@ugurluay
|
14.BÖLÜM(***Son Gülen İyi Güler***) Telefonun yanıp sönen ışığı ruhumu titretmeye yetmişti. Ekranda gördüğüm isim aklımı yitirmeme yetecek harflerin bir araya gelmesinden oluşuyordu. Kahretsin! Ben Arda’yı tamamen unutmuştum. Annem ile yaşadığım hararetli tartışmanın ardından orada daha fazla duramayacağımı anlamıştım. İstanbul’da nefes alamadığımı hissettiğim anda ise kendimi otogara atmıştım. O an nerem ile düşünüyordum bilmiyorum ama gece ne olduğunu bir türlü net olarak hatırlayamıyordum. Zihnim düştüğüm duruma yayılarak kahkaha atarken ben ne yapacağımı bilmiyordum. Aklım karışık, yüreğim titrek, gözlerim yaşlı, sesimin iyi çıkmasına uğraşarak telefonu zor da olsa açtım. “Alo,” diyen sesim hangi kuyunun dibinden nasıl bir horultu ile çıktı hala şaşıyorum. Ne kadar sesime dikkat etmeye çalışsam da çıkan o hırıltılı sesimin tuhaflığını karşımda beni yıllar boyunca iyi tanımış adam anlamıştı. “Mira, neredesin? İyi misin? Kaç saat oldu neden telefonlarıma cevap vermiyorsun?” diye konuşan benim güzel adamım mıydı? Sesini duymak ruhuma ne kadar da iyi gelmişti öyle… Sesi endişeli bir o kadar da yorgun geliyordu. Sanki, sanki uykusuz gibiydi… “…” Onun endişeli sesine verecek cevabım yoktu. İçimden coşup gelen ağlama isteğini bastırmak için dudaklarımı ısırmaya başladım. “Mira ses versene, iyi misin?” “Arda, ben, ben bilmiyorum.” Akıp giden gözyaşlarıma eşlik eden hıçkırığımı boğazımda daha fazla tutamadım. “Mira neredesin?” “Ben, ben Ankara’ya dönüyorum.” “Neee?” duyduğum sesin tonu öfke barındırırken ben konuşmamı sürdürmeye kararlıydım. “Seninle de konuşamadan acil ayrılmak zorunda kaldım. Kusura bakma.” Kusura bakma nedir ya? Ah Mira biri sana konuşma dersleri versin. İnsan sevdiği adam ile böyle mi konuşur? Hem de dün gece hatırlayamadığın bir aşk ilanı yaptıktan sonra. “Arda, ben, dün gece için…” dedim demesine de o cümleyi bitiremedim ya… Ne diyecektim ki adama, şey pardon ben hatırlamıyorum galiba ama sana aşkımı itiraf etmişim, üstüne bir de utanmadan anneme bana bunu Allah’ın emri ile iste demişim mi? Allah’ım ne hallere düştüm ben ya? “Mira, dün gece…” Yok yok konuşturmamam lazım. Bu adam çenesini bir açarsa dalga geçme konusundan üzerimde olimpiyat kurup altın madalyayı da utanmadan kazanır. “Aslında ben dün gece ne olduğunu tam olarak hatırlamıyorum. Ama şimdi böyle olması gerekiyor.” Yalan, palavra… Ah be güzel adamım ne olduğunu hatırlayamasam da biliyorum, dillendiremesem de böyle olmasın istiyorum. Kollarını açıp bende seni seviyorum demeni istiyorum. Of Allah’ım ya rüyamın kaçta kaçı gerçek, kaçta kaçı bilinçaltımın bana oynadığı bir oyundu acaba. Maşallah bilinçaltıma nasıl attıysam adamı, içine ata ata resmen koca bir dev olup çıktı. Of ki ne of! “Mira, sen ağlıyor musun?” Heh, tam oldu. Adam ağladığımı da anladı. Ayıkla pirincin taşını Mira Hatun. Hani nerede dün gece ki o dillere destan cesaretin? Ne oldu daha birkaç saat önce annene meydan okuyordun? Yemedi dimi. Hadi anlat ne olduğunu, neden ağladığını? Annem var olmayan, ama olma ihtimalciğine karşı içimde yeşerttiğim küçük umut filize sağlam bir hayır damgası vurdu desene. Annem ile senin için, sana olan kara sevdam için kavga ettim, sırf bu yüzden evi terk ettim, izin ver de sana kaçayım desene. Yemez dimi güzelim, yemez. “Arda, daha fazla konuşamayacağım. Sonra konuşalım olur mu?” “Annen mi?” Evet, evet annem, diye haykırmamak için kendimi zor tuttum. Sessizliğim ona ağır bir cevap gibi gelmişti. “Tahmin etmiştim,” dediğinde sessizliğimden aldığı cevabın onun sesinde yaratmış olduğu kırgınlığı hissettim. Sesindeki kırgınlığın üzerine bir de gerginlik eklenmişti ki bu hiç iyiye işaret değildi. Hatırlayamadığım geceye ait bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayabiliyordum. “Arda sormaya korkuyorum ama, deli gibi de merak ediyorum. Allah’ın aşkına söyle dün gece ne oldu? Yada işini kolaylaştırayım dün gece ne kadar saçmaladım.” Ben karalar bağlamış suratıma al mı mor mu daha yakışır diye hesap ediyordum. Karşımdaki adamın kahkaha atması benim rahatlamamı sağlarken, hafiften gerilmememe de sebep olmuştu. Bu adam şimdi ne için gülüyordu? Saçmalamama mı? Yoksa paçayı kurtarma adına söylediğim saçma kelimesine mi? Bilemedim. “Hatırlamıyor musun?” Ay beyzadem kahkahalarına ara verip de cevap vermeye lütfetti. Ama el mecbur öğrenmem lazımdı. “Ya cidden hatırlamıyorum. Ben en son Vural…” dedim ya, hay demez olaydım. “O adamın adını ağzına alma,” diye bir kükredi sesi kulağımda yankılanırken ben korkudan gözlerimi kapatıp istemsizce telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. “Ne oluyoruz be niye bağırıyorsun?” kendimi toparlamam zor olsa da meydanı ona bırakacak da değildim. “Duydun beni adını ağzında, varlığını yakınlarında dahi duymayacağım, hissetmeyeceğim. Anlaşıldı mı?” Eeee yuh bu ne tepki böyle kardeşim, alt tarafı adamın adını ağzıma alayım dedim, hay ben onun adına… Tövbe tövbe ya… Günüm resmen azar yeme günü, çok sevdim tadını galiba, ye ye doymuyorum anasını satayım. “….” Benden ses yok. Nasıl olsun adam resmen kükrüyor kedi miyavlaması gibi sesim duyulmuyor ki… “Anlaşıldı mı dedim?” Of be ne böğürüp duruyor bu adam ya duyduk işte. “A-an-anlaşıldı.” Kekeleyerek olsun konuşabildiğime şükretmiştim. Onun o ses tonuna konuşmayı unutacağımı bile düşünmüştüm. Ortam gerildikçe gerildi karşımdaki adam put yemiş bülbül gibi susmuş konuşmamaya yeminli gibiydi. Hemen duruma el atıp hızlıca konuyu değiştirmem daha doğrusu bizim dana bölmeseydi konuşma içinde soracağım asıl sorulara yönelmiştim. “Her neyse ne oldu? Nasıl oldu da ben arkadaşlarımla eğlenirken eve seninle geri döndüm. Eve dönünce ne yaptım da benim asilzade annem çıkmadığı çizgisini aşıp beni parçalama evresine geçti. Kurbanın olam Arda bir ayar çek şu zihnimin ulaşamadığım, kapsama alanı dışında keyfine bakan ayarlarıma.” Benim isyankâr çıkan sesime onun kahkahalar atarak gülmeye devam etmesi iyice sinirlerimi bozmuştu. “Ne gülüyorsun be pişmiş kelle gibi, ben burada ecel terleri döküyorum. Beyimiz dört köşe olmuş keyfine diyecek yok. Yok, yok ben vazgeçtim. Sormuyorum sana hiçbir şey, ben beynime ayar çeker, formatını da atarım. Sana mı kaldım kokmuş beyin sende? Hiç…” Benim bu çıkışım onu frenlemek yerine, lastiği patlamış kamyon gibi adam kahkahalarını daha yüksek perdeden salmasın mı? Anasını satayım sanki karşısında stand up show yapıyorum. Bu ne neşe, bu ne kahkaha? Benim gözümden yaşlar akıyor yüreğim parçalanıyor, adam orada keyfinde, oh… Üzül Mira, ağla Mira, peşinde koş Mira, vazgeçme Mira… Ne için? Hepsi dingil duyarsız herifin teki için. Peki değer mi? İşte bu kahrolası soru beni her zaman zorluyor ya. Söz konusu laf dinlemeyen arsız yüreğim olunca değmese de değdiriyor işte… Ne de olsa bu gönül dediğin ota da… Bir adam edemedim ya şu yüreği, aferin kızım, çek Mira, çekebildiğin kadar, sonuna kadar çek. Nasıl olsa hak ettin sen bunu… Ben karanın en koyu isyan bayrağını göklere çekerken, karşımdaki adam sinir bozucu kahkahasını ben Anakara yolundayken hala atmaya devam ediyordu. Gül sen gül, benim de güleceğim zamanlar elbet gelecek. Atalarımız o kadar beylik lafı boşuna etmemişler, ne demişler son gülen iyi güler. Sen başlangıcını yap, finali yapmak bana yakışır beyzadem… Oh! Keyfini çıkar bu günlerin, bunlar senin daha iyi günlerin paşam… |
0% |