@ugurluay
|
9.BÖLÜM(***Her Şey Güzel Olacak***Mı Acaba?) “Güzel olmalı mıydı yaşananlar? Beklentiler ile gerçeklerin yüzleşmesi acıtmalı mıydı? Ya gördüklerim, Akla hayale durgunluk verecek duyguların kabulüne mi sebepti? Bilmemek, kabul etmemeye bahane miydi? Bilmiyorum…” “İç şu suyu da kendine gel biraz,” Caner’in sesiyle gözlerini kapatıp, derin bir nefes alıp vermişti Cemre. Sinirden dört dolanan yüreği titrerken, duyduğu ses ile yerinde aniden irkilmesine engel olamamıştı. Arkasını döndüğünde Caner’in elindeki suyu görünce huzurunun üzerine bir şişe soğuk su içmesi gerektiğini bir kez daha anlamış bulunmaktaydı. Elindeki suyu alırken gözlerini devirerek bezgin bir şekilde çıkan sesine engel olamadı. “Nerede o ayarsız herif, gitti mi?” Dediğinde sesi tüm isyan bayraklarını çekerken, gözleri ‘Yeter artık,’ diyor, isyan ediyordu. Kaldıramıyordu, bu son olanlar onun için sıradan bir hayat süren biri için çok ama çok fazlaydı. “Aslında, ben de onun için geldim. Cemre, o dengesiz adam gitmedi ve dahası var…”Gözlerinden bir şeylerin ters gittiğini anlayabiliyordu ve ters giden şeylerin sebebi ise tahminlerinde yanılmıyorsa onun, ayarsız kütüğünün yarattığı bir sıkıntı olduğu anlaşılıyordu. Onun kütüğü mü? Kahretsin! Bu cümle de aklının hangi köşesinden fırlayıp çıkmıştı ki şimdi? Bu adam resmen onun ayarlarını bozmuştu. “Allah’ım sabır ver, birazcık da akıl fikir ver bana, mukayyet ol benim şu yolunu şaşıran aklıma, fikrime…” Beyninin bulanmasına sebep olan düşünceleri bertaraf ederken Caner’in asıl söylediğine odaklanmaya karar vermişti. “Dahası da mı var?” dediği anda gözleri öyle bir açıldı ki, garibim Caner bile bir iki adım kendini geriye doğru atmak zorunda kalmıştı. “Evet, maalesef ki var. Dahası senin ki, nam-ı diğer ayarsız herif öyle bir şey yaptı ki elimiz kolumuz bağlanmış durumda.” “Yine ne yapmış olabilir ki, daha ne yapabilir ki,” diyen iç gerginliklerinin sonucunda ‘Beterin beteri var” sözünü, yaşayarak öğreneceğini hiç mi hiç tahmin etmemişti. Gözlerini kısarak “ Yine ne yaptı?” Derken su şişesini elinin içinde ezmeye başladığının farkına anca çıkan ses ile varmıştı. Şu an bu su şişesinin içinde Toprak olacaktı ki, ah be ah… “Cemre, önce sakin olacağına söz ver,” Cemre’nin vereceği tepkiden korktuğu gözlerinden anlaşılıyordu, dahası Caner’in gelecek tepkiden tırsan yüreğine eşlik eden sesi de titremeye başlamıştı. Acaba Toprak nasıl bir şey yapmıştı ki Caner bile ona söylemeye bile korkuyordu. Caner’in söyleyeceklerini duymaktan deli gibi korksa da engel olamayacağı gerçekler vardı. “Caner!” Cemre’nin sesi o kadar yüksek çıktı ki, bir an Caner’in genç kızın sesinden ürkerek gözlerini kapatıp, hafiften omuzlarını yukarıya kaldırıp yüzünü ekşiterek titrediğine şahit olmuştu. “Tamam tamam kızma hemen, söylüyorum. Hazır mısın ufaklık?” İki eliyle genç kızın kollarından sıkı sıkı tutmuş duyacaklarına onu hazırlamaya çalışıyor adeta ona destek veriyordu. Bu hiç iyi değildi işte, Caner bu şekilde davranıyorsa kesin ağzından çıkacaklar onu çok kötü etkileyecek demekti. Ne kadar duymak istemese de, ne kadar deli gibi korksa da maalesef bu durumdan kaçış yoktu, o duymak istemeyeceği şeyi bu kulaklar ile duyacaktı ve yine kesin elinden hiçbir şey gelmeyecekti. Elinden bir şey gelecek olsa Caner zaten hallederdi, demek ki durum çok vahimdi ki Caner bile çaresiz kalıp ona durumu kabullendirmek için gelmişti. Yoksa o adam için asla Cemre’nin karşısına geçip konuşma cesareti göstermezdi. En azından o kadar akıl sahibi bir insandı onun arkadaşı… “Hazır olmamam bir şeyi değiştirecek mi?” “Maalesef ufaklık.” “O zaman şuracıkta ölmek istemiyorsan konuş artık.” Hadi söyle dercesine gözlerini açmış ona keskin bakışlar fırlatıyordu, resmen Çin işkencesi yapıyordu, söyle de sen de kurtul ben de kurtulayım yahu… “Tamam ufaklık tamam, direk söylüyorum ve sadece sakin olmanı istiyorum. Senin ayarsız herif anlaşma yaptığımız ajans ile görüşerek son anda kayıt yaptırmış ve bizimle birlikte tura katılacakmış.” “Nasıl? Ne diyorsun sen?” “Maalesef Cemre durum bu ne yazık ki…” “ Caner, bu nasıl olur? Son anda nasıl kayıt alırlar ya? Bizim elimize listeler ulaşmadı mı? Bu da nereden çıktı şimdi?” “Ulaştı ama…” “Eeee aması ne o zaman, son anda kayıt da neyin nesi?” “Dilersen anlatacaklarım daha bitmedi ufaklık, ama cidden bunu söylemeye korkuyorum.” “Allah’ım sabır ver bana, dahası ne Caner?” “Ajans başta kabul etmemiş son anda kaydı ama anladığım kadarıyla firmanın adını piyasadan silmek ile tehdit etmiş.” “Bu adam kendini ne sanıyor? Ne yapmaya çalışıyor?” “ Ayrıca…” “Ne? Ne ayrıca Caner? Allah’ım bitmedi çilem, bu dengesiz ne yapıyor böyle ya…” “Ufaklık, ajans ile görüştüm. Senin onun özel rehberin olmanı söylediler.” “Ne, ne, ne? Ben bir de o hödüğün özel rehberi mi olacağım.” Ağzından şaşkın ve öfkeli olarak kelimeler teker teker dökülüyordu. “Maalesef olmak zorundasın Cemre, eğer özel rehberliğini yaparsan on katı para ödeyeceğini söylemiş ve bu paranın nereye gideceğini en iyi sen biliyorsun. Başka bir konu olsa bunu senden asla istemez hatta böyle bir şey olduğu için o adamın ağzını burnunu kırardım ama bu konu benim için hassas Cemre, biliyorsun. Çocuklar için bir hafta katlanamaz mısın?” dediği anda Cemre’nin içinden bir şeyler kopup gitti. Of Caner, yapma bunu Cemre’ye ne olur, yapma… Caner, küçükken bir süre çocuk esirgeme kurumunda kalmıştı. Daha sonra zengin bir aileye evlatlık verilse de orada yaşadıklarını bir ömür boyu unutamamıştı. O yüzdendir çocuklar söz konusu iken boynunun her şeye kıldan ince olması. Çocukluğunun bir kısmını kurumda geçirmiş olmak, onun içindeki kocaman bir yaraydı. Ne zaman kendini bilmeye, aklı ermeye başlamış, o gün bugündür kendi gibi kimsesiz kalmış çocuklar için varını yoğunu harcamaya başladı. Asıl mesleği doktorluk olsa da geri kalan tüm zamanında çocuklar için yaptığı projeler ile öne çıkar, Selin ve Cemre ise bir ömürlük arkadaşı ve tam destekçileriydiler. O yüzden bu konu bu kadar hassas, söz konusu Caner ve kırılganlıkları olduğunda içinden bir şeyler kopup gidiyor, çaresiz kalıyordu. Eli kolu bağlı, çaresizliğine deli gibi kızıyor, öfkeleniyordu. Elinden bir şey gelmemesi canını yaksa da birilerinin de canının yanmasını istiyordu. Onu bu duruma düşüren, bir adet hayvan ırkına mensup, odunsu özelliklere sahip, insan görünümlü, bu fabrika atığının da canının yandığı kadar canını yanacaktı. Daha azı kabul edilemezdi. “Lanet olsun,” dediği anda elindeki şişeyi bir hışımla yere fırlatarak, koşar adım, Caner’in arkasından bağıran sesine aldırmadan, onu ardında bırakarak, ayarsız dağ öküzünü aramaya başladı. Gözleri her yerde onu ararken, yüreğini bir anda buz kestiren, vücudunu taşa döndüren, bir an, bir kare, kısa bir görüntü, “Allah’ım ne oluyor bana?” diye iç geçirdiği anda öfkesine öfke katarak etrafı turist kızlarla çevrili Toprak Bey’in yanına doğru yöneldi. “Ooo kızlara mı gülüyordu, yoksa beynimin bana oynadığı hain bir oyun mu bu? Bu adam ne yapıyor böyle? Allah’ım boğuluyorum, nefes alamıyorum.” Diye aklından bin bir düşünce geçerken birden kolundan çekiştirerek onu kızların çemberinden çekip almıştı. “Gözlerin, keşfetmeyi beklediğim en özel diyarım, Ruhun, huzura doyum olmadığım en gizli cennetim, Yüreğin, sahip olmak istediğim ve isteyeceğim tek gerçeğim…” Toprak’ın, gözleri her yerde Cemre’yi ararken o kılkuyruğun da ortalarda olmaması içindeki kıskançlık kıvılcımlarını aleve dönüştürüyordu. Cemre’yi merak ettiği için en yakınında bulunan gruba onu sormuştu. Tabi bu grubun tamamen kız olması tesadüf olsa da onun o an fark edemediği kocaman şanssızlığıydı aslında. “Pardon Cemre’yi gördünüz mü?” “Cemre?” Derken ona tuhaf tuhaf soru dolu bakışlarla bakan kızlara hafif bir tebessüm ederek, tamam o an için gülmüş olabilirdi ama içinde bir gram art niyet yoktu. Toprak, gülüşünün sahibi kadını ararken, onlara bağışladığı bu küçücük tebessümün tek sebebi ise yine yeniden Cemre’sinin adının ağzından bir şarkı gibi dökülmesiydi. “Cemre, benim nişanlım. Hırçın, asi güzelim benim. Güzel rehberimiz,” derken sanki gözünün önündeymiş gibi anlatınca gülüşü biraz haddini aşmış, otuz iki dişi birden gözükmüş olabilirdi ama bu tamamen o hırçın güzelinin suçu, aklına geldikçe feleğini sapıttırıyor, aklını şaşırtıyor, resmen onu ondan alıp götürüyordu. Toprak, etrafını çevreleyen kızlara keyiflice Cemre’sini anlatmaya koyulmuşken, sert bir şekilde kolundan çekiştirilerek onu kızların içinden biri birden çekip aldı. Ne oluyor demeye kalmadan, gözleri o hırçın ama öfke ile ateş saçan gözlerle buluştu. “Ah yerde ararken gökten inip buldu beni,” diye tam düşünüyordu ki birden ona bağırıp çağırmaya başladı. Toprak, onun gözlerine kavuşmanın ruh hali ile dalıp gitmişken, karşısında yersiz ve zamansız bağıran bu kızın sesinin neden yükseldiğine bir türlü anlam veremiyordu. “Sen ne yaptığını sanıyorsun orman kaçkını, pis, fabrika atığı yaratık?” “Yandın oğlum Toprak, bu kızın öfkesi onu da seni de cayır cayır yakar. Acaba neyi soruyor? Offf offf yine niye kızdı bu kız ya… Bir bilsem ne yaptığımı hemen savunma mekanizmasını devreye sokacağım da, söyler misiniz bana bilmediğiniz bir şey ile nasıl savaşabilir insan? En nihayetinde ben de etten kemikten yaratılmış, bol köşeli jetona sahip bir insan evladıyım. Bu kıza söylemeliyim benim ile konuşurken biraz daha açık, biraz daha net olmalı, malum söyledikleri ile ne anlatmak istediğini anlamam biraz zor oluyor. Malum ben onun gözlerine bakarken söyledikleri kulağımdan girip akıl kutuma ulaşamadan hangi deliği buluyor bilmiyorum ama uçup gidiyor işte.” Cemre’nin verdiği tepki ile neye uğradığını şaşıran Toprak’ın aklında binlerce cümle dolanıp dururken sebebini öğrenmek adına ,“Ne yapmışım yine ben ya? Gerçekten bu defa hiçbir fikrim yok.” Diye konuştu. “Hadi ya, ciddi misin?” “Gayet ciddiyim, aslında şu an ben de tam seni soruyordum arkadaşlara.” “Arkadaşlara?” Kaşlarını havaya kaldırarak hemen yan tarafta bulunan turist kızlara imalı bakarken, sesinde hiç de genç adamın istemediği soru dolu imalar ile ona bakıyordu. Onun o gözlerinde gördüğü kıvılcımların sebebi, yok canım, kıskançlık olamazdı değil mi? Olabilir miydi? Ah olsa ne de güzel olurdu değil mi? Of ,of… “Evet…” Gayet safça ve masum bir şekilde verilen bir cevaptı. “Bakıyorum da çok hızlısın, ne ara arkadaş oluverdin kaş ile göz arasında.” Dediği anda adamın kafasında şimşekler şak diye çakmış, jeton bu sefer hemen lop diye düşmüştü. Bu kız onu resmen kıskanıyordu. Aman Ya Rabbi, bu, bu olabilir miydi? Tabi canım kıskanılmayacak bir erkek de değildi sonuçta… Gözünden kıskanacağı bir yakışıklılığa ve insanları kendine çeken bir cazibeye sahip bir adamdı nihayetinde… “Ay ay ay nişanlım beni de kıskanırmış.” Dediği anda yüzünde oluşan gülücüklerle onun yanına bir anda yaklaşıp, elleri ile yanaklarından tutup sıktırarak küçük bir çocuk gibi sevmeye başladı. “Ben mi kıskanıyorum seni? Senin neyini kıskanacağım ayarsız kütük… Çek şu patilerini üzerimden, ”dediği anda yanaklarını sıktığı ellerine, şak şak diye şamarları sert bir şekilde indirmişti. Ellerinde hissettiği acıyla genç adam birden ellerini geri çekmişti. Eli de ağırmış hani. “Tamam tamam kıskanma hemen. Ben zaten onlara nişanlımı soruyordum. Gözlerim hasret kaldı gözlerine bir tanem. Kıskanılacak bir durum yok yani, rahat ol,” diyerek çapkın gülüşüne bir de göz kırpması ekleyince kendisini öldürmesi için eline resmen sebep vermişti. Ortalığı yumuşatmaya çalışırken daha da gerdiğini ise konuşmasını bitirdiği anda anladı. “Bana nişanlım deme, ben senin nişanlın değilim!” “Biliyorum hemen karım olmak istiyorsun, hatta kendini karım olarak gördüğün için nişanlım dememi sevmiyor bu duruma da bozuluyorsun farkındayım. Sen iste yeter, ben sana karıcığım da derim.” Bunu demiş olamazdı değil mi? Yok ya, Toprak resmen kendi mezarımı kendi kazıyordu. “Yok artık, oğlum Toprak yuh sana,” diye içinden kendi kendine saydırmaya başlamışken Cemre’nin kulağı delercesine adını söyleyen keskin sesi ve acı dolu tiz çığlığı Toprak’ın kendisine gelmesine yetmiş ve artmıştı bile... “Toprak, yine kafa gitti sende. Fabrika yarlarına geri dön oğlum, en güzeli kendine bir format at. Kendine gel, yoksa seni kendine getirmeme çok az kaldı.” “Oluuur,” kelimesini o kadar uzattı ki kızdığını görse bile kendine engel olamıyordu. Onun bu hallerine Tek kelime ile BA-YI-LI-YOR-DU. “Ne olur?” Dediğini anlamamış olacak ki, masum güvercini ona bakakaldı. “Yeter ki sen iste bir tanem. Getir beni kendime, senin elinden gelen her şeye razıyım ben.” İşte bunu söylememesi lazımdı. Bu kızın ona doğru elinden gelenler pek hayırlı olmuyordu. Lanet olsun, dediğine dediği anda pişman olması, kafasına doğru havalanan bir taş parçasını görmesi ile bir oldu. “Ama Aşkım ben bunu kastetmedim ki ya. nişanlıya kalkan eller taş olur taş…” Neyse ki artık Cemre’den gelen her şeye hazırlıklıydı ve şükür ki ıskaladı. Şu kızı kafa gözü dağıtmadan bir ikna edebilse iyiydi ya neyse... “Aşkın kadar başına taş düşsün Toprak!” “Çok ayıp sevgilim, bak insanlar bize bakıyor,” dediğinde yaptığının farkına varıp, “Of,” diyerek sağ ayağını havaya kaldırıp indirirken, yere sertçe vurmuş aynı anda ise ellerini yumruk yaparak yukarıdan aşağıya isyan eden küçük bir çocuk gibi hareket ettirmişti. Yerinde tepinmesi bitince arkasını döndü, tam gitmeye hazırlanıyordu ki duymak istemediği ama onu durdurmak için söylemesi gereken acı gerçekler ile yüzleşmek zorundaydı. “Benim güzel mi güzel, bana ÖZEL rehberim, acaba ne zaman hareket edeceğiz. Keşfetmem gereken o kadar özel şeyler var ki,” derken Toprak’ın sesi onun anlayacağı türden manidar bir şekilde çıkmıştı. Tam da tahmin ettiği gibi söyledikleri ile arkası ona dönük, hareketsiz kalakalmıştı. Ama şu an genç adam ne kadar cesaretli görünmeye çalışsa da Cemre’nin vereceği tepkiden de deli gibi korkuyordu. *** “Aklımdakilerin uçup gitmesine sebep, Varlığından bile bihaber olduğum, Yüreğimdekilerin harekete geçmesi miydi?” Söylediği söz Cemre’nin yerinde taş kesilmesine sebep olmuştu. Lanet olsun, Cemre buraya zaten bu konuyu konuşmaya gelmemiş miydi? Ne olmuştu? Nasıl olmuştu da Cemre, bu kadar önemli bir konuyu konuşmayı unutacak, aklını başından alacak kadar nevri dönmüş, gözü kararmıştı. Dişleri gözükür bir şekilde sesli gülmeye başlarken, yönünü Toprak’a doğru döndü. “Demek keşfetmen gereken özel şeyler var.” “Evet…” pis pis sırıtırken, bakışının hiç de hayra alamet olmadığının sinyallerini veriyordu ama onun bu zekâ ile bunu anlayabileceğini hiç mi hiç sanmıyordu. “Hım, o zaman seni fazla merakta bırakmayalım Toprak ‘çığım.” O ona Toprak ‘çığım mı demişti? Lanet olsun, bu defa çıra gibi yandın oğlum, kıyamet geldi, ona Toprak ‘çığım dedi, öldü de cennete mi düştü acaba. “Heh, ne? Ben mi? “ dediği anda sağına, soluna, arkasına dönüp ondan başka Toprak mı var acaba diye her ihtimale karşı kontrol etmişti. “Tabi ki sen Toprak ‘çığım, senden başka Toprak mı var burada,” dediği anda birden genç adamın yanında belirdi ve elini omzuna attı. Var ya ben kesin ölmüştüm, kesin. Ölmüştüm ve cennete düşmüştüm. Bu gerçek olamazdı, olsa olsa rüyaydı, yoksa bunun başka bir izahı olamazdı. Şaşkınlık içinde yüzerken, “Bilmem, yok mu gerçekten?” diye ağzından saçma sapan bir cümle çıktı. “Yok tabi ki, senden bir tane daha yok şu dünyada, bildiğim türünün son örneğisin,” dediği anda eli omzunda katıla katıla gülmeye başladı. Onun hiç bu kadar yakından gülümsemesine şahit olmamıştı. Ama bu çok hem de çok etkileyiciydi. Adeta gülüşünden büyülenerek kaybolmuştu. O kadar kendini kaybetti ki ne demek istediğini idrak edememiş, hatta bana eşsiz dedi, iltifat etti diye tamamen tersi bir düşünce istikametinde giderken onunla birlikte Toprak da gülmeye başlamıştı. O gülüyordu, hangi amaçla dediği önemli değil, iyi bir şey dedi diye düşünüyordu. Güldüğünü görünce hafiften kendini toparladı ve kulağına yaklaşıp fısıltı halinde Toprak’ın duyacağı ve nefesinin sıcaklığını teninde hissedeceği bir şekilde onu ondan olan o konuşmayı yaptı. “Güzel mi güzel, sana ÖZEL rehberin muhteşem bir gezi yaşatacak sana. İddia ediyorum BA-YI-LA-CAK-SIN. Çok ama çok eğleneceğiz,” dediği anda arkasına dönüp gülerek yanından uzaklaştı. Toprak ise onun kulağının dibindeki tatlı esintisine kapılmış an itibariyle kanatlanmış adeta uçuyordu. Bu kız onu çok fena etkiliyordu. Ne demek istemişti ki o şimdi? Çok ama çok eğleneceğiz mi demişti o? “Şükürler olsun,” diye iç geçirirken onu ikna etmeye başladığı saçmalığına kendini çoktan inandırarak onun rüzgârına çoktan kapılmıştı. *** Cemre, onu bulutların üstüne çıkarmak için kulağına yaklaşıp, onun duymak istediği tüm cümleleri sıralamıştı. Ne kadar yukarıya çıkarsa yere düşmesi de bir o kadar şiddetli ve sert olacaktı. Amacı intikamdı ve intikam soğuk yenen bir yemekti. Cemre’ye bugüne kadar yaptıklarının intikamını onun istediği yönde istediği şekilde alacak, Toprak’ı kendisini vurmak istediği kendi silahıyla vuracaktı. Madem bu gezi için bu kadar gönüllü ve istekliydi, o zaman bu geziye o da katılacaktı. Tam da istediği gibi… “Ama bende Cemre isem ona dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğim. Annesinden doğduğuna pişman edip emdiği sütü burnundan fitil fitil getirmezsem bana da Cemre demesinler. Beni tanıdığın güne lanet edip, seni buradan arkana bakmadan kaçırmazsam ben de Cemre değilim,” diye aklından geçirirken dışından kahkahalar eşliğinde onu çıkardığı pembe bulutlar üzerinde sarhoş bırakmıştı. Cemre hain planlar içinde, Caner ve Selin’i bulmaya gidiyordu. Arkasında Leyla olmuş bir Toprak, önünde Caner ve Selin, aklında ise sadece İNTİKAM… “Çok ama çok eğleneceğiz…” Kahkahaları etrafta yankılanırken yüreği aklındakilerin zihninde canlanmasıyla heyecanla atmaya başlamıştı. |
0% |