@ugurluay
|
17.BÖLÜM( ***Geçmişe Geçmiş Ola***) “Yıkık dökük gönül duvarlarım virane, dermanı yok artık durmayan çenemin. Dönmüyor zihnim yaşananlara, almıyor aklım yalandan ibaret gerçeklerini, Gözüm görmüyor artık beni umursamayan vurdumduymaz tavırlarını… Kimdim? Senin için neydim? İnan artık bilmiyorum… ” (Beş ay sonra) Arda ile otogarda yaşadığımız tuhaf karşılaşma, yaşanmamışlıkların yaşanması ve soluksuz geçen beş ay… Hala ne oldu? Nasıl oldu? Ne ara ne hale geldik? Çözemediğim bir hızla hiç beklenmedik şekilde bir araya gelmiştik. Otogarda buluşmamızın ardından aramızda konuşulmadık hiçbir şey kalmamıştı. O bana neden benden uzak durduğunu, ben ona neden Ankara’ya apar topar döndüğümü anlattım. Tabi ki annem ile tartışmamızın odak noktasının o olduğunu ona söyleyecek kadar kafayı henüz yememiştim. Aklımı başımdan almış olsa da o kadar da değildi canım. Adam tutmuş Umut’a ayıp olur diye bana yaklaşmak istememiş bir de annemin ona, bize onay vermediğini öğrenirse artık kutuplara mı gider, uzaya mı ışınlanır bilemezdim. Sırf bu yüzden ona bu konudan bahsetmeme kararımı bir anda almıştım. Çünkü biz onunla ilk defa bir şeyleri ciddi anlamda konuşup, paylaşımlarda bulunmaya başlamıştık. Konuşuyor, konuştukça akıp giden zamanın farkına varamıyorduk. Arda’nın sürpriz bir şekilde otogarda karşıma çıkması ve ardından soluksuz yaşanan dakikaların ardından, o gece Arda otele gitmeye karar verdi. Cemre henüz Trabzon’dan dönmediği için öğrenci evimizde kalmasını teklif etsem de nezaket ile bu önerimi geri çevirirken bunun doğru olmayacağını beni kırmamaya özen göstererek tatlı dille anlattı. Ah be adamım, senin o tatlı diline kurban olmaz mıyım ben? Onsuz geçen o geceyi nasıl geçirdim, sabahı nasıl sabah ettim hala kendime de sabrıma da inanamıyorum. Yaşadığım heyecan ve kalbimin çarpıntısının seslerini kulaklarımda o kadar şiddetli hissediyordum ki zihnim annem ile yaptığım hararetli tartışmayı bile bastırmayı başarmıştı. Ta ki zır zır çalan telefonumda Umut’un ismini görene kadar… İçime tarifi imkânsız korkular basarken, onun öğrenmiş olabilme ihtimali, dahası annemin benim yaptıklarımı Umut’a anlatmış olma varsayımı ile o an ölüm meleğinin çok yakınlarımda olduğunu hissetmiş ve deli gibi içim ürpermişti. Annemin karşısında deli cesareti olan ben şimdi telefonun diğer ucundaki kuzenimin sesini duymaktan ödüm kopuyordu. Bilirdim bana kıyamazdı ama işte işin içine Arda girince ona ne oranda kıyardı orasını henüz bilmiyordum. Şu an için bilmek istediğimi de zannetmiyorum. Umut, Arda’yı çok sever kardeşi gibi görürdü. Bizi öğrendiğinde vereceği tepkiden deli gibi korksam da telefonu mecburen açtım. Eğer açmazsam sabaha Umut’u kapımın önünde bulmamak işten bile değildi. Korkarak açtığım telefonun aslında korkulacak bir şey olmadığını anlamam ise annemin Umut’a yalnızca kavga ettiğimizi söylemiş olduğunu anlamam ile oldu. Şükürler olsun ki şu anda bir de Umut vakası ile uğraşmayacaktım. Umut’a annem ile her zaman ki tartışmalarımızdan birini yaptığımızı, fazla uzatacak bir şeyin olmadığını, kısa zaman sonra aramızın düzeleceğini sadece ikimizin de birbirimizi anlamak için zamana ihtiyacımız olduğunu, onun bir ara arayıp gönlünü alacağımı –ki bu şu an için tamamen palavra- söyleyerek onunla daha fazla konuşmamızı sürdürmek istemedim. Yeter canım şunun şurasında Arda’m ile sevgili olalı kaç gün olmuştu. Çiçeği burnunda sevgililer bu kadar da rahatsız edilir mi canım? Bindiler tepemize vermediler bir huzur… O gün ve o günü takip eden bir hafta Arda ile sevgililiğimizi doludizgin doyasıya yaşadığımız zamanlardı. O kadar mı güzel bakar, o kadar mı güzel severdi bir insan? Ama bu tanıdığımı sandığım Arda’nın gerçek yüzünü bana yaşattığı anlatılmaz yaşanır bir haftadan sonra daha iyi anladım. Sen nasıl bir adamsın be Arda Mert AZDER? Nasıl güzel bir adamsın böyle ya? İçim gidiyor, her geçen gün yaşattıkları ile mutluluğu zirvelerde yaşarken huzuru en safından tadıyordum. Beklenmedik sürprizler etkileyici dokunuşlar, zamansız öpücükler ve beni benden alan adamın bilmediğim yönleri ile yeni tanışıyordum. Arda bir hafta benimle birlikte Ankara’da nefes alıp vermişti. Onunla aynı yerde aynı havaya birlikte solumak kadar zevkli bir şey daha yoktu. Bir haftanın ardından Cemre’nin çıkagelmesi ile bizim romantik komedi tarzındaki yaşamımız bir anda gerilim filmine dönüşmüştü. Cemre Arda’yı hiç sevmiyor, beni üzeceğini düşündüğü için de ona hiç güvenmiyordu. Arda Cemre’nin haklı sebeplerinde ötürü kendisine attığı öldürücü bakışlara aldırış etmeden ona gayet anlayışlı ve kibar bir şekilde davrandı. Arda, Cemre’nin benim için ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Sırf bu yüzden ona daha fazla anlayış gösteriyordu. Arda İstanbul’a döneli tam beş ay olmuştu. Yoğun iş temposu ve herkesten habersiz benim yanıma kaçıp gelmesi ile geri döndüğünde işlere öyle bir gömüldü ki sesine hasret kalmıştım. Deli gibi özlemiştim ama sabretmem gerektiğini biliyordum en azından bir süre daha birlikteliğimizi saklama taraftarıydım. Her ne kadar Arda bu durumdan memnun olmada benim açılan çenem ile baş edemediği için mecbur boynunu büküp saklama kararıma uyuyordu. Arda ile yine telefon ile hasret gidermek adına -bu pek de mümkün olmasa da eldekiler ile idare ediyorduk- konuşuyorduk. Her neyse ben ona olan özlemimi dile getirdiğim o anlarda Arda annemi arayıp ondan özür dilemem gerektiğini söylediğinde ona şiddet ile karşı çıkmıştım. Tepkimin sertliğinin altında yatan asıl sebebi de gözyaşlarımın yüzümü istila edip boğazımdan kaçan hıçkırık ile açıklamak zorunda kalmıştım. Annem ile aramızdaki sorunun kendisinin olduğunu öğrendiğinde sesi kırılmıştı. Kilometrelerce öteden onun nasıl bir ıstırap çektiğini hissedebiliyordum. Annem ile aramızdaki soruna üzülürken şimdi bir de tutamadığım dilim yüzünden Arda’nın acı çekmesi ile şimdi daha fazla canım yanıyordu. Onunla bu konuları konuşmak benim için çok ağırdı ama elbet bir gün öğrenecekti ve bunu benim dilimden öğrenmesi ikimiz adına daha iyiydi. Arda’nın kısa sürede kendini toparlayıp telefonun diğer ucundan kendine güç toparlamaya çalıştığını anlayabiliyordum. “Mira’m, kelebeğim annene hak vermelisin. Senden uzak durmak için o kadar saçmaladım ki, kendime öyle bir geçmiş yarattım ki annen ne dese ne yapsa sonuna kadar haklı… Kim kızının dergilerde boy boy resimleri çıkan bir adam ile birlikte olmasını ister. O yüzden ona zaman ver. Benim sana olan aşkımı, bitmeyen sevgimi, gözünün içine nasıl baktığımı gördüğü zaman inan her şey daha güzel ve kolay olacak,” dedi ya ben bu adama o an bir kez daha âşık oldum. Hayatımdaki her insana nasılda anlayışlı nasılda ince düşünceliydi. O ki ne of! Sen sevilmezsin de ne yapılırsın be adam? Arda ile konuşmamın ardından anneme karşı biraz daha yumuşadım. Sevdiğim adamın vesilesi ile annemi arasam da aramızdaki duvarlar yıkılmamıştı. Hala soğuk rüzgârlar eserken buz tutmamak elde değildi. Arda son zamanlarda kafayı yemiş gibi sürekli annem ve Umut ile görüşüp birlikteliğimizi açıklayacağını söylüyordu. Resmen bu adam duygusal dünyama bir darbe gibi inip beni taciz ediyordu da farkında değildi. O söylüyor ben karşı çıkıyorum, o sinirleniyor ben bağırıyorum, o neden diyor ben telefonu suratına kapatıyordum. Henüz buna ne annem ne Umut nede ben hazır değildim, çiçeği burnunda sevgili olan bizi ateşe atacak göz var mıydı ben de? Hiç… Sert konuşmaydı, trip atmaydı daha fazla baş edemediğim bir noktada hemen B planıma geçiş yapmıştım. Ben içimden panikleyerek tutuşurken, sakin kalmaya çalışıyor ona mantıklı sebepler sıralamaya özen gösteriyordum. Bunun için daha erken olduğunu, okulumun bitmesi ile açıklayabileceğimizi söylediğimde benim bu açıklamam yeterli olamamıştı ki suratında yayılan geniş memnuniyetsiz ifadeni göremesem de sesine yansıması ile tüm moralim yerle bir oluyordu. Ama o an o sesin memnuniyetsizliğini duymazlıktan gelerek geçirdiğimiz her saniyenin kıymetini bilecek hale gelmiştim. Malum adama son zamanlarda iş yoğunluğundan ulaşmak pek de mümkün değildi. Günler günleri kovalarken, annemin soğukluğu içimi delip geçiyordu. Onu ne kadar özlesem de yaklaşan ara tatil için eve gitmeye henüz cesaretim yoktu. O evden normal bir şekilde çıkmamıştım ve geri dönüşüm de kolay olmayacaktı. *** Arda’nın yokluğu her geçen gün canımı acıtsa ve bir an önce yanına gitmek istesem de annem ile mücadele edecek güce sahip değildim. Her telefon konuşmamızda Arda ile asla diyen imalarda bulunup, gizliden gizliye Umut’a bu durumu anlatmak ile beni tehdit ediyordu. Annemin tehditleri, Arda’nın her geçen gün artan kıskançlıkları iyice beni bunaltmıştı. Annemi arayıp “Seminer var eğitimimi için son senemi uzatmamak adına zorunlu katılmam gerekiyor, bu yüzden tatile gelemiyorum,” bahanesini uydurup annemi inandırmayı başarmıştım. Vakit kaybetmeden Arda’yı arayarak sevinç içinde müjdemi heyecan ile vermek istemiştim. Niyetim onun bir bahane ve iş toplantısı adı altında İstanbul’dan çıkarıp yanıma uçuşa geçmesini sağlamaktı. Ara babam ara, ara babam ara… Az önceki sevincim kursağım da kalmış elimde telefon saatlerdir Arda beyimize ulaşmak için canhıraş uğraşıyordum. Bu nedir arkadaş gören de adamı dünyayı yönetiyor zanneder… Ulaş ulaşabilirsen… Arıyorum açmıyor, mesaj atıyorum cevap vermiyor. Offf… Saatlerdir telefonun başında attığım mesajın biri bin para ama ne o mesaja cevap geliyor ne de çalan telefonum açılıyordu. Artık gücüm kalmamış kanepeye çökmüştüm. Gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Yanımdaki peçete yığınından bahsetmeme gerek yoktu sanırım… Ben tabiri caizse böğürerek ağlarken telefon kulağımda açılma sesini duyduğum anda gözlerim çakmak çakmak açıldı. Nefesim kesilirken kalbimin kulaklarım ile yer değiştirdiğine şahit oluyordum. Gözlerim artık akmaktan yorgun bitap düşmüş olsa da yanaklarımdan süzülüp gitmekten vazgeçmeye niyeti yoktu. “Alo…” diye karşıdan gelen gevrek olduğu kadar da cilvenin her tonunu hissettiğim o ses… Eğer benim kulaklarım bozuk değilse -ki umarım öyledir- ve Arda sesini inceltecek bir düzine ameliyat geçirmediyse bu ses bir kıza aitti. Sesin can alıcı işvesi kulağımda tıslarken az önceki sümsük Mira uçup gitmiş onun yerini içimden çıkan dişi bir kaplan almıştı. “Aloooo… Sen kimsin kızım? Arda nerede, ne işi var onun telefonu senin oynak ellerinde?” Amanın da amanın dişi panter Mira sahalara geri döndü? O kadar ağlamanın ardından o cırtlak ve hiddetli sesi nasıl çıkardım boğazımdan inanın sorsanız henüz bende yanıtlanmış bir cevabı yok… “Tatlım Arda müsait değil, geldiğinde aradığını söylerim,” dedi ve çat diye utanmadan bir de telefonu suratıma kapattı. Ben şok, benim çene yerlerde, benim gözler çizgi karakterler gibi bir metre ileri doğru fırladı. Ağzımı açmış cevap dahi veremeden telefon suratıma kapanmıştı. Elimde kala kalan telefon aptal gibi bakarken az önceki konuşmanın gerçek olup olmadığını algılamaya çalışıyordum. Ne zaman ki yaşadığım her an ile duyduğum her kelimenin gerçek olduğunun farkına vardım. Elimdeki telefonu sıkmaya başlayıp sanki karşımda o adi şırfıntı var gibi bağırmaya başladım. “Kimsin kızım sen? Kimsin? Ne demek müsait değil? Ne yapıyor da müsait değil?” diye haykırmamın ardından telefonu kulağıma götürüp az önceki kim olduğunu bilmediğim ne idiğü belirsiz hatuna içimdeki patlamak üzere olan öfkeyi kusmak için aradım. Aradım aramasına da, bu Arda’nın daha az önce çalan telefonuna şimdi neden ulaşılamıyordu. Lanet olsun! “Ne demek ya ulaşılamıyor? Nasıl ulaşılamaz olursun sen ya? Ben ararım da sana nasıl ulaşılamıyor der bu telefon? Ulan zalim felek bana biçtiğin mutluluk bu kadar kısa mı sürecekti?” diye haykırmaya, elime ne geçerse evin içinde sağa sola fırlatmaya başladım. O kadar kendimi kaybetmişim ki ne camın kırılması, ne evin darma dağınık olması, ne de deli gibi gömleklik kıvama gelmem hiçbir şey ama hiçbir şey umurumda değildi. O kadar zıvanadan çıkmışım ki Cemre’nin “ Mira…” diyen korku dolu ve endişeli sesini duyana kadar ne yerdeydim ne gökte, içim öyle coşmuştu ki kendimi hercai bir aşka yelken açmış ve oradan oraya savruluyor gibi hissettim. Kahretsin! Ben, ben ne yapıyordum böyle? Nasıl bu kadar kontrolden çıkmıştım? |
0% |