@ugurluay
|
54.BÖLÜM(***Yarım Kalan Film***) “Adım adım Aşk’a giden yolda Vasiyet kılavuzum, gözlerin ışığım oldu… Sana giden yol benim hayallerim, rüyalarım, hayatım oldu… Gittim… Gönül kapılarına huzuru tatmak için gittim… Vardım gözlerinden ruhuna uzanan huzura vardım… Tattım, gerçekliğin en güzel yüzünü görerek, hissederek tattım…” (Dört yıl sonra-Trabzon) Güneş gökyüzünde ışıldayarak etrafa cümbüş dağıtırken insanlar bu güzel havadan gayet memnundu. Cemre, Trabzon’da hasret kaldığı evin bahçesinde annesi, babası ve Ayfer annesi ile otururken keyif ile çaylarını yudumluyorlardı. Yıllar ne kadar hızlı akıp gitmişti öyle… Dönüp ardına baktığında dün gibi yaşadığı her anın aslında ne kadar uzaklara ait olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Keyif içinde sohbet ediyor, mutluluklarını paylaşıyorlardı. Yaklaşık bir hafta önce Trabzon’a tatil için gelmişlerdi. Onların minik cadıları Ecrin, Ceylin ve Ayfer annesi tam bir Trabzon aşığı olup çıkmışlardı. Trabzon dedikleri anda gözlerinde açan güllerin seyrine doyum olmuyordu doğrusu… Bahçede oyun parkında birbirleri ile oyun oynayan meleklerine bakıyordu. İkiz olacaklarını biliyordu, nereden mi? Tabi ki rüyalarından… Onlar daha Toprak’ın aşkını kabullenemediği zamanlarda, gelecekten ona bir müjde gibi rüyalarına girmişti. Cemre’ye, geleceğine, hayatına hediye edilmişlerdi. Hayatının fırsatını kaçırmaması için bir umut ışığı yakmıştı. O umut ışığında, “Sarıl vasiyete,” diyordu. Vasiyete sarıl ki hayatının aşkını kaybetme, avuçlarının arasından kayıp gitmesine, hayatından yitip gitmesine izin verme, pişman olursun diyordu… “Şükür ediyorum, o umut ışığına sarılıp bana aşkı yaşattığı için…” Şükürler dua olup, gönlünün elleri semaya açılmışken artık huzurun en saf, el değmemiş hallerini yaşıyordu. *** Babam masanın üzerindeki kitabı göstererek, “Eeee kitabını ne zaman kutluyoruz.” Cemre, yüzünde oluşan kızarmalara engel olamamıştı. Masanın üzerinde duran kitabı eline almış, üzerindeki fotoğrafı incelerken içi bir tuhaf olmuştu. Hamilelik döneminde yaşadığı duygusallık ile yaşadıkları hiç bir anın kaybolmaması, çocuklarının büyüdüğünde aşklarına tanıklık ederek onlara bizden, aşklarından, bir hatıra kalması için yazdığı kitap, onların aşkının hikâyesiydi… Yaldızlı harfler ile yazılmış kabarık isme dokunduğunda gülümseme isteğine engel olamamıştı. “AŞK’A CAN VEREN VASİYET, bundan başka bir isim yakışmazdı herhalde bizim aşkımıza… Aşkın vasiyet ile imtihanı… Bir vasiyetin adım adım aşkta can bulması bu olsa gerek…” diye iç geçirmişti yüzünde oluşan tebessüme yerleştirmişti tüm anılarını. “Toprak, gelsin yaparız kutlamamızı baba,” derken içinde onun yokluğunun acısı yeniden baş göstermiş ve yine canı sıkılmış, yüzü asılmıştı. Daha gelmesine bir hafta vardı ve Cemre şimdiden onu deliler gibi özlemişti. Kokusunu, bakışını, dokunuşunu… “Allah’ım özlem dediğin şey insanı bu kadar yakar kavurur muydu?” Telefonda çalan melodiyi duyduğunda kitabı heyecan ile masaya bırakıp telefonda gördüğü isim ile içindeki coşku ve heyecana engel olmamıştı. Bir telefonda bile insan bu kadar heyecanlanır mıydı? Zaman geçtikçe katlanarak büyüyen bir aşka sahip olmak, bu duygu ve hislerden asla bıkmayacağına adım gibi emindi. Yanındaki ailesini gülümseyen bakışlarını gördüğünde kızarıp bozarsa da telefonu açmadan, “Ben, şey, içeride bir şey unutmuştum da hemen alıp geliyorum,” dediği an utancın bin tonunu yüreğinde, rengini yüzünde hissederek yürüme yetisini kaybetmiş gibi tuhaf adımlar ile bahçeden içeriye doğru geçmişti. Babam, “Damada selam söyle,” derken arkasından gelen gülüşmeleri şu an için es geçmişti. İçeriye geçtiği an derin bir nefes alıp sesini sakin tona çekip kendini konuşmaya hazırlamıştı. “Alo, hayatım.” “Bakıyorum da kocanı ihmal etmeye başladın.” “Hayatım hiç öyle şey olur mu?” “Oluyormuş, baksana bir mesaj dahi atmıyorsun. İstanbul’da yokluğunuz ile kasıp kavruluyorum ama hiç beni düşünmüyorsunuz.” “Ya ama öyle deme bak cidden kendimi kötü hissediyorum.” “Tamam, tamam bükme hemen boynunu öyle kıyamam ben sana hırçın güvercinim.” “Toprak, çok özledim ben seni, ne zaman geleceksin resmen yıl oldu biz geleli.” “Hayatım ben de onun için aradım işler uzadı bir hafta daha geç geleceğim, onu haber vermek için aradım ben seni,” duydukları, ya hayır ama ya, bu fazladan bir hafta toplamda iki hafta, Toprak’tan uzak kalacağı koskocaman iki hafta demekti. “Ya ama neden?” Sesi o kadar isyankâr ve üzgün çıkmıştı ki dokunsa ağlamak üzere olduğu kirpiklerine dizilen parlak taneciklerden belli oluyordu. Yüreğime özlemi tesbih gibi dizilmiş ve gönlü her çekişinde sabır diliyordu Rabbinden… “Cemre’m, gözümün nuru, yapma böyle iş anlaşmasında küçük bir pürüz çıktı ve bunu halletmeden yerimden kıpırdayamam sende beni anla, gelip hemen geri dönmek istemiyorum.” “Of,” diye içli çekişi ile önündeki koltuğa çöküp gözünü dertlice halının desenlerine dikmişti. “Gece gözlüm yapma hasretinden burada kuduruyorum zaten, kıyamıyorum sana yapma bunu bana ne olur.” “Tamam, canım bakma sen bana, ben öyle bir an kötü oldum. Bir haftanın nasıl geçeceğini düşünürken iki hafta devasa büyüklükte aşılamayacak bir zaman dilimi gözüktü bir an gözüme, iyiyim ben gerçekten sen işlerini hallet, kafan rahat gelsin buraya, tamam mı?” “Emin misin?” “Toprak, tamam iyiyim diyorum, hadi ama sen şimdi işlerine dön bende annemlerin yanına geçeyim bana sesleniyorlar.” Palavra, kimsenin çağırdığı falan yoktu, oturup içi çıkana kadar ağlamak istiyordu, onunla konuşmaya devam ederse telefonda ağlayacaktı ve bu Toprak’ı oralarda çok üzecekti, bir an önce kapatmalıydı telefonu. “Ama Cemre…” “Hayatım, cidden içeriye geçmem lazım sesleniyorlar, öpüyorum seni…” diyerek cevap bile beklemeden telefonu adamın suratına kapatmıştı. Ellerini gözlerine götürüp akan yaşları silmeye çalışırken onun hasreti içine iyice çöreklenerek keyif çatarak yerleşmişti. Toprak gözyaşlarına engel olamazken duyduğu ses, “Çok kötü bir yalancısın,” diye yükselirken gülen gözler ile ona bakıyordu… “Benim için yarım kalan bir filmin tamamlanması gibisin…” Toprak, “Çok kötü bir yalancısın,” diyerek ona olan hasretini içime çeke çeke, ruhuna işleye işleye bakıyordu gözlerinin en derin karasına… “Ah be güzelim, nasıl da bakıyorsun sen öyle bana…” Başını yerden kaldırdığında, gülen gözler ile şefkatinin kadifemsi hissi ile varlığının tüm sıcaklığını hissettirmeye çalışıyordu. Cemre, Toprak’ı gördüğünde hayal mi gerçek mi olduğunu tam ayırt edememiş gibi gözlerini açıp kapatıyor, bir yandan da ovuşturuyordu. “Sen…” Ağzından çıkan tek kelimeyi de etkisini yaymak için uzatarak söylemişti. “Evet Ben…” diye ona uyum sağlarken, Toprak çapkın gülüşüne ukala tavrını da eklemişti. “Ama nasıl, nasıl olur? Daha az önce, telefonda …” diye anlamsız kelimeler dizisini arka arkaya getirirken, Toprak üzüm üzüme baka baka kararır atasözünün gerçekliğini şimdi daha iyi anlıyordu. “Benim karım, Cemre’m,” diye iç geçirirdi. Cemre, Toprak’a baka baka artık o da köşeleri ile ünlenen bir jeton koleksiyoncu olmuştu… Jetonun düştüğünü ise çıkan sesten değil kaşlarını çatmasından anlamıştı. Hemen bunu bertaraf etmesi lazımdı yoksa cidden bu kız onu mahvederdi. Cemre, anne de olsa yıllar geçse de hırçınlığı hala aynıydı… En azından Toprak’a karşı… Ve Toprak bundan şikâyetçi miydi? Asla… O Toprak’ın Cemre’si, o Toprak’ın gece gözlü hırçın güverciniydi… Varlığı ile hayat bulduğu, ezelden ebede istediği tek gerçeğiydi. Toprak, kollarını iki yana açtığı an, yüzüne muzipçe bir gülümseme yerleştirmiş ve nasıl olduğunu anlamadığı bir hızda Cemre adamın kucağına doğru uçarak konan bir güvercinin şimdi yanaklarına kondurduğu minik öpücükler ile resmen ihya oluyordu. “Sen çok kötüsün hain adam, ne kadar üzüldüm biliyor musun?” dediğinde hala burnunu çekiyordu. “Ama güzelim şak diye telefonu kapatıyorsun, şaka bile yapamıyorum ki sana ben,” derken yavaşça onu kucağından indirmişti. Cemre, adamın elindeki kırmızı gülleri gördüğünde gözlerinden akmayı bırakan gözyaşları tekrar akmak için hazır ola geçmiş daha da dayanamayarak yanaklarından aşağı süzülmeye başlamıştı. “Ah be güzelim mutlu etmek adına yaptığım her şey seni ağlatacaksa işimiz var yani…” Hemen onu kollarının arasına almış sakinleştirmeye çalışıyordu. “Şimdi ne oldu birtanem, bak Umut’un tüm homurdanmalarına rağmen işleri ona yıkıp erkenden geldim, sürpriz yapayım dedim, gerçi elimde patladı ya neyse,” dediği an göğsüne yediği ani bir tepki ve canının acısı ile “Ah,” demişti. Bu kızın eli de amma ağırdı yahu… Kollarının arasından sıyrılıp “Ben annemlere haber vereyim seni gördüklerine çok sevinecekler,” dediği an Toprak onu kolundan tutup kendine doğru çekmişti. “Onlar biliyor,” Cemre, kaşlarını çatıp anlamaz gözler ile adama bakıyordu. “Nasıl biliyorlar, anlamadım?” “Geleceğimi çok önceden biliyorlardı güzelim.” “Toprak, hep birlik oldunuz bana oyun mu oynadınız, siz çok fenasınız,” dediği an moraracağını bildiği bir darbe daha savurdu adamın göğsüne doğru… “Kızım daha ilk günden morarttın her yerimi, gören de başka bir şey sanacak,” derken Toprak söylediklerinin altında yatan ima ile arsızca göz kırpmıştı. Toprak,ne ima ettiğini anlayan güzel hatununun kızarmaya başladığını gördüğünde istediğini almanın hazzı ile içi çoktan coşmaya başlamıştı. “Toprak…” diye inleyen Cemre’nin sesini kesmesi için ise dudaklarına olan hasretini dindirme adına kondurduğu kısa ama tutkulu öpücük ile onu sersemletmiş adeta başını döndürüp, her şeyi unutturmuştu. Ayrılmak istemediğim, deli gibi özlediği dudaklarından dudaklarını ayırmak zor olsa da nefes nefese kalmış bir halde alnını alnına dayamış ikisi de gözlerini açtığında olacaklardan korkuyordu. Cemre’nin gülmesi ile adam kendine gelmiş ve nefeslerini düzene sokmaya çalışırken şimdi sevdiği kadının gülen gözlerine bakıyordu. “Ne oldu meleğim? Neden gülüyorsun?” diye meraktan ve biraz da aklının dağılıp gitmesi için ona odaklanmaya çalışırken o gözleri ile çok değişik bir şekilde Toprak’a bakıyordu. “Benim için yarım kalmış bir filmsin biliyor musun?” “Ne? Nasıl?” Onun güzel karısı neden bahsediyordu yine acaba? “Ama şimdi tamamlandın,” derken Toprak hala Cemre’nin ne demek istediğini anlayamadı. “Ben bu anı yıllar önce rüyalarımda gördüm ve sen beni öpemeden uyanmıştım. Şimdi ise yarım kalan film tamamlandı.” “Yani filmimiz mutlu son ile mi bitti?” derken kaşlarını soran bir tavırla havaya doğru kaldırmıştı. “Filmimiz mutlu ve huzurlu bir son ile bitti?” “Bitti mi gerçekten?” Bizim hikâyemiz bitemezdi asla… “Hiç sanmıyorum,” dediği an Cemre, Toprak’ın dudaklarına öyle bir açlık ile sarıldı ki aklı, mantığı her şey birbirine girerken, hayatın ne kadar da güzel olduğunu düşünüyordu… “Hayat gece gözlüm ile bir başka güzel, daha bir yaşanılası…” diye iç geçirirken sevdiği kadının ruhunu tadıyordu. Onlar mutluluğun zirvelerine doğru tırmanırken dışarıda konuşulanlardan bi haberdiler… (***Final***) “Hasan Bey, merak ettiğim bir şey var aslında,” diye çekinerek konuşan Ayfer Hanım’a, Hasan Bey içten bir gülümseme göndererek aslında ne soracağını içten içe biliyordu. “Buyurun Ayfer Hanım,” sorduğu sorunun cevabı yaşlı adamda zaten hazırdı ama onun içinden geldiği gibi rahat konuşmasına fırsat vermek istedi. “Toprak’ın elinde bir vasiyet ile kapınıza gelmesi ve sizin buna izin vermeniz, üstüne bir de oyunlar çevirerek onların evlenmesini sağlamak, ben öğrendiğimde çok şaşırmıştım.” Söyledikleri adamın kahkahalar içinde gülmesini sağlarken, karşısındaki şaşkınlık ile ona bakan kadınlara hala vasiyette ne yazdığını söylemediğini hatırlamıştı. Belki de artık zamanı gelmişti… iki torun ve mutlu bir evliliğe sahip olan çocuklarının, huzurlu ve aşk ile dolup taşan yuvaya sahip olmalarını sağlayan asıl vasiyeti açıklamanın zamanı gelmişti. Gözleri uzaklara dalarken, Toprak’ın vasiyeti getirip eline verdiği o ilk an yaşlı adamın gözünde canlandı… Hasan Bey, geçmişe dalıp o anları tekrar yaşarken, kandan öte can kardeşinin sesi yazdıkları ile can buluyor adeta kulaklarında çınlıyordu… “Ah be Hulusi, sen haklıydın ve her zaman olduğu gibi güvenimi boşa çıkarmadın… Eminim ki oralardan bizi izliyor ve keyif çatıyorsundur…”
Hulusi Bey’in Hasan Bey’e Vasiyeti Hasan, dostum, kandan öte can kardeşim… Bu mektubu okuyorsan ben çoktan tahtalıköyü mekân eylemişimdir. Tamam, kızma hemen kardeşim, sana bu mektubu getiren kişi benim oğlum. Toprak’ımı toprağına gönderiyorum, en değerli varlığımı sana emanet ediyorum. Ve bunu yapmayı hayattayken yapmak istesem de Azrail’in buna pek de müsaade edeceğini sanmıyorum. Kardeşim en değerli varlığım oğluma, Allah’ın emri peygamberin kavli ile en değerli varlığın gözünün nuru kızını istiyorum. Bu isteğim sana çok saçma gelebilir belki ama emin ol onlar birbirinden habersiz deli divane birbirlerini arayan iki yürek… Nasıl bileceksin diyeceksin ama biliyorum. Varlıklarından bile habersiz iki gencin gerçekten hayatlarında olmasını istedikleri insanları bana tarif ederken gözleri ışıl ışıl yüzlerinde kocaman bir gülümseme oluşmuş bir halde bana birbirlerini tarif ettiler. Benim pamuk yürekli kızım Cemre’min hayallerinde canlandırmaya çalıştığı adam Toprak’tı. Toprak’ım yalan sevdalarda yol alırken sahip olduğu ilişki içinde bahsettiği kişi Cemre’den başkası değildi. Yaşadığı yalanlar gözünü o kadar kör etmişti ki gerçeklere kör yüreğinin sesini dinlerken, yaşadığı yalan içinde hayalini kurduğu tek hayat Cemre ile olan hayattı. Ama ne çare ikisi de birbirinden binlerce kilometre uzaklarda birbirlerinden bi haber yaşıyorlardı. Kardeşim, benim ömrüm onların yollarını çakıştırmaya, hayatlarını birleştirmeleri için atacakları adımlarda yanlarında olamaya yetmeyecek. Belki bu istediğim senin için, bir kız babasına fazla gelebilir ama bana güven… O iki deli yürek birbirini arıyor, onlara yardımcı ol ve onları birleştirmek için her yolu dene… Ne olursa olsun dene… Emin ol bu bizim en değerli varlıklarımızın hayatlarının aşkını bulması ve bir ömür mutluluğu yakalamaları için son fırsatları… Ben yokum belki ama sana güveniyorum. Onların mutluluğu ve huzuru benim yerimde huzur içinde kalmamı sağlayacak… Güven bana ve hakkını helal et kandan öte can kardeşim… Kardeşin Hulusi… “Birbirinden habersiz iki deli yürek… Bir vasiyet ile birleşen yollar… Bir aşk… Rüya… İnat… Kıskançlık… Ayrılık… Kavuşma… Bebek… Müjde… Yarım kalan bir filmin tamamlanması… Aşk her zaman Aşk…”
“Her daim aşkı soluyup, tatmanız dileği ile… Aşk ile yaşayın Aşk ile kalın…”
SON |
0% |