Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@ugurluay

16.BÖLÜM(***Kelebek Ömürlü Sevda***)

“Ben düşlerimi adamışım geleceğine,

Ne alıp başımı gidebiliyorum, ne de hayatında kalabiliyorum.

Asi güzelim, asil yürekli kadınım…

Tek avuntum gerçekleşmeyen hayalindi gözlerimde,

Yer ettin bir destan gibi ebedi hayatımda,

Söyle nasıl vazgeçilir sevdandan? Söyle nasıl vazgeçebilirim aşk ile bakan gözlerinden?”

Ensemde hissettiğim sıcaklık tanıdık bir o kadar da baştan çıkarıcıydı. O içime içime kör kütük işleyen ses benim güzel adamıma aitti. Ama olma, olabilme ihtimali düşük bile değildi. Böyle bir ihtimal söz konusu bile değildi.

Halüsinasyon mu duyuyorum ne? Kızım ne saçmalıyorsun ya halüsinasyon duyulmaz görülür diyerek acı gerçeği suratıma arsızca çarpan iç sesimden başkası değildi. İç sesimin de maşallahı var yani, bana ait ama hiç de bana ait bilgiçlikle cevapları uçurmuyor aklıma. Of Allah’ım ne diyorum ben ya? Şu an arkamda olma ihtimali olmayan bir adamın sesini ve sıcaklığını duyuyor ve hissediyorum ama lanet olsun ben burada durmuş iç sesimin akıllara zarar verdiği cevapları müzakere etmeye başladım. Tebrik ediyorum cidden kendimi.

Durumun vahameti yüreğimi avuçları içine almışken ben hala taş gibi kaskatı kesilmiş arkamı dönmeye deli gibi korkuyordum. “Korkunun ecele faydası yok kızım Mira,” diyerek gözlerimi kapatıp kulağımın dibinde yankılanan sese doğru yüzümü yavaşça dönerken, görmekten korktuğum değil de görememekten korktuğum adama doğru dönüyordum. Cidden ya onu karşımda görmek değil de, sıcaklığını hissedip sesini duyduktan sonra görememek içime öküz gibi otururdu. O öküz artık benim canımı yaşadığım müddetçe nasıl yakardı orasını da Allah bilir artık. Tam yüzümü döndüm, gözlerim yerde kapalı derin derin nefes aldım. Ardından açmaya korktuğum gözlerimi yerden yukarıya doğru kaldırdım ama lanet olsun açamıyorum ki, korkuyorum, onu görememekten, onun karşımda olmamasından deli gibi korkuyor, karşımda olabilme ihtimaline karşı tutunduğum son umut kırıntısına da deli gibi sarılırken zamanı bile isteye uzatmaya çalışıyordum. Artık korksam da yapacak bir şey kalmamıştı. Uzatabildiğim kadar uzattığım zaman ile birlikte acı gerçekler ile yüzleşmeye hazır hale gelmişti yüreğim, hazırdım kaldırabilirdim artık. Gözlerimi yavaşça açtığımda şu an gördüklerim zihnimin bana yaptığı bir eşek şakası ise cidden ben o zihni alır akıl hastanesine yatırmazsam bana da akıl kaçkını Mira demesinler. Gözlerim onun alev gibi yanan bakışları ile buluştuğunda derin bir nefes alıp verdim. O ise bana yalnızca anlam veremediğim bir etkileyicilik ve birazda kızgınlıkla bakıyordu.

“Sen?”

“Ben?” Kaşlarını havaya kaldırıp cümleme devam etmemi bekler gibi bana bakıyordu.

“Cidden rüya ya da hayal isen ortadan bir an önce toz ol, kaybol. Karış hayal bulutlarımın arasına çünkü bu yürek daha fazla adrenalini yüklenecek durumda değil,” dedim. Gülsem mi ağlasam mı? Bilemedim.

Arda hiçbir şey söylemiyor yalnızca gözlerimin içine odaklanmış, sanki sorular sorup yüreğimden benim bile duymadığım ama onun anlayabildiği cevaplar alıyordu. Ben ise gariban, saf, mağdur Mira resmen kaderin elinde oyuncak, Arda’nın elinde ise adeta bir maymuna dönmüştüm. Tüm cesaretimi toparlayıp, şöyle içten duygusal bir silkelenmenin ardından titreyerek kendime geldim. Karşımda taş gibi duran Arda’mın gözlerinin önünde elimi yelpaze gibi sallamaya başladım.

“Hu hu, paşam orada mısın? Tamam anladık hayal değilsin de en azından heykel ya da kartondan bir maket olmadığını kanıtla da ben de rahat bir nefes alayım. Hu hu, ses versene be adam,” dedim. Cidden bunu aklımın neresinden planladım ve dilimden tıpış tıpış döküldü. İnan bende bilmiyorum. Yapıyorum arada böyle akıllıca hareketler…

Arda, yüzünde yelpaze esintisi yaratan elimi sertçe tutup ne olduğunu bile anlayamadığım bir hızda beni kendine doğru çekti. İşte o an, o an benim soluğumun kesilip nefessiz kaldığım andı. “Ne oluyoruz ya?” bile diyemedim ya… Ben donup kalmış, hareket edecek komutları veremeyecek durumda, beynimin iflas eden devrelerinin yanık kokuları burnumda duyuyordum. Arda, kafasını boynuma gömüp beni benden alan sesi ile konuşmaya başladı ya, ben bildiğin tükendim, bittim, bildiğim her şeyi unuttum, resmen sıfırlanıp fabrika ayarlarına dönmüş gibi oldum. Ah be güzel adam beni ne hale getirdin bir bilsen, tek bir temas, tek bir dokunuş beni alev alev yakıp kül etti. Ama sen bir haber, ben bin haber…

“Hayallerini ve rüyalarını süslediğimi bilmiyordum?”

“Heh? Ne?”

“Dün geceden sonra benden kaçabileceğini mi sandın? Kelebek ömürlü sevdam benden uzakta, bana haber vermeden nefes alabileceğini mi düşündün? Gerçekten inandın mı buna? ”

Allah’ım sana geliyorum. Bu adam, yıllardır hasretini çekip, yolunu gözlediğim adam ben bir alavere dalavere yapmadan bana sarılmıştı. Üstüne bir de o izlemeye doyamadığım dudaklardan, dinlemekten asla bıkmayacağım o ses tonu ile kulağıma aklımı yitireceğim kelimeleri bir araya getirerek başımı döndüren cümleleri kurmuştu. Yok, yok cidden bu adam benim akıl sağlığıma zarardı. Ben kendimi zorlayarak da olsa ondan uzaklaşmaya çalıştım. Ama nafile, onun beni ne bırakmaya, ne de aklımı başımdan alan konuşmasına ara vermeye niyeti vardı.

“Arda…” diyen iniltim onun kulaklarına dolarken o çoktan benim kokumu saçlarımdan içine derince solumaya başladı. Of nasıl bir iç çekmektir o ya… Öldürdün, bitirdin, tükettin be adam sen içine kokumu çektikçe ben son nefesimi verir gibi soluksuz kalıyorum. Kalbim durma noktasında beyine çoktan sala ver komutunu gönderiyordu.

“Hımmm…” dediğinde boğazımda demir bir bilye var gibi zorlukla yutkundum. O adam benim kokum ile sarhoş mu oldu yoksa bana mı öyle geliyor. O nasıl içten ve kendinden geçmişçesine verilen bir cevaptı? Of ya bendeki de kalp be adam, bu kadar ilgi yüklemesi yapılır mı ya? Bu har olup uçacağım haberin yok.

“İnsanlar bize bakıyor,” dedim demesine de maşallah adam hiç oralı gibi durmuyordu. Nasıl gamsız, umursamaz bir adamsın sen acaba Arda Mert? Paşama bak sen ya gömüldü saçlarıma, oh anam oh! Yine sinirlenmeye başlamıştım, o beni ne zaman ki çileden çıkarıp, ecirden sabırdan düşürürdü isminin yanına ikinci adını hiç acımadan yapıştırıverirdim. Arda olurdu birden Arda Mert…

“Gözüm senden başkasını görmüyorsa, dünya umurumda değil.” Ay ay ay az önce ben sinirlenmiş miydim? Yemişim sinirini be… Sen hep böyle konuş ben pamuk pamuk yumuşacık olurum.

“Arda…”

“Hımm…”

“Ne yapıyorsun sen ya?”

“Kelebek ömürlü sevdama olan özlemimi dindirmeye çalışıyorum. Dün geceden bu yana beni kendinden mahrum bıraktınız küçük hanım cezalısın.”

“Kim ben mi cezalıyım? Ben mi mahrum ettim?”

“Tabi ki sen kelebek ömürlü sevdam.” Of işte bunu söylememeliydi. Bunu ikinci kez söylememeliydi. Bunu üçüncü kez duymaya tahammül edemezdim.

“Şöyle söyleme,” dedim ve onu göğsünden tutarak geriye doğru gücüm yettiğince ittirdim. Ne kadar başarılı oldum orası tartışılır ya neyse… Sinirlerim bozulmuş, gözlerim ışıl ışıl parlarken çoktan akmaya hazır hale gelmişti. Onun benden böyle bir çıkış beklemediği çok açık belli oluyordu. Kaşlarını çatıp, sert bir şekilde “Ne oluyor?” dedi hiddetli bir şekilde bana bakıyordu.

“Kelebek ömürlü deme, böyle konuşma, kelebeğin ömrü az olur,” sesim titrer bir halde konuşurken dokunsan ağlayacak hale ne zaman gelmiştim bende bilmiyorum. Takıldığım nokta buydu işte, onunla ilgili bize dair kurduğu cümlelerin içinde barındırdığı anlamlarda saklı olan kısa süreli hiçbir şeyi, bu bir cümle içine yerleşmiş olsa dahi benim canımı yakmaya yetiyordu. İşte ben böyle seviyordum bu adamı… Benim suratım düşmüş, gözlerimde titrek ışıklar parlamaya çoktan başlamıştı. Tamam benim takıldığım kısım basit, verdiğim teki ona göre çok büyük olabilirdi ama bu benim için küçümsenemeyecek kadar hayati önem taşıyordu. Onunla ilgili, ona dair hiçbir şey benim hayatımda küçük bir yer kaplamıyordu. Görmüyor belki de bilmiyordu ama o benim baştan sona hayatımdı, hayatımı o bana aşk ile bakmadan önce ona adadığım adamdı. Haberi yoktu, belki bilmezliğe belki vurdumduymazlığa veriyordu ama ben kendimi bildim bileli onu sevdim. Ben sevmeyi onunla öğrendim. Aşkın ne demek olduğunu kalbim onun yanında deli gibi çarpmaya başladığında anladım. Çok uğraştım, çok denedim vazgeçmeyi ama başaramadım. Onsuz geçen her bir gün içime kızgın demirler ile işkence ederken ben ondan vazgeçmek adına içimde sürdüğüm amansız mücadeleden yorgun ve bitik bir şekilde vazgeçtim. Onsuzluk için savaşmayı bırakırken yeni mücadelem onunla olabilmek adına oldu. İşte böyle büyük bir aşk ile seviyordum ben onu, tanımlayamaya aklımın, hissettirmeye gücümün yetmediği bir hissiyat ile seviyordum.

Benim uyarıma aldırış etmeyen Arda gözlerimdeki ışıltıları gördüğü an yüzündeki sertlik anlık bir yumuşama sürecine çoktan giriş yapmıştı. Bir anda tekrar yaklaşıp beni kolları arasına izin almadan hapsetmişti.

“Sen benim bir günlük değil, ömürlük sevdamsın.” Dedi. Ve işte o an ben onun gerçekliğini tüm hücrelerimde içime yaydığı aşkının tüm sıcaklığı ile hissettim.

Of ya bu adam neyin kafasını yaşıyordu bir bilsem. Dün gece onun kafasına benim hatırlayamadığım sert bir cisim ile falan mı vurdum acaba? Valla vurduysam ve bu adam bu haldeyse iyi ki de vurmuşum ya, daha önce niye akıl edemedim ki acaba… Yok ya, vursam hatırlardım herhalde? He he tabi canım hatırladım, kesin hatırlardım zaten. Tövbe tövbe dün gece yediğim nanelerin haddi hesabı yok, kesin dün gece bir şey yaptım ben bu adama ya… Yoksa yıllardır peşinde koştuğum adam bir gecede bu hale gelir miydi? Asla… Adamın içine aşk düşmüş beni de içine hapsetmeye çok hevesli…

“Arda, pardon da sen kendinde misin acaba?” Tutulsun dilin Mira, düştü yine çenen, iki dakika keyfini çıkaramadın dimi, dayanamadın yine…

“Hem de hiç olmadığım kadar.”

“Şu anda bana sarıldığının farkındasın yani.”

“Hem de nasıl farkındayım bir bilsen?”

“O zaman bana söylediklerin bilinçli ağzından dökülüyor. Öyle mi?” Gerçekliğine inanmaya o kadar çok ihtiyacım var ki…

“Hem de her bir kelimesine kadar.”

“Arda…”

“Efendim Mira’m.” Anammm ne dedi? Ne dedi o öyle ya?

“Gerçekten inanmaya ihtiyacım var.”

“Gerçekten inandırmaya ihtiyacım var.” Dedi.

Benin hafif bir şekilde kendinden uzaklaştırırken gözlerimin içine beni okuyup ezberle r gibi baktı. Söylediklerinin ve varlığının sahiciliğine hissettirir gibi güven dolu bakışlar ile bana bakıyordu. Ah be adamım, ne de güzel gülüyor, nasıl da aklımı başımdan alacak şekilde konuşuyorsun sen öyle… İçimi titretiyorsun be adam, içimi titretiyorsun da haberin yok.

O söylüyor ben dinliyorum. O bakıyor ben ölüyorum. O dokunuyor ben bitiyorum. Ah ulan zalim kader yaptın yine yapacağını, yine elinde oyuncak olup çıktım. Var ya bu kadar gösterip de bu güzel adamı benden alırsan, gülüşünü bana haram kılar, ellerimden uçup giderken seyirci kalmama vesile olursan elimden çekeceğin var bilesin.

Loading...
0%