Yeni Üyelik
53.
Bölüm

53. Bölüm

@ugurluay

53.BÖLÜM(***Profiterol***)

“Ah be Toprak’ım,

Bazen düşünüyorum, acaba hangisi daha muhteşem…

Baba olan Toprak mı? Koca olan Toprak mı?”

(Bir Ay Sonra-İstanbul)

“Cemre Allah aşkına bir daha anlatsana ya, cidden bu defa gülmeyeceğim,” diye kahkaha krizine giren Mira’ya kaşlarını çatmıştı.

“Kızım sussana ya Toprak duyacak şimdi.”

Cemre, parmaklarını onun dudaklarına götürerek susması için işaret yapıyordu. Onun ise bu durum hiç mi hiç umurunda değildi. Ellerini ağzına kapatmış, kahkahalarını bastırmayı çalışırken bir yandan da gülmekten ağrıyan karnını tutuyordu.

“Of, çok güldüm ya,” onun bu tepkilerine daha fazla dayanamayıp Cemre’de gülmeye başlamıştı. Aslında o anları yaşadığı süre içinde pek gülemese de geriye dönüp baktığında ne kadar sıra dışı, tuhaf ve komik anlar yaşamışlardı.

Mudurnu’dan geleli tam bir hafta olmuştu. Hatice teyzenin Toprak’ı kapı dışarı ettiği o andan sonra garibim sokaklarda dolanırken, süt dökmüş kedi gibi dönüp dolaşıp, kuyruğunu kıstırarak kapıya dayanıyordu.

Cemre, Hatice teyzeye gerçekleri anlatmış olsa da durum hiç iç açıcı değildi. Yaşlı kadın anlatılanlar karşısında inanmanın yakınından bile geçmemişti. Gelip gidip başını sıvazlayıp, “Ah guzum kandırmış o dürzü seni, ama hiç merak etme korurum ben seni, aklını karıştırmasına izin vermem o hergelenin,” diyerek Cemre’ye sarılıyordu.

Yaşlı kadının kalbini de kırmak istemediği için onu ikna yollarını bulmaya çabalıyordu. O gün gece yarısı olmuş Toprak hala bahçede dolaşıyordu. Hatice teyze, Mahmut amcayı da dolduruşa getirmiş, ince bir tehdit ile de gözünü kokuttuğu için Toprak’ı içeriye almasına izin vermemişti. Onun girmesine izin olmadığı gibi Cemre’nin de dışarıya çıkışını adeta annesi gibi yasaklamıştı. Haline gülse mi ağlasa mı bilemedi.

O gece Toprak bahçe içinde sandalye üzerinde sabahlarken, Cemre’nin içi burkulmuştu. Ama yapacak bir gram bir şey yoktu, çünkü Hatice teyze bu konuda çok katıydı. Ertesi gün konağa gelen müşterileri fırsat bilerek Toprak içeriye sızamaya çalıştığı an ensesinden yakalanmış ve tüm konağın servis işlerinde bir garson edasında kullanılmıştı. Toprak ise Hatice teyzenin gözüne girmek için yapmadığı iş kalmamıştı. Yalakalıkta sınır tanımayan Toprak ne kadar da uğraşsa Hatice Teyzeyi yumuşatamamıştı. En son Cemre’nin gözüne çarpan ise Toprak’ın mutfakta meşhur pembe önlük ve şapkası ile bulaşık yıkadığıydı. O halleri o kadar tatlıydı ki Cemre gizliden onun fotoğraflarını çekmeyi başarmıştı. Ona her yaklaşmaya çalıştığı an Hatice Teyze’nin duvarlarına çarpıp geri püskürtülüyordu. Toprak ise Cemre’nin bu geri püskürtülme anlarına şahit olurken, üzgün bakışlar ile ona eşlik ediyordu. Günler Cemre’nin Toprak’a olan hasreti, Toprak’ın da Cemre’ye aşk ile dolu bakışları ile sürüp giderken bir gece Toprak’ın canına tak edip camıma tırmanmaya çalışması ile kanlı bir romantik komediye şahitlik etmek zorunda kalmışlardı.

Mahmut amca, duyduğu tıkırtı ile eve hırsız giriyor sanmış, tüfeğini alıp bahçeye çıktığında Cemre’nin camından içeriye girmeye çalışan Toprak’ı gecenin karanlığında tanıyamadığı için basmış tetiğe ve malum sonuç…

Toprak, hassas kaba etinden bir gramcık vuruldu. Ortalığı sarsarak ayağa kaldıran acı bir feryat yayılırken, Cemre yatağından fırlamış, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Acele ile odasından çıkıp karşısında dehşet ile ona bakan Hatice Teyze’yi gördüğünde çok korkmuştu. Hızlı alıp verdiği solukları takip eden ayakları nefesinin ritmine çoktan ayak uydurmuştu. Bahçeye çıktığında Mahmut amcanın elinde tüfek, yerde iki seksen yatan Toprak’a tuhaf tuhaf bakıyordu.

 

Toprak’ın, Cemre’nin hasretinden camlara tırmanmasının ve kaba etinden vurulmasının tek iyi yanı ise Hatice teyzenin insafa gelip Toprak’ı affetmesiydi. O günden sonra Toprak ve Hatice teyzenin arasından su sızmaz oldu. Adamda resmen şans tüyü mü desem ne desem artık o meretten vardı. O kadar iyi anlaşılıyorlardı ki, Hatice teyze bıkmadan usanmadan ona kaşık sapı yapmayı bile öğretti.

Bir gün gelip de “Hatice sultan, ben şimdi baba olacağım ya, biricik karımın canı yine kaşık sapı çekerse benim onu yapabilmem lazım. Sen bana öğretisin dimi, öğretirsin, öğretirsin, bu tazecik baba adayının boynunu bükük bırakmazsın sen,” diye Hatice teyze önce bir şüphe ile bakmış sonra da ısrarlarına dayanamayıp tamam demişti. Mutfaktaki halleri bildiğin bir stand up show gibiydi ama azmin elinden hiçbir şey kurtulmadığı gibi Toprak’ın elinden de Kaşık sapı kurtulamamıştı. O kadar iyi yapıyordu ki, o kadar ustalaşmıştı ki bazen yalnızca övgü almak için bile Cemre’nin ağzından rastgele kaşık bile çıksa “Canın mı çekti? Hemen yapıyorum,” diye ayağa fırlıyor kadının cümlesinin sonunu bile bitirmesini beklemiyordu.

“Ah be Toprak’ım, sen nasıl bir baba olacaksın öyle…”

Mudurnu’dan dönerken resmen bebeklere bir şey olacak diye kağnı gibi gelmişlerdi. En ufak bir oflama da adam deliye dönüyor, onu rahat ettirmek için ne yapacağını bilemez bir halde çılgınlar gibi ortalarda dolanıyordu. Normal bir konuşma esnasında ağzından çıkan tek bir yemek, meyve yada sebze ne olursa olsun sadece ismi ağzından çıksın yeter, gece gündüz, toplantı, iş, güç fark etmez, Cemre’nin ağzından çıkan tek bir kelime ile adamın dünyası duruyor, ateşte dönen pervaneler gibi karısının etrafında dönüyordu. Nasıl bir koca, nasıl bir babaya dönüşmüştü Cemre şaşırıyordu.

Cemre, düşünceler içinde kaybolmuşken içeriden onlara doğru gelen ses ile kendine gelmişti. Kapıdan giriş yapan Toprak’ı gördüğünde ise yüzüne kocaman bir gülümseme, gönlüne huzur, ruhuna coşku yerleşmişti.

“Hanımlar kaşık sapınız beş dakikaya hazır,” derken pembe puantiyeli mutfak önlüğü ve başındaki fiyonklu şapka ile Cemre’nin gözüne hiç bu kadar çekici gözükmemişti. Kepçeyi onlara doğru sallarken, ortalığı Mira’nın kahkahası böldü geçti.

Toprak, kaşlarını çatıp Mira’ya bakarken “Hayırdır süpürgeli baldız, açıkta bir şey mi gördün, ne gülüyorsun öyle,” diye ona öfke ile bakarken, Cemre ortamın yavaşça gerilmeye başladığını hissetmişti.

“Ben gülmeyeyim de kim gülsün Allah aşkına şu tipe bak ya,” kahkahalar artık kulakları sağır edecek cinstendi.

“Bana baksana sen.”

“Bakıyorum, bakıyorum ve resmen katılıyorum ama gülmekten, bu ne enişte?”

“Ne, ne be? Ne diyorsun sen?”

“Allah aşkına bu kılık ne ya? Elindeki kepçe ne? Aksesuar olarak mı kullanıyorsun sen bunu?”

“Ne olmuş ki yakışmamış mı?”

Üzerindeki önlüğe bakarken birden kaşlarını çatıp kepçeyi Mira’ya doğru sallarken “Hem bunları bana Hatice Sultan hediye etti. Hediyeme laf etme, doğrarım senin o çokbilmiş maydanoz dilini salataya, duydun mu beni?” diye haykırırken Mira gayet ciddi bir tavıra bürünüp, sinsi bakışlar ile Cemre’ye bakarken yandan Toprak’ı süzmeye başlamıştı. Allah’ım bu kız neler geçiriyordu aklından acaba yine?

“Her neyse enişte sen şimdi onu bunu boş ver de sana bir şey söylemem lazım.”

Toprak, karşısındaki kızın ciddiyetine çok anlam veremese de elindeki kepçe ile birlikte ellerini arkasına doğru götürmüş ukala bir tavır ile Mira’ya bakıyordu.

“Söyle bakalım ne diyeceksin süpürgeli baldız.”

Mira, Toprak’ın taktığı lakabını pek beğenmese de şu an ona takılmamak için zorlandığını Cemre onun gözlerinden anlayabiliyordu.

“Enişte sen içerideyken Cemre’nin canı profiterol istedi, ama akşam akşam seni yormak istemediği için söylemeye çekiniyor. Maazallah ya çocuklara bir şey olursa, hih…” diye bir de yalandan hiykirmedi m, bu kız resmen dayaklıktı.

Cemre, ağzı açık Mira’nın dediklerini idrak etmeye çalışırken, Toprak’ın gözlerine dolan korku ve dehşeti görebiliyordu. Garibim ya…

“Mira…” diye Cemre bağırdığı sırada, Toprak nasıl olduğunu anlamadığı bir hızda karısının ellerine yapışmış, “Tatlım neden söylemiyorsun, ben bir dediğini ikiletmezken, sen neden böyle davranıyorsun, bak çok üzülüyorum sen böyle yapınca,” diyerek yalvaran gözler ile karısını süzüyordu.

“Toprak, ben şey…” dediği an parmaklarını Cemre’nin dudaklarına bastırdı.

“Tamam, birtanem hiçbir şey söyleme, ben hemen alıp geliyorum tamam mı?”

Dudaklarına kondurduğu küçük ama tutkulu öpücük ile Cemre’nin konuşmasına fırsat bile vermeden, üzerindeki önlüğü çıkarmadan elinde kepçe ile kaş ile göz arasında çıkıp gitmişti. Çıkmadan önce Mira’ya tehdit içeren bir bakış atıp, “ Ben gelene kadar onu sakın yalnız bırakma,” diye sıkı sıkı tembih etmişti. Ardında şaşkınlık ile kala kalan Cemre ve sinsice kıkırdayan Mira’yı bırakarak çıkıp gitmişti.

Toprak’ın gözden kaybolup, arabanın çalışma sesini duyduğu an Cemre kendine gelmişti. Cemre, kaşlarını çatıp, kahkahalarına kaldığı yerden devam eden Mira’ya ölümcül bakışlarımı gönderirken “Neden yaptın böyle bir şey?” diyebilmişti.

“Fena mı? Kaşık sapının yanında eminin İstanbul’un en leziz profiterolünü de yiyeceğiz,” dediği an Cemre, yanındaki yastığı alıp Mira’nın kafasına sertçe vurmuştu.

“Ah, bu acıttı ama! Yavaş olsana kızım biraz…”

Cemre, öfkesi dizginlemeye çalışıyordu. Bu deli kızın elinden Toprak’ın baya çekeceği vardı. Bu, bu akşam itibari ile anlaşılmıştı. Ayağa kalkıp iki elini beline koymuş şu an ne yapması gerektiğini düşünüyordu.

“Ah be Toprak’ım insan bir konuşturur ya… Hemen her küçük esinti de fırtına koparıyorsun. Her şeyden hemen nem kapıyorsun ya…”

Loading...
0%