Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@ugurluay

13.BÖLÜM(***Hayallerimin Rüyası***)

Güneş arsızca odamın penceresinden içeriye süzülüyordu. Gözlerime akın akın hücum eden ışık huzmeleri canımı acıtarak göz kapaklarımı zorlayarak açmama sebep oldu.

“Kahretsin! Birisi şu güneşin ışıklarını kapatsın ya da kökten söküp alsın gökyüzünden,” diye haykırdığımda ağzımdan çıkanı nasılda kulağımın duymadığını fark ettim. Allah aşkına nasıl bir saçmalamaktı bu ya? Gözlerimi canımın acısı pahasına zorlayarak açtığımda, zonklayan başımın ağrısına rağmen suratımda aptal bir sırıtış peyda olmuştu.

“Neredeyim? Buraya nasıl geldim ben ?” sorularımı es geçerken, gece görmüş olduğum hayallerimin rüyasına daldığım hülyalı bakışlar ile onu düşünüyordum. “Ah ulan güneş ne vardı yani biraz daha geç doğsan. Biraz şu gariban Mira’yı düşünüp de geç doğayım demiyorsun, sanki tabakhaneye… Tövbe tövbe ya,” dediğim an zonklayan başımın ağrısını geçirmek adına ağrının asıl kaynağı olan gözümü ovuşturdum. Nasıl bir ağrıydı bu böyle ya?

“Ah be bir gram daha fazla görseydim rüyalarımın yegâne prensi Arda’mı ne olurdu yani? Şöyle endamı arz ederken biraz daha onu süzerken gözlerime açık büfe ziyafeti çekseydim. Ruhumu beş yıldızlı otelin rahat kollarına atarken yüreğimi festivallerde coştursaydım. Ama yok, yok anasını satayım her şey gibi rüyalarım bile bana karşı, rüyalarda bile haramsın bana be güzel adamım.” Diye odanın içinde konuşmayı atlayarak, şimdi içli içli böğürme moduna doğru tırmanışa geçtim. Söz konusu Arda olunca maşallah ne durum ne durağım ne de sınırım vardı. Homurdanmayı bırakıp gözlerimi tekrar kapattım. Küçük bir ihtimal dâhilinde kalktığım rüyanın içinde kendimi tekrar bulabilme ihtimalim yüksekti. Ama bu çabanın da kocaman bir hiçe dönüşmesi, benim boş hayallere kapılmamı anlamam çok zaman almadı. Sertçe açılan kapının açılışı ile resmen Arda’ma dair kurduğum tüm hayallerim başka bahara kaldı. Elveda hayallerimin rüyası prens Arda’m… Bir yanım Arda’ya umutsuzca veda ederken bir yanım çoktan yusuf yusuf etmeye başlamıştı. “Kapat gözlerini kızım Mira, bu giriş giriş değil,” diye içten içe yüreğim titremeye başlamıştı. Kesin yine bir şey yapmıştım ama cidden bu defa yaptığım hatayı bilmiyordum. Canımı okuyacak annem, acaba yine kimin tavuğuna kış dedim de haberim bile yoktu. “Masumun hâkim bey,” diye haykırasım geliyor, geliyor ama yemiyor işte…

Gözlerimi açmadan uyuma numarası yapmaya çalışsam da boş… Annemin otoriter sesi ile odanın içinde haykırması benim yorganın altına daha fazla sinerek tir tir titrememi sağladı. Ne kadındı Allah’ım ya sesini çıkarmadan bir girişi ile beni korku duvarlarına tırmandırıyordu. Annemi göremesem de aldığı soluklardan çok öfkeli olduğunu anlayabiliyordum. Soluğundan bunu anladıysam offf, yüzünü görmeye cesaret dediğin meretten şu aciz yüreğimde bir gram bile kalmamıştı. N e cesareti be ecelimin terlerini boşalttım resmen üzerimden, aşırı su kaybından şuracıkta can vereceğim de haberim yok.

Annemin haykırması ile korkunun ecele faydası yok desem de atmayı bırakmaya hevesli kalbimin son çırpınışı ile yavaş yavaş yorganı ellerim ile kafama kadar çektim. İçimden, “Ne halt yedim de bu kadın bu kadar sinirlendi,” diye çoktan derin düşüncelere dalmıştım.

“Miraaa..” hiddet ile bağıran kadın benim gölgesinden bile korktuğum kadın, o benim annemdi.

“….” Ses yok. Nerem ile çıkaracaktım içime kaçan sesimi acaba. Kadının karşısında resmen sesimi yutmuş gibiydim. Yap numaranı Mira, uyu kızım, uyuma numarası yap kızım. Annem beni çiğ çiğ yiyecek midesi almazsa haşlayacak, o da yetmezse kızgın ateşte kor alevlerde çıtır çıtır yakarak kızartacak. Seçim benim, malum seçenek bol…

“Aç o gözlerini Mira, uyumadığını biliyorum.”

“…” Lanet olsun, kadın resmen dedektif, uyuyordum ben ama ya… Hem daha rüyamın ikinci yarısını izleyecektim. Annem yüzünden onu da kaçırdım. Uykumun rüya salonları almayacak artık beni içeriye… Bir yandan beynim zonklayarak ağrır, bir yandan annemin sesi kafamın içinde acımasızca yankılanır. Of ki ne of! Tüm şirinliğimi yüzüme takınıp az önce korkudan kafama çektiğim yorganı yavaşça geriye açtım.

“Hih hih hih! Günaydın annelerin en güzeli.”

“Ooooo külkedisi uyanmış bir de günaydın diyor. Senin saatten haberin var mı? Gün ayalı çok oldu. Akşam oldu akşam.”

“Aşk olsun annem ya bir uyutmadın beni, unuttuysan hatırlatayım bu gariban öğrenci kızın tatilde, tatilde, bırak da son zamanlarımın tadını çıkarayım. Hem ne varmış canım uykuyu birazcık fazla kaçırdıysam.” Yüzsüzlüğün de bu kadarı yani, kadına resmen gel beni öldür, boğazıma sarıl diye fırsat veriyordum. Yangına körükle gitmek dedikleri tam olarak da benim şu anda yaptığım oluyordu. Aferin kızım Mira devam et sen, az sonra cenaze namazına geçecek annen haberin yok.

“Mira, birileri bir şeyleri unutmuş doğru ama o kişi ben değilim. Beş dakikan var Mira, beş dakika sonra seni masada görmek istiyorum. Yediğin haltların hesabını vereceksin.” Of ya kadın yine çığırından çıktı. Ne oldu da bu hale geldi acaba? Anasını satayım hatırlamıyorum ki! Dün geceden mi bahsediyor, yoksa daha önce yediğim haltlardan biri mi ortaya çıktı. Yoksa geçen sefer seminer diye gittiğim yerin asla yurtdışı kaçamağı olduğunu mu öğrendi? Hihhh! Eyvahlar olsun onu öğrendiyse var ya bittiğimin resmidir. Kadın beni yakmayı bırak varlığımı yeryüzünden siler atar. Of kızım Mira, bir rahat dursana sende ya, el alemin kızları gibi şöyle hanım hanımcık olamadım gitti. Ama ne yapayım suç hep onların, ben böyle isem dönüp kendilerine, yaptıklarına bir baksınlar. Resmen ellerinde oyuncak bebek gibiyim, komutlarla çalışan bir bebek… Of ya of…

Gece bir ses perdesi gibi gözüme inmişken, annemin bu halinin sebebinin dün gece mi yoksa önceden yaptığım bir şeyin ortaya çıkmasından dolayı mı olduğunu bilememek canımı sıkmaya yetiyordu. Acaba nasıl bir saçmalık yaptım da annemi durdurulamaz bir duruma getirdim. Annem odadan çıkarken hiç de ona yakışmayacak bir hızla sertçe kapıyı çarptı. Ben ise ağzı bir karış açık, bir gözüm yatakta Arda ile yarım kalan rüyama devam etme hevesi içinde, bir yanım kapıda yeri göğü inleten annemin zılgıtında… El mecbur gözlerim geri geri gitse de ayaklarım sürüklenerek emire itaat ederken annemin istikametinde olan yolu tutmuştu.

Ah ulan zalim kader, gerçeğini yaşatmıyorsun, rüyalarımda olsun bir rahat bırak, bana bir huzur ver. Resmen huzurum kalmadı, yerle bir oldu. Offf…

***

Annemin kaşları çatık bir halde önünde bulunan tabaktaki yemekleri yemek ile meşguldü. Ben ise gergin bir havada sinir bozucu bir sessizliğin içinde boğulup gitmek üzereydim. Annemin sessizliği beni iyiden iyiye sindirmeye başlamıştı.

Annem ve babam ayrıldıklarından bu yana annemi tanıyamaz olmuştum. Bildiğin pamuk gibi yumuşak hep gülen kadın gitmiş yerine sert, otoriter ve her şeyin onun isteği doğrultusunda olmasını isteyen bir kadın haline gelmişti. Babamın zamansız ayrılığı ve gidişi annemde kaybetme korkusunu canlandırmamış adeta hortlatmıştı. Bundan en zararlı çıkan, ayrılıklarında olduğu gibi yine ben oldum. Ben ne kadar yıkılmadım ayaktayım pozlarına binine bin para versem de annem de bir o kadar üstüme titrer ve sürekli elinden her an kayıp onu bırakıp gidecekmişim, beni kanatlanıp uçup gidecek bir kuş gibi görmeye başladı. Onu hep anlamaya, elimden geldiğince yanında olmaya çalıştım. Ama anneme bu yetmedi ve asla da yetmeyecekti. O gün bugündür hayatımı eline alıp istediği gibi eğip büküp, şekil vermeye başladı. Beni duymadı, isteklerimi görmezden geldi. Kimdim? Neydim? Unutalı, bana unutturalı çok oldu. Onunla uzun süredir bir şeyleri paylaşmayı bıraktım ve ben artık pes ettim. Annem ile savaşamayacak, ona kendimi anlatamayacak kadar bu mücadele içinde yorgun düştüm. Artık ne isterse onu yapar hale geldim ki zaten benim bu hallerim onu memnun etmeye yetmişti. Şimdi annem ile bu masada, bu gergin bir hava içinde oturuyorsam çok fena bir şey yapmış olmam lazımdı. Beyin devrelerim tutuşmayı bırak, yandı bitti kül oldu. Evet, evet o duyduğunuz koku benim olmayan beynimin işe yaramayan devrelerinin yanmasından ortaya çıkan kokuydu. Of ne diyorum ben ya? Hala dün gece dışarıda ne halt yemiş olabileceğimi düşünüyor ama bravo bana ki bir gram bir şey hatırlamıyorum. O kafamda beyin diye taşıdığım şeyi cidden boşuna yük ediyorum vücuduma ya. Saman taşısam daha faydalı olur. En azından daha hafif değil mi?

Korkunun ecele faydası yok elbet bir yerde patlak verecektim. “Ya Bismillah,” diyerek konuşmaya başladım.

“Annelerin en güzeli…”

“Mira kes sesini…” Oooo bu çok ağır oldu. Konu sandığımdan daha ağır ve derindi galiba. Of beyinsiz Mira, ah o her kurnazlığa tilki gibi kafası çalışan Mira, bir insanın bir insana yaptığını kırk kişi gelse yapamazmış ya aynı o hesapsın yani, gerginlik çukurunda debelen dur, müstahak sana…Oh olsun.

Pes etmek yok yola devam, “Ama anne…” dedim demesine ama demeyeydim daha iyiydi yani. Annemin cümlemi bitirmeden cevabı kesin ve netti.

“Kapa çeneni Mira.” Oha, çüş… Yok artık canım, bu benim annem olamaz. Bu kadının içine ne kaçmış böyle? Nezaket abidesi, heykeli yapılası benim asilzade anneme ne olmuş böyle? Tebrikler yine bana, annemi kibarlık çizgisinden çıkarmayı başarmak her yiğidin harcı değildir. Tebrikler bana gelsin, hatunu zıvanadan çıkartmayı sonunda başardım.

“Of anne ya, ne yaptım yine ben söyle de bari içim rahatlasın. Bileyim suçumu da kırayım dizimi oturayım kıçımın üstüne,” ellerimi göğsümün altında birleştirirken, yüzüme memnuniyetsiz ifademi çoktan yerleştirmiştim. Gözlerim artık annemi takip etmeyi bırakmıştı. Annemin çatal bıçak sesinin kesilmesi ile yemek yemeyi bıraktığını anladım. Yandan göz ucuyla ona baktım. Hay bakmaz olaydım. Kadının gözlerinde gördüğüm öfke nerdeyse beni yakıp küle çevirecekti. Bir yerlerim üç buçuk atmaya başlasa da, yiğitliği elden bırakmayacaktım, bırakmadım da…

Kaşlarını çatıp çoktan “Dalga mı geçiyorsun benimle?” diyen bakışını fırlatmıştı ki işte o an benden yiğitlikten zerrecik dahi kalmamıştı. Aklını başına topla Kızım Mira sen anneni daha önce hiç böyle görmedin, ayağını denk al yoksa sonun fenalarda…

Annem,“Hatırlamıyorsun değil mi?” dedi. Hay ben neyi hatırlamadığımı bile bilmeyen o saman beynime… Of ya biri bana neyi hatırlayamadığımı anlatsın. Cidden devre mevre, kablo namına hiçbir şey kalmadı artık bende.

“Cık…” diyerek kaşlarımı havaya kaldırıp ağzımdan çıkardığım hatırlamadığımı belirten ses ile doğru bir ses çıkardığımı anlamış bulunmaktaydım.

“Düzgün konuş benimle, abuk sabuk sesler çıkarma.” Cidden annem solundan kalkmış. Bu hiddet ne ya alt tarafı “cık,” dedim. Ne var yani bunda?

“Hatırlamıyorum. Oldu mu? Ne halt yedim de bu muameleye maruz kalıyorum bilmiyorum. Ne yaptım da seni bu hale getirdim? Hangi çiğnenilmemesi gereken kuralı ihlal ettim de siz asilzade hatunun delirmesine sebep oldum. İnan ki anne bilmiyorum, hatırlamıyorum ama çok merak ediyorum.”

“Mira, gece Arda’nın kollarında ne işin vardı?

“Heh?”

“Arda’nın kollarında zil zurna sarhoş olmuş bir halde eve gelmen benim bu halde olmam için yeterli bir sebep mi acaba?” dedi.

“Ne? Ne? Ne?” Nasıl yani ya? Annem neden bahsediyordu? Ben, Arda’nın kollarında zil zurna sarhoş eve mi geldim? Yok canım olur mu öyle şey?

“Hesap ver Mira o halin neydi? Rezil rüsva ettin beni, umarım mantıklı bir açıklaman vardır.” Mantık, kimde, bende mi? Ne açıklaması be anne, sen bana en sağlamından bir çimdik at da yaşadığımı hatırlayayım. Kulaklarım duydukları ile firarda…

“O, o rüya değil miydi?” Benim sabah kalktığımda devam etmek istediğim rüya değil de gerçek miydi? Allah’ım sana geliyorum. Dün gece ne olmuştu? Beynimi ne kadar zorlasam da kahretsin ki hiçbir şey hatırlamıyorum. Görüntüler zihnimde parça parça canlanıyor ama bir türlü birleşmiyordu. Of ne demiştim? Ne yapmıştım ben ya? “Umarım fazla saçmalamamışımdır,” diye iç çekişlerim içinde dolanıp giderken annemin sesi ile gerçek dünyaya düşüşüm sert ama acısız oldu. İki dakika huzur ver be anne, rüyalarıma dalarsın, hayallerimi bölersin, of ki ne of ya!

“Rüya mı? Rüya mı? Dün gece yaşattıkların olsa olsa kâbus olurdu Mira.”

“Anne biraz abartmıyor musun acaba?” Diye konuşurken artık yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştım. Her şeye özellikle annemin isteklerine her daim boyun eğen ben, söz konusu Arda olunca dişi bir kaplana dönüşüyordum. Ve bu dişi kaplanın duymaya başladıkları canının sıkılmasına sebep oluyordu.

“Abartmak mı? Mira benimle dalga geçiyor olmalısın.”

“Anne ne var bunda? Arkadaşlar ile çıkmıştık. Biraz fazla kaçırmış olabilirim ama çocuk değilim artık.”

“Çocuksun Mira, hala küçük bir çocuksun. Arkadaşlarım ile çıkıyorum diyerek yalan söylüyorsun, gecenin bir körü Arda ile kolları arasında geri dönüyorsun. Söylediğin yalanların ayağına dolaşacağını tahmin edemedin değil mi?”

“Anne inan ki saçmalıyorsun şu anda, Umut ile gittiğimizde de Arda ile dönüyordum. Neden büyüttün ki bu kadar anlamadım.”

“Ama o zaman ben bu adama aşığım diye bağırmıyordun. Onu bana Allah’ın emri ile iste, ben onu istiyorum anne diye haykırmıyordun.” Dediği an beynimden aşağıya kaynar sular döküldü. Kahretsin ya! Ben aşığım diye mi bağırmıştım? Annemin hem de Arda’nın yanında, hem de utanmadan… Hem de Allah’ın emri ile iste mi demiştim? Allah’ım al beni yanına, ben bu utançla nasıl yaşarım? Dilin kopsun Mira, tutulasıca çenen düşsün de bir daha o boş boğaz ağzını açamayasın. Of ya şimdi ben ne yapacağım? Anneme, hele ki Arda’ya ne diyeceğim şimdi? Yer yarıl, yarıl da al içine hapset beni. Bu nedir arkadaş? Ayarım yok ya benim, kapatın beni bir yere, oh siz huzurlu ben huzurlu… Ne gerek var böyle adrenaline falan, çık çıkabilirsin yarattığın girdabın içinden.

“Hih hih hih! Sen yanlış anlamışsındır hatunum ya, ben hiç öyle şey eder miyim hiç?” desem de şebekliğim ve kıvırmaya çalışmamın kar etmediğini anlamam çok zaman almadı. Of Mira, Of varlığın kendi bünyene zarar…

***

“Mira, ben Arda’ya yıllardır aşığım diye bağırdın, bunun neresini yanlış anlamış olabilirim söyler misin bana?”

“Anne, tamam uzatmayalım kendimde değildim.”

“Kendinde olmadığının farkındasın yani…” Annemin sözleri giderek can sıkıcı hal almaya başlamıştı. Sinirlerim kat kat yukarılara tırmanırken, öfkemi tutup sabır sınırlarımı aşmamaya dua eder hale gelmiştim.

“Anneee…” Sesimin perdesini yükselmesi annemin dikkatini çekmiş olacak ki bir kaşını havaya kaldırıp beni baştan aşağıya süzmeyi ihmal etmedi.

“Bu ne demek oluyor Mira?”

“Anne duymuşsun işte neden soruyorsun?”

“Bunun yalan olduğunu söylemeni, inkâr etmeni bekliyorum.”

“Offf…” diye derin bir iç çekişin ardından kendimi toparlayıp içten ve ciddi bir açıklama yapma gereği hissettim. İçimde yüreğimdekileri annem ile paylaşma isteği dolup taştı. Belki bu defa beni dinler ve isteklerime, duygularıma saygı duyar diye düşündüm. Ne düşünmesi be resmen bin bir dua ile bunu diledim. Sandalyemden kalkıp onun yanı başına dizlerimin üzerine çöküp ellerinden sıkıca tutarak gözlerinin içine baktım. Gözlerimdeki ışığı görüp kalbimde kendimi bildim bile büyüttüğüm aşkı hissetmesini, görmesini istedim, bunu yürekten diledim.

“Annem, ben biraz olsun anlamını istiyorum. Ne olur beni bir dinle olur mu? Kızının gözlerinin içine bak ve yalvarırım beni bir dinle.”

“Anlat,” dedi sesi düz bir tonda çıkmıştı. Ne düşünüyor, ne hissediyor bir bilsem kurban keseceğim valla o derecedeyim artık. İçimden derin bir “Ya sabır,” çektim.

“Bak annem, ben Arda’yı kendimi bildim bileli seviyorum. Bu sana aykırı, Umut’a ters gelebilir. Ama gönül bu kim yüreğine söz geçirebilmiş ki ben geçirebileyim. Ben ona yalnızca âşık değilim anne, onu deli gibi kendimden bile vazgeçecek kadar çok seviyorum. Sana çocukça basit gibi gelebilir ama emin ol bu öyle bir şey değil. Ben onun için yanmayı göze aldım. Ben onun için her şeyi göze alıp herkesi karşıma alacak kadar çok seviyorum. Kendi varlığımın üzerinde bir sevgi bu, ne atabiliyorum ne yaşayabiliyorum. Yalvarırım anla beni, ne olur sesime kulak tıkama bu defa.” Bir umut gözlerine baktığımda, hissiz annemin sert duvarlarına çarpan yüreğim annemin acımasız sözleri ile yere düşerek çoktan can çekişmeye başlamıştı.

“Bitti mi?” Tek cümle, iki kelime benim afallayıp neye uğradığımı şaşırmama yetmişti. “Bitti mi?” dediği an ses tonu ile beni de bitirmişti ama o bunun farkında bile değildi.

“Bi-bitti,” zar zor kekeleyerek dilimden döküldü. Yere çöktüğüm yerden zorda olsa kendimi kaldırırken, ellerim titreyerek annemin ellerini bırakmıştım. Annemin ruhsuzluğu bana öyle büyük bir darbe oldu ki ruhum kanıyor, canım acıyordu. Gözlerim hayal kırıklığının bin bir tonunu barındırırken çoktan akmaya hazırlık yaptıklarını hissedebiliyordum. Gözlerim ışıl ışıl acı çekerek anneme bakıyordu.

“Kulaklarını aç ve beni iyi dinle Mira, sen onunla asla olamazsın. Arda’nın kiminle nerede olduğu, gece hangi esmerin koynunda yatıp, sabah hangi sarışın kollarında uyandığı belli değil. O sadece iyi bir aile dostu, işini düzgün yapan bir genel müdürden başkası değil. Daha ötesi olmadı, olmayacakta. Sonunun benim gibi olmasını mı istiyorsun?”

“Anne o öyle biri değil? Ben ona aşığım.”

“Aşk dediğin şey boş bir safsatadan ibaret, kim âşık olduğu adam ile evlenip mutlu olabiliyor söylesene bana. Evlendiğin an aşkın büyüsü uçar gider elinde sadece gözyaşı ve pişmanlığın kalır. Aşk insanı mutlu etmez Mira, sen aşkı değil huzuru tattığın adam ile evleneceksin. Arda doğru adam değil.” Dedi ve o an film bende artık koptu. Ellerim ile sıktığım yumruklarım artık sabrımın son demlerini yaşadığımı göstermekteydi. İttirmek için bin bir çaba sarf ettiğim gözlerimden akan yaşlara artık engel olamıyordum.

“Anne ne saçmalıyorsun, neyin kafasındasın sen ya? Ne demek Arda doğru adam değil, buna sen mi karar veriyorsun. Hüküm verdiğin hayat benim hayatım .”

“Ben saçmalamıyorum gerçekleri söylüyorum. Ve evet senin hayatına hüküm veriyorum ve sen benin verdiğim karalara uymak zorundasın.”

“Anne zorlama beni,” dedim. Gücüm artık kalmamıştı, tükenmiştim, annem beni sözleri ile tüketmişti. Gözlerimden akan yaşlar öyle bir yüzümü istila ediyordu ki her bir damla yanağımdan süzülüp giderken, yüreğime çizik atıyor, canımı acıtıyor yüreğimin feryat figan isyan etmesine sebep oluyordu.

“Zorlarsam ne olur Mira, söylesene zorlarsam ne olur?”

“Anne ben kendimden vazgeçerim ama asla ondan vazgeçmem.”

“Vazgeçeceksin.”

“Bir ömür beklemem gerekse de, kavuşamayacağımı bilsem de asla ondan vazgeçmeyeceğim.”

“Vazgeçeceksin Mira, benim çatımın altında yaşadığın müddetçe benim bu ilişkiye onayım yok bilesin.”

“Öyle mi anne? Onayın yok öyle mi? Yeter artık çatında onayında senin olsun, ben gidiyorum.” Diye haykırdığımda ağzımdan dökülüp gidenlere ben bile inanamamıştım.

“Miraaaa…”diye başladığı cümlesini artık tamamlamasına izin veremezdim. Annemin ağzından çıkan her bir kelime kalbime zehirli bir ok misali saplanıyor ve acıtarak canımı yakıyor, ruhumu ıstıraplar içinde kıvrandırıyordu.

“Duydun beni anne senden onay falan istemiyorum. Ben yalnızca seninle paylaşmak istedim. Yıllardır yapmadığımız bir şeyi belki yapabiliriz, kaybettiklerimizi bulur, yitirdiklerimizi geri kazanırız diye umut etmiştim. Ama olmadı, yine başaramadık be anne. Yine kulaklarını bana tıkadın ve beni dinlemedin. Sizin babamla olan hayatınızın ya da hatalarınızın sorumlusu ben değilim. Sizin bedelinizi ben ödemeyeceğim.”

“Mira haddini aşma, ben yalnızca senin büyük bir hata yapmana engel oluyorum.”

“Bırak da hata yapayım anne, bırak da bu defa kendi yaptığım bir yanlışın acısını çekeyim. Ben ondan gelecek her acıya razıyken neden beni engellemeye çalışıyorsun.”

“Mutsuz olacaksın Mira.”

“Mutsuz olacaksam da onunla mutsuz olayım, anlamıyor musun? Ne kadar sevdiğimi, onun için ne halde olduğumu görmüyor musun?”

“Miraaa yeter artık, kes saçmalamayı, sana söyledim benim çatım altındayken asla bu ilişkiye onayım yok.”

“Tamam öyle olsun, daha fazla üzüp kırmayalım birbirimizi ben gidiyorum.”

“Saçmalama Mira nereye gidiyorsun?”

“Senin çatının olmadığı ve kurallarının geçmediği bir yere…” diye haykırırken çoktan merdivenlere tırmanmıştım bile.

Annemin öfkesine ve arkamdan haykırışlarına rağmen onu ardımda bırakıp alel acele elime geçirdiğim eşyaları valize tıkıştırıp, nasıl olduğunu anlayamadığım bir hızda kendimi çoktan yollara atmıştım. Nasıl otogara gittim? Ne ara Ankara otobüsüne bilet alıp bindim? Her şey hayalden ibaret toz bulutu gibi geldi geçti. Gözyaşlarımı elimin tersi ile silip, elimi çantama atmıştım ki telefon elime çarptı. Öyle aheste bir şekilde telefonu döndürüp ekranına baktığımda karşımda gördüğüm isimden gelen seksen üç cevapsız arama ve yüz on dokuz mesaj gözlerimin fal taşı gibi açılmasını sebep oldu. Yuh kardeşim bu nedir ya? Ne ara, hangi ara ve neden bu kadar çok derken elimde sessiz de kalmış telefonun ışığı yanıp sönmeye başladı. Işık yanıp sönerken, o ahenk ile bir isim ekranda gelip gidiyordu. O isim ki ellerimin titreyip, kalbimin sesini kulaklarımda duymama neden olmuştu.

Aman Allah’ım yanıp sönen bu isim Arda’dan başkası değildi. Benim güzel adamımdan başkası değildi.

“Gülüşüne hayran, bakışına kurban, sesine leyla olduğum güzel adamım.”

Loading...
0%