@ugurluay
|
13.BÖLÜM Çocukluğu gözünün önüne geldi Verda’nın. Oysa ki ne hayalleri, ne umutları vardı. Babası şehit düştüğü gün bir gün içinde büyümüştü. Her şehit çocuğu gibi hiç istemese de büyümek zorunda kalmıştı. Babasının vatan uğruna şehit düştüğü, onu toprak altına sakladığı o gün yaşayamadığı tüm çocukluğunu hiçe saydı. Yaşayamadıklarını ve gelecekte yaşama ihtimali olan ümitli hayata dair hayallerini toprak altına babasıyla birlikte gömmüştü. Babasızlığın ne demek olduğunu bu yaşına kadar aldığı her nefeste ilmek ilmek kördüğüm gibi boğazında hissetmişti. Vatanın bağrına kara toprağa emanet etmişti en kıymetlisini. Yıllar geçmiş ama kapanmayan bir yara dirhem dirhem kan olarak sızıp yakmıştı canını. Yüzsüz ve bencil olmak için çabalamış unutmak istemişti. Her şeyi geride bırakabileceğine, Poyraz ile mutlu bir ailesi olacağına kendisini inandırmıştı. Ta ki sevdiği adamın hastanede ağır yaralanarak yoğun bakıma düştüğü haberini alana kadar. Babasını şehit edenlerin Poyraz’a musallat olduğunu öğrenene kadardı her şey… Bir can vermişti hayatından, bir diğer canı feda edecek gücü de dirayeti de yoktu. O payına düşen bedeli babasız bir çocuk olarak ödemişti. En özel anlarında onsuzluğun ne demek olduğunu canının delicesine yanmasıyla anlamıştı. Sevdiğini kara toprağa göndermeyecekti. O hastanede siyah kaplı bir defterle elindeki son can parçası kırıldı ve son umut kırıkları da ömrüne acımasızca battı. Hiçbir şey o andan itibaren eskisi gibi olmadı. Geçmişinde geçmediğini, geride kalmadığını ve asla kalmayacağını o gün daha iyi anladı. Geçmiş gelecekte tekerrür etmek için çok hevesliydi. Ve bir ayna gibi yansımalarını bugünün de çok net görmüştü. Artık bencil olmaya hakkı yoktu. Kaçmak yerine acılarla yüzleşmeyi onlarla baş etmeyi seçmişti. Bu uğurda kurtuluşa erecekse yıllar önce attığı adımı nihayetlendirip o şekilde yoluna devam edecekti. Şimdi odasında aynanın karşısına geçmiş beyazlar içindeydi. Hayalini kurduğu evliliği hayal etmediği bir adamla mecburen gerçekleştirecekti. Ne kadar dik dursada içindeki çocuk ona kırgındı. Sessiz gözyaşlarına yüreği ev sahipliği yaparken, çehresi buz gibi bir maskeyi takmıştı. Kalbi eziliyordu ama dili suskunluğu seçiyordu. Annesi de dahil hiç kimseye daha fazla bir açıklama yapmak istemiyordu. Dün gece Poyraz ve Hale’nin konuşmalarını duyduktan sonra planını erken devreye sokmaya karar vermişti. Çünkü artık gücü tükenmişti. Tepkisizliği gözlerine yerleştirip derin bir soluk verdi. Çekmeceyi çekerek açtı. Deli gibi özlediği babasının üniformalı gülen yüzü ile kendisine bakan fotoğrafını avuçları içine aldı. “Babam, güç ver bana ne olur. Bugün burada istemediğim o eveti söyleyecek o gücü ver bana. Senden başka sığınacak gülüş kalmadı, gölgeni esirgeme benden, güç ver bana babam.” dedi ne kadar tutsa da bir damla yaşın yanaklarından aşağıya babasının resminin üzerine düşmesine engel olamadı. Gözlerini istemsizce kapattı. Fotoğrafı dudaklarının üzerine götürüp şefkat dilenir gibi üzerine minik buse kondurdu. “Ah Babam, öyle çok ihtiyacım var ki senin varlığına.”dedi hıçkırmamak adına nefesini zor zabdetti. Öylesine yitip gitmişti ki babasının özlemiyle kapının çalınması korkudan irkilmesine sebep oldu. Annesi kızından cevap beklemeden odasından içeriye girdi. Gözleri tedirgin ve hüzün doluydu. Genç kız gözünden akıp giden yaşı hızla annesine göstermeden el çabukluğu ile silmeye çalıştı. Elindeki fotoğrafı acele ile çekmecenin üzerine yerleştirdi. Hızla ona dönerek “Anne.” dedi. Annesi kaşları çatık bir halde ona doğru geldi “Sen ağladın mı?” diyerek elleriyle çenesini şefkatle tuttu. Genç kız annesinin tutuşundan çenesini kurtarıp arkasını ona döndü. Gözlerini kaçırmak istedi. Annesi bu kaçışın sebebini çok iyi biliyordu. “Verda.” dedi onun önüne geçerek ellerinden tuttu. “Gel şöyle bir oturalım kızım.” Verda’yı çekiştirerek yatağın ucuna oturttu. Olaylar o kadar hızlı gelişiyordu ki yaşannalardan beyni dönmüştü. Ne dese geri tepiyordu. Kızına bir türlü ulaşamıyordu. “Anne bak yine çok hızlı gidiyorsun yavaşla falan diyeceksen…” dediği an annesinin eli genç kızın dudaklarının üzerine dokundu. Susması için bu bir işaretti. Beklemediği bu hareket ile neye uğradığını şaşırdı. “Verda, kızım bugüne kadar hep sen konuştun. Benim konuşmama bir türlü müsade etmedin. Her konuştuğumda çekip gittin. Ama artık konuşma sırası bende kızım.” “Anne yapma lütfen!” dedi ellerini onun avuçları arasından çekerek bakışlarını kaçırdı. Yüzünü ovuşturup gücünü toparlamaya çalıştı. “Gerçekten yoruldum artık. Herkes karşıma geçip bana methiyeler düzüyor. Ama hiçbirinizin sözünün bende yeri de tesiri de yok artık. Anlayın bunu ve vazgeçin.” “Bunu kendine de Poyraz’a da neden yapıyorsun kızım?” “Anne ne diyorsun sen?” dedi dehşetle açılan gözlerle ona baktı. “Duydun beni Verda. Sen Tezcan’ı değil Poyraz’ı seviyorsun. Ama tutmuş saatler sonra Tezcan ile sevdiğin adamın gözlerinin önünde nikah kıyıp buradan gideceğini söylüyorsun kızım. Bu yaptığı delilik. Hayatını mahvedeceksin. Görmüyor musun ne yaptığını?” Poyraz’ın adını duymasıyla bir an nefesinin kesildiğini hissetti. Ailelerden gizlemek için o kadar çaba sarf etmişken annesinin bu gerçeği bilmesi onu afallatmıştı. Ama bir an önce buradan kurtarmalıydı kendini. Her zaman herkese söylediği yalana tutunup annesini de ikna etmeliydi. Yoksa Poyraz’a bir yandaş çıkmasını, bugün gerçekleşecek nikahın engellenmesini istemiyordu. Çünkü bu işin bugün gerçekleşmemesi demek işlerin sarpa sarması dahası görevden alınması demekti. Ve bu Verda’nın isteyeceği son şey dahi değildi. Zaten dün gece yaşananlardan sonra ciddi bir uyarı almıştı. Son şansını kaybedemezdi. Tüm inandırıcılığını kuşanıp annesi ile çetin bir mücadeleye girdi. Hızla ona dönerek ellerini bu defa kendisi avuçları içine aldı. “Anne, güzel annem asıl sen yapma bunu bana. Tamam ben Poyraz’ı çok sevdim. Sizden sakladık ama iş ciddiyete düşünce korktum be annem. Ben senin gibi olamam, ben sizin gibi olamama.Ben o kadar güçlü değilim. Senin babam ile birlikte bir yarın toprağın altına gömüldü. Senin günlerin gecelerin babam görevden dönsün diye dualar içinde geçti. Korku her gününde, her saatinde, her saniyende vardı. Babamın mesaisi bitene kadar soluğunu tutar kötü bir şey olma ihtimalini düşünmekten hayatını yaşayamazdın. Ben babamın yüzünü fotoğraflar olmasa hatırlayamayacağım. Sesini ise anımsayabilmek için nasıl mücadele ettiğimi bilemezsin. Ben küçücük yaşımda onsuzluğun bedelini çok ağır ödedim annem. Yüreğim hala çocuk benim, onsuzluk hala kanayan bir yara gibi taptaze. Ben daha kendimi iyi edememişken Poyraz ile bir hayat kurmaya gücüm de cesaretim de yok benim.” “Kızım sen hala Poyraz’ı seviyorsun ben bunu gözlerinden anlayabiliyorum.Bugün nasıl Tezcan’a evet diyeceksin. Poyraz’ı severken Tezcan’a nasıl yar olacaksın. Nasıl aynı evi paylaşıp hayat arkadaşı olacaksın.” “Yapmak zorundayım anne.” “Neden kızım? Madem korkuyorsun Poyraz ile bir gelecekten bu acelen niye, daha dün gece nişanlandın sen? Sabahına evlenip gidiyorum diyorsun. Beni hiç mi düşünmüyorsun kızım?” “Annem, gitmem gerekiyor ne olur daha fazla sorgulama. Zorlama beni. Poyraz vazgeçmeyecek ama benim artık ona verecek bir umudum yok.İstemiyorum anne. Ben Poyraz’ı da onunla yaşama ihtimalim olan hiçbir şeyi istemiyorum.” “O yüzden mi yanaklarından yaşlar süzülüp gidiyor.Dilinden döküleni gözyaşların inkar ediyor.” Verda hızla ellerini yanaklarına götürdü. Gözlerinden akıp giden yaşların farkında değildi. Annesi haklıydı dilinden dökülen her bir kelimeye isyan ederek yanaklarından süzülüp gitmişti. “Anne ne olur yapma? Babamın hatrına yapma. Beni babasızlığın yanında bir de annesizlik ile sınama. Bugünümde kimsesiz bırakma beni.” “Ben kızımı teliyle, duvağıyla, elinde kınası, davullu zurnalı düğünüyle giydiği kar beyazı gelinliği ile bu evden yeni yuvasına huzurla uğurlamak isterdim. Baban da öyle isterdi.” Kırgınlığı sesinin tınısına yansıdı. “Anne…” diye yakardı artık tükenmişti. “Yapma.” dedi boynunu bükerek “Beni boynu bükük kimsesiz bir halde gönderme bu evden.” dedi artık bitmişti. Annesi kızının perişan haline daha fazla dayanamadı. Niyeti onu vazgeçirmekti ama sevdiği adamın biricik emanetine daha fazla kıyamamıştı. Hızla yanına giderek gözyaşları içinde cennet kuşum diye sevdiği kızını kolları arasına aldı. “Cennet kuşum, afet. Niyetim seni üzmek değil dönülmez bir hatadan geri döndürmekti. Affet kızım, affet yüreği yaralı kanadı kırık anneni.” “Annem, canım annem, senin kanadın kırık değil, senin cennet kuşunun kanatları yeter sana.” “Affet kızım, zamanında ben de babandan kaçmıştım. Sırf polis diye istememiştim. Sonra aşkıma yenik düştüm. Ve yenildiğim sevdam için bir gün bile pişmanlık duymadım. Gözlerinde gördüklerimin anlamını bilmesem sana bunları söylemezdim. Affet cennet kuşum.” “Affedilecek bir şey yok annem, sadece şunu bil hiçbir şeyi boşuna yapmıyorum. Hiçbir şey sebepsiz değil. Ve bir şeyi yapıyorsam emin ol herkes için en doğrusunu yapıyorum.” Verda’nın cümleleri annesinin aklını bir an bulandırsa da artık daha fazlasını kurcalamayacaktı. Kızının şu an gözlerinde gördükleri onun yüreğine güven vermişti. Ne yaptığını bilen, sağlam adımlar ile ilerleyen bir genç kız bakışıydı bu. Ve artık sadece kızına şefkatle sarılacaktı. “Ne olursa olsun, ne yaşarsan yaşa bu kapı seni kapın, bu ev senin baba ocağın. Her zaman sormadan, sorgulamadan nefes alacağın tek durağın burası. Annenin dizinin dibi , babanın gölgesinin var olduğu tüten ocağı. Ben de babanda her zaman, her durumda arkandayız. Günahınla, sevabınla her zaman bizim kızımızsın. Babanın cennet kuşu, benim naif kırılgan meleğimsin. Seni sevdiğimizi asla unutma kızım.” dedi ve şefkatle babasının yapacağı şeyi yaparak alnına sıcacık bir buse kondurdu. İşte bu ana şahitlik eden babasının varlığını yüreklerinde en derinden hissetmişlerdi. Şehit olan babasının şefkati yüreğini sevgiyle okşamıştı.
|
0% |