@ugurluay
|
6.BÖLÜM(***CANI SAĞOLSUN***) “Kaybolmuşluğumun gölgesinde, Düştüğüm girdaptan, geçmişin tüm lekelerinden, Beni kurtaran tek şey, sana hissettiğim masum aşk hırçın sevgilim. Aşkımın karşılığı hırçınlık olsa da, canın sağ olsun Birtanem…” “Ah! Kahretsin, börtü böcek tarafından ısırılmadık yerim, sömürülmedik kanım kalmadı.” Toprak, adına yakışmayan tepkiler veriyordu belki ama ne yapabilirdi ki? An itibari ile mahvolmuştu. Gün boyu ne Ah’ ları bitmişti ne de Of’ları tükenmişti. Saatlerdir bitmek tükenmek bilmeyen fındıkları topluyordu. Cemre ise kendini işine o kadar kaptırmıştı ki, bırak onu dinlemeyi sanki Toprak orada yokmuş, varlığından bile haberdar değilmiş gibi davranıyordu. Her ağzını açmaya kalktığında, bir bahane bulup ortadan kayboluyor, adeta yok olarak sırra kadem basıyordu. Toprak ise ağzı şaşkınlıktan açık kalmış ayran budalası gibi etrafa bakınırken bertaraf etmeyi başaramadığı bir şekilde ortada armut gibi kalakalıyordu. Deli kız yine ortalarda gözükmüyordu. Genç adam bir yandan börtü böcekle cebelleşiyor, diğer yandan toplamayı başaramadığı fındıkları dallarından koparmak için büyük bir mücadele veriyordu. Ne kadar zor olabilir? diye aklından geçirdiği bu işin, bu kadar zor olacağını tahmin dahi edememişti. “Hay ben o an tamam diyen aklıma da, dilimden tek tek dökülen kelimelere de… Tövbe tövbe! Bu hırçın dağ kızının inadını kırıp ondan vazgeçmeyeceğimi göstermeye kararlıyım. Sonucunda ne olursa olsun, Cemre için, asla vazgeçmeyeceğim ve onu mutlaka ikna edeceğim.” Her ne kadar vazgeçmeyeceğim dese de içten içe de homurdanmasına da engel olamıyordu, hatta iç sesinin ona her zaman ihanet ettiğini bile bile kendini kontrol edemeden konuşmaya devam ediyordu. “İşim gücüm yok gibi yaptığım şu işe bak, resmen dağ başında fındık topluyorum! Ben ki koskoca Hulusi Bey’in oğlu Toprak, gelmişim burada fındık topluyorum. Allah’ım ne hallere düştüm ben böyle, remen evdeki hesabım çarşıya değil Trabzon’a uymadı.” diye içli içli homurdanırken, arkadan gelen tatlı efsunlu bir ses ile hazırlıksız yakalandığı için ürkek bir tavşan misali boş bulunarak olduğu yerde zıplamasına sebep oldu. Onun bu halini gören Cemre ise gülmekten kendini alamadı. “Ne hallere düştünüz Toprak Bey?” diyen kişi Cemre’den başkası değildi. Deli kızın ne ara gelip ne ara gittiği belli olmuyordu ki çocuk ne yapsın? “Tövbe Bismillah!” diye konuşurken bir yandan da başparmağı ile damağını yukarıya doğru kaldırıyordu. “Bu kadar korkacağını bilsem emin ol daha önceden gelirdim.” Bas bas kahkaha atan Cemre o kadar gülmüştü ki gülmekten gözlerinden artık yaşlar gelmişti. “Kim? Ben mi? Hiç de bile, korkmadım. Heh sen de çok komiksin yani, ben ve korkmak, bu iki kelimenin yan yana geldiği bu zaman kadar görülmemiş şey doğrusu.” Gözlerini devirerek umarsız konuşmaya çalışsa da pek başarılı olduğu söylenemezdi. Yememişti kız nihayetinde. “Hımm, madem korkmadın, sıkıntı yok o zaman.” diye konuşan Cemre arkasını dönmüş tam gidiyordu ki, “Dur!” diyen sesle adeta yerinde taş kesilmişti. Birden korktuğunun başına geldiğini düşünmüş, bir an derin bir nefes alıp hiçbir şey olmamış ve beklediği konuşmadan habersiz gibi yüzüne yapmacık alaylı bir gülüş takarak hafiften silkelenerek Toprak’a doğru döndü. “Hayırdır ne oldu Toprak Bey, pes mi ediyorsun yoksa? Haklısın, aslında istersen hemen gidebilirsin. Bak….” dediğinde, Toprak Cemre’nin daha fazla konuşmasına izin vermeden seri bir şekilde yanına yaklaşıp kaçmaması için kolundan hafifçe tutarak kendine doğru çekti. Cemre daha ne olduğunu anlamadan, dokunuşuyla içinde bir şeylerin yerle bir olduğunu, direncinin kırılmaya başladığını hissediyordu ve bundan hiç ama hiç hoşlanmamıştı. Bir yabancının küçük bir dokunuşu, ona böyle şeyler hissettirerek onu bu kadar zorlamış olması, kaşlarının çatılmasına sebep olurken bir de Toprak’ın, “Cemre’ m,”diyen o sesini duymak, onu daha içinden çıkılmaz bir hale sokmuştu. Ne kadar adamın tesiri altında olsa da kendini etkilenmemiş gibi yapmaya zorlasa da, kekelemesine engel olamamıştı. “Ba- bana Ce-Cemre’m deme Toprak.” zar zor da olsa ağzından çıkan bu cümleye şükreder hale gelmişti. “Tamam tamam dediğin gibi olsun. Uzatacak ne gücüm ne de dermanım kalmadı. Bak akşam oluyor. Beni ne zaman dinleyeceksin ya da dinlemeye ne zaman karar vereceksin? Sabır ve tahammülümün son sınırlarında dolaşıyorum haberin olsun.” Sesindeki sinir ve öfkeyi ne kadar gizlemeye çalışsa da bunda pek başarılı değildi. Tamam, tüm bahçedeki fındıkları günlerce onun için toplardı, bu kız için yapamayacağı hiçbir şey yoktu ama Toprak yokmuş gibi davranılmasına tahammül edemiyordu. Hayallerinde düşündüğü bu değildi. O fındık toplarken ona derdini anlatacak, onu ikna edecekti. Ama bu kız iki dakika yanında durmamış, üstüne üstlük her ağzını açtığında bir yolunu bulup konuşmayı bertaraf ederek, ne olduğunu bile anlayamadan ortadan kaybolmuştu. Peşinden de gidemiyordu bahçe o kadar büyüktü ki bir defa peşinden gitmeyi denemiş, hem onu bulamamış hem de kocaman bahçede kaybolmuştu. El mahkûm saatlerdir onu beklemişti ama artık sabrın da bir sonu vardı ve sonunda o sabrıda tükenmişti. “Bak Toprak, önce fındık toplayacaksın, yaptığımız anlaşmayı unutma.” “Anlaşmayı ben unutmadım ama senin bu anlaşmayı yanlış anladığını düşünüyorum.” “Pardon! Ne demeye çalışıyorsun sen?” Ne dediğini anlamak için gözlerini hayretle açmış ve o anda hala genç adamın kolları arasında olduğunu yeni fark etmişti. Bir hışımla onu sertçe geriye doğru ittirerek bedenini Toprak’ın esaretinden bedenine kurtarıp gözlerinin en derinine baktı. Az önce aldığı tepkiyi görmezden gelip, umarsız bir şekilde konuşmaya devam etti. “ Duydun işte beni, anlaşmamıza uymuyorsun. Beni küçük bir çocuk gibi oyalayarak aklınca dalga geçiyorsun.” “Ben seninle dalga falan geçmiyorum ağzından çıkanı kulağın duysun. Ben sana fındık toplarken derdini anlatırsın dedim. Ama sana burada kazık gibi dikilip senin her ağzından çıkanı dinleyeceğim demedim.” “Nasıl yani? Ne demeye çalışıyorsun sen?” “Bak Toprak, ben sana imkân verdim. Bu imkânı kullanmak da ziyan etmek de senin elinde.” “Benim jetonumun köşeleri arttı biliyor musun? Daha açıklayıcı bir şekilde konuşursan sevinirim.” “Bu benim sorunum değil istediğin gibi anladığına yorumla.” diye omuzlarını umarsızca silkmişti. “Cemre gerçekten çok zorluyorsun beni. Biraz ılımlı orta yol bulma yönünde hareket etsen canın mı çıkar?” Yine sinirlenmeye başlamış ve öfkesini kontrol etmek de zorlanıyordu. Bu kız adamı deli edip çileden çıkarıyordu. “Aaa ne tesadüf, şu son iki gündür etrafımda fütursuzca beni de zorlayan bir hödük var. Tanırsın belki, adının baş harfi Toprak!” “Cemre!” “Tamam, tamam bir şey demedik, atarlanma hemen. Seni zorlamıyorum hatta zorla da tutmuyorum burada, istersen gidebilirsin bak yol orada, arabana kadar gitmen için yardımcı bile olabilirim. Görüyorsun ne kadar misafirperver biriyim.” Cemre dört köşe olmuş Toprak’ın pes ettiğimi düşünerek büyük bir keyifle sırıtmasına engel olamamıştı. “Cemre bunu asla yapmayacağımı biliyorsun.” Dediğinde, Cemre’nin suratında oluşmaya başlamış olan sırıtışı duraksamış, Toprak’ın sözleriyle yüzünde donup kalmasına sebep olmuştu. Cemre’nin yüzünde savaşta bozguna uğramış bir savaşçının yüz ifadesi vardı. Cemre, üzerinde oluşmuş hayal kırıklığını üzerinden atarak kaşlarını çatmış sesi de hafif yükselmeye başlayarak konuşmasını sürdürmüştü. ”Bilmiyorum, çünkü ben seni tanımıyorum.” Diyerek kollarını göğüs altında birleştirip küskün bir eda ile çocuk gibi sırtını dönmüştü. “İzin ver o zaman.” Bir adım yaklaşıp arkası dönük olan genç kızın omuzlarından tutmuştu. Onun dokunuşuyla kendinde oluşmaya başlayan hislere kızsa da içinde ılık ılık akan şeylere engel olamıyordu. İşin tuhafı bu giderek hoşuna gitmeye bile başlamıştı. Kendini duygularının esaretinden kurtarıp, aklının yoluna gitmeye karar veren Cemre, onun dokunuşlarından kurtulmak için omuzlarını silkeleyip ona doğru döndü. Gözlerini de belirli bir hırçınlıkla açıp konuşmaya başladı. “Toprak, neye nasıl izin vermemi istiyorsun? Hiç tanımadığım bir adamın yaptığı tüm çılgınlıklara rağmen hiçbir şey olamamış gibi seni dinlememi mi? Beni cümle âleme rezil rüsva etmişken olanları yok sayıp karşısına geçip derdini dinlememi mi istiyorsun? Kusura bakma ama sen benden çok şey istiyorsun. Seni öldürmediğime şükretmek yerine şu umarsız tavrına ve konuşmalarına, cahil cesareti diyorum, başka da bir şey demiyorum.” “Ama söz verdin Cemre.” Duydukları ile yerle bir olup enkaz haline gelmiş olsa da son bir çırpınış yaparak elindeki son dala da sıkı sıkıya tutundu. Başka çaresi yoktu. Hasan Beyden duyduğu doğruysa eğer, Cemre söz vermişse karşısındaki düşmanı bile olsa, verdiği sözü her şeye ve herkese rağmen tutardı. “Tamam, söz verdim. Ama anlaşmayı netleştirmek için son bir madde son bir şart ekliyoruz.” “Nasıl yani? Yeni bir anlaşma mı? Ben bunu pek sevmedim.” “İster sev ister sevme, konuşmak istiyorsan bu şartı da kabul etmek zorundasın.” “Tamam tamam ne istiyorsan kabul ediyorum, daha ne yapabilirsin beni daha ne kadar zorlayabilirsin ki?” Daha ne yapabilirdi ki. Her şartı genç adam için kabuldü. Toprak onun gönlüne sürgündü, güzergâhının ne önemi vardı ki? “Tamam, şöyle yapıyoruz o zaman,” diyerek Toprak’ın zar zor topladığı kovanın dibindeki azıcık fındık olan kovayı alıp hemen yanındaki çuvala boşalttı. “Bu kovayı bir daha ki gelişime doldurmuş olursan, bak azıcık demiyorum kovayı ağzına kadar doldurabilirsen seni dinlerim.” Toprak, bir kovaya, bir kendine bir de Cemre’ye hayret dolu gözlerle bakıyordu. Bu kız ne saçmalıyordu böyle? “Bu, bu çok acımasız oldu ama.” Duyduğuyla öyle bir şok oldu ki daha fazla konuşamamıştı. Bu onun hiç beklemediği bir şeydi ve daha duymadan kabul edip itiraz hakkını kendi kendine ortadan kaldırmıştı. “Yok, gayet de insancıl bir davranış gösteriyorum. Senin yaptıklarına, söylediklerine karşılık sana insan gibi davranıyorum. Beni tebrik etmen lazım aslında, bir dağ öküzüne insan gibi davranıp onunla karşılıklı anlaşma yapıyorum.” “Cemre!” dedi isyanı inlercesine çıkmıştı dilinden. “Tamam kızma hemen hödükcüğüm, gerçekler acıdır ne yaparsın. Şaka bir yana bak Toprak, şu bahçedeki insanlar günlerce burada bu sıcağın altında çalışıyorlar.” “Ama bu onların işi.” “Artık bu senin de işin, en azından benimle konuşma biletin de diyebiliriz.” “Benden imkânsızı istediğinin farkında mısın?” “Hayatta hiçbir şey imkânsız değildir tatlım. Şu an burada bir vasiyet için, varlığından bile habersiz olduğun bir şehirde olan senin daha iyi anlaman gerekiyor aslında. Neyse iş zamanı, al bakalım şu kovayı, bana kendini ne kadar anlatmak istiyorsan o kadar hızlı toplamalısın, zira yirmi dakika sonra geri döneceğim.” “Ne? Yirmi dakika mı?” Dehşetle gözlerini açmıştı. Toprak bu beceriksizlikle nasıl toplayacağını kara kara düşünmeye başlamış, derin bir of çekerek iç geçirmişti. “Evet, süren başladı.” “Cemre saatlerdir yarım kova bile dolduramadım ben, sen benden bütün kovayı doldurmamı istiyorsun.” “Biliyorum, bu da senin benimle konuşmayı ne kadar istediğini gösterecek.” “Ama…” “Aması maması yok Toprak bey, süren işliyor ve eğer geldiğimde bu kova dolmuş olmazsa ne seni dinlerim ne de seninle aynı ortamda bulunurum. Seni buradan da, zorla girdiğin hayatımdan da gözünü yaşına bakmam postalarım.” “Ama…” “Aaa hadi bakalım koca bebek, biraz hareketlen de hünerlerini görelim. Hee bu arada, yanındaki çuvalı alması için birini gönderiyorum. Hani sana güvenmediğimden değil, sakın yanlış anlama hödükçüğüm, şeytan bu ara senin etrafında sık dolaşıyor ve fazla mesai yapıyor, maazallah şeytana uymanı istemem.” Diyen Cemre’nin sesi genç adamın beyninde yankılanırken, yapmayı planladığı bir şeyi bir daha kaybettiğini görünce istemsizce homurdanmaya çoktan başlamıştı. Genç kız ise bunu duyarak kıkırdamasına engel olamadan oradan uzaklaşmıştı. *** (Yirmi dakika sonra) Cemre, ellerini göğsünün altında birleştirmiş, kaşları çatık bir şekilde sağ ayağını bir adım öne çıkararak sinirli sinirli aşağı yukarı hareket ettirirken Toprak’a,” Bu nasıl olur ?” bakışı atıyordu. “Eeee dinleyecek misin artık beni?” Dişlerinin otuz ikisini birden sergilerken içindeki çağlayan coşkuya engel olamıyordu. Utanmasa kazandım diye zafer nidaları atarak bahçede dört dönecekti ama şu an cidden bu kadarıyla yetinmek zorundaydı. Malum onun güvercini yine hırçınlaşmıştı. “Toprak, sen bunu nasıl yaptın?” “Aşkın gücü diyelim hayatım.” “Bana hayatım deme!” “Tamam, hemen kızma. Bak Cemre seninle bir anlaşma yaptık. Ben yaptığımız anlaşmaya uydum ve bu koskocaman kovayı doldurdum. Hatta bak hızımı alamadım bir kova daha doldurdum. Buda beni iki kat daha fazla dinleyeceğin anlamına geliyor.” “Kahrolası adam, sen bunu, bu kadar fındığı, bu kısa sürede nasıl topladın?” “Senin için müstakbel nişanlım, topladım, ben topladım hepsini, senin için.” “Bana nişanlım deme! Ya aklım almıyor ya bu nasıl olur? Sen saatlerdir yarım kovayı bırak kovanın çeyreğini bile dolduramadın. Şimdi ise yirmi dakika da iki kova ile karşıma çıkıyorsun. Buna inanmamı beklemiyorsun herhalde.” “İnan Cemre’m, inan birtanem, seninle ne kadar konuşmak istediğimi anla artık.” “Ne olduğunu bilmiyorum ama kesin bir şeyler döndürdün. Kanıtlayamam ama eminim.” “Eeeee nereye gidiyoruz.” “Toprak, bana doğruyu söyle, bu işin altında başka bir şey var. Bir numara çevirdin ve ben ne olduğunu anlayamadım. Doğruyu söyle ne yaptın?” “Cemre doğruyu söylüyorum neden bana inanmıyorsun?” derken sağ elinin orta parmağı ve işaret parmağı ile onun görmediği bir anda elini sırtına götürerek kelebek işareti yaptı. “Bak Cemre doğruyu söylüyorum, numara falan yok.” yani en azından küçük pembe bir yalanın zararı olmazdı değil mi? Hem pembe güzeldir, tozpembe iyidir iyi. Tamam, ilk on dakika da uğraşmıştı ama olmadı işte ne yapsın, o kadar kısa sürede tek başına toplamayı beceremedi. Canını mı verseydi, olmadı işte… Ne yapsın o da, diğer tarafta çalışan haline acımış teyzeden birazcık, azıcık yardım almış olabilirdi. “Çok değil canım, iki kovacık sadece,” diye iç geçirirken Cemre’nin arkasında bulunan yardımsever teyzesi, onun görmediği taraftan kıs kıs gülse de sonuçta sevenleri kavuşturmanın hazzını yaşadığı, yüzüyle birlikte gülen gözlerinden anlaşılıyordu. İyiliksever, yardımsever teyze, Toprak’ın küçük, ufak yalanına ortak olmuştu. Yoksa bu deli kız ile nasıl başa çıkardı bilmiyordu. “Sen büyük, kocaman, hem de koskocaman bir baş belasısın!” “Sen de benim gönlümün prensesi, başımın tacısın.” “Iıııh! Seni öldürmemek için kendimle nasıl bir savaş verdiğimi bilemezsin.” “Ben de aşkım, seni burada deli gibi öpmemek için kendimi nasıl zor tutuyorum bir bilsen.” “Toprak!” Cemre’nin sesi bahçe içinde öyle bir yankılandı ki sağır olmamak için genç adam kulaklarını tıkadığını çok sonra fark etti. “Tamam hadi artık bağırmayı bırak da bir an önce gidelim. Kahvaltı bile yapamadım peşinde koşmaktan, çok acıktım. Eeee nereye gidiyoruz?” “Of! Of Toprak Of!” “Yani bilsem buraları inan sana sorma gereği bile duymadan alıp götürürüm seni de cahillik başa bela ne yaparsın nişanlım?” “Uf bana nişanlım demeyi kes artık.” Elini şakaklarına götürüp gözlerini kapadı. Şakaklarındaki gerginliği ve ağrıyı dağıtmak için biraz başını ovaladı. Sonra konuşmaya devam etti. “Bekle beni burada.” “Yine nereye gidiyorsun?” “Bu halde gelmemi beklemiyorsun herhalde?” “Hım, hiç de fena gözükmüyorsun aslında. İtiraf etmeliyim ki şu an gözüme seksi bile görünüyorsun.” “Toprak, burada durup fantezilerini dinlemek yerine çeneni kırmayı çok isterdim ama bir an önce şu anlaşmayı bitirip senden sonsuza kadar kurtulmak istiyorum. Bekle beni burada üzerimi değiştirip geliyorum.” “Kaçmayacaksın değil mi?” “Senden kaçmak ne mümkün? Ama beni biraz daha zorlarsan bu defa ben kaçmam ama emin ol seni kaçırmak için elimden ne geliyorsa yaparım.” “Olur, bana uyar, kaçır beni aşkım.” “Allah aşkına Toprak, o kafanda taşıdığın beyin denen şeyin yerinde olduğuna gerçekten emin misin? Orayı saman ile doldurduğundan ya da oranın boş olduğu hakkında derin şüphelerim var.” “Beynim seni gördüğünden beri kalbime, kalbim ise sana esir oldu.” “Saçmalamayı kes artık, söylediklerin hiç ilgimi çekmiyor ama senin bu alıcıları kapatmış halin sinirlerimi bozuyor. Sayende keçileri kaçırmama az kaldı.” “Nerede? Sizin keçileriniz de mi var?” “Sen saf mısın? Bana ayak mı yapıyorsun?” “Ben aşk sarhoşuyum aşkım, bu hallerimin tek sebebi sensin.” dediği anda bıkkın bir şekilde Toprak’a bir bakış attı. Cemre, Toprak’a laf yetiştirmekten o kadar yorulmuştu ki bu yorgun gözleri, bitkin yüzünden belli oluyordu. Onun bu halini görünce Toprak’ın yüreği burkuldu, bir tuhaf oldu. Yanından geçerken Cemre’sinin salına salına gitmesini izledi. Ona aşkı tattırıp, çılgınlıklar yapmasını sağlayan kızı izliyordu. İlk görüşte âşık olup vurulduğu hırçın güvercinini, sevdalandığı dağ kızını hayranlıkla izliyordu. *** Cemre, karşısında oturan ve iştahla dördüncü ekmeğini bitirip, beşinci balık-ekmeğini sipariş eden Toprak’a gözlerini dikerek hayalet görmüş gibi bembeyaz bir surat ile hayretle bakakalmıştı. Bu adam daha neresine yiyecekti acaba o ekmeği bir bilse… “Ne oldu? Neden öyle cin çarpmış gibi bana bakıyorsun? Tuhaf bir şey mi var suratımda?” Genç kızın bakışlarından rahatsız olmuş bir eda ile konuştu. Bu kız sanki uzaylı görmüş gibi ona bakıyordu. “Uzaylıdan pek farkın olduğu söylenemez doğrusu, ömründe hiç balık ekmek mi yemedin sen? Tok evin aç kedisi gibi davranıyorsun.” Kollarını göğsünün altında birleştirerek, kafasını yana doğru çevirdi. “Kim? Ben mi?” Etrafına bakınarak kendisinden bahsettiğinden emin olmak istedi. “Toprak, sen insan mısın ya? Hangi insan evladı kahvaltı bile yapmadan çocuk gibi balık-ekmeğe saldırıp, yiyeceğim diye tutturur. Hadi tamam, tutturmayı geçtim de dört tane yedin ya, iki ya da üç değil tam dört tane, o da yetmezmiş gibi beşincinin siparişini verdin. Yuh artık sana, Allah aşkına bir söyle bana sen insan mısın? Yoksa senin içinde tanımlanamayan bir yaratık mı var? Şu halinin başka bir açıklaması olamaz çünkü.” El kol hareketleri havada uçuşurken genç adam konuşmanın gidişatını hiç beğenmemişti. Ne olmuş yani dört tam ekmek yediyse, sabah kahvaltısı ile öğle yemeğini bir araya getirip ikisini aynı anda çıkarmışsa ne olmuş yani? Tabi bunlar hep Toprak’ın içinden haykırdıkları, dışına megafon bağlasa bile duyulmayacak kadar sessizdi, malum bu kızın sağı solu belli olmazdı. Sert kız sonuçta, çarptı mı çarpıyor, tırsmamak elde değildi ki kardeşim. O normal davrandı da Toprak mı anormal davranıyordu. İçinden geçen konuşmalara sanki ona gülüyormuş gibi istemsiz bir şekilde kahkaha attı. “Hiç güleceğim yoktu Cemre, Allah iyiliğini versin,” dediği anda önüne sipariş ettiği yeni balık-ekmeği geldi. Tabağı önüne geldiğinde gözleri birden hiç yemek yememiş bir insan gibi birden fal taşı gibi açıldı. Ekmeğini ısırmadan önce konuşmasını sürdürdü. “Ne çene var mübarek, iki lokma ekmek yedik gözüne battı. Neyse beni konuşturma da bitireyim şu ekmeği, çok işimiz var daha,” diye konuşup ekmeğinden iştahla kocaman bir ısırık aldı. Cemre bir kaşını havaya kaldırmış hafiften Toprak’a yaklaşarak: “Çok merak ediyorum Toprak sana daha önce hiç yüzsüz olduğunu söyleyen oldu mu? Yoksa bu tavırlar ile çok fazla yaşamazsın sen bilesin.” “Yok, bu şeref yalnızca sana ait sevgili nişanlım.” Biraz daha sinirlerini bozmak için söylemişti. Başına her an bir şey geleceğini bilse de ne yapsın işte seviyordu bu kız ile uğraşmayı, ona farklı bir zevk veriyor, sanki verdiği her tepki ona daha fazla ait olduğunu hissettiriyor, onu Toprak’a daha fazla yakınlaştırıyordu. En azından Toprak bu şekilde düşünüyor, hissediyor ve bu yüzden onu sinirlendirmek adına sürekli üstüne gidip damarına basıyordu. Daha fazla kendinde hissetmek, daha çok kendine katmak için. Ani bir hareket ile tuzluğu masadan aldı, “ Şu tuzluğu kafana fırlatmamı istemiyorsan, nişanlım demeyi kes artık.” Tam havaya kaldırıp atmak için hazırlanmıştı ki, Toprak ağzındaki ekmeği umursamadan ani bir şekilde konuşmaya başladı. “Tamam tamam demedim bir şey ya herkes bize bakıyor sakin ol biraz.” Onu sakinleştirmek için el mecbur, alttan almıştı. O ise o kadar çok sinirlendi ki bir an gerçekten o tuzluğu kafasına fırlatacak gibiydi, malum bu Cemre’den her an her şey beklenirdi. Şükür ki adamın korktuğunu yapmadı, genç kız tuzluğu yerine sakince geri koyarken sadece sesli bir şekilde homurdanmaya başladı. “Hem yüzsüzsün hem de arsız. Allah’ım ne günah işledim de bu ayarsız hödüğü karşıma çıkardın ya Rabbim, of of of!” Ellerini havaya kaldırıp dua eder gibi açmış sanki havada biri ile göz teması kurup konuşmaya başlamıştı. Toprak, genç kızın dikkatini toparlamak için hemen konuşmaya başladı. “Kim bilir ne iyilikler yaptın da beni Rabbim karşına çıkardı sevdiceğim.” “Toprak, kes konuşmayı da bitir şu ekmeği, kalkalım artık.” “Neden kalkıyoruz ya, baksana şu manzaraya bir harika burası. Bayıldım resmen. Deniz, balık-ekmek ve SEN daha ne isterim ki ben.” Onu etkilemek için çapkın bir bakış ile seksi bir gülüş fırlatmasıyla birlikte masanın üzerindeki peçetelerin yüzüne çarpması bir oldu. “Sıralama harika maşallah, en sonda ben varım. Deniz, balık-ekmek ve ben öyle mi Toprak Bey?” “Ay ay ay sevgilim kıskanırmış da hemen tripler de atarmış.” Çocuk sever gibi burnunu eliyle sıkıştırıp sevmişti ki bu tamamen yapmaması gereken bir davranıştı. Nerden mi anlamıştı bunu, tabi ki Cemre’nin burnunu sıktırdığı an sert bir şekilde eline vurmasıyla, elinde şaklayan narin elin bıraktığı acıyla, malum Cemre ’sel hareketler bunlar bünyesi alımıştı, bir dakika şiddet görmeyince duramıyor artık. “Bünye alıştı ne yapacaksın, yapacak bir şey yok…” dedi ağzında geveleyerek. “Ne dedin sen? Ne kıskanması, ne sevgilisi ya? Ne tribi? Allah aşkına hem de sana! Yok artık daha neler?” “Tamam, tamam bir şey demedim, sen de hemen parlıyorsun. Ne desem batıyor mübarek?” “Çabuk ye şu ekmeğini yoksa boğazına ben tıkacağım.” “Çok agresifsin sevgilim.” “Neden acaba?” “Sakin tatlım sakin, bak ben varım yanında.” “Sorun da bu ya, sen nerede, benim sinirler tepede!” “Ha hay… Sen beni güldürdün Allah da seni güldürsün hayatım.” “Of Toprak aramızda bir şey varmış gibi davranmayı bırak artık, yoksa anlaşma falan dinlemeyip çekip gideceğim.” “Yapamazsın!” Duydukları ile boğazına ekmeğin kaçması bir oldu ve öksürmeye başladı. İnsanın lokmasıyla boğulması bu olsa gerek. Toprak’ın bu halleri Cemre’nin yavaş yavaş kabul etmese de hoşuna gitmeye başlamıştı. Her ne kadar hoşuna gitse de bunu kabullenmeye daha hazır olmadığı için şu sıralar sık sık yaptığı gibi görmezden geliyordu. “İnan bana yaparım.” İşaret parmağını ona doğru sallarken tehditkâr bakışlarını Toprak’tan esirgemiyordu. “Hayır, yapamazsın, çünkü bir söz verdiğinde mutlaka tutarsın, yani tutarmışsın.” “Bunu sen nerden biliyorsun?” Cemre duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemezken istemsizce kaşları çatıldı. “Hasan amca söyledi.” Yapmaması gereken bir şey yapıp resmen büyük bir çam devirmişti. “Ne? Babam mı söyledi?” Sesi o kadar hiddetli çıkmıştı ki yan masada oturan insanlar tatlı tatlı didişen bu çifte gözlerini döndürmüştü. Cemre, duyduklarıyla o kadar şoka girmişti ki Toprak, “ Cemre oturur musun yerine? İnsanlar bize bakıyor.” Derken dişlerini sıkarak gülümsemeye çalışıyordu. Genç kızın konuşurken ayağa kalkmış olduğunu fark ettirmek için elinden tuttu. Elini bir hışımla avuçları arasından çeken Cemre istemeyerek de olsa yerine geriye oturdu. O kadar kızgındı ki babasına, onu bir türlü anlamıyor daha doğrusu anlayamıyordu. Bu adam Toprak ile tanıştığından bu yana bambaşka bir adam olup çıkmıştı. Sanki kendi babası gibi değil de Toprağın babası gibi davranmaya başlamıştı. “Kahretsin!”İçinden konuştuğunu sanan genç kız Toprak’ın, “Ne kahretsin sevgilim?” Diyen sesiyle şaşkın şaşkın boş gözlerle ona bakmaya başladı. Toprak’ın ne dediğini o an için anlayamayan Cemre istemsiz bir şekilde şaşkın halde “Ne?” diyebildi. Onun anlaması için biraz açıklama gereği duyarak konuşmaya başladı.” Kahretsin dedin ya canım, onu soruyorum.” Cemre o an içinden değil dışından konuştuğunu fark etti. “Canın çıksın Toprak,” diye sessizce homurdanırken kaşları çatık bir şekilde yüzünden öfke okunur halde onun duyacağı şekilde sesini yükselterek konuşmaya başladı. “Yok bir şey Toprak, bitir şu ekmeğini ya da ben gidiyorum.” Dediğinde sinirden kıpkırmızı olmuştu. Onun bu hallerinden korkan ve yanından hırçın güvercininin uçup gideceğini düşünen genç adam, elindeki ekmeği bir hışımla ağzına tıkarak, şişmiş yanaklarına aldırmadan ağzı tıka basa doluyken zorlukla konuşmaya çalıştı. ”Ta-tamam bitti işte.” Ağzından çıkıp Cemre’ye doğru uçuşa geçen ekmek ve balık parçacıklarının üzerine doğru konduğunu görünce, Cemre’nin gözleri o kadar büyüdü ki bir an BİT-TİM diye iç geçirmişti. Tamam, Toprak bunu umursamıyordu ama gözlerinin verdiği tepkiye bakılırsa Cemre bu yaşanan son durumu baya bir umursuyor hem de fena halde umursuyordu. “Toprak!” diye öfke ile haykıran genç kız sakin olmaya çalışarak dişleri arasından tıslarcasına “ Biraz insan olmayı denesen nasıl olur acaba?” Bu durumda yapılacak en güzel iş belli, o da salağa yatmaktır. Evet, evet salağa yatmaktan başka çare yok diye düşünürken karşısındaki keskin bakışları daha fazla bekletmeden konuşmaya başladı. Malum bu bakışların devamında mutlaka bir şeyler ona doğru uçuşa geçecekti. “Ne oldu şimdi?” Evet, işte böyle hiçbir şey olmamış gibi devam etmeliydi. “Kapat şu ağzını, midemi bulandırıyorsun.” Kafayı, gözü yarmadan ucuz atlatmıştı. Ağzındaki son lokmayı da yuttuktan sonra genç kıza döndü. “Eee şimdi nereye gidiyoruz?” “Boztepe’ye gidiyoruz.” “Orası neresi ki?” “Yola çıkalım ben sana tarif edeceğim.” “Tamam, hadi arabaya gidelim.” Derken genç kızın koluna onu hazırlıksız yakalayarak birden girmişti. “Çık şu kolumdan, yoksa bir daha kullanabileceğin bir kolun olmayacak.” Duyduklarıyla bir adım geriye atıp ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. “Tamam, tamam teslim oluyorum bayan deve dikeni.” “Sen bana deve dikeni mi dedin?” Dediği anda elindeki cüzdanını genç adamın kafasına fırlattı. Eee, yuh yani, şu kafanın iki gündür yemediği darbe kalmadı. Resmen kum torbasına döndü. Bu kız eline gelen bulduğu her şeyi adamın kafasına fırlatıyordu. Alışkanlık haline getirdi resmen, Agresif kız huy edinmiş gibiydi. “Aaaaa olmuyor ama böyle nerde kaldı nişanlıya saygı.Bu hareketi hiç yakıştıramadım sana doğrusu.” Aferin Toprak, aferin sana, resmen kaşınıyordu, kafasına yediği darbeler yetmedi herhalde. “Git nişanlın saygı göstersin sana.” “Bende onu söylüyorum ya nişanlım.” “Toprak, yeter artık gidiyorum ben. Anlaşma falan da yok tek taraflı fes ettim anlaşmayı.” Yok artık, duydukları doğru olamazdı değil mi? Bu deli kız anlaşmadan vazgeçtiğini mi söyledi, yoksa Toprak yanlış mı duymuştu? Yok yok, bu olamaz bu kadar yol almışken şimdi bu olamazdı. ”Lanet olsun bana!” Diyen sesi fısıltı halinde çıkmıştı. Cemre hareketlenerek ona doğru gelirken az önce kafasını delip geçerek düşmüş cüzdanını almaya yöneldi. Tam yerdeki cüzdanını almış gidiyordu ki ani bir refleksle onun önüne geçip kollarından tutup gözlerinin içine işleyerek baktı. En azından Toprak öyle olduğunu düşünüyordu, en azından düşünmek istiyordu ya da olmasını istiyordu. “Cemre, lütfen dur. Bak tamam çok zorladım seni biliyorum ama gerçekten çok özür dilerim. Ben sadece mutlu oldum ve bir an şapşallaştım. Evet, evet şapşallaştım. Lütfen affet beni, söz seni sinir edecek tek bir şey daha yapmayacağım da söylemeyeceğim de.” “Doğru tespit.” “Ne?” “Sen tam bir şapşalsın.” “Cemre, lütfen!” “Tamam, tamam uzatma söz verdik bir kere ama sende şu an verdiğin sözü unutma.” “Tamam, söz, izci sözü,” derken izci işareti yapmıştı. Cemre bu çocuk ruhlu adama gülmek ile kızmak arasında gidip geliyordu. Ama gülemezdi yani gülmemeliydi. Eğer gülerse bu şapşal adam hemen bu durumu kullanarak sonuna kadar sulandırırdı. “Nereye gidiyorduk,” diyen Toprak’ın gözlerinde endişe okunuyordu. Bu endişe ya gelmezse kaygısından başka bir şey değildi. “Boztepe’ye gidiyoruz. Konuş, anlat ve ardından sonsuza kadar sus… Sana katlanabilmem için şu an gerçekten oraya ihtiyacım var.” “Nasıl? Anlamadım.” “Anlarsın anlarsın, gidince ne demek istediğimi daha iyi anlarsın,” dediğinde kendini Toprak’ın esaretinden kurtarıp onun arabasına doğru yol almıştı. Toprak bir an genç kızın ne demek istediğini düşünse de Cemre’nin sesi düşüncelerin zincirlerinden koparıp almıştı. “Gelmeye niyetin yok sanırım.” “Ben mi? Olur mu öyle şey, sen gidersin de ben gelmez miyim aşkım benim?” “Toprak, sözümü unutmamı istemiyorsan sözünü hatırla istersen.” “Pardon ağız alışkanlığı.” “O ağzına söyle, benimle ilgili hiçbir şeyi alışkanlık haline getirmeye kalkmasın!” Toprak’ın cevap vermeden pis pis sırıtması aklından saçma sapan şeylerin geçtiğini belli etse de genç kız daha fazla konuşup uzatmak istemediğinden emniyet kemerini bağladı ve Boztepe’ye doğru sessiz ve sakin bir yolculuğa çıktılar. |
0% |