıp sarmalayarak acısını dindirmek istedi.

“Cemre.” Toprak’ın sesi onun cümlesini bitirmesini engelledi. Birden keskin bakışlarını Toprak’a yönelten gece gözlü hatunu, hırçın güvercinini içten içe tebrik ediyordu, yine yerinde korkudan onu zıplatmayı başarmıştı. Cemre işaret parmağını genç adama doğru havada sallayarak konuşmaya başladı. Az önceki çaresizlik ve isyankâr tavrından eser kalmayarak konuşmaya başladı.

“Sen, sen, sen hele hiç konuşma ayarsız herif. Beni bugün cümle âleme rezil ettin. Senin etlerini lime lime edeceğim. Eğer buradan yarın gitmezsen, senin başına dünyayı yıkarım haberin olsun.”

“Ben sadece sevdiklerinle mutluluğumuzu paylaştım.” Artık Toprak sinirlerine hâkim olmakta güçlük çekmeye başlamıştı. Ondaki sabır sınırları çoktan geçilmiş, adamı da delirtme noktasına getirmeyi başarmıştı.

“Oğlum, kafan almıyor herhalde, ne mutluluğundan bahsediyorsun sen ya.”

“Asıl sen anlamıyorsun müstakbel nişanlım.”

“Ben senin nişanlın falan değilim ve yarın derhal buradan gideceksin.”

“Hay hay, olur tabi ki giderim ama sen de benimle gelirsen giderim.” Hafif gülerek bir de utanmadan göz kırpmıştı.

“Toprak, sen kafayı mı yedin? Yine beni duymuyorsun.”

“Senin efsun sesini gayet iyi duyuyorum hırçın güvercinim benim.”

“Bana hırçın güvercinim deme,”

“Gece gözlüm bir dinle”

“Lanet herif, şunu o kalın kafana sok, bu şehir ikimize dar gelir. Ben senin hiçbir şeyin olmayacağım ve sen de bunu o kalın kafana sokup geldiğin gibi tıpış tıpış hangi cehennemden geldiysen oraya geri döneceksin.”

Toprak kendisine doğru salladığı genç kızın elini tutup yüzük parmağını okşayarak konuşmaya başladı. “Asıl sen anlamıyorsun, bu parmağa yüzük girdiğinde, birlikte bu şehirden düğün hazırlıkları için ayrılacağız. Anladın mı Cemre?”

Tuttuğu elini bir hışımla Toprak’tan çekip onu geriye doğru ittirdi. Bu kıza öfke anında gelen güç nasıl bir güçtü ki Toprak’ı bile yerinden sarsabiliyordu.

“Hepiniz şunu anlasanız iyi olur. Ne vasiyet, ne de başka bir şey, beni seninle asla evlendiremez.” diyerek yeri sarsa sarsa giderken gece gözlü hatunu Toprak’a omuz atmayı da ihmal etmemişti.

“Ah Cemre’m ah, daha neler neler yaşayacağız. Daha yolun çok başındayız hırçın güvercinim benim.” Diye sessizce konuşurken gözleri ile gülümsediğinin farkında bile değildi.

***

Sabah güneş ışıklarını göğsünde utanmadan sergilerken Hasan Bey ve ailesi güneşli bir güne çoktan merhaba demişti bile. Zor ve ağır geçen bir gecenin ardından Toprak kendini yataktan zar zor kaldırmayı başarmıştı. Uykulu bir şekilde bedenini yataktan doğrultup, tam kendini yatağa uykunun o tatlı kollarına geri bırakmıştı ki, sırtının yatağa değmesi ile birlikte gözlerini fal taşı gibi açması bir oldu. Nerede, ne için olduğunu ve dün gece yaşanan tüm her şeyi bir bir hatırlamıştı. Birden kendini ani bir hareket ile yataktan dışarı atmaya çalışırken, fark etmediği için önce ayağını yatağın yanındaki komodine, ardından can havliyle tuttuğu ayağını eline almış hoplarken sırtını da hemen arkasında bulunan dolaba çarpmıştı. Yaşadıklarının üstüne bir de bu sakarlıklar resmen üzerine tuz-biber olmuştu.

“Kahretsin, bir bu eksikti. Akşam kafaya bardak yeriz, üstüne bir sürahi soğuk suyla duş alırız. Şimdi de ayağım, sırtım, of of lanetlendim sanki başıma gelmeyen kalmadı.” diye kendi kendine konuşurken bir yandan da homurdanmaya devam ediyordu.

Hemen üzerini değiştirmeye başladı. Koyu renk bir kot pantolon, üzerine beyaz bir tişört giydi. Her ihtimale karşı da yanına spor lacivert baharlık bir ceket aldı. Ayağına da spor ayakkabılarını giyerek, aynadaki yansıyan görüntüsüne ‘’Vay be süper oldum. Yakışıklılıkta sınır tanımıyorum resmen.’’ Diyerek memnun olmuş bir dudak kıvırmasıyla aynadaki yansımasına bakıyordu. Sabah ki huysuzluğunu ise üzerinden çoktan atmıştı. “Çok yakışıklıyım ya.” diye kendi kendine konuşmaya devam ederken aklına gelen gece gözlü hatunu ile yüzünde oluşan tebessüme engel olamadı. Malum bugün Cemre hanımı ikna çabalarının ilk günüydü ve dış görünüş olarak da onu etkilemeyi başarmalıydı. Ne demişler ilk intiba önemli, gerçi onun ilk intibası biraz zedelendi ama olsun, bugünün ilk intibası diyerek sözü değiştirip “Toprak literatürüne” eklerdi o da, sonuçta demokrasi de çareler tükenmezdi değil mi?

“Ne yapabilirim?” diye derin düşünceler içinde kendini bahçeye atmıştı ki masa da Hasan amca ve Canan Teyzesinin kahvaltı yaptığını gördü.

“Günaydın.” diye onlara sıcacık bir gülümseme gönderdi.

Hasan Bey, “Günaydın oğlum.” diye yüzüne bakarak onu selamlarken Canan teyze sıcacık bir gülümseme ile bir baş işareti yaptı.

“Oğlum, gel otur hadi birlikte kahvaltı yapalım. Biraz dinlen diye seni kahvaltı için kaldırmamıştık.” Hasan Bey dün gece yaşananlardan olsa gerek, mahcup bir ifade ile genç adamın yüzüne bakıyordu.

“Yok, Hasan amca, müsaaden olursa eğer ben Cemre’yi de alıp kahvaltıyı dışarıda yapmak istiyorum.”

“Bulursan alırsın oğlum.” Yüzüne bile bakmadan kahvaltısına devam ederek ona vermiş olduğu cevap, adamın yüzünün renginin değişmesine sebep oldu.

“Nasıl? Ne demek istedin sen Hasan amca?”

“Cemre yok, gitti oğlum.” Sesi o kadar umursamaz çıkıyordu ki Toprak duydukları karşısında kafasına kocaman bir balyoz yemiş gibi hissetmişti o an. Gitti, bu kelimeyi duyduğu anda beyni durdu, algılamıyor, anlamıyordu. Açıkçası kafası o andan sonra basmıyordu. Bu yaşlı ihtiyarın ağzından çıkanı kulağı duyuyor muydu acaba?

“Ne? Nereye gitti?”

“Vallahi oğlum dün yaptıklarından sonra bizim hırçın güvercin kuş oldu, uçup gitti.”

“Hasan amca, Cemre nereye gitti, ne diyorsun anlamıyorum?”

“Oğlum, benim tahminim dün yaşananlardan sonra şehri bırak, ülkeyi terk etmiştir.”

“Ülkeyi mi? Siz, siz nasıl izin verdiniz buna? Bana niye haber vermediniz, niye uyandırmadınız beni?” Panikle ayağa kalkan Toprak ceplerini yokluyor, gözlerini Hasan amcasından ayırmadan telefonunu umarsız bir şekilde aramaya başladı. Ama bilmediği bir şey vardı ki o da o an o telefonu bulsa bile işine yaramayacağıydı çünkü o hala Cemre’nin numarasını bilmiyordu.

“Hasan Bey, çocuğa eziyet etmeyi bırak lütfen, yazık. Baksana rengi uçup gitti.” Canan Hanımın sesi Toprak’ın gözle görülür derece ortada dolaşan panik ve korkusunu hafifletmişti.

“Sayende şaka da yapamıyoruz hanım.” diye çocukça bir eda ile küslük moduna giren Hasan bey, eşine yapmacık somurtkan ve keyifsiz bir yüz ifadesi gönderdi.

“Sen Hasan amcana bakma oğlum, Cemre sabah bir hışımla evden çıktı gitti. Fındık bahçesinde fındık topluyormuş.”

“Nasıl yani, Cemre şu an bahçede fındık mı topluyor?”

“Daha onu yeni tanıyorsun oğlum, onun hakkında öğrenip de şaşıracağın çok şey var.”

“Tamam, o zaman ben de oraya giderim.”

“İstersen biraz yalnız bırak. Daha adını bile yeni öğrendiği bir adamdan evlilik teklifi aldı. Bizi de yanında hissedemeyince yalnız kalma ihtiyacı hissediyor olmalı, bu yüzden sakinleşmesini beklesen daha iyi olur Toprak oğlum.”

“Canan teyze, zaman aleyhime işliyor. Cemre’yi ikna etmem lazım. Konuşup derdimi anlatmam lazım. Yoksa yerimde duramıyorum.”

“Sen bilirsin oğlum ama uzun bir süre çile çekeceksin, haberin olsun.”

“Yeter ki sonunda o ikna olsun, ben çile çekmeye razıyım Canan teyze.” dediği anda adresi alel acele alıp çoktan yola koyulmuştu bile…

***

“Nerden çıktın sen benim karşıma? İki günde sinirlerimi alt üst ettin. Allah’ım sen aklımı koru ya Rabbim.”

Cemre, kendi kendine konuşmaya devam ederken, ağaçtan kopardığı fındıkları bir hışımla yanında duran kovaya atıyordu. Fındık toplamıyor da adeta fındık ağacını katlediyordu. Kendini kötü hissettiğinde ya da çok bunalıp sinirleri alt üst olduğunda kendini ya abisinin yanına ya da fındık bahçesine atardı.

“Abimin yanına bu sabah çıkıp gidecektim. Caner ile Selin’e daha önceden söz vermemiş olsam çoktan burayı terk etmiştim. Of of of! Nasıl unuttum şu rehberlik işini ya, verdiğim söz tamamen aklımdan çıktı. Gerçi bu iyi olacak, en azından o adam oradayken ben de Trabzon’um ile hayat bulur biraz olsun ferahlarım.” Kendi kendine sesli olarak konuşmakla o kadar meşguldü ki arkasına sessiz ve bir o kadar sinsice yaklaşan Toprak’ı fark edemeyecek durumdaydı. Kulaklarına dolan sesi duyması ile birlikte neye uğradığını şaşırdı.

Toprak “Hangi adam oradayken?” derken, genç kız Toprak’ı gördüğü anda beyninden vurulmuşa döndü.

Cemre uzun eteği, başında çemberi, masum yüzüyle şaşkın şaşkın ona bakıyordu. Toprak, kalbi heyecandan yerinden çıkma çabaları içerisindeyken çoktan kızın ahenkli sesini dinlemeye koyuldu.

“Sen nereden çıktın be ayarsız, dengesiz adam! Senden kurtuluş yok mu? Nereye gitsem gölgem gibi peşimdesin.’’

“Çok ayıp, senin gibi dünya tatlısı bir kızın ağzına bu kelimeler hiç yakışıyor mu? Aaa cık cık cık, çok ayıp.”

“Terbiyesiz kütük, sen benim yerimi nasıl buldun? Bir rahat yok mu senden yahu, düş artık yakamdan tamam mı düş!” Ellerini yakasına götürüp çekiştirmeye başlamıştı.

“Aaaaa beni bu kadar sevdiğini yüzüme haykırman resmen gurumu okşadı hayatım.”

“Bana bak Toprak!” Bu odungillerden kütük herifin algılamasında kesin bir sorun vardı, Cemre ne dese anlamıyor, her şeyi algılamak istediği gibi yorumluyordu. Cemre’nin kafayı yemesine ramak kalmıştı artık .

“Tamam, tamam kızma hemen. Pek kolay olmadı seni bulmak. Bahçenin girişindeki çalışanlara müstakbel nişanlım Cemre’yi sordum.”

“Ne, ne ne? Kimi hangi sordum dedin sen? “

“Heh, onlar da aynen böyle tepki verdi.”

“Sen çalışanlara nişanlı olduğumuzu mu söyledin?”

“Evet, yakında düğünümüz var deyip herkesi davet bile ettim.”

“Ne yaptın? Ne yaptın? Sen benim sınavım mısın be adam, seni şuracıkta öldürsem günaha girer miyim acaba, he? Seni adam yerine koyup beni hapse atarlar mı? Bence bana bir şey olmaz, ağır tahrik var sonuçta.’’

Toprak Cemre’nin söylediklerinden biraz tırssa da bozuntuya vermeden: “Çok şakacısın hayatım, düğünümüze çağırdım, iyi yapmışım değil mi?” Adama bak sen ya, bir de iyi yapmış mıyım, diye soruyordu. Yok, yok cidden bu kadarı Cemre için çok fazlaydı.

“Ne nişanlısı, ne düğünü ne daveti ya, sen ne saçmalıyorsun?”

“Aslında haklısın aşkım, hemen bugün bir yüzük alalım. O narin parmaklarında bana ait olduğunu belli eden ve beni sana hissettiren küçük ama anlamı büyük o yüzüğe bir an önce ihtiyacımız var.”

“Toprak! Bana aşkım deme, benim sinirlerimi rahat bırak artık ya, ne yaptığını sanıyorsun sen?”

“Müstakbel nişanlımı alıp yemeğe götürmeyi planlıyorum.”

“Ben seninle hiçbir yere gelmiyorum.”

“Gelirsin.”

“Gelmeyeceğim diyorum, GEL-ME-YE-CE-ĞİM!” Ayağını küçük bir çocuk gibi vurup yerinde tepinmeye başladı. Sonra da hızını alamayıp kovanın içindeki fındıkları tek tek alıp ona doğru tüm gücüyle fırlatmaya başladı.

“Aşkım dur, dursana kızım, offf of, ne yaptığını sanıyorsun sen kızım atmasana ya? Dursana canım acıyor.”

“Oh olsun sana, bana aşkım deme, ben senin hiçbir şeyin değilim. Git buradan Toprak, senin boynunu kırıp öldürmemi istemiyorsan, bu dağ başında kurda kuşa yem olmak istemiyorsan hemen defol git buradan.”

“Tamam, tamam dur bir dakika sakinleş önce.” derken fındık ağacının arkasına saklanarak ona doğru attığı fındıklardan ağacın yaprakları sayesinde kurtulmaya çalışıyordu.

“Ne sakinleşmesi, ne konuşmasından bahsediyorsun sen ayarsız herif. Senden kaçtım geldim buraya, yine peşimden geldin. İstemediğim ot gibi sürekli burnumun dibinde bitmekten vazgeç artık, sayende sinir küpü gibi dolaşıyorum iki gündür. Nereden geldin, nasıl girdin hayatıma bir bilsem, gökten zonk diye düştün önüme sanki, sülük gibi yapıştın yakama düşmüyorsun. Sökül git hayatımdan, yoksa senin hayatını ben söküp alacağım.”

O kadar hiddetli ve sinirliydi ki, Toprak kızı sakinleştirmek adına aklına gelen yine en saçma şeyi yapıp beyaz tişörtünü çıkarmaya başladı. Onu öyle gördüğü an Cemre sakinleşmek yerine bas bas bağırmaya başladı.

“Sen, sen ne yapıyorsun sapık herif, soyunmasana manyak? Dursana be adam, biri görecek yanlış anlayacak şimdi.” Elleriyle gözlerini kaparken, arkasını dönüp ona bakmamaya çalışıyordu.

“Sana beyaz bayrak sallıyorum. Barış istiyorum barış.”

“Allah’ın delisi çabuk giyin üzerini! Allah’ım herkes deliye, ben akıllıya hasret kaldım ya, giyin üzerini biri görecek şimdi. Adımız çıkacak durduk yere.”

“Ay ay ay nişanlım beni de mi kıskanırmış? Ben o beni kıskanan duygularını yerim aşkım benim.”

“Toprak, ne kıskanması giyin üstünü biri görüp yanlış anlayacak, giy o kıyafetini yoksa…”

“Yoksa ne? Sen mi giydireceksin? Olur, hem de çok güzel olur.”

“Toprak, ben sana ancak beyaz kefen giydiririm. Kefen giymek istemiyorsan o tişörtünü o eciş bücüş vücuduna bir an önce geçir.”

“Bir dakika ya, ne ecüş bücüşü. Gayet kaslı, fit bir vücuda sahibim ben baksana.”

“Toprak, kefen siparişi vermek üzereyim kaşınma istersen!”

“Haklısın, aslında bahçede çok sinek var, ısırdılar beni, bak şurası kaşınıyor, bir kaşıyıver sana zahmet aşkım hadi bak çok kaşınıyor.” Demesiyle, Cemre yerden aldığı dal parçalarını onun kaslı vücuduna doğru fırlatmaya başladı.

“Ah, dur, dur, dur. Bana ayarsız diyene bak !”

“Kaşınıyorsun ya kaşıyorum ben de, daha istersen devam edeyim.”

“Yok, yok vazgeçtim. Hiç de şaka kaldırmıyorsun.” derken yeni bir darbe almamak için hemen tişörtünü fişek hızıyla giymişti.

“Oradan bakıldığında kaldıraç gibi mi görünüyorum, her dediğini kaldırayım.”

“Tamam, tamam bir şey demedim.’’ Dedikten sonra bir süre sessiz kalmış ama bu sessizliği çok sürmemişti.

“Cemre!”

“Ne var? Allah’ın cezası, yine ne var?”

“Cemre, sakinleş lütfen biraz. Biliyorum çok üzerine geldim. Ama izin ver konuşalım. Kendimi sana anlatmama yalvarırım izin ver.” Toprak, artık hiç olmadığı kadar ciddi ve sesi bir o kadar ikna edici boyutta sert çıkmıştı.

Cemre, karşısındaki bu adamın karizmatik değişimine şaşırsa da şaşkınlığını gizlemeyi yeğledi. Sonuçta adam ayarsızdı ve ne zaman ne yapacağı, ne söyleyeceği belli olmuyordu.

“Ya anlatma, bana hiç bir şey anlatma tamam mı? Yalnızca çık git hayatımdan! Nasıl geldiysen öyle çek git.”

“Bu imkânsız.”

“Ne? İmkânsız olan ne?”

“Hayatından çıkıp gidemem Cemre, gidemem. Beni şu an anlamanı beklemiyorum ama lütfen kendimi sana anlatmama izin ver. Bunun karşılığında söz veriyorum ne istersen yaparım, peşini bırakmam haricinde ne istersen artık, her şeyi yaparım.”

“Ne istersem yapacak mısın?” Diye ona bakarken Cemre pis pis sırıtmaya başlamıştı. Gözleri farklı bir hinlikle parlıyordu ve onun bu bakışını, bu gülüşünü Toprak’ın hiç sevmediği, yüzünün aldığı ifadeden çok iyi anlaşılıyordu.

Yine o sinsi bakış, korkutucu gülüş. Ne zaman bu bakış ve gülüş aynı anda ortaya çıksa Toprak’ın başına pek de hoşlanmayacağı bir iş geliyordu.

Biraz korkarak “Ne istersen.” diye konuşuyordu ama yavaş yavaş ister istemez geri adım atmaya başlamıştı bile. “Bu kızın aklından neler geçiyor böyle?” diye düşünürken, düşüncelerini onun sözleri böldü.

“Fındık toplayacaksın.” Ne, ne, ne demişti o?

“ Ben mi? Fındık mı?” Yok artık canım. Toprak ve fındık toplamak. Olur şey değildi doğrusu.

“Evet, benimle gün boyu fındık toplayacaksın. O sırada da derdin ne ise anlatırsın. Anlaştık mı?” Elini Toprak’a doğru uzatmış ciddi bir anlaşma yapar gibi gözlerinin içine doğru bakıyordu. İçinde korku, yüreğinde onun eline dokunma ihtiyacı ve isteği, gözlerinde gördüğü pırıltılar, daha fazlasını düşünmeden dayanamadı ve Cemre’nin uzanan elini tüm yumuşaklığı ile bir kuş tüyünü severcesine tuttu. “Anlaştık,” dedi. Ama nereden bilebilirdi ki bu anlaşmanın altında bin bir sinsiliğin yattığını, bu kızın kolay kolay yola gelmeyeceğini nereden bilebilirdi? Ama işte bilmesi lazımdı, karşısındaki kız normal bir kız değildi ki tepkileri de anlaşması da normal olsun, uysal, yola gelen bir kız olsun… Ama yok, yok, bu kız Toprak’ın eceli olmazsa iyiydi.

Loading...
0%