Yeni Üyelik
51.
Bölüm

51. Bölüm

@ugurluay

51.BÖLÜM(***Ceviz? Keş?***)

“Varlığı bu kadar sahiciyken, yokluğunu tekrar tatmaya dayanamazdım,

Bu kadar güçlü değilim ben…”

Toprak, bitmişti, tükenmişti artık… Gücü, dayanacak dermanı kalmamıştı artık… Burada da değildi işte, yoktu. Kuş olup uçup gitmişti, onun asla ulaşamayacağı kadar uzaklardaydı artık, yerini bilememek, belirsizliğin o kara kuyusu, en çok da bu koyuyordu ya insanın yüreğine… “Yüreğimize nazar değdi, sevgimiz içimizdeyken bedenlerimiz birbirinden fersah fersah uzaklaştı,” Diyordu yüreği…

“Neredesin inci gülüşlü hatunum, neredesin huzur yürekli meleğim?” Kendinden geçmiş bir halde, dilinden dökülenleri hesap etmeden konuşurken omzuna dokunan sıcak bir el ve tanıdık şefkat dolu bir ses “Toprak,” derken adam bir anda neye uğradığını şaşırdı. Yaşlardan ayırabildiği gözlerini açarken, elin sahibine doğru bakıyordu ki gördükleri, hayır, hayır bu gerçek olamazdı.

Gözlerini kapatıp, başını öne eğmiş, “Hayır, sen gerçek değilsin, sen yoksun, hayalsin, aklım yine bana oyun oynuyor, bu gerçek değil, ben artık aklımı yitiriyorum, bu gerçek değil, hayal, sadece bir rüya…”

Toprak, o kadar yorulmuştu ki, ne gerçek ne rüya ayrıt edemiyordu. Artık tutunduğu her bir dalın tek tek kırılmasına, tuz ile buz olup dağılmasına dayanamıyordu. Gerçek diye sarıldığı her şeyin bir hayale dönüşmesine seyirci kalacak gücü yoktu. Dizlerini karnına çekip, kapıya sırtını iyice dayayıp, bu rüyadan bir an önce uyanmak istiyordu, artık bu gerçekten de adamın canını acıtıyordu.

“Varlığı bu kadar sahiciyken yokluğunu tekrar tatmaya dayanamazdım, bu kadar güçlü değildim ben, bu kadar gücüm yoktu benim.” Diye aklı ile yüreğine söz geçirmek için kendi içinde savaş veriyordu.

***

“Hayat kısa ve sevdiğin yanındaysa eğer düşünmemek gerek bazen… Öncesini ve sonrasını düşünmeden o anı yaşamak gerek sadece…”

Toprak’ın bu hali Cemre’nin içini param parça etmişti. Bu adam onu bu kadar çok mu seviyordu? Cemre’yi gördüğü halde çektiği acıda kaybolup, varlığını bir hayal ile karıştıracak kadar aklı yerinde değildi.

Kahretsin! Cemre, kendini toparlayayım derken, Toprak’ını ne hallere düşürmüş, resmen bin parçaya bölmüştü. Onun kapının önünde dizlerini karnına çekmiş, gözlerini kapayarak, “Bu gerçek değil, bu bir rüya,” diyen sayıklamalarını yok sayıp, hemen o da dizlerinin üzerine çömelerek yanına çökmüştü. Elleri ile adamın her bir damla gözyaşına dokunarak, “Toprak, ben buradayım, bak bana, aç gözlerini,” elleri ile yüzünü okşarken onu kendine getirmeye çalışıyordu. Allah’ım ne olmuştu bu adama böyle?

Toprak, yavaş yavaş korkarak gözlerini açmış, “Sen, sen gerçek misin?” demişti.

Sesi o kadar ürkek çıkmış ve gerçek olduğunu onaylaması için yalvaran gözlerle ona bakıyordu ki… Ona sıcak bir tebessüm gönderirken, “Hem de hiç olmadığı kadar şapşal,” dediği anda yavaşça ayağa kalkmış ve Cemre’nin gerçek olup olmadığını anlamak için elleri ile yüzüne dokunuyor, adeta onu yeni baştan keşfediyordu. Görmeyen bir insanın elleri ile karşısındakini tanıması gibiydi keşfi, her dokunuşu ile yüzü biraz daha aydınlanıyordu.

“Sen, sen gerçeksin, buradasın.” Büyük bir şaşkınlık ile ona bakarken, adam gözlerini açmış hala Cemre’yi karşısında gördüğüne inanamıyordu.

“Buradayım, gel dediğin yere geldim.”

“Vazgeçme dediğim yere geldin.”

“Evet,” dediği an olanca kuvveti ile Toprak Cemre’ye sarılmıştı.

“Cemre’m, ömrüm, kadınım çok korktum. Yine hayal, yeniden rüya görüyorum sandım. Çok korktum.” Her kelimesinin ardından Cemre’nin yüzümün her yerine öpücükler konduruyor, saçlarını öpüyor, okşuyor, kokluyordu.

”Çok korktum Cemre’m, affet beni, özür dilerim, ben her şey için, yaşattığım her an için, söylediğim her kelime için ben senden özür…” O kadar derbeder, o kadar korkmuştu ki onu sakinleştirmek adına Cemre eli ile adamın dudaklarına dokunup, “Şiyytt, sakin ol ben her şeyi zaten biliyorum,” demişti.

Anlamaz gözler ile bir an durup ona bakarken Cemre’nin yaptığı tek şey hasret kaldığı adamın kokusunu içime çekerken, dudaklarını dudakları ile mühürlemek olmuştu. O kadar zaman kaybetmişlerdi ki… Hem de kocaman bir hiç uğruna… Hayat kısa ve sevdiğin yanındaysa düşünmemek gerek bazen… Öncesini ve sonrasını düşünmeden o anı yaşamak gerek sadece…

“Geçmişe değil geleceğe bak azizim, Geçmiş yaralar gelecek ise umut vaat eder, Önüne bak azizim, ardındakiler pek işine yaramaz. Ardındakilere baktığın anda tökezler ve düşersin, ardına değil önüne bak ki kaçırma hayatı… Hayat kısa, sevmek güzel, aşk en güzel…”

***

Rüya gibiydi kavuşmaları, tarif edilemezdi hasretleri, görenler bin asırdır birbirine özlem duyan bir çift görürdü aşkı görebilen gözleri ile… Yaşadıkları hayallerinden bile öteydi. Beklenmedik, zamanı gelmesine rağmen bir o kadar da zamansız gerçekleşen bir kavuşmaydı.

Cemre, sevdiği adamın vazgeçme dediği yerde, ona gideceği adımları ile daha yola girmemişti ki o gelmişti ve dikilmişti tüm gerçekliği ile karşısına… Hasretiyle, aşkıyla, yüzünde gördüğü, kalbinde hissettiği acısı, derbeder perişan hali ile karşısındaydı. Öncesini düşünmedi, sorgulamadı, neden demedi.

Cemre’nin gözleri, sevdiği adamın yüzüne kavuşma coşkusu ile ezberlediği her bir ayrıntısını tekrar ederken, yüreğinde katlanıp gelen aşkı daha bir anlamlıydı artık. Susamıştı ruhuna, şefkat dolu aşkına ve ömrünü tükettiği gülüşüne…

Âşıktı bu adama, soluğu kesilircesine, ölümü hiçe sayacak kadar âşıktı. Yıldızların altında yaşadıkları teslimiyet gecesinin bir tekrarı daha yaşanıyordu bu gece. Tarih gönüllerinin ve yıldızların şahitliğinde tekerrür ediyordu… Tek farkla, artık korkusu yoktu Cemre’nin hiçbir şeyden, sevdiği adamın varlığı ve gözlerinde gördükleri tüm korkularını, endişelerini ve şüphelerini yok etmişti. Sadece Toprak vardı ve geri kalan her şey bir bir gözünde yok oldu. Onun varlığı geri kalan her şeyi yok etti.

***

Toprak, günlerin ömründen asırlar gibi geçtiği bir dönemin ardından Cemre’sine kavuşmak, sevdiği kadına ulaşabilmek, huzur yüreklisinin onu sevdiğini, bir an olsun bile ondan vazgeçmediğini hissedebilmek… Allah’ım bu, bu nasıl muhteşem bir duyguydu böyle… Bu an öyle güzel ve ölümsüz bir andı ki, aklına öyle bir kazıdı ki her an, her dakikayı ömrüne tek tek nakış ile işledi.

Unutulmaz kavuşma, unutulmaz bir gece ile devam etmişti. Cemre’nin şu an kollarının arasında aldığı solukları sayarken, gece gözlüsünü ne kadar da çok özlediğini en derinden hissediyor ve düşünüyordu. Bir an artık ulaşamayacağını düşünmüş, onu gördüğü o ilk an bile hayal olduğunu düşünmüştü. Korkmuştu, yine uçup gideceğini düşünerek deli gibi korkmuştu.

Ama şimdi kollarının arasında olduğunu görünce, Allah’ım bu gerçekti değil mi? Onu boyun köküne başını koymuş ve derince bir soluk almıştı, Toprak’ı kendinden alıp götüren, ruhunu şahlandıran o koku, sihir gibi, her şey hayal olsa bile onun kokunun hayal olması imkânsızdı. Bu, bu gerçekti.

“Benim Cemre’m, benim kadınım,” kollarının arasında mışıl mışıl uyurken onu izliyor, kokusunu derince içine çekiyordu. Kokusunu en ücra köşelerine kadar sabırsızca hapsediyordu.

Gönlünün hırçın güzeli, nasılda uysallaşmış, nasıl da ondan beklenmeyecek bir tuhaflık ile yakınlık göstermişti adama. Toprak, sebebini bilmese de sevmişti bu yeni olgun halini, yanağından onu uyandırmayacak masumlukta bir öpücük kondurup, onu hiç bırakmayacak gibi sarılırken kolları arasında kenetlemişti. Toprak’a asır gibi geçen günlerin ardından, belki de ilk defa huzurlu ve mutlu bir uyku uyuyacaktı. Toprak, Cemre’nin kollarında olmasının rahatlığı, hissettiği sevgideki sıcaklık ve yüreğinden tattığı şefkate olan güveni ile derin bir uykuya yol alırken, ağırlaşan gözleri çoktan uykuya kendini teslim etmişti.

***

“Söz konusu kocanızın uyanmasını bekleyemeyecek kadar önemli bir haber ise…”

Cemre, aklına gelen en mantıklı şey ile gözlerini açmış, yüreğindeki heyecana aldırmadan, yüzündeki sinsi gülümsemeyi de yok ederek endişeli bir yüz ifadesi ile panikleyerek onu dürtmeye başladı.

“Toprak, kalk hadi,”

Adam onu bulabilmek adına saatlerdir yolda vakit geçirmiş, ardından da kollarında huzur ile sızıp kalmasına seyirci kalmıştı. Daha yeni uykuya geçiş yaptığını tahmin ettiği an aklına gelen hınzır fikir ile gözlerini açmış, bu haberi vermek için onun uyanmasını beklemeyeceğine karar kılmıştı.

“Ah be kocacığım, şimdi mutlu olma zamanı, biraz gülmek ikimize de iyi gelecek… Bu müjde bu haber belki de yaşadığımız tüm acıları bize unutturacak…” diye iç geçirerek planını uygulamaya başlamıştı.

“Hıh, aşkım rahat dur, huzuru tadıyorum şu an,” dediği an oturur vaziyette doğrulduğu yatakta onu kendine, kollarının arasına nazikçe çekerken, Toprak’ın kokusunu tekrar hissetmek Cemre’nin başını döndürmeye, aklındaki planın yavaşça uçuşa geçmeye başlamasına sebep olmuştu. Tam da o anda Cemre adamın kollarının arasından geriye doğru çekilip onun kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu.

“Allah’ım bu adam tek kelime ile çılgındı, çılgın aşkım benim. Ama benim pek de durmaya niyetim yoktu doğrusu.” Aklında uçuşan cin fikirlere bir de yüreğinden kopup gelenler eklenince seyir eyleyin cümbüşü…

“Toprak, kalksana ya, ben başka bir şeyi tatmak istiyorum.”

Cemre’nin söyledikleri, onu hareketlendirmiş birden kapalı olan gözleri fal taşı gibi açılıp yatakta doğrulup gözlerinin içine büyük bir istek, açlık ve arzu ile bakıyordu. Garibim ya, aklına gelen şeyi tahmin etmek çok zor olmasa da genç kız bunu aklından hemen kovalayıp, yüzünün kızarması ve içine dolan ateşi yok saymak için, şu an büyük çaba harcıyordu.

“Tamam, olur, tadalım güzelim, ben çoktan hazırım, hadi başlayalım,” dediği an tam ona doğru dudakları ile hareketlenmişti ki ellerini göğsüne dayayarak ani bir ittirme ile onun yataktan düşüşünü sağlamıştı.

Toprak’ın yer ile sert temasının sesini duyduğum an, Cemre kapalı olan gözlerini açmaya korkarken, gelecek tepkinin nasıl olacağını tahmin bile edemiyordu. Malum onun kocasının bazen kütüklükten dolayı denge ve ayarsızlık sorunu vardı.

“Ah, bu acıttı, Cemre, insan haftalardır görmediği, hasretinden ölüp bittiği kocasını yataktan mı atar ya, biraz yavaş olsan ne olur.”

Düştüğü yerden yavaş yavaş kalkmaya çalışırken, sızlanmaları ile bir yandan belini ovuyordu. Uykulu gözlerini bir eli ile ovuştururken, sersemliğini üzerinden atmaya, bir yandan da canının acısını dindirmeye çalışıyordu.

“Ben, çok ama çok özür dilerim. Sen huzuru tadarken, bebeklerimiz de kaşık sapını tatmak istediler.” İşte ilk ipucu bakalım bu uyku sersemliği, yol yorgunluğu, kavuşma sarhoşluğu ile kaçıncı ipucunda jetonu düşecekti.

“Kaşık sapı mı? Aşkım o ne ya?”

Cemre’nin tam da tahmin ettiği gibi ilk ipucu resmen fiyasko ile sonuçlandı.

“ Bir çeşit hamur işi, yöresel bir yemek, mümkünse keşli ve cevizli istiyorum?” Belki anlar diye gözlerinin içine bakarken onda hala tık yoktu.

“Heh, ne? Birde keşli cevizli?”

Toprak, Cemre’ye, ne saçmalıyorsun der gibi bakıyordu.

“Cemre, aşkım kendinde misin sen? Ne kaşığı, ne sapı, ne keşi, ne cevizi? Bildiğim yerden sorsan daha güzel olmaz mıydı?”

“Kaşık sapına aşerdiysem bu benim suçum mu?”

Of Toprak ya jetonunun köşeleri bu kadar artıp idrak yolların kapanmış olamazdı değil mi? Olabilir miydi? Of ya…

Tamam, başta bir oyundu ama bu adam da daha yeni bulup kavuştuğu karısına karşı biraz daha romantik ve kibar olamaz mıydı? Kütük ne olacak? Cemre’nin gözleri yavaş yavaş dolarken, küskün tavrı içine çoktan çöreklenmeye başlamıştı. Hüzün bulutları gözüne doluşmaya başlarken, bakışlarında kırgınlığın parlak ışıltıları akmak için hazır ola geçmişti. Bu halini gören Toprak, hemen koşar adım Cemre’sinin yanına gelip, göğsünün altında birleştirdiği ellerine öpücükler kondurup, onun ellerini avuçlarının içine hapsetmişti.

“Tamam, aşkım niye üzüldün sen iste yeter ki hemen alıp gelirim,” Ah şaşkın kocam ya bu küçük kasaba da bu saatte hem de kaşık sapını, adını bile yeni duyduğu bir yemeği nasıl bulacaktı gerçekten çok merak ediyordu.

“Toprak alınacak bir şey değil o, sen yap bana,” İşte asıl bomba geldi.

Toprak neye uğradığını şaşırmış gibi ona bakarken, kibar kocası durumu kurtarmaya çalışıyordu.

“Aşkım yaparım yapmasına da, ben yapmasını bilmiyorum ki.”

Dürüst kocacığım benin senin karın bir işe girişir de o planda eksik gedik olur mu hiç? Cemre de çareler tükenmez…

“Bak telefonda tarifi var, sen yokken bol bol yedim ben burada ama şimdi Hatice teyze uyuyor, hem ben senin yaptığın kaşık sapını aşeriyorum.”

Küçük bir çocuk gibi onun gözlerinin içine ışıl ışıl bakarken, pes eden biricik kocası ayağa kalkmış ama hala karısının söylediklerinin arasından asıl haberi algılayamamıştı.

“Tamam, hayatım ver telefonu, ben hemen hazırlıyorum, mutfak neredeydi?” dediği an telefonu alıp cevabı beklemeden odadan çıkmıştı ki…

Cemre, sesli bir şekilde saymaya başladı.

“Üç, iki, bir ve trink…”

Toprak ağzı bir karış açık, elinde telefon ile odanın kapısının içinden girerken, Cemre yatakta ayaklarını uzatmış, onun idrakini keyif çatarak izliyordu. Bu anın tek bir saniyesini daha kaçıramazdı, onun tüm tepkilerine şahit olmalıydı.

“Sen, sen az önce ne dedin?”

Toprak’ın gözleri hayret ile açılmış, Cemre’ye bakarken ondan artık hangi cevabı istediğini biliyordu.

“Peki ya ben, ben bu anın keyfini çıkarmaz mıydım?”

 

Loading...
0%